Tanrı ve Nesnel Ahlak
Rabbini Bil, İyiyi/Doğruyu Bil
Yorucu bir iş gününün ardından evinize döndünüz ve televizyonu açtınız. Kanallar arasında gezerken bir başlık sizi hayrete düşürüyor ve popüler bir uluslararası haber kanalında duruyorsunuz. Beklenildiği gibi, haberin başlığı hakikaten ürkütücü: Adam Beş Yaşında Bir Çocuğu Boğazladı. Şimdi size bir soru sorayım. Bu adam, ahlâkî açıdan yanlış bir şey mi yapmıştır? Siz, diğer birçok iyi insan gibi, evet diye cevap verirsiniz. Öyleyse şu soruya cevap veriniz: adamın yaptığı şey nesnel olarak ahlâkî bir yanlış mıdır? Ve tekrar, diğer birçok insan gibi, evet, dersiniz.
Ancak bir sorumuz daha var: Bu davranış, neden ‘nesnel olarak’ ahlâkî değildir?
İşte mevzu burada biraz karışıyor.
‘Nesnel’ nedir?
Yukarıda sormuş olduğumuz son soruya cevap verebilmek için, evvela, ‘nesnel’ kavramını açıklamamız gerekiyor. Bu kavram en temel anlamıyla, şahsi hissiyatlar veya fikirlerin etkisinden uzak bir şekilde, gerçekleri sunmak veya değerlendirmek olarak tanımlanır. Mesele ahlak olduğunda ise, nesnel kelimesinin anlamı, ahlakın bir kişinin aklına veya şahsi hissiyatlarına göre değişmemesi olarak tanımlanır. Buna göre ahlak, bir kişinin sınırlı şahsî hislerinin/duyularının ‘dışındadır’. 1+1 gibi matematiksel veya Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi gibi bilimsel gerçekler, biz bunlar hakkında ne düşünürsek düşünelim doğrudurlar. Dolayısıyla eğer bu ahlak, bizim ‘dışımızda’ ise, temellendirilmesi gerekmektedir. Eğer nesnel ahlak bizim sınırlı duyularımıza bağlı değilse, aşağıdaki soruların cevaplanması gerekir: Nesne/ ahlak nereden gelmiştir? Nesnel ahlakın tabiatı nasıl açıklanabilir? Bu sorulara cevap verebilmek için aklî bir zemine ihtiyacımız vardır. Bu zemin üzerinden ahlakın tabiatını açıklayabilir ve nereden geldiğine, neşet ettiğine dair makul bir cevap bulabiliriz. Bu sorular bizi felsefede ahlakî ontoloji olarak bilinen alana yönlendiriyor.
Nesnel ahlakî hakikatleri tarif ederken onların insan öznelliğini aşan gerçekler olduklarını da söylemek gerekir. Mesela, beş yaşındaki bir çocuğu öldürmek ahlakî açıdan yanlıştır ve her zaman öyle kalacaktır, bütün dünya küçük bir çocuğun öldürülmesini ahlakî açıdan doğru görse bile… Bazı ahlâkî gerçekliklerin nesnel olduğunu bilmekle kalmıyoruz tabi, bu gerçeklerin bizlere yüklediği ahlâkî mükellefiyetler de var. Bir diğer deyişle, yapmamız ve yapmamamız gereken şeyler var. Bizim, ahlâkî anlamda vazifelerimiz ve mükellef olduğumuz şeyler vardır ve bunlar bizim sınırlı şahsî dünyamızın dışından gelir. Profesör lan Markham, ahlak dilimizin bizden daha yüksek ve öte bir şeye işaret ettiğini şöyle açıklıyor: “mükellefiyet [ought] kelimesine mündemiç, bizim hayatımızı ve dünyamızı aşan bir ahlaki bir gerçeklik var…ahlak dilinin temelini oluşturan karakter/ nitelik, evrensel ve harici [dıştan gelen] bir şeydir.”[283]
Sorumuza geri dönelim
