Ateizm Neden Gayritabiidir/Anormaldir?
Aşikâr Bir Hakikat
Bir akşam, fen derslerinde aynı sırada oturduğunuz eski okul arkadaşlarınızdan David, size telefon açıyor. Onunla senelerdir konuşmamışsınız, fakat size sorduğu garip sorulan hala hatırlıyorsunuz. Arkadaşınızı yakın buluyor olsanız da, fikirleri pek hoşunuza gitmiyor. İstemeyerek de olsa telefona cevap veriyorsunuz. Kısa bir selamlaşmadan sonra sizi bir öğle yemeğine davet ediyor. Gönülsüzce de olsa yemek davetini kabul ediyorsunuz. Yemekte, “sana bir şey söyleyebilir miyim?” diye soruyor ve siz de olumlu cevap veriyorsunuz. Ve size daha önce hiç duymamış olduğunuz bir şeyi açıklamaya başlıyor: “Biliyor musun, geçmiş – mesela dün yaptığın şeyler, geçen sene, doğumuna kadar geçen bütün süre – aslında hiç yaşanmadı. Hepsi senin zihninde bir yanılsama. Öyleyse sana bir sorum var, geçmişin varlığına inanıyor musun?” Akıl sahibi bir insan olarak arkadaşınızın iddiasına katılmıyor ve şöyle cevap veriyorsunuz: “Geçmişin var olmadığını ispat etmek için elinde hangi delil var?”
Şimdi konuşmayı başa saralım ve diyelim ki siz, bütün yemek boyunca arkadaşınıza geçmişin gerçekten var olduğunu ispat etmeye çalıştınız.
Hangi durumu tercih edersiniz?
İlk durumu tercih etmenizin sebebi, sizin, diğer akıl sahibi insanlar gibi, geçmişin varlığının gayet âşikâr olduğunu düşünmenizdir. Bütün diğer âşikâr hakikatler gibi, eğer birisi bunlara meydan okursa, ispat etme sorumluluğu daima sorgulayanın, aksi iddiada bulunan kişinin üzerindedir.
Şimdi bunu bir teist-ateist diyaloguna tatbik edelim.
Bir teist, ateist olan arkadaşını akşam yemeğine davet eder ve yemek sırasında atesit, “Biliyor musun, Tanrı yoktur. Varlığını gösteren hiçbir delil yok.” Teist, Tanrı’nın varlığını ispat etmek için bir sürü argümanla cevap verir. Fakat teist, doğru bir usûl üzere mi konuşuyor? Tanrı’nın neden var olduğunu anlatmadan evvel, Tanrı’nın varlığının sorgulanmasının neden varsayılan soru olduğunu irdelememiz gerekmiyor mu? Nitekim, ‘Tanrı neden vardır?” şeklinde bir soru sorulmamalıdır. Sorulması gereken: ‘O’nun varlığını reddetmek için sebepler nelerdir?” sorusudur. Lütfen beni yanlış anlamayın. Ben inanıyorum ki, Tanrı’nın varlığına olan inancımızı destekleyen birçok iyi argüman var ve bu argümanlar kitapta da ele alınıyor. Burada değinmek istediğim şey, eğer Tanrı’nın varlığına karşı bir argüman yoksa, makul olarak varsayılan pozisyon, Tanrı’ya inanmak olmalıdır. Aksi halde Tanrı yoktur’ demek, hiçbir sebep olmaksızın geçmişin varlığını sorgulamakla aynı şey olur. Bu açıdan bakıldığında ateizm, gayritabiidir/anormaldir.
Âşikâr hakikatler
İnançların birçoğunu âşikâr hakikatler olarak kabul ederiz. Bu da demek oluyor ki inanç, tabiidir veya ön tanımlı olarak doğrudur, Bazıları şunlardır:
- Tabiatın yeknesaklığı/değişmezliği
- Nedensellik ilkesi
- Geçmişin varlığı
- Akıl yürütmemizin geçerliliği
- Başka zihinlerin varlığı
- Dış dünyanın varlığı
Bir kişi bu hakikatleri sorguladığında, vardığı sonuçları körü körüne kabul etmeyiz ve genelde, “bunları reddetmek için delilin nedir?” diye sorarız.
Bu hakikatler aşikârdır çünkü aşağıdaki hususiyetlere sahiplerdir:
- Küllidir (evrenseldir): Herhangi bir kültürün ürünü değildirler, kültürler arası geçerliliklerini korurlar. Bu, herkesin hakikate inandığı veya bir inanç birliği olduğu anlamına gelmez. Aşikar olan hakikatler belli başlı içtimai şartlardan doğmazlar.
- Öğretilmemiştir: Bilgi aktarımına bağlı değillerdir. Bir diğer deyişle, bilgi edinme yoluyla öğrenilmemiştirler.
- Tabiidir: İnsan aklının tabii işlemişi neticesinde şekillenmişlerdir.
- Sezgiseldir: Oldukça basit ve kolay anlaşılabilir niteliktedirler.
Gelin yukarıdaki hususiyetleri geçmişin gerçek olduğu inancı üzerinde tatbik edelim.
