O’nun(s.a.v) Belagati de Mucizedir
Allah Resulü (sav), gündelik hayatta aile reisi, baba, çocuk, dede, kayınpeder, damat, mesaj sahibi, hukukçu, komutan, devlet yöneticisi, diplomat, tüccar sıfatıyla üstlendiği işlevlerin (misyonların) her birinde kemal noktadadır.
O, üstlendiği bütün bu işlevleri eksiksiz ve fazlasız olarak, yani tam hakkım vererek ifa etmiştir. Onun hangi işlevi öne çıkartılsa, orada bir mükemmellik timsaliyle karşılaşırız. Üstelik onun gündelik hayat içinde ifa ettiği görevler ve işlevler birbirine mükemmellik sadedinde ayna tutar. Onun farklı sıfatlarla eda ettiği görevlerin her biri diğer sıfatlarda yansımasını bulur; o yansımalar da tek tek öteki sıfatlarının ve görevlerinin üstünde tecelli eder.
İnsan olarak üstün bir akıl melekesiyle mücehhezdir. Ahlâk itibarıyla kâmil bir örnek oluşturur. Tevazu- da zirvedeyken o tevazu onun aynı zamanda vakarına ayna tutar. Vakarı ise karşımıza bir heybet abidesi diker. Bir yandan vakar ve heybet abidesiyken, bu durum onun müsamahasıyla bütünleşir. Ona mahsus olan cömertlik ancak seha kelimesiyle ifade edilebilir. Cömertlik azimle kazanılabilir. Seha ise kişide kendiliğinden ve fıtri olarak mevcut bulunan bir haslettir. Seha sahibi, verdiği üzerinde bir karşılığı olacak mı mülahazasına asla yer bırakmaz.
Bu özelliklerinin yanında onun doğruluğu, güvenilirliği, iffeti, şefkati, merhameti, ahde vefası ekmel noktadadır. Cesareti, sabrı, adaleti diğer özellikleriyle birlikte zikredilmelidir.
Biz, burada bir bakışta onun akla gelebilecek özelliklerini zikretmeye çalıştık. Ancak onun büyüklüğü burada saydığımız ve sayamadığımız özelliklerin tümünden daha fazladır.
Bu özelliklerin herhangi birinde temayüz etmiş olan liradan bir kişi bir başına o özelliği ile hayırla yâd edilmeye liyakat kesbetmiş sayılırken, bütün bu özellikleri ve fazlasını şahsında taşıyanın mertebesini tahayyül etmek gerekir.
Allah Resulü (sav) gündelik hayatta ifa ettiği rollerinin her birini yerine getirirken, öteki bütün özellikleri de aynı zamanda işbaşındadır. O, savaş alanında komutan olarak görevini ifa ederken ne kadar dirayet sahibi ise, aile babası olarak da, torunlarının dedesi olarak da, komşu vb. olarak da o ölçüde dirayet sahibidir. Cömertliği, tevazuu, kısacası zikredilen bütün özellikleri, onun gündelik hayatında toplumunu yönetirken de, ailesini yönetirken de, komşuluk görevini yerine getirirsen de işbaşındadır. Belirtilen özelliklerinin tümü belli bir an ve belli bir durumla mukayyet değildir; hayatın bütün alanlarında ve bütün veçhelerinde, aynı anda yürürlüktedir. Belirtmeye çalıştığımız bu durum, başka hiçbir insanda bu ölçüde ve böylesi bir dengede bir araya gelmiş değildir.
Onun belagati de misyon üstlendiği hizmetlerin her veçhesinde ve her an devrede bulunur. O, yalnızca vaaz ederken veya hutbe irat ederken değil; bir çocukla konuşurken, birini teselli ederken, kendisinden ayaküstü nasihat isteyen birine tavsiyede bulunurken ve her daim belagatle konuşur. Konuşmasında ne eksiklik vardır, ne fazlalık… Aklında ne varsa dilinden o fikir kelime hâlinde dökülür. Onun kelimeleri, ashabının şehadetine göre, ağzından sayılabilecek kadar tane tane çıkar. Ve insanların zihnine ve hafızasına kazınacak ölçüde açık seçiktir ve etkilidir.
Onun konuşması muhatabının aklına göre biçimlenir. Bir bedevi o konuşmayı kendi birikimine göre idrak edebileceği gibi, şehirli ve tahsilli birinin de onu kendi kapasitesi ölçüsünde idrak etmesine müsaittir.
O, delillerini hasmının idrakine ve bilgisine göre der- meyan eder. Getirdiği deliller herkes tarafından kendi idrakine göre kabul edilebilirdir. Dile getirdiği anlam tutarlıdır ve ortamın gereğine tam uygundur.
Bu söylediklerimiz, bütün eksiklikleriyle birlikte onun belagatinin genel ve temel özellikleridir.
Onun belagatinin ayrıca iki farklı niteliği var:
1.Onun şerefli hadislerinin her biri öteki hadislerle bir arada düşünülebilir, onların her biri birbirinden bağımsız olarak belli bir dünya görüşünün şekillenmesine yol verir, “işçinin ücretini alnının teri soğumadan veriniz” mealindeki hadis, “Ey Ebu Zer, çorba pişirdiğinde suyunu bolca koy ve komşularını gözet!” mealindeki şerefli hadisi ile son tahlilde, adil bir İktisadî düzenin tesisinde aynı ölçüde müşir olmaya adaydır. İsraf, cimrilik, cömertlik üzerine söylenmiş olan mukaddes cümlelerinin her biri Müslüman toplumun İktisadî yaşantısını düzenlemeye yeterlidir.