Yukarıda sormuş olduğumuz yanıltıcı soruya dönelim ve cevaplamaya çalışalım: Bu davranış, neden ‘nesnelolarak” ahlâkî değildir? Cevap aslında basit Nesnel olduğuna inandığımız ahlak kuralları, Tanrı’nın varlığından ötürü nesneldirler.[284] Bunu açmadan önce, bu mevzunun, herhangi bir kişinin inançlarıyla alakalı olmadığım vurgulamam gerekiyor. “Hem ateist olup hem de ahlâkî davranışlarda bulunamazsınız.” veya “Masumları savunmanızı ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmenizi sağlayan ahlâkî niteliklere sahip olmak için Tanrı’ya inanmak zorundasınız.” veya “Sadece Tanrı’ya inanmakla, iyi bir insan olursunuz” da demiyorum. Benim söylediğim şey şu: Eğer Tanrı yok ise, nesnel ahlâkî hakikatlerin varlığından söz edilemez. Tabii ki ahlâkî hakikatler nesnelmiş gibi hayat sürebiliriz ve tarih boyunca birçok ateist, ahlakın İlahî bir temele dayanması gerektiğine inanmadan, hayranlık uyandırıcı seviyede ahlâkî üstünlük göstermiştir. Fakat, benim burada iddia ettiğim şey şudur: Eğer Tanrı’yi bu tablodan çıkarırsanız, geriye birtakım toplumsal ilişkilerden fazlası kalmaz. Dolayısıyla, “masum insanları sırf eğlence için öldürmek yanlıştır” ve “masumları korumak iyidir gibi ahlâkî hakikatler, Tanrı olmaksızın birtakım toplumsal görenekler gibidir. Tıpkı toplum içerisinde yellenmek yanlıştır demek gibi. Tanrı [nın varlığı], nesnel ahlak yasaları için en aklî açıklama olduğu için, böyle bir sonuca varıyoruz. Tanrı kavramı haricinde hiçbir kavram, ahlak için yeterli düzeyde bir temel sağlayamıyor.
Tanrı kavramı, böyle bir temeli sağlayabiliyor çünkü kainata ve insanların öznelliğine/sübjektifliğine aşkındır. Profesör lan Markham, benzer bir şekilde şöyle ifade ediyor: Ancak Tanrı, üzerimize düşen mükellefiyeti açıklayabilir; Tanrı, ahlâkî değerlerin evrensel tabiatını açıklıyor. Tanrı, dünyanın dışında olduğu için [dünyaya bağımlı olmadığı için], hem dl- şanda kalıp hem de evrensel buyruklar verebilir.”[285]
İslam’da, Tanrı’nın mükemmel olduğuna, yani bütün noksanlıklardan uzak bir Varlık olduğuna inanılır. Her şeyi bilen, her şeye kudreti yeten ve en yüksek seviyede iyi olandır. Kamil anlamda iyi olmak, Tanrı’nın aslî bir niteliğidir, isimlerinden biri olan el-Berr, bütün iyiliklerin kaynağı anlamına gelir. Tanrı, ahlâkî bir buyrukta bulunduğunda, bu buyruk O’nun iradesinden ortaya çıkmıştır, türemiştir. Ve O’nun iradesi, O’nun tabiatıyla [özüyle] çatışmaz. Dolayısıyla Tanrı’nın buyruktan iyidir, çünkü Tanrı’nın kendisi iyidir ve iyiliğin ne olduğunu da O tanımlar:
”De ki: Allah kötülüğü emretmez.”[286]
Gariptir ki, bazı ateistler, hiçbir şart ve koşulda Tanrı’nın var olduğuna inanmamakla beraber, Tanrı’nın varlığı olmaksızın nesnel bir ahlak yasasından bahsedemeyeceğimizi de anlamıştır. Etkili bir ateist felsefeci otan J. L. Mackie, Etik: Doğruyu ve Yanlışı Icad Etmek isimli kitabında, bu konuya değinir: “Nesnel değer diye bir şey yoktur… değerlerin nesnel olmadığını iddia etmek., sadece, muhtemelen ahlâkî değerle aynı anlama gelecek olan, ahlâkî anlamda iyi olmayı değil, ahlâkî değer veya değersizlik olarak adlandırılan doğruluk ve yanlışlık, ödev, mükellefiyet, bir davranışın adice bir iş olarak görülmesi, ila ahir şeyler için de geçerlidir.”[287] Genel olarak kabul edilen görüşlerin aksine bir ifadede bulunmakla ve ana-akım ateist görüşünü temsil etmemekle beraber Mackie, öyle görünüyor ki, ateistçe bir dünya görüşüne sahip olmanın ne demek olduğunu kavramıştır. Eğer Tanrı yoksa, nesnel anlamda bir ahlâkîlikten söz edilemez.