Geçmişin gerçekliği aşikar bir hakikattir çünkü küllidir, öğretilmemiştir, tabiidir ve sezgiseldir. Külli bir hakikattir çünkü – hepsinde değilse de – birçok kültürde, geçmiş zamanın, bir zamanlar şimdiki zaman olduğu düşünülerek, geçmişe inanılır. Bu açıkça gösteriyor ki bu inanç belirli içtimai şartlar neticesinde ortaya çıkmamıştır. Geçmişe olan inanç, aynı zamanda öğretilmemiştir. Çünkü bir kişi geçmişin yaşanmış birtakım vakalar olduğunun farkına varması, başka birisinin ona bunu bildirmesi veya başka bir şekilde öğrenmesi üzerinden olmaz. Kimse, anne-babasından geçmişin gerçek olduğunu öğrenerek büyümez. Bu inanç kişinin kendi tecrübelerinden edindiği bir inançtır. Geçmişin gerçek olması aynı zamanda tabiidir. Normal aklî melekelere sahip olan insanlar geçmişin, meydana gelmiş olan olaylardan teşekkül ettiğini bilir. Son olarak, geçmişin, gerçekleşmiş olduğuna dair olan inancımız, oldukça basit ve kolay anlaşılabilir niteliktedir ve etrafımızdaki dünyanın fıtrî olarak algılanmasına bağlı olan, doğuştan gelen bir şeydir. Geçmişin bir yanılsamadan ibaret olduğunu iddia etmek, problemleri çözmekten ziyade, problem üretmeye yarar. Hatıralarımızı, zaman içinde yaşadığımız tecrübelerimizi ve kayıt altına alınmış tarihi, kapsamlı bir şekilde açıklamaz.
Tanrı: Aşikar bir hakikat
Geçmişin bir zamanlar “şimdiki zaman’ olduğuna inanılması gibi, Tanrı’nın varlığı da âşikar bir hakikattir. Bu bölümde Tanrı’ derken kastedilen, yaratıcı kavramıdır, insan olmayan bir sebep veya tasarımcı. Hususi olarak bir dinin Tanrı veya İlah kavramına atıfta bulunulmuyor. İşte böyle bir Tanrı inancına sahip olmanın neden küllî, öğretilmemiş, tabii ve sezgisel olduğunu önümüzdeki satırlarda açıklıyoruz. Lütfen şunu not ediniz, bu bölümün amacı, Tanrı’nın varlığını ispatlamak değildir. Bilakis, amacımız, bir yaratıcının varlığına inanan bir insanın durumunun, ateistin durumundan daha tutarlı olduğunu göstermektir.
Külli/Evrensel
En temel anlamda Tanrı fikri veya kainatın meydana gelmesinde tabiatüstü bir sebep, kültürlerarası bir farkındalıktır. Bir kültüre bağlı değil, onu aşan bir şeydir, tıpkı nedenselliğe ve başka zihinlerin varlığına inanmak gibi. Mesela, başka insanların da bir zihne sahip olduğu inancı bütün kültürlerde akıl sahibi insanların inandığı bir şeydir. Tanrı’nın veya tabiatüstü bir sebebin varlığı evrensel-küllı olarak tabi olunan bir inançtır ve hususi bir kültürün ürünü değildir. Tanrı, farklı kültürlerde farklı şekillerde algılanır, fakat bu, bir yaratıcı veya insan-dışı bir sebebin olmadığını ifade etmez.
Dünyadaki ateistlerin sayısına rağmen, Tanrı’nın varlığına olan inanç hala evrenseldir/küllidir. Külli bir inanç, dünyadaki herkesin aynı şeye inanması gerektiği anlamına gelmez. Kültürlerarası bir fikir birliği, insanların, külli açıdan bakıldığında bir Tanrı inancına sahip olduklarını göstermek için yeterlidir ve dolayısıyla, hususi içtimai şartlara bağlı değildir. Açıktır ki, dünyada teistlerin sayısı ateistlerden çokça fazladır ve bu durum kayıtlı tarihin başından beri böyledir.
Öğretilmemiş
Aşikar hakikatlerin öğretilmeye veya öğrenilmeye ihtiyaçları yoktur. Mesela, spagettinin ne olduğunu öğrenmek için batı mutfağından ve İtalyan kültüründen bilgi edinmem gerekiyor. Spagetti üzerine düşünerek ne olduğunu öğrenemem. Bilakis, dünyadaki şeylerin bir yaratıcısı olduğuna inanmak için kültür veya eğitim aracılığıyla bir bilgi edinmeye ihtiyacınız yoktur. Belki de, sosyologların ve antropologların, ateist bir çocuğun, bir adaya terk edildiği takdirde adanın bir yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmaya başlayacağını iddia etmesi bundan kaynaklanıyordur.[92] Tanrı anlayışımız değişkenlik gösterir, fakat bir sebebe veya bir yaratıcıya inanmak kendi düşüncelerimizden, tefekkürümüzden ileri gelir.
Bazı ateistler, “Tanrı’ya inanmak ile büyük bir spagetti canavarına inanmak arasında bir fark yoktur.” diye feryâd ederler. Bu itirazın yanlış olduğu çok açıktır. Aşikar hakikatlerin harici bir bilgiye ihtiyaçları yoktur. Canavarların varlığı, hatta spagettinin varlığı, bilgi transferine ihtiyaç duyar. Kimse canavarların veya spagettinin varlığının bilgisine kendi sezgileri veya içgözlemleri neticesinde ulaşmaz. Bundan ötürü, spagetti canavarı aşikar bir hakikat değildir; dolayısıyla Tanrı ile kıyaslayanlayız. Bölümün bağlamından bizi biraz koparan bu itiraz, başarısızdır, çünkü Tanrı’nın varlığına dair çokça argüman varken bir spagetti canavarının varlığına dair hiçbir argüman yoktur.
Tabiî
Tabiatüstü bir tasarımcıya veya sebebe inanmak insan zihninin-ruhunun tabiî işleyişinden kaynaklanır, insanlar, tabiî olarak, ressamsız bir resim veya mimarsız bir bina fikrini, garip ve absürt bulurlar. Bu durum içinde yaşadığımız alem için de geçerlidir. Tanrı’nın aşikar varlığı, İslam ilim geleneğinde de yer edinmiştir. İslam alimlerinden İbn Teymiyye: “Yaratıcının varlığının kabulü bütün insanlığın kalbinde sıkıca kök-salmıştır.. yaratılışlarından gelen bir şeydir..”[93] Onikinci asır alimlerinden Rağıb el-İsfahani, benzer bir şekilde Tanrı bilgisini ”ruhta kökleşmiş”[94] 95] olarak tanımlıyor. İslam inancının yanı sıra, muhtelif sahalardaki birçok araştırma, insanların dünyayı yaratılmış ve tasarlanmış bir mahluk olarak gördüğünü destekler niteliktedir.
Psikolojik delil
Akademisyen Olivera Petrovich, bitkiler ve hayvanlar gibi doğal/tabii eşyanın kökeni üzerine bir araştırma gerçekleştirdi ve araştırmasında, çocukların eşyanın bir Tanrı tarafından yaratıldığını söyleme ihtimallerinin, insanlar tarafından yaratıldığını söyleme ihtimallerinden yedi kat daha fazla olduğu sonucuna vardı.95 Petrovich, hem halka açık röportajlarında, hem de onunla hususi olarak yaptığımız bir görüşmede insan biçiminde olmayan /insana benzemeyen [non-antropomorp- hic] bir Tanrı tasavvurunun gayet tabii olduğu ve ateizmin ise daha sonradan edinilmiş bir bilişsel pozisyon olduğu sonucuna varıyor.96 Petrovic, 2018’de, bu meseleyi daha derinden ele alan, Çocukluktan Yetişkinliğe Tabiî ve Teolojik Anlayış (Na- tural-Theological Understandingfrom Childhood to Adulthood) isimli bir kitap yayınlamıştır. Psikolog Paul Bloom’un iddiasına göre, bilişsel psikolojideki son keşiflerin inancın iki veçhinin
-bir tasarımcının varlığına ve zihin-beden düalizmine inanç
-çocuklar için tabiî/fıtrî/doğuştan olduğunu gösteriyor.[96]
Çocuklar Sezgisel Teistler Midir? (Are Children ‘lntuitive Theists?) başlıklı makalesinde Prof. Deborah Kelemen, çocukların tabii nesnelerin bir gaye ve maksat [üzere yaratıldıklarını] düşünmeye meyilli olduklarını öne süren bir araştırma keşfetti. Araştırmanın daha da derinleşmesi gerekiyor ve ‘sezgisel teiz- mi” sadece ihtimal dairesinde destekliyor ise de, Kelemen in sunduğu özet, bizim bu bölümde tartıştığımız vargıları/sonuçları destekler niteliktedir:
“Yakın zamanda yapılan bir bilişsel gelişim araştırması ortaya koyuyor ki 5 yaş civarındaki çocuklar, etraflarındaki tabii nesnelerin insan ürünü olmadığını anlayabiliyor, tabiî olmayan faillerin/etkenlerin zihnî vaziyetleri hakkında düşünebiliyor ve nesneleri tasarım üzerinden değerlendirme kabiliyeti/ dirayeti ortaya koyuyorlar. Son olarak, 6 ila 10 yaş arasındaki çocuklar üzerinde gerçekleştirilen araştırmaya göre, elimizdeki deliller, çocukların tabiata bir gaye atfetmesinin, onların, nesnelerin arkasında insan-dışı bir sebep olduğunu görmeleriyle alakalı olduğunu gösteriyor. Bunları beraber düşündüğümüzde, bu araştırma sonuçları belirtiyor ki belki de çocukların bu açıklayıcı temayülünü en doğru şekilde, sezgisel teizm olarak tanımlayabiliriz.98
Elise Jârnefelt, Caitlin E Canfield ve Deborah Kelemen tarafından, yakın zamanda yapılan İnançsız kimsenin bölünmüş Zihni (The divided mind of a disbeliever) başlıklı araştırma, insanların, tabiatı tasarlanmış olarak algılamaya tabiî bir meyilleri olduğunu gösteriyor.99 Bu sonuç, üç çalışmaya/incelemeye dayanıyor. 1. Çalışma, Kuzey Amerikalı 352 yetişkin birey örneklem alınarak gerçekleştirildi. Örneklemde dindar ve dindar olmayan katılımcılar mevcuttu. Çalışmada, “Tabiî eşyanın bir varlık tarafından bir maksat üzere meydana getirildiğini tasdik etmek amacıyla, yetişkinlerin otomatik ve reflektif temayüllerini ölçmek için oluşturulan resim-tabanlı bir prosedür.”100 olan bir hızlandırılmış101 yaratılış testi gerçekleştirildi. Katılımcılar, rastgele olarak, hızlandırılmış veya hızlandırılmamış şartlarda teste tabi tutuluyorlardı. Bütün katılımcılara bilgisayar ekranında 120 resim gösterildi. Daha sonra katılımcıların, bu resimlere bakarak “bir varlığın bu resimdeki şeyi bir maksat üzerine yapıp yapmadığı” sorusuna, klavyedeki tuşlara basarak evet veya hayır şeklinde cevap vermeleri gerekiyordu.102 2. Çalışma ise e-mail adresleri, Kuzey Amerika’dan “ateistlerden ve açıkça din dışı olan kurumların ve organizasyonların e-mail listelerinden alınan”103 148 yetişkin üzerinden gerçekleştirildi. 1. Çalışmadaki hızlandırılmış yaratılış testi, 2. Çalışmadaki katılımcılara da uygulandı. 3. Çalışma İse “Finlandiya genelindeki öğrenci kulüpleri ve organizasyonlarından alman e-mail listelerinden”[104] 151 Finlandiyalı yetişkin ateist üzerinden gerçekleştirildi. Bu gruba da benzer bir hızlandırılmış yaratılış testi uygulandı. Sonuçlar çok etkileyiciydi. Akademisyenler, tartışmaları neticesinde, ateistlerin, eşyayı bir gaye üzerine meydana getirilmiş olarak gördükleri sonucuna vardılar:
“1. ve 2. çalışmalara mutabık olarak 3. Çalışmadan anlaşıldığına göre, dinsizliğin toplum için sorun teşkil etmediği bir bölge olan ve ABD’deki kadar teistik kültürel bir diskura sahip olmayan Kuzey Finlandiya’daki katılımcılar, canlı ve cansız tabiî eşyanın insan-olmayan bir varlık tarafından bir gaye üzerine meydana getirildiği şeklinde bir varsayıma sahiptirler. İlginç şekilde üç çalışmada da dinsiz / dindar olmayan katılımcıların farklı grupları arasındaki karşılaştırmalar gösterdi ki, yaygın bir teistik kültürel diskur olmamasına rağmen, din- dar-olmayan Finlandiyalı katılımcılar yaratılış fikrini bastırma hususunda Kuzey Amerikalı ateistlerden çok daha başarısız idiler. Bu sonuçlar gösteriyor ki, insanların, eşyanın bir gaye üzerine yaratıldığını düşünmesi, sadece dindar topluluklar için geçerli değil.[105]
Araştırma neticesinde görülüyor ki, bu sonuçlar, “insanların inançsız olmaları için bilişsel açıdan çaba göstermeleri [sezgilerinin ve tabii temayüllerinin aksine hareket etmeleri] gerektiğini ifade eden görüşe deneysel anlamda bir destek sağlıyor”[106] ve “halihazırdaki keşiflerin, insanlarda tabiatın tasarlanmış olduğu fikrine köklü bir meyli olduğunu gösteriyor”.[107] Bir diğer deyişle, inançsızlık entelektüel açıdan zahmetli bir şey ve eşyayı [aşkın bir varlık tarafından] tasarlanmış olarak görmek bizi insan yapan şeyin bir parçası. Araştırma gösteriyor ki teizm, fıtrîdir/doğuştan gelir. Fakat, birçok araştırmada olduğu gibi, “erken gelişen tasarım sezgileri arasındaki mümkün irtibatlarla alakalı” birçok soru cevapsız kalıyor”.[108] Hem bilişsel psikoloji hem de gelişim psikolojisinde nihaî/tanımlayıcı sonuçlara varmak için çok daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. Yine de yukarıdaki çalışmalar, Tanrı’ya inancın tabii/doğal olduğu görüşünü destekler niteliktedir.
Bazı itirazcılar dindar bir geçmişe sahip çocukların, gerçeklik ile hayali, küçük yaşlarda ayırt edemediğim öne süren araştırmalara atıfta bulunarak yukarıdaki ifadelere karşı çıkabilir. Fakat bu araştırmalar, yukarıda atıfta bulunduğumuz araştırma sonuçlarım geçersiz kılamaz/zayıflatamaz, çünkü bu çalışmalar, sadece dînî anlatılara yoğunlaşmıştır, eşya mefhumunun bir tasarımcı veya yaratıcıya ihtiyacı olup olmamasıyla alakalı değildir.[109] Yine de, dindar çocukların gerçeklik ile hayali birbirinden ayırt etmede zorlanmaları, metafizik açıdan nötrdür/tarafsızdır, çünkü bu durumun teizm yerine ateizmi desteklediğini öne sürmek ateizmin hakikat, teizmin ise hayal ürünü olduğunu söylemek anlamına gelir. Dolayısıyla böyle bir araştırma yukarıda belirttiğimiz keşifleri geçersiz kılma?. Şunu da belirtmek gerekir ki, yukarıda arz ettiğim araştırmaların kültürlerarası sonuçları vardır, yani katılımcıların teist veya ateist olmalarına bakılmaksızın, onların, teist-vari sezgilere sahip olduklarını gösterir.
