Sanal Arkadaş
Dün dost kavramının içini doldurmak için adanmışlık, sadakat, feragat ve fedakârlık gibi değerler olmazsa olmazdı. Sanal arkadaşlıkları irse başlatmak kadar bitirmek de kolay, her şey bir tuşa bakar.
Modern çağda arkadaşlık, beraber yürünen yolların, birlikte çekilen eziyetlerin yüküne talip değil. Yalnızlık çağında kendi yaralarımıza merhem olacak ve bizi can kulağıyla dinleyecek dostlar arıyoruz aramasına, ama bunun karşılıklı fedakârlık ve diğerkâmlık üzerine bina edilmesine de razı değiliz. Neredeyse, “Benden bir şey istemeyen arkadaş en iyisidir.” diyeceğiz.
Bir başka insanla yakın bir ilişki kurmak belli bir samimiyet derecesi ya da kendine dönük ifşaat gerektirir. Zaman içinde kendinizi daha rahat hisseder, diğer insana, hislerinizi, düşlerinizi, kuşkularınızı paylaşacak kadar güven duyar ve onun sizi reddetmeyeceğinden ya da suçlamayacağından emin olursunuz. Normal şartlarda böyle bir samimiyet derecesine erişmek için karşılıklılık ilkesine bel bağlarız. Eğer sen bana kendinle ilgili bir şey anlatırsan, ben de sana kendimle ilgili bir şey anlatırım. Zamanla bu alışveriş derinleşir ve iki insan birbiriyle gitgide daha çok şeyi paylaşmaya başlar. Bu ifşa dansı yine de son derece hassastır ve potansiyel sorunlarla doludur, örneğin birisine en derindeki hislerinizi vaktinden önce ya da uygunsuz koşullarda sayıp dökerseniz, karşınızdaki kişi sizin dengesiz olduğunuzu düşünebilir.
Teknolojinin hayatlarımıza girişiyle kadim insan ilişkileri de değişmeye başladı. Artık sanal dünyada âşık olup ayrılabiliyor, dünyanın dört bir köşesinden arkadaş edinebiliyor, derdimizi Sili’ye dökebiliyoruz. Sanal dünya gerçek insanların başka gerçek insanlarla aktüel etkileşimde bulunduğu, kendi kişiliklerini ve başkalarının kişiliklerini biçimlendirme ve hatta yaratma olanağına sahip olduğu bir âlem. Edilgen, hayalî gerçeklikten sanal dünyanın etkileşimli sanal gerçekliğine geçiş, fotoğraftan sinemaya geçişe oranla çok daha radikal bir dönüşüm.
Sanal dünyanın etkileşimlere daha açık oluşu, kişisel ilişkilerimiz üzerinde daha çok kontrole sahip olduğumuz anlamına gelir, örneğin, istediğimiz zaman ilişkilerimizin hızını azaltabilir ya da artırabiliriz. Eğer biri -sözgelimi size âşık olduğunu söyleyerek- sizi şaşırtırsa, vereceğiniz cevabı düşünmek için vaktiniz vardır. Bu anlamda, çevrimiçi ilişkilerle başa çıkmak daha kolaydır. İşine gelmeyen, sana tatmin hissi vermeyen arkadaşı “delete et” sil gitsin, sırada başka pek çok aday var değil mi ya?
Sözde “arkadaşların kimlikleri hakkında hiçbir fikirleri olmadığı halde, kişilerin internet üzerinden karşılıklı olarak hikâyelerini paylaşmaları sık görülen bir durum. İnsanlar, çok özel meselelerini deşmek ve sorgulamak için daha iyi bir yer arayışlarında hiç bu kadar rahat olmamışlardı. Başka bir deyişle, bireyler interneti esnek bir erişilebilirlik aracı olarak görüyorlar ve bunun arkasında yatan da büyük ölçüde onları özgür kılan anonimlik hissi. Bununla birlikte, bu fenomen olumlu bir sosyal gelişme olarak değil, kitlelerin duygusal çöküşü olarak değerlendirilmekte: İnsanları kendi özel yaşamlarını internette “gönüllü” olarak paylaşmaya iten şey, yalnızlık hissi ve kederden başka bir şey değildir. Bu çöküş iki alanın birbirine geçmesiyle ilgili olabilir; gizli, bastırılmış ve sessiz özel yaşamın kamusal dünyada görünür ve sesli hale gelmesiyle birlikte, bireyin özel ve kamusal personalarının da belir- sizleştiğine inanılmaktadır. İnsanların kendileri için kullandıkları yegâne aletlerin elektronik aygıtlar haline geldiği bir akışkan dünyada, sanal ile sanal olmayan yakınlık yer değiştirmektedir.