Euthyphro’nun ikilemi
Birçok ateist yukarıdaki ahlak argümanına, Eflatunun iki lemine veya Euthyphro’nun ikilemine [dilemma] atıfta bulu narak cevap veriyor. İkilem şu şekilde: Bir şey, Tanrı emrettiği için mi ahlâkî açıdan iyidir, yoksa ahlâkî açıdan iyi olduğu için mi Tanrı onu emreder?
Bu ikilem, mutlak kudret sahibi olan bir Tanrı’ya iman eden teister için bir sorun oluşturuyor, çünkü şu iki şeyden birine inanmaları bekleniyor: ahlak ya Tanrı tarafından tanımlanmış bir şey olacak ya da Tanrı’nın emir ve buyruklarının dışında, ondan bağımsız bir şekilde var olan bir şey olacak Eğer ahlak, Tanrı’nın emirlerine bağlı ise, iyi veya kötü olarak bildiğimiz şeyler keyfîdir/ihtiyarîdir. Eğer durum böyle ise, biz insanların nesnel olarak kötü diye nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yani buna göre, mesela, masum çocukları öldürmenin hiçbir yanlış yanı yoktur çünkü Tanrı, keyfî olarak, bu davranışı ‘kötü’ diye nitelendirmiştir, ikilemin diğer yanında ise ahlak, öylesine tanımlanmıştır ki, tamamen Tanrı’nın özünden ve tabiatından kopuk, neredeyse O’nun dahi uyması gereken bir standart halim almıştır. Fakat, bu, bir te- ist için İstenilmeyen bir durumdur, çünkü bunu kabul ederse eğer, Tanrı’nın mutlak kudret sahibi ve bağımsız olmaması, kendisinin haricinde ortaya koyulan bir standarda tabi olması gerekir.
Sezgisel açıdan baktığımızda geçerli bir iddia gibi duruyor bu. Fakat, üzerine biraz düşününce yanlış bir ikilem olduğu açığa çıkıyor. Çünkü burada üçüncü bir ihtimalden söz edilebilir: Tanrı [bizatihi] iyidir. Felsefe profesörü Shabbir Akhtar, bu konuyu Kuran ve Seküler Zihin, isimli kitabında şöyle açıklıyor:
“Üçüncü bir seçenek mevcut: Metinde de [Kur’an’da] görülebileceği gibi, ahlakî açıdan sabit, merhametin iyi oluşu ve cinsel istismarın kötü oluşu hakkındaki fikrini keyfî olarak değiştirmeyen bir Tanrı. Böyle bir Tanrı her zaman iyi olanı emreder, çünkü bizatihi karakteri ve tabiatı, iyidir.”[288]
Profesör Akhtar burada, ahlâkî bir standardın olduğunu kabul ediyor, fakat bu standart, ikilemin ikinci kısmındaki gibi Tanrı’dan bağımsız değildir. Bilakis, Tanrı’nın [iyi olan] tabiatının zaruri bir neticesidir. Daha önce de belirtildiği gibi, Müslümanlar ve genel olarak teistler, Tanrı’nın mutlak ve kâmil manada iyi olduğuna inanıyorlar. Yani Tanrı, kendi zatında, mükemmel, keyfî olmayan, ahlâkî bir standardı barındırıyor. Bu da demek oluyor ki bir ferdin davranışları – mesela, masumların öldürülmesi – keyfî olarak kötü değildir, kötü olmasının sebebi, nesnel bir ahlâkî standarda göre belirlenir.. Bir diğer yandan, Tanrı da burada kendi standardına itaat etme konumunda değildir, çünkü iyilik, Tanrı’nın varlığının özünde mevcuttur. O’nu tabiatına mündemiçtir; hiçbir şekilde ondan bağımsız veya haricî değildir.
Bir ateistin bu durumdaki itirazı şöyle olacaktır: ”Tanrı’ya iyi demek için evvela, iyinin ne demek olduğunu bilmen gerekir, dolayısıyla bu sorunu çözmüş değilsin.” Buna verilecek en basit cevap, Tanrı’nın, iyiliğin ne olduğunu tanımlayan zat olduğunu ifade etmektir. Tapılmaya layık olan tek Varlık O’dur ve kâmil manada en ahlaklı Varlıktır. Kur’an-ı Kerim’de bu husustan şu ayetlerle bahsediliyor:
“Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahmân’dır, Rahîm’dir. ” [289]
“O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. O, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksildikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır. O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu teşbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir’290
Özetle, ahlâkî hakikatler, Tanrı’nın iradesinin neticesinde, O’nun emirleri ile belirtilmiştir ve O’nun emirleri ve buyrukları, O’nun kemal derecesinde iyi, hikmet sahibi, pâk ve mükemmel olan tabiatına, özüne aykırı değildir.
Nesnel ahlaka temel oluşturabilecek başka seçenekler var mıdır?
Birçok ateist, ahlâkî kuralların nesnel olmasına farklı açıklamalar getirilebileceğini iddia ediyor. Bunlardan bazıları biyoloji, toplumsal baskı ve ahlâkî gerçekçiliktir [realizm].
Biyoloji
Ahlâkın nesnel olması, biyoloji üzerinden açıklanabilir mi? Basitçe cevap verilecek olursa, açıklanamaz. Charles Darwin, biyoloji veya natürel/doğal seleksiyonun* ahlâkın temellerim oluşturduğunda başımıza neler gelebileceğiyle alakalı bir uç örnek’ veriyor. Eğer her birimiz farklı biyolojik koşulların sonucu isek, ahlâkî olarak nesnel kabul ettiğimiz şeyler tamamen farklı olabilir: “Eğer insanlar, kovan arılarıyla aynı koşullarda yetişmiş, gelişmiş olsaydı, bâkire kızlar, tıpkı işçi arılar gibi, erkek kardeşlerini öldürmeyi kendilerine vazife bilirdi ve anneler de doğurgan kızlarım öldürmek isterlerdi ve bütün bunlara kimse karışmazdı, engel olmazdı.”[291]
Bir diğer deyişle, eğer ahlak, biyolojik değişimlere bağlı olursa, bu değişimlere maruz kaldıkça değişen bir şey haline gelir; dolayısıyla hiçbir zaman nesnel olamaz. Darwin’in vermiş olduğu örneği biraz daha açalım: eğer bir hemşire köpekbalığı ile aynı koşullarda yetiştirilmiş olsaydık, partnerimize tecavüz etmenin kabul edilebilir bir şey olduğunu düşünürdük, çünkü hemşire köpekbalığı çiftleşmeden evvel partneriyle —adeta- güreş yapıyor.[292] Kimileri, bizim nesnel ahlak anlayışımızı şekillendiren şeyin bizatihi natürel seleksi- yon olduğunu öne sürerek bu bahse cevap verebilir. Fakat bu şekilde bir İtiraz yanlış olur. Natürel seleksiyon, kavramsal açıdan, bize ancak hayatta kalmamızı ve ürememizi sağlayacak ahlâkî kuralları formüle etme kabiliyeti kazandırabilir. Ahlak felsefecisi Philip Kitcher, bu bahsi şöyle İfade ediyor: “Natürel seleksiyonun bizim için yapmış olabileceği tek şey, bizi, muhtelif toplumsal düzenlerde bulunma ve ahlâkî kurallar formüle etme kapasitesi ile donatmaktır.”[293]
Biyolojinin ahlâka temel oluşturabileceğini İddia etmek, ahlâka atfettiğimiz bütün anlamı ortadan kaldırıyor. Ahlak, hiçbir aklın ürünü olmayan, bilinçsizce zuhur etmiş biyolojik süreçlerin sonucu olduğu taktirde, anlamsız hale geliyor. Fakat, İlâhî emir ve buyrukların neticesi olması, ahlaka anlam verir, çünkü ahlaklı olmak, bu emirlere itaat etmek, onlara mukabelede bulunmaktır. Bir diğer deyişle, bizim ahlâkî vazifelerimiz var ve bu vazifeleri ifa etmek Tanrı’ya olan borcumuzdur. Bir dizi moleküle hiçbir şey İçin borçlu olamazsınız.
