O’nun(s.a.v) Belagati de Mucizedir

muhammeda-s-2 O'nun(s.a.v) Belagati de Mucizedir

Allah Resulü (sav), gündelik hayatta aile reisi, baba, çocuk, dede, kayınpeder, damat, mesaj sahibi, hukuk­çu, komutan, devlet yöneticisi, diplomat, tüccar sıfatıy­la üstlendiği işlevlerin (misyonların) her birinde kemal noktadadır.

O, üstlendiği bütün bu işlevleri eksiksiz ve fazlasız olarak, yani tam hakkım vererek ifa etmiştir. Onun hangi işlevi öne çıkartılsa, orada bir mükemmellik timsaliyle karşılaşırız. Üstelik onun gündelik hayat içinde ifa ettiği görevler ve işlevler birbirine mükemmellik sadedin­de ayna tutar. Onun farklı sıfatlarla eda ettiği görevlerin her biri diğer sıfatlarda yansımasını bulur; o yansıma­lar da tek tek öteki sıfatlarının ve görevlerinin üstünde tecelli eder.

İnsan olarak üstün bir akıl melekesiyle mücehhez­dir. Ahlâk itibarıyla kâmil bir örnek oluşturur. Tevazu- da zirvedeyken o tevazu onun aynı zamanda vakarına ayna tutar. Vakarı ise karşımıza bir heybet abidesi di­ker. Bir yandan vakar ve heybet abidesiyken, bu durum onun müsamahasıyla bütünleşir. Ona mahsus olan cömertlik ancak seha kelimesiyle ifade edilebilir. Cömert­lik azimle kazanılabilir. Seha ise kişide kendiliğinden ve fıtri olarak mevcut bulunan bir haslettir. Seha sahi­bi, verdiği üzerinde bir karşılığı olacak mı mülahazası­na asla yer bırakmaz.

Bu özelliklerinin yanında onun doğruluğu, güveni­lirliği, iffeti, şefkati, merhameti, ahde vefası ekmel nok­tadadır. Cesareti, sabrı, adaleti diğer özellikleriyle bir­likte zikredilmelidir.

Biz, burada bir bakışta onun akla gelebilecek özellik­lerini zikretmeye çalıştık. Ancak onun büyüklüğü bura­da saydığımız ve sayamadığımız özelliklerin tümünden daha fazladır.

Bu özelliklerin herhangi birinde temayüz etmiş olan liradan bir kişi bir başına o özelliği ile hayırla yâd edil­meye liyakat kesbetmiş sayılırken, bütün bu özellikleri ve fazlasını şahsında taşıyanın mertebesini tahayyül et­mek gerekir.

Allah Resulü (sav) gündelik hayatta ifa ettiği rolleri­nin her birini yerine getirirken, öteki bütün özellikleri de aynı zamanda işbaşındadır. O, savaş alanında komu­tan olarak görevini ifa ederken ne kadar dirayet sahi­bi ise, aile babası olarak da, torunlarının dedesi olarak da, komşu vb. olarak da o ölçüde dirayet sahibidir. Cö­mertliği, tevazuu, kısacası zikredilen bütün özellikleri, onun gündelik hayatında toplumunu yönetirken de, ailesini yönetirken de, komşuluk görevini yerine getirir­sen de işbaşındadır. Belirtilen özelliklerinin tümü belli bir an ve belli bir durumla mukayyet değildir; hayatın bütün alanlarında ve bütün veçhelerinde, aynı anda yü­rürlüktedir. Belirtmeye çalıştığımız bu durum, başka hiç­bir insanda bu ölçüde ve böylesi bir dengede bir araya gelmiş değildir.