Bazılarına göre ise, ateizm, entelektüel açıdan [fıtrata ve temayüllere aykırı yönde bir] gayret gerektirdiği için, en doğru görüştür. Bu iddia, yanlış bir çıkarıma dayanıyor. Aynı delil üzerinden [fitrata aykırı bir gayret gerektirmesi] ateizmin fizik dünya hakkında yanlış varsayımlar benimseyebileceği de öne sürülebilir (bkz. bolüm 12); dolayısıyla entelektüel açıdan zahmetli bir hale gelir.
İrdelediğimiz mevzuyla alakalı bütün araştırmaları buraya dahil etmedim. Tartışmalar oldukça karmaşık olabilir ve bir- birleriyle çelişen araştırmalar olsa da – benim görüşüme göre – kesinlikten uzaktırlar. Bu bahsin ana konusu, bilimsel araştırmalarda Tanrı’nın varlığına inanmanın tabii olduğu görüşünü destekler nitelikte bir artış olduğunu göstermektir.
Sosyolojik (toplumbilim) ve antropolojik (insanbilim) deliller
Prof. Justin Barrett, kitabındaki Doğuştan iman edenler: çocukların dînî inancının bilimi, başlıklı araştırmasında, çocukların davranışlarını ve taleplerini inceliyor. Vardığı sonuca göre çocuklar, “tabiî din/doğal din” adını verdiği bir inanca sahip. Bu inanca göre kainatı yaratan bir Zât var. Bu Zât, insan olamaz —O, ancak İlahî, tabiatüstü bir Zât olmalıdır:
“Çocukların gelişen zihinleri ve tabiatüstü inançları üzerinde yapılan bilimsel araştırmaya göre çocuklar, normal olarak ve çabukça, tabiatüstü faillere/etkenlere inanmalarına olanak sağlayan bir zihne sahip oluyorlar. Özellikle doğum sonrası ilk senede çocuklar, failler ve fail olmayanlar arasındaki farkı görebiliyor, faillerin kendi başlarına bir gaye üzerine hareket edebileceğini anlıyorlar. Çok az miktarda delil sahibi olsalar da, etraflarında bir fail aramaya çok meraklılar. İlk doğum günlerinden hemen sonra bebekler, faillerin, fakat tabiî kuvvetler veya sıradan nesnelerin değil, nizamsızlıktan nizam üretebileceklerini idrak ediyorlar. Bu işlev ve gayeyi anlama-görme temayülü, gayenin ve nizamın bilinçli varlıklardan geldiği anlayışıyla birlikte çocukları tabii eşyanın/fe- nomenlerin bir gaye/maksat üzere yaratıldığını görmelerini/ anlamalarını sağlıyor. Yarana kimdir? Çocuklar, insanların bu hususta iyi bir aday olmadıklarını biliyorlar. Bir tanrı olmalı. çocuklar tabiî dîn olarak adlandırdığım bir İnançla doğan, doğuştan müminlerdir.”[110]
Sezgisel
Bir yaratıcının varlığı, dünyayı yorumlarken aklımıza gelen en sezgisel yorumdur. Varlığımızın ve kainatın en basit ve en kapsayıcı açıklamasıdır. Aynı zamanda, çok sarih anlatımlara ihtiyaç duymadan anlaşılabilen bir şeydir. İnsanlar eşyaya bir sebep atfetmeye meyillidirler ve bütün kozmos [kâinat] da bunlardan biridir (bk% Bölüm 5 ve 6), Bütün sezgiler doğru değildir tabi, fakat bir insanı ilk sezgisinden ötürü sahip olduğu fikirden ayırmak için delile ihtiyaç vardır. Mesela birisi tabiatta tasarım ve nizam görüyorsa, sezgisel olarak bir tasarımcının var olduğu sonucuna varır (bkz. Bölüm 8). Bu kişinin fîknni değiştirmek istiyorsak, sezgi-karşıtı görüşü doğrulamak için geçerli bir delile ihtiyacımız vardır.
Tanrı’ya, yaratıcıya, tasarımcıya veya tabiatüstü bir sebebe inanmak aşikar bir hakikattir. Külli, öğretilmemiş, tabii ve sezgiseldir. Bu bilgiler ışığında sorulması gereken soru Tanrı var mıdır? değildir, sorulması gereken soru: TanrTnın varlığını neden reddediyorsun / inkar ediyorsun? sorusudur. Bu şekilde durumu [Tanrı’yı yok sayan görüşün] aleyhine çevirmiş olursunuz ve dolayısıyla ateizmin gayritabii olduğunu belirtirsiniz. Artık iddialarını ispat etme mesuliyeti bu aşikar hakikati inkar edenlerin üzerindedir. Eğer birisi yaşadığımız geçmişin bir hayalden ibaret olduğunu iddia ediyorsa veya başka insanların bir zihne sahip olmadığını iddia ediyorsa, ispat etme mesuliyeti o kişinin omuzlarındadır. Ateistler de bu durumda farklı değillerdir Kainatın bir sebebi veya yaratıcısı olduğunu inkar etmelerini doğrulamak, delillendirmek zorundadırlar.
“Ateizm kendiliğinden doğrudur/aşikar bir hakikattir”
Bazı ateistler ateizmin kendiliğinden, varsayılan olarak doğru olduğunu iddia ederler. Fakat bir sebebin veya yaratıcının inkân, [yukarıda açıklandığına göre] varsayılan bir durum değildir. Ateizm şu anda genel-geçer bir görüş olsa dahi (ve farz edelim ki kayıtlı tarihin başından beri öyledir), insanlara sonradan öğretilen bir şey değildir ve sezgiye karşıdır [genel kanının aksine bir durumdadır]. İnsanlar evvela eşya için bir yaratıcı veya sebep mefhumunu reddetmeyi öğrenmek zorundadır. Kainatın bir yaratıcısı olduğunu inkar etmek, basit ve kapsamlı bir açıklama değildir. Basit olabilir, fakat kapsamlı bir açıklama getirmez. Aslında sorun çözmekten ziyade, çok daha fazla sorun ortaya çıkarır. Mesela, evren nasıl yokluktan var olacaktır (bkz. Bölüm 5)? Nasıl oluyor da bu tasadüfî kainatın varoluşuna bir izah getirilemiyor (bkz. Bölüm 6) Ateistler, kainatın kökenine ve tabiatına dair farklı seçeneklerin olduğunu söyleyerek karşı çıkabilirler. Bu da doğrudur. Fakat, bu açıklamalar aşikar değildir [bir delile, bir İzaha muhtaçtır]. Varsayılan değil; öğrenilen/edinilen bir fikirdir. Daha önce de bahsedildiği gibi, aşikar olan bir şeyi reddetmek için, bir delil ortaya koyulması gerekir. Kainatın varlığına dair ortaya koyulan alternatif açıklamaları yok saymıyorum, fakat varsayılan fikrin-pozisyonun ne olduğuyla alakalı bir şeyi öne çıkarıyorum. Bir yaratıcının varlığı varsayılan görüş ise, sormamız gereken ilk soru şudur: bir yaratıcının varlığını inkar ederken elimimdeki delil nedir?
Doğuştan gelen: Fıtrat
Tanrı’nın aşikar bir hakikat olması, İslam teolojisindeki fıtrat mefhumuyla alakalıdır. Fıtrat kelimesi, Arapça’da fe ta ra kökünden gelmektedir. Bu kök üzerinden, yaratılmış veya yapılmış şey anlamındaki fetrun ve fetarahu türer. Lugavî manasına bakıldığında bizim içimizde, Tanrı tarafından bir şeye işaret eder. Teolojik olarak baktığımızda ise fıtrat.. Tanrı tarafından, O’nun bilgisiyle donatılarak ve O’na ibadet etme temayülü ile yaratılan, insanın tabiî bir hâli veya doğuştan gelen bir temayülüdür.[111] Bu ifade, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sahih bir hadis-i şerifine istinâd etmektedir, ”Her doğan, Islâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.’112
Bu hadîs-i şerif de gösteriyor ki bütün insanlar, doğuştan gelen bir temayüle sahiptir, fakat anne-baba ve toplum gibi haricî etkenler, insanın doğuştan gelen Tanrı bilgisiyle muvazi olmayan inançları ve uygulamaları sahiplenecek şekilde değiştirir. Fıtrat mefhumu üzerine ilim sahasında çok sayıda tartışma olmuştur. Mesela, 11. asır alimlerinden İmam Gazali, fıtratın, Tanrı’nın var olduğu hakikatine ulaşmak ve O’nun bizim ibadetimize layık olduğunu anlamak için bir araç olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda Tanrı bilgisinin ”her insanın bilincinin derinliklerinde var olduğunu”[113] ifade etmiştir. 14. asır alimlerinden îbn Teymiyye, doğuştan gelen bu temayülün Tanrı’nın mahlukatın içerisinde yarattığı, kökleşmiş bir Tanrı bilgisini ihtiva eden bir şey olarak tarif eder: ”…mükemmel bir Yaratıcı’nın varlığının bilgisi fıtrattandır ve bu bilgi kökleşmiş, gerekli/zaruri ve aşikardır/apaçıktır.”[114]
Fıtrat, doğuştan gelen, tabii bir hal olmasına rağmen, harici etkenler tarafından ”perdelenebilir” veya “bozulabilir”. Yukarıdaki hadîs-i şerifte ifade edilen bu etkenler, anne-baba, toplum veya mahalle baskısı olabilir. Bu etkenler fıtratı gölgeleyebilir ve bir kişinin hakikati idrak etmesine engel olabilir. Ibn Teymiyye bu tabii hâlin diğer etkenler ile gölgelendiği sırada kişinin Tanrı’nın varlığı İçin başka delillere ihtiyaç duyabileceğini şöyle belirtir:
“Bir Yaratıcı’nın varlığını, O’nun mükemmelliğini kabul etmek, bu kabulün yanında birçok delili daha var olmasına rağmen, fitratı sağlam ve bozulmamış olanlar için fıtri olarak ortaya çıkar. Ve bu fitri temayül bozulduğunda..belki de bir- çok insan başka birtakım delillere ihtiyaç duyarlar.”115
Bahsedilen diğer delillere, aklî argümanlar dahil edilebilir. İbn Teymiyye, Tanrı’nın varlığı üzerine öne sürülen aklî argümanları çokça savunan biri değildi. İlahî olanın kabulünün ana yolunun fıtrat üzerinden geçtiğini ifade ediyordu. Yine de, Tanrı’nın varlığına dair ortaya koyulan sağlam aklî ispatları da yok saymadı.116 Bununla beraber, bu aklî argümanlar İslam teolojisi ile mutabık olmalı ve onunla çelişen öncülleri (veya faraziyeleri) sahiplenmemeli/kabul etmemelidir.
İslam epistemolojisi [bilgi kuramı] noktainazarından baktığımızda, Tanrı’nın var olduğu kanaatine sadece tümdengelim, tümevarım gibi yöntemler, felsefî veya bilimsel deliller üzerinden varılmamıştır. Bu deliller ancak fıtratı uyandırır ve gölge altında kalmaktan kurtarır ki insan doğuştan gelen Tanrı bilgisinin farkına varabilsin. Tanrı’nın varlığı ve O nun bizim ibadetimize layık olduğu gerçeği fıtrat tarafından zaten bilinen bir şeydir, yani fıtrata malumdur. Fakat fıtrat, sosyalleşme ve diğer harici etkenler ile gölgelenebilir. Dolayısıyla aklı argümanların buradaki işlevi/rolü, bize ”zaten biliyor olduklarımızı hatırlatmasıdır”. Bu bahsi şöyle tasvir edelim: Diyelim ki annemin kilerini temizliyorum. Eski çantaları oradan oraya taşırken ve artık lazım olmayan eşyaları atarken 5 yaşındayken yanımdan ayırmadığım en sevdiğim oyuncağımı buluyorum. Daha önce bilgisine sahip olduğum bir şeyi hatırlamış oluyorum. Zihnimde şöyle düşünüyorum, “Evet. Bu oyuncağı hatırlıyorum. En sevdiğim oyuncağımdı.” Tanrı’ya inanmamız ve O’nun bizim ibadetimize layık olduğu gerçeği için de durum böyledir Aklî argümanlar bizler için manevi ve entelektüel bir uyanışa sebep olur ki fıtratımızda var olan bilginin farkına varırız.
Fıtratın üzerindeki bulutların ortadan kaldırılmasının diğer yolları ise insanın iç dünyasına yaptığı yolculuklar, manevî tecrübeler, tefekkür ve derin düşünceler üzerindendir. Kur’an, eşya hakkında sorular sormayı ve derince düşünmeyi teşvik eder:
”… Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.”[117]
”.. .Düşünenler için âyetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.”[118]
” Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.”[119]
İslam epistemolojisi aklî delilleri bir araç olarak görür, amaç değil. Aklî deliller fıtratı uyandırmak veya aydınlığa çıkarma aracı olarak hizmet ederler. Bu yüzden hidayetin ancak Tanrı’dan geldiğini unutmamak gerekir ve ne kadar aklî delil öne sürülürse sürülsün, kimsenin kalbi, İslam’ın hakikatine bu deliller sayesinde uyanamaz. Tanrı, bunu açıkça ifade eder: “Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.”[120] Hidayet, Tanrı’nın rahmetine, ilmine ve hikmetine dayanan manevi bir mevzudur. Eğer Tanrı, bir kişinin aklî argümanlar vesilesiyle hidayete ermesini dilerse, artık hiçbir şey o kişinin hakikati kabul etmesinin önüne geçemez. Fakat eğer Tanrı, bir kimsenin -İlâhî hikmetine istinaden- hidayeti hak etmediğine karar verirse, bu sefer her ne kadar ikna edici argüman ortaya koyulursa koyulsun, o kişi asla hakikati kabul etmez.
Nihayetinde, Tanrı’nın varlığına iman etmek, aşikar bir hakikattir. Diğer bütün aşikar hakikatlerdeki gibi, eğer birisi çıkar da bu hakikate meydan okursa, aksini delillerle ispat etmek onların mesuliyetindedir. Tanrı’ya inancın zemininin sarsılması için Tanrı’nın var-olmaması üzerine bir pozitif delil sağlanmak zorundadır. Fakat, bu kitapta da gösterileceği üzere, ateistlerin Tanrı’nın varlığı üzerine sahip oldukları az sayıdaki argüman, gayet zayıf ve felsefî açıdan sığdır (bkz. Rolüm 11 ve 12). Apaçık ortada olan hakikat, 1400’ü aşkın sene evvel Kur’an’da şöyle belirtiliyor:
“…Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var?…”[121]
Bu bölümü, bir ilim insanı olan Wesam Charkawi’nin, Tanrı’nın varlığının fıtratımızla uyumlu olduğunu anlattığı şu iktibasla nihayete erdirelim:
“Şüphesiz ki, bir insan, eğer kendi dünyası ve etrafındaki dünya üzerine derin bir tefekkürde bulunursa, ilk hissedeceği şey, dünyaya, hayat ve ölüm, yaratış ve yok ediş, hareket ve durgunluk veren ve meydana gelen bütün farklı hadiselere kendi tasarrufuyla hükmeden yüksek bir kudrettir. Açıktır ki insanlık bu hissiyata bir delil öne süremese de veya bu hissiyatın hakikatini ispat edemese de, bu hakikati hisseder ve derinden inanır. Bu, insanlığın tabiî bir içgüdüsü veya tabiî bir temayülüdür ve şüphesiz, tam tamına bir delildir… Ek olarak, bizler, içimizde bir merhamet duygusu, sevgi, cesaret ve nefret hissiyatlarına sahibiz. Fakat bu hisler içimizde kanat çırpıyor olsa dahi, varlıklarına nasıl bir delil getirebiliriz ki? Hiç kimse, hissettikleri dışında bir delil ortaya koyabilir mi? Fakat yine de bunların gerçek olduğundan şüphemiz yoktur değil mi? Kişi heyecanlanır, acı hisseder fakat bu hissiyatları sadece bir hissiyat olmaktan öte ispat etmek için delil bulamaz. Şüphesiz ki bu, insanlığın yaratılışından gelen tabii bir temayül \fıtrat\ veya içgüdüdür ve bütün bunlar bizde mündemiç bulunan derin hissiyatlardır. Bizimle bos bir sebep uğruna veya beyhude bir iş için bulunmazlar, aslında dünyada karşılığı bulunan tabiî hakikatlerdir ”[122]
Hamza Andreas Tzortzis – Hakikatin İzinde,syf.101-119
Dipnotlar:
92.BBC Today (2008….
[93] ibn Taymiyyah, A. (1991) Dar* Ta’arud al-‘Aql wan-Naql. II. Baskı. Hazırlayan: Muhammad Rashad Salim. Riyadh, Jami’ah al-Imam Muhammad bin Saud al-Islamiyah. 8. Cilt, s. 482
[94] Al-Isfohani, Al-Raghib. (2009) Müfredat al-Qur’an al-Karim. IV. Baskı,Hazırlayan* Safwan Dawudı. Beyrut: aJ-Dar al-Shamiyya, s. 640.
95.Petrovich, O. (1997). Understanding the Non-Natural Causality in Children and AduJts: A Case Against Artifıcialism. Psyche en Geloof, 8, 151- 165.
96.Zvartz, B. (2008). Infants ‘Have Natura! Belief In God’. Şuradan erişi- lebilir http://www.theage.com.au/national/infants-have-natural-bdief- ın-god-20080725-313b.html [Erişim tarihi: 4 Ekim 20161
97.Bloom. P.(2007). Religion is Natural, Devolopmental Science,10,147.151
98.Kelemen, D. (2004) Are Children “Intuitivc Theists”? Rcasoning About Purpose and Design in Nature. Psychological Science, 15 (5), 295-301.
99.Jârnefelt, E., Canfield, G E & Kelemen, D. (2015). The Divided Mind of a Disbeliever: Intuitive Beliefs About Nature as Purposefully Created Among Different Groups of Non-Rehgious Adults.140:72-88.
100.a.g,e, 74.
101.Katılımcıların cevap verme süresi dikkate alınarak, (çev. notu)
102.a.g.e.
103.a.g.e, 79.
104. a.g,e, 81.
105.a.g,e, 82.
106.a.g.e,83
107.a.g.e,84
[108] a.g.e.
[109] Corriveau, K. H., Chen, E. E, and Harns, P. L. (2015), Judgments About Fact and Fiction by Children From Religious and Nonreligious Ba- ckgrounds. Cogn Sci, 39: 353—382. doi:10.1111/cogs.l2138.
[110] Barrett, J. L. (2012) Born Believers: The Science of Children’s Religious BelieE New York: Free Press, s. 35-36.
[111] AL‘Asqalani, A. (2000) Fath al-Bari Sharh Sahih al-Bukhan. II. Baskı. Rıyad: Dar al Salam, s. 316.
[112] Buhârî, Cenâız 92; Ebû Davut, Sürme 17; Tirmızî, Kader 5
[113] Al-Ghazali. (2007) Kımiya-e Saadat: The Alchemy of Happiness. Çeviren: Claude Field. Kuala Lumpur: Islamic Book Trust, s. 10.
[114] Ibn Taymiyyah, A. (2004) Majmu’ al-Fatawa Shaykhul İslam Ahmad bin Taymiyyah. Madina: Mujama’ Malik Fahad. 16. Git, s. 324,
115 a.g.e. 6. Cilt, s. 73.
116.İbn Teymiyyah,A.(1991) Dar’ Ta’arud al-Aql wan Naql.7.cilt,s.219
[117] Kur’an, 16:69
[118] Kur’an, 10:24
[119] Kur’an, 52:35-36
120.Kur’an. 28:56
[121] Kur’an, 14:10
[122] Farfur, M, S. (2010) The Beneficial Message and The Defini tive Proof in The Study of Theology. Çeviri ve notlar: Wesam Charkawi. Auburn: Wesam Charkavvı, s. 85-86.