Toplumsal baskı
İkinci seçenek ise toplumsal baskı. Buna toplumsal mutabakat da diyebiliriz. Bu, bana göre, felsefî anlamda söylüyorum, birçok ateistin ve hümanistin karşılaştığı bir problem. Eğer nesnel ahlakı, toplumsal baskı belirliyor ise, bu görüşün yandaşları büyük bir meseleyle karşı karşıya. Birincisi, bu görüş, ahlakı toplumsal değişime endekslediği için izafileştiriyor [göreli hale getiriyor]. İkincisi, ahlâkî anlamda abes durumlara sebep oluyor. Eğer toplumsal mutabakatı [görüş birliği, konsensüs] ahlâkın temeli olarak kabul edersek, Nazilerin 1940 Almanya’sında yaptıklarını nasıl açıklayacağız? Onların yaptığı katliamın nesnel olarak yanlış olduğunu nasıl ifade edeceğiz? öyle ya, edemeyiz. Almanya’daki bazı insanların Nazilere karşı savaştığını öne sürseniz dahi bu, büyük bir kitlenin kötülük üzerine mutabakat halinde olduğu gerçeğini değiştirmez. Tarihte, bu hususla alakalı verilebilecek birçok örnek mevcuttur.
Ahlâkî gerçekçilik [realizm]
Son seçenek ahlâkî gerçekçiliktir. Ahlâkî nesnelcilik [objektivizm] olarak da tanımlanan Ahlâkî gerçekçilik, ahlak kurallarının nesnel olduğunu ve bizim zihnimizden ve duygularımızdan bağımsız olduğunu öne sürer. Fakat bizim bu bölümde savunduğumuz görüş ile ahlâkî gerçekçilik arasında bir fark var, o da şudur: ahlâkî gerçekçiler, ahlak kurallarının bir temele, bir dayanağa ihtiyaç duymadığını iddia ederler. Yani merhamet, adalet ve hoşgörü gibi ahlakı hakikatler, öylece, nesnel olarak vardır.
Bu görüşle alakalı birkaç problem var. Birincisi, adalet öylece vardır demek ne demektir? Bu görüş hem mantıksız hem de anlamsızdır. ‘Adalet nedir?’ sorusuna, sadece adalet diye bir şeyin var olmasıyla cevap bulmuş değiliz. Burası mühim, eğer ahlak kuralları nesnel ise (yani bir kişinin şahsi görüşlerinden bağımsız ise), mantıklı bir açıklamaya ihtiyacı vardır. Aksi takdirde Ahlak kuralları neden nesneldir? sorusu cevaplanmamış olur. İkincisi, ahlak sadece merhametin veya adaletin varlığının farkına varmak, onları tanımak değildir. Ahlak, bir vazife veya mükellefiyet hissi gerektirir; merhametli ve adaletli olmakla mükellefiz. Ahlâkî gerçekçilikte böyle bir mükellefiyet söz konusu değildir, çünkü sırf bir ahlâkî hakikati nesnel olarak tanımak, o ahlâkî hakikati hayatımızda tatbik etmemizi gerektirmiyor. Bir ahlak kuralının nesnel olduğunu kabul etmek, bizi mükellef kılmıyor. Eğer bir vazife şuuru, bir borç söz konusu ise ancak, ahlaklı olmak mantıklı ve makul olur. Ahlâkî gerçekçilik, bir kimsenin neden ahlaklı olması gerektiğine dair hiçbir sebep sunmuyor. Fakat eğer bu ahlakî hakikatler, İlâhî emirler üzere var iseler, o zaman ahlaklı olmakla mükellef kılınmışız demektir çünkü Tanrı’nın emir ve buyruklarına itaat etmekle vazifeliyiz.
Yukarıdaki bahisten de anlaşılacağı gibi, Tanrı’nın varlığı olmaksızın, nesnel bir ahlak anlayışından söz edemeyiz, çünkü Tanrı kainattan bağımsızdır ve emir ve buyrukları vesilesiyle küllî/evrensel bir ahlak vaz edebilir.
Nesnel ahlak reddedilirse ne olur?
Bazı ateistler entelektüel utançtan kaçınmak için yukarıda vardığımız sonuca ahlakın nesnel olmadığını söyleyerek cevap veriyorlar. Peki öyleyse. Katılıyorum. Eğer biri en başta kabul ettiğimiz önerme olan ahlakın nesnelliği ilkesini kabul etmiyorsa, argümanımız geçersiz kalır. Fakat bu iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Eğer bir ateist ahlakın nesnelliğini reddediyorsa, dine, özellikle de İslam’a nesnellik üzerinden hiçbir söz edemez. Hatta KKK’ya[294], IŞİD’e ve hatta Kuzey Kore’deki diktatör rejime dahi hiçbir şey diyemez! Ve birçok ateistin bu meseleler hakkında konuşuyor olması da kaderin bir cilvesidir. Nesnel gibi görünen ahlâkî hükümlerde bulunuyorlar. Ahlak hakkındakî bütün ifadelerinin başına ”Bu benim şahsî görüşümdür.” diye bir uyarı koymalıdırlar. Böylelikle de ahlâki açıdan karşı oldukları şeyler veya itirazları anlamsız kalır. Fakat yine de, derinlerde bir yerde, aklı başında birçok insan cinayet, hırsızlık ve tecavüz gibi yanlış olduğunu bildiğimiz meseleler hakkında, bazı temel ahlâkî kuralların nesnelliğini inkar etmez.
Argümanın yanlış anlaşılması
Bazı ateistler, hatta bazı akademisyenler dahi, ahlak epis- tomolojisi ile ahlak ontolojisini bir sayarak sunmuş olduğumuz argümanı yanlış anlıyorlar. Argüman boyunca, şimdiye kadar anlattığım kısımda, neyin iyi olduğunu nasıl bilebiliriz sorusuyla, yani ahlak epistemolojisiyle ilgilenmiyoruz dikkatimizi ahlakın kaynağına ve tabiatına yöneltiyor ve buradan da ahlak ontolojisine geçiş yapıyoruz. Tanrı’nın emirleri, ahlak kurallarının nesnel olabilmesi için ontolojik bir temel, bir dayanak noktası sağlıyor. Bu ahlak kurallarının neler olduklarını nasıl öğreneceğimiz ise ahlak epistemolojisinin konusu.
Bu bölümde sunmuş olduğumuz argüman, ahlak epistemolojisi ile alakalı değildir. Bu argüman, ahlakın esaslarına, temellerine ve tabiatına işaret eden, ahlak ontolojisi ile alakalıdır. Argümanı en basit haliyle şöyle özetleyebiliriz: eğer bir şey iyi ise, nesnel olarak iyi midir? Eğer nesnel olarak iyi ise, nesnel iyiliğin tek dayanağı O olduğu için, nesnel olarak iyilik, ancak Tanrı’nın varlığıyla açıklanabilir. Argümanımız, bir şeyin iyi veya kötü olduğunu nasıl bilebileceğimizi sorgulamıyor.
Mutlak ve nesnel farkı
Bir teolog, İslam teolojisi dahilinde (ve aslında dünyadaki bütün hukuk sistemlerinde) de bazı durumlarda öldürmenin (nefs-i müdafaa gibi) ahlâkî açıdan caiz olduğunu söyleyebilir. Dolayısıyla hiçbir şey, nesnel anlamda kötü değildir. Bu ilginç bir düşünce, fakat mutlak ahlakilik ile nesnel ahlâkîliği birbirine karıştırıyor; aslında birbirlerinden çok farklılar.
Mutlak ahlâkîliğe göre bir davranış, içinde bulunulan durumdan bağımsız olarak iyidir veya kötüdür. Mesela öldürmenin mutlak manada kötü olduğuna inanan bir kişi, nefs-i müdafaa durumunda dahi öldürmenin yanlış olduğunu düşünür. Nesnel ahlakilik ise, diğer yandan, bazı ahlâkî hakikatlerin, içinde bulunulan şartlara bağlılığını en baştan kabul eder. Mesela sebepsizlere veya meşru bir sebep olmaksızın insanları öldürmek yanlıştır ifadesi nesnel bir ahlâkî hakikattir. İşte bu ahlak iddiasının duruma göre değişen tabiatı, öldürmenin [gayri ahlaki olması için] gerekçesiz/gereksiz yere yapılmış olması gerektiğini dikkatimize sunuyor. Mesela, eğer bir kişi ayrım gözemeksi- zin bir mahalle okulundaki çocuklara ateş ediyorsa, bu insanı öldürmek bazı durumlarda ahlâkî açıdan [hukuk dahilinde] meşru görülebilir. Benim sunmuş olduğum argüman, mutlak ahlak kavramlarını ihtiva etmez.