Kimi araştırmalar internetin yalnızlık, depresyon, toplumsal destek ve kişinin kendi gözündeki değerinde bir azalmanın yanı sıra, sığ ve saldırgan davranışları da tetiklediğini göstermektedir. Yalnızlık insana eşlik edecek kimsenin olmayışıdır; bu yokluğun doğurduğu kederdir. Ama televizyon can sıkıntısı üretimi konusunda ne denli güçlüyse, internet de yalnızlığın üretimi söz konusu olduğunda o denli güçlüdür Nasıl ki günde altı saat televizyon seyretmek can sıkıntısı eğilimine ve hiçbir şey yapmadan oturamamaya neden oluyorsa, günde yüz tane yazılı mesaj da aynı şekilde bir yalnızlık eğilimine uç verir.
İnsanların bilgisayarlara kendileri hakkında bilgi vermekte daha cömert davranma eğilimi -bu bilgileri bir başkasının okuyacağını bilseler bile- internette olup bitenin önemli bir parçasıdır. Göreceli bir anonimlik, uzakta ve fiziksel anlamda güvende olma hissiyle bilgisayar karşısına oturursunuz ve kimi zaman kendinizi, ekranın diğer tarafındaki hiç tanımadığınız kişiye, sizinle aynı odada bulunan kişilerden daha yakın hissedersiniz. Onlarla kendiniz hakkında daha çok şey paylaşabilir, hislerinizi daha açık biçimde dışa vurabilirsiniz. Bu da tuhaf bir dostluk ve samimiyet yanılsaması yaratır.
İnsanlarla bağlantı kurmak, her zaman için, kişisel bilgilerinizin kontrolünden kısmen feragat etmeniz anlamına gelir. “Sosyal” ve “gizli” olan bir arada var olamaz. İletişim içinde olduğunuz herkes sizin hakkınızda bir şeyler öğrenecektir. İfşa kültürü, sanal arkadaşları birbirine sır ortağı kılar.
Televizyon kuşağının büyük hissiyatı can sıkıntısı ise, Web kuşağınınki yalnızlıktır. Biz hareketsiz kalma yeteneğimizi, aylaklık kapasitemizi yitirdik. Onlarsa yalnız kalma yeteneklerini, bir başına olma kapasitelerini. Bilincin parçalanması sürecine ivme kazandırmış olabilirler, ama bunu onlar başlatmadı… Evrensel dostluk kavramını cisimleştirmiş olabilirler, ama bunu onlar keşfetmedi… Dostluk kabuk değiştiriyor, başka bir deyişle, bir ilişki olmaktan çıkıp bir his haline geliyor; insanların paylaştığı bir şey olmaktan çıkıp, elektronik mağaralarımızın ıssızlığında, bağlantı ayarlarımızla sürekli oynayarak, kendi kendimizi kucakladığımız bir şeye dönüşüyor.
Facebook’la ilgili en rahatsız edici şey insanların kendi özel yaşamlarını kamuya açık biçimde yaşamaya bu denli razı -hatta hevesli- oluşlarıdır. Kişisel bilgilerin ilan edilmesi pornografiyi andırır, ustalıklı, gayri- şahsi bir sergi. Yeni sosyal medya siteleri mahremiyet anlayışımızı ve bununla birlikte kendimize dair anlayışımızı da kökten değiştirmiş durumdalar.
Elimizi omzuna koyduğumuz, zor zamanlarımızda yanı başımızda bitiveren, karşılıklı gülüp ağlaştığımız arkadaşlarımızın yerini yavaş yavaş klavye ve ekran başından kalkmadan, belirli amaçlar doğrultusunda bir araya geldiğimiz sanal dostlarımız alıyor. Bana sorarsanız dostluk, sevdiğimiz insanı, yargılamadan ve bir talepte bulunmadan kalpte tutmaktır. Dostluk tutunmaktır, hatırda tutmak ve hatır tutmaktır. Zor zamanda dosta vefa, insanlığımızın miyara vurulduğu bir ölçüdür.
Ama arkadaşlık sanal olunca, bir tuş darbesiyle gidebilecek demektir ve işte o zaman, sadece kendi ihtiyaçlarımızı doyurmak için kullandığımız ve artık işimize yaramaz olduklarında buruşturup bir kenara attığımız zayıf bir ilişki söz konusudur. Karamsar kehanetlerden uzak durmak için bir ipucu vererek bitirelim: Sanal dostluklarınızı gerçek mecralara taşıyın, onları kanlı canlı insanlar olarak görün, hikâyelerini kendi ses ve yüz ifadelerinden dinleyin. Gözünün içine bakarak samimiyetle dinlediğiniz o insan, sizin o an dost olmaya davet ettiğiniz kişinin ta kendisidir.
[*] Panoptikon, gardiyanların mahkûmları izleyebildiği ancak mahkûmların bu izlemenin farkında olmadığı bir hapishane düzenidir. Düşünür Foucault, panoptik düzeneğin hapishane duvarları dışına taştığım ve iktidar için bir araç olarak kullanıldığım söyler.
Kemal Sayar-Berna Yalaz – Ağ:Sanal Dünyada Gerçek Kalmak,syf.