Onun belagati de misyon üstlendiği hizmetlerin her veçhesinde ve her an devrede bulunur. O, yalnızca vaaz ederken veya hutbe irat ederken değil; bir çocukla ko­nuşurken, birini teselli ederken, kendisinden ayaküstü nasihat isteyen birine tavsiyede bulunurken ve her daim belagatle konuşur. Konuşmasında ne eksiklik vardır, ne fazlalık… Aklında ne varsa dilinden o fikir kelime hâlin­de dökülür. Onun kelimeleri, ashabının şehadetine göre, ağzından sayılabilecek kadar tane tane çıkar. Ve insan­ların zihnine ve hafızasına kazınacak ölçüde açık seçik­tir ve etkilidir.

İnceleyin:  Ey Ebu Zer, Çorba Pişirdiğinde...

Onun konuşması muhatabının aklına göre biçimle­nir. Bir bedevi o konuşmayı kendi birikimine göre idrak edebileceği gibi, şehirli ve tahsilli birinin de onu kendi kapasitesi ölçüsünde idrak etmesine müsaittir.

O, delillerini hasmının idrakine ve bilgisine göre der- meyan eder. Getirdiği deliller herkes tarafından kendi idrakine göre kabul edilebilirdir. Dile getirdiği anlam tutarlıdır ve ortamın gereğine tam uygundur.

Bu söylediklerimiz, bütün eksiklikleriyle birlikte onun belagatinin genel ve temel özellikleridir.

Onun belagatinin ayrıca iki farklı niteliği var:

1.Onun şerefli hadislerinin her biri öteki hadislerle bir arada düşünülebilir, onların her biri birbirinden ba­ğımsız olarak belli bir dünya görüşünün şekillenmesine yol verir, “işçinin ücretini alnının teri soğumadan veri­niz” mealindeki hadis, “Ey Ebu Zer, çorba pişirdiğin­de suyunu bolca koy ve komşularını gözet!” mealinde­ki şerefli hadisi ile son tahlilde, adil bir İktisadî düzenin tesisinde aynı ölçüde müşir olmaya adaydır. İsraf, cim­rilik, cömertlik üzerine söylenmiş olan mukaddes cüm­lelerinin her biri Müslüman toplumun İktisadî yaşantı­sını düzenlemeye yeterlidir.

2.Onun şerefli hadislerinin herhangi birinden, baş­ka hadislerde ifadesini bulan gerçekliklere ve Kur’ân’ın anlamına yol bulmak mümkündür. Çünkü bu hadisle­rin her biri geniş bir anlamı mümkün olan en kısa cüm­leyle ifade etme maharetindedir. Bu durum da Allah Re- sulü’nün her an tecelli eden mucizeleri cümlesindendir.

Öte yandan işbu şerefli hadislerin her biri sanki bir kanon kitabından alınmış veya orada vücut bulmuş gibi­dir. Bu demektir ki, onların her biri efradını cami ağyarını mani bir özellik taşır. Onun, başka kabilelerle yaptığı ve bizzat dikte ettiği anlaşma ve antlaşmalar dil itibarıyla birer belagat şaheseri olduğu gibi, uluslararası anlaşma­lar olarak da bunca yüzyıldan bu yana diplomatik iliş­kilerde hâlâ aşılamamışlardır ve ebediyen de aşılamaz olarak kalacaklardır.

Medine Vesikası olarak adlandırılan metin, hem ulus­lararası ilişkiler yönünden hem iç hukuk yönünden ge­tirdiği kurallar açısından günümüze kadar gelmiş olan ve hâlen günümüzdeki demokrasilerin hiçbirinin ula­şmadığı ve içinde bulundukları düzlem itibarıyla da ulaşmaları hayal bile edilemeyecek ilkeler getirmiştir. Bu metnin, İslâm toplumunun Müslüman olmayan üye­lerine (zimmilere) sağladığı hukukî düzenleme elan im­lenerek bakmaya değer ilkeler öngörüyor.

