İnsan Anlayışının Mekanikleşmesi
Onyedinci yüzyıl bilimsel devrimi yalnızca dünya anlayışını değil, insanın kendisini içinde yabancı bulduğu bir dünya meydana getirerek, insan anlayışını da mekanikleştirdi. Ayrıca, bu yüzyılın bir ürünü olan bilimselcilik ve bugüne kadar model alınmış olan demode Newtoncu fiziğin fiziğin görünen başarısı bugün artık demode olmuş olan tüm bir insan bilimleri denilen serinin kuruluşuna yol açtı. Modern bilimler Comte gibi isimlerin ortaya koymuş olduğu pozitivizm atmosferi içine doğdular.
Comte, tamamıyla insan doğasının yanlış anlaşılması üzerine dayanan ve yeryüzündeki insan varlığına ilişkin geleneksel doktrinlerin kötü bir kopyası olan meşhur ‘insanın ilerleyişindeki üç safha’ teorisini kurarken Deus —Latince bir kelime olup Tanrı anlamına gelmektedir—, homo ve natura araştırmaları arasındaki geleneksel karşılıklı uyumluluğu basit bir biçimde tersine çevirmiştir İnsan ve topluma ilişkin Comte’cu bilim anlayışı kendisini bilim olarak gösteren Karanlık Çağın karakteristiği olan cehalet ya da avidyâ olarak nitelenebilir. Bugün pek çok bilimin üzerine dayandırıldığı mekan istik fiziğin reddedilmesine ve insanı dik yürüyen bir memeliden başka bir şey olarak görmeyen antropoloji tipinin uğradığı güçlü eleştirilere rağmen, genellikle sosyal bilimler ve hatta beşerî bilimler olarak tanımlanan bu disiplinlerin pek çoğu, onları insan fıtratının özüne yabancı olan bir dünya görüşünü benimsemeye zorlayan doğal bilimler ve matematik karşısında hâlâ aşağılık kompleksi duymaktadır.
Sürekliliğin değişim ve diyalektik sürece Hegelci dönüşümü ise insanı geleneksel insan anlayışının temel bir özelliğini ihtiva eden bir oluş imajından mahrum bırakmakla kalmadı, çağdaş insanın hayatının laikleştirilmesinin son safhasının yolunu açan, ulûhiyetin beşerileştirilmesinde de büyük rol oynadı. Hegel insanın sınırlı/sonlu bilincini İlâhî Ebedî Bilinç’le “eşitledi.” Hegel’in konumu ile Feurbach’ın şu iddiası arasında artık bir adımdan başka birşey yoktu: İnsanın Ebedî Bilinç’i fark edişi bizzat insanın bilincindeki Ebedîlik bilincinden başka birşey değildi. İnsanın Tanrı’nın imajı olarak görülmesi yerine, ilişki şimdi tersine çevrilmiş ve Tanrı insanın imajı ve insan bilincinin bir tasarımı olarak görülür olmuştur. Prometeyen insan Semâ’dan ateşi çalmayı denemekle kalmamış, tanrıları öldürmeyi de denemiştir; bu insan kendisini tahrip etmeden Ulûhiyet imajını yok edemeyeceğinin çok az farkındadır.
İnsanla ilgili geleneksel doktrine gelince; bu, şu ya da bu şekilde mükemmelliğin kaynağı olan ve Ulûhiyetin ve kozmik varlık imkânlarına sahip olan arketipsel gerçekliğin tam ve eksiksiz yansıması olan kadîm insan düşüncesine dayanır. İnsan evrenin modelidir, çünkü o, kendileri âlem olarak tezahür eden imkânların temel varlık alanındaki bir yansımasıdır. İnsan, insan olmaktan daha fazla birşeydir; bu şekilde insan deyimin çoğunlukla kullanılış şekli olan antropomorfik anlamından uzak bir anlamda kozmosla olan uyumu tasavvur eder. Âlem insanın insan olarak yansıması biçiminde değil, İlâhî sıfatların bütüncül ve temel olarak varlığında yansıdığı insanın yansıması olarak görülür. İnsanda böyle yansıyan sıfatlar âlemde saçılmış ve dağınık olarak yansır ve düzeni oluşturur.
Bilgi ve Kutsal,Seyyid Hüseyin Nasr