Ahlâkî izafiyet üzerine bir not
Ahlakın kültürel normlara bağlı olarak değişebileceğini savunan bir ahlakî izafiyetçi [etik rölativist], mutlak ve nesnel ahlak üzerine yapılan tartışmaların, ahlakın nesnel olmadığına işaret ettiğini ve ahlakın İzafî bir şey olduğunu iddia eder. Ahlak kurallarının nesnel olduğunu savunanlar, insanların davranışları ne olursa olsun nesnel ahlâkî hakikatlerin değişmeyeceğini öne sürerler (ki bu da nesnelliğin tam tanımıdır). Ahlakî izafiyet bu açıdan iflas etmiş durumdadır, çünkü nesnel anlamda doğru olan bir şeyi reddetmek için kültürel pratiklere işaret ediyor. Bu yöntem başarısızlığa mahkumdur, çünkü nesnel ahlakın tanımına göre ahlak kuralları, insanların hissiyatlarından, inançlarından ve kültürel pratiklerinden bağımsızdır. Dolayısıyla bunları nesnelliği reddetmek amacıyla öne sürmek anlamsızdır.
Bu bölümde, bir ateist için oldukça çarpıcı sonuçlar mevcut. Eğer ateistler bazı ahlak kurallarının nesnel olduğunu düşünüyorlarsa, Tanrı’nın varlığını da kabul etmek zorundalar çünkü nesnel anlamda ahlak kurallarının varlığının mantıki anlamda tek temeli O’dur veya kendileri başka bir seçenek sunmalılar. Eğer sunamazlarsa, kendilerinde doğuştan bulunan ve iyiyi ve kötüyü nesnel olarak ayırt edebilen tabiatlarını ve nesnel ahlak kuralları kavramını da reddetmelidirler. Bunu yaptıkları zaman, İslam’a karşı şimdiye kadar getirdikleri bütün ahlâkî eleştiriler, şahsî fikir seviyesine düşecektir. Ahlak argümanı İslam’daki İlah kavramı ile hakiki bir anlam kazanıyor. Tanrı, kamil manada iyidir ve hikmet sahibidir ve O’nun emirleri, sahip olduğu mükemmel tabiatı ile çelişmez. Dolayısıyla hep en iyi olanı emreder. Tanrı hakkında bunu bilmek bize nesnel ahlak kuralları için de bir temel vermiş olur. Diğer bir deyişle, Tanrı’yı tanımak, doğru olanı, iyi olanı tanımaktır.
Hamza Andreas Tzortzis – Hakikatin izinde,syf.229-243
Dipnotlar:
[283] Markham, L S. (2010) Against Atheism: Why Dawkins, Hitchens, and Harris are Fundamentally Wrong. West Sussex: Wiley-Blackwell, s. 34.
[284] Bölümde sunulan argümanlar ve bazı fikirler W. L Craig’in Can We Be Good Without God? Başlıklı makalesinden alınarak uyarlanmıştır Şuradan erişilebilir: http://www.reasonablefaith.org/can-we-be-good-wit- hout-god [Erişim tarihi: 24 Ekim 20161- Craie W Faith: Christian Truth and Apologetics Wheaton, Illinois: Crossway Bo-oks,s.172.183
[285] a.g.e.
[286] Kur’an, 7: 28.
[287] Mackie, J. L. (1990) Ethics: Inventing Rıght and Wrong. London: Pengu- in. 1990, s. 15.
[288] Akhtar, S. (2008) The Qur’an and the Secular Mind. Abiııgdon: Routled- ge, s.99.
[289] Kur’an, 2; 163
[290] Kur’an, 59; 20-24
[291] Darvin, C. (1874) The Descent of Man and Selection in Relation to sex,2.baskı,s.99.Şuradan erişilebilir: http://www.gutenberg.org/ebo-oks/2300 (Erişim tarihi: 4 Ekim 2016],
[292] National Geographic (1996), Sharks in Love. Şuradan erişilebilir: http:// video.nationalgeographic.com/vidco/shark_nurse_mating [Erişim tarihi: 24 Ekim 2016].
[293] Cited in Linville, M. D. (2009) The Moral Argumcnt. In: Craig, W. L. and Moreland, J. P. (ed.). The Blackwcll Companion to Natural Theology. West Sussex: Wiley-Blackwell, s. 400.
[294] Ku Klux Klan, 24 Aralık 1865’te ABD’nin Tennessee eyaletinde kurulan, siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçüsü ve göçmen karşıtı, ırkçı bir gizli örgüttür.(çev.notu)