2.Onun şerefli hadislerinin herhangi birinden, başka hadislerde ifadesini bulan gerçekliklere ve Kur’ân’ın anlamına yol bulmak mümkündür. Çünkü bu hadislerin her biri geniş bir anlamı mümkün olan en kısa cümleyle ifade etme maharetindedir. Bu durum da Allah Re- sulü’nün her an tecelli eden mucizeleri cümlesindendir.
Öte yandan işbu şerefli hadislerin her biri sanki bir kanon kitabından alınmış veya orada vücut bulmuş gibidir. Bu demektir ki, onların her biri efradını cami ağyarını mani bir özellik taşır. Onun, başka kabilelerle yaptığı ve bizzat dikte ettiği anlaşma ve antlaşmalar dil itibarıyla birer belagat şaheseri olduğu gibi, uluslararası anlaşmalar olarak da bunca yüzyıldan bu yana diplomatik ilişkilerde hâlâ aşılamamışlardır ve ebediyen de aşılamaz olarak kalacaklardır.
Medine Vesikası olarak adlandırılan metin, hem uluslararası ilişkiler yönünden hem iç hukuk yönünden getirdiği kurallar açısından günümüze kadar gelmiş olan ve hâlen günümüzdeki demokrasilerin hiçbirinin ulaşmadığı ve içinde bulundukları düzlem itibarıyla da ulaşmaları hayal bile edilemeyecek ilkeler getirmiştir. Bu metnin, İslâm toplumunun Müslüman olmayan üyelerine (zimmilere) sağladığı hukukî düzenleme elan imlenerek bakmaya değer ilkeler öngörüyor.
Bir defasında, bir hukukî ihtilâf muvacehesinde kendisine müracaat eden kimselere söylediği şu söz bir hukuk feraseti, basireti ve belagatinin harikalarındandır:
“Siz davalaşmak üzere benim yanıma geliyorsunuz. Olabilir ki, sizden biri delilini daha güzel anlatır, fakat diğeri böyle yapmaktan aciz kalır. Bu sebeple bir kimseye kardeşinin hakkını vermiş olursam, ancak ona ateşten bir parça koparıp vermiş olurum!”
Hadis-i şerifler üzerine olan bahislerde bu konu üzerinde ayrıca duracağız. Burada şu kadarını söyleyelim: Bu cümle, birbiri içinde anlam katmanları saklıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu cümle cezai değil, fakat hususi hukuk muvacehesinde söylenmiştir. Bu gibi meselede yargıç, evrensel olarak kabul görmüş bir ilkeye göre taraflardan birine delil getirme hususunda yardımcı olmaz ve ona yol göstermez. Burada kişinin haklarını dermeyan etme ve koruma hususunda çıkarım herkesten daha iyi bildiği varsayımı işler. Hadis aynı zamanda tarafları delillerini dermeyan etme hususunda uyarıyor ve uyanık olmaya davet ediyor. Taraflardan birinin salt delil getirmekte acze düşmesi nedeniyle “hakikate” uymayan bir karar istihsal edilmesi hâlinde, bunun sorumluluğunun yargıca değil, fakat taraflara raci olacağı hususundaki ilkeye atıfta bulunuluyor.
Böylece bu bir tek hadiste hem hukuk usûlüne ilişkin bir ilkenin dile getirildiğini, hem de zahir ile bâtın arasında fark olabileceğini görüyoruz. Hukuk usûlü açısından dermeyan edilen gerçeklik şu ki, yargıç, tarafların delilleriyle bağımlıdır. Yargıcın verdiği karar, salt hakikati değil, fakat tarafların yargıç önünde dermeyan ettikleri delillerin gösterdiği gerçekliği ifade etmektedir.
Yani zahir (yargıcın kararıyla ortaya çıkan gerçeklik) ile bâtın (salt hakikatin kendisi) burada evrensel düşünce tarihinin iki anahtar kelimesini oluşturuyor. Grek felsefesinden günümüze kadar (İslâm düşünce tarihi de içinde olmak üzere) düşünce tarihinin özeti bu iki anahtar ıkelimenin mazhannda mündemiçtir. Platoridan öncekileri hesaba katmasak bile Platonla birlikte ideler âlemi ve onun izdüşümü veya yansıması olan içinde yaşadığımız bu dünya, biri bâtındaki hakikati, öteki zahirdeki gerçekliği ifade ediyor. Kant, bu iki kavramı numen ve fenomen kelimeleriyle dile getiriyor. Whitehead’in sözünü tekrarlarsak, Batı felsefe tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlarından ibarettir. Karl Marx da aslında zahirdeki iddiasına rağmen, temelde Platoncu çizginin uzantısıdır ve o çizgi günümüze kadar devam edip gelmektedir.
Şuraya gelmek istiyorum: Allah Resulü’nün hadislerinden her biri dikkatli bir tahlile tabi tutulduğunda, bir başına bir hayat düzeni kurmaya yeterli olduğu kadar, bir düşünce dizgesi meydana getirmeye de açık mak- simlerdir.
Herhangi bir beşerin herhangi bir alanda ona ulaşması imkân dışıysa, belagatte bu hâl tümüyle muhal görünü- yor. Sıradan insan erdem sahibi olmak istiyorsa onunla yarışa çıkmaya değil, onu örnek almaya, ondan yararlanmaya özenmelidir.
Rasim Özdönören – Hadislerin Işığında Hz.Muhammed,syf.54-59