Bir defasında, bir hukukî ihtilâf muvacehesinde ken­disine müracaat eden kimselere söylediği şu söz bir hu­kuk feraseti, basireti ve belagatinin harikalarındandır:

İnceleyin:  İslam ve İnsan

“Siz davalaşmak üzere benim yanıma geliyorsunuz. Ola­bilir ki, sizden biri delilini daha güzel anlatır, fakat di­ğeri böyle yapmaktan aciz kalır. Bu sebeple bir kimseye kardeşinin hakkını vermiş olursam, ancak ona ateşten bir parça koparıp vermiş olurum!”

Hadis-i şerifler üzerine olan bahislerde bu konu üze­rinde ayrıca duracağız. Burada şu kadarını söyleyelim: Bu cümle, birbiri içinde anlam katmanları saklıyor. Anlaşıl­dığı kadarıyla bu cümle cezai değil, fakat hususi hukuk muvacehesinde söylenmiştir. Bu gibi meselede yargıç, evrensel olarak kabul görmüş bir ilkeye göre taraflar­dan birine delil getirme hususunda yardımcı olmaz ve ona yol göstermez. Burada kişinin haklarını dermeyan etme ve koruma hususunda çıkarım herkesten daha iyi bildiği varsayımı işler. Hadis aynı zamanda tarafları de­lillerini dermeyan etme hususunda uyarıyor ve uyanık olmaya davet ediyor. Taraflardan birinin salt delil getirmekte acze düşmesi nedeniyle “hakikate” uymayan bir karar istihsal edilmesi hâlinde, bunun sorumluluğunun yargıca değil, fakat taraflara raci olacağı hususundaki ilkeye atıfta bulunuluyor.

Böylece bu bir tek hadiste hem hukuk usûlüne ilişkin bir ilkenin dile getirildiğini, hem de zahir ile bâtın ara­sında fark olabileceğini görüyoruz. Hukuk usûlü açısın­dan dermeyan edilen gerçeklik şu ki, yargıç, tarafların delilleriyle bağımlıdır. Yargıcın verdiği karar, salt haki­kati değil, fakat tarafların yargıç önünde dermeyan et­tikleri delillerin gösterdiği gerçekliği ifade etmektedir.

Yani zahir (yargıcın kararıyla ortaya çıkan gerçeklik) ile bâtın (salt hakikatin kendisi) burada evrensel düşünce  tarihinin iki anahtar kelimesini oluşturuyor. Grek felse­fesinden günümüze kadar (İslâm düşünce tarihi de için­de olmak üzere) düşünce tarihinin özeti bu iki anahtar ıkelimenin mazhannda mündemiçtir. Platoridan önceki­leri hesaba katmasak bile Platonla birlikte ideler âlemi ve onun izdüşümü veya yansıması olan içinde yaşadı­ğımız bu dünya, biri bâtındaki hakikati, öteki zahirdeki gerçekliği ifade ediyor. Kant, bu iki kavramı numen ve fenomen kelimeleriyle dile getiriyor. Whitehead’in sö­zünü tekrarlarsak, Batı felsefe tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlarından ibarettir. Karl Marx da aslında zahirde­ki iddiasına rağmen, temelde Platoncu çizginin uzantısı­dır ve o çizgi günümüze kadar devam edip gelmektedir.

Şuraya gelmek istiyorum: Allah Resulü’nün hadisle­rinden her biri dikkatli bir tahlile tabi tutulduğunda, bir başına bir hayat düzeni kurmaya yeterli olduğu kadar, bir düşünce dizgesi meydana getirmeye de açık mak- simlerdir.

Herhangi bir beşerin herhangi bir alanda ona ulaşması imkân dışıysa, belagatte bu hâl tümüyle muhal görünü- yor. Sıradan insan erdem sahibi olmak istiyorsa onunla yarışa çıkmaya değil, onu örnek almaya, ondan yarar­lanmaya özenmelidir.

Rasim Özdönören – Hadislerin Işığında Hz.Muhammed,syf.54-59

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir