İbnü’l-Cevzi – Bir Alimin Günlüğü ”Alıntılar”
3 Sonuçları Kestirebilme
Olup bitene basiret gözüyle bakan, sonuçlarını daha baştan görür de bunlardan yararlanmasını ve zararlarından da korunmasını bilir. Buna mukabil, neticeleri kestiremeyen kimse, duygu ve tutkularının esiri olur. Dolayısıyla kurtuluş beklerken ızdırapla karşılaşır, iç huzuru ararken dara düşer.
Bütün bunlar, geçmişin hatırlanmasıyla, gelecekte ortaya çıkar. Öyle ya, sen hayatın boyunca Allah’a ya itaat ettin ya da isyan ettin. Peki, senin o itaatsizliğinin sevinç ve mutluluğu nerede şimdi? Peki, itaatinin de yorgunluğu ve sıkıntısı şu an nerede? Çok uzakta kaldı onlar! Artık herkes yapıp ettiklerine göre hesaba çekilecek!
Ah, keşke 0 günahlar senden ayrılıp giderken, tamamen silinip yok olsalardı da seni rahat ve huzur içinde bıraksalardı!
Bunu sana biraz daha açayım: Ölüm ânını zihninde canlandır da, senin ihmallerinden kaynaklanan o pişmanlıkların acılığını bir düşün! “0 hazların tatlılığı nereye gitti?” demiyorum. Çünkü hazların tatlılığı çoktan acıhıyara dönüştü! Geride sadece telâfisi mümkün olmayan pişmanlığın acısı kaldı!
Her hareketin sonuçlarının olduğunu nasıl bilmezden gelebilirsin? Öyleyse sonuçların ne olacağını düşün de kendini kurtarmaya bak! Duygularının ve tutkularının yolunu izleme, pişman olursun!(s.24)
——————————————————————
5 Yasak Alana Yaklaşma!
Yasaklara yaklaşan güvenlikten uzaklaşır! “Ben (öylesi yasaklara karşı) sabredip direnirim!” iddiasında bulunan kimse de, kendi nefsiyle baş başa bırakılır!
Bir bakışın bile bazen nice hesaplanamayan sonuçlar doğurması mümkündür! En fazla gözetim ve denetim altında tutulması gerekenler, göz ile dildir. Bir yandan yasaklara yaklaşırken diğer yandan, ben nasıl olsa nefsime hâkim olurum diye kendine güvenmekten sakın, hem de çok sakın! Çünkü nefsin nice hileleri ve nice tuzakları vardır!
Pek çok yiğit savaşta hiç kâle almadığı, hiç ummadığı kimseler tarafından yere serilmiştir. Hz. Hamza ile Vahşi’yi bir hatırlasana!(s.26)
——————————————————————
8 O Onları Sever, Onlar da O’nu
Sevgisi, sevgililerinin sevgisini kat kat aşan Rabbimiz ne yücedir! Rabbimiz sevdiklerine bahşettiği şeylerden dolayı sevdiklerini övüyor! Yetmiyor bir de onlara lütfedip verdiği şeyleri de (cennet karşılığında) satın alıyor!(Tevbe 111) Başkalarını kendilerine tercih etme fedakârlıklarından dolayı sevdiklerinin niteliklerinin en sonuncu niteliğine bile değer biçiyor! Oruçla da bunun örneğini veriyor ve onların (oruçlu) ağızlarının kokusunu seviyor!
Aman Allahım, bu ne yüce hâldir! Bütün insanlar bir araya gelse bile, bunu dile getirmeye güçleri yetmez! O’nun derin gerçekliğini de hiçbir hatip dile getiremez!(s.28)
——————————————————————
Bil ki -Allah seni başarılı kılsın- şuurunu kaybeden darbeleri hissetmez. Artısını, eksisini ancak nefis muhasebesi yapan farkedebilir. Gönlünün daraldığını hissettiğinde, şükretmediğin bir nimeti veya yaptığın bir hatayı hatırla! Nimetlerin kaybolup gitmesi ve musibetlerin âniden gelmesi konusunda dikkatli ol! Hoşgörürlük ve bağışlayıcılık halısının genişliği seni aldatmasın, çünkü o ansızın dürülebilir. Nitekim Allah şöyle buyurmuyor mu: “İnsanlar kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez! ” (Ra’d, 13/11). Ebu Ali Rüzbârî de şöyle diyordu: “Günah işlediğin halde sana iyi davranıldığını sanıp tövbe etmemen ve günah işlemeye devam ederek affedileceğine inanman, tam bir aldanıştır!(s.31)
——————————————————————
Bu dünyanın ve öte âlemin hali üzerinde kafa yordum. Gördüm ki bu dünya meseleleri, insanın duygularına ve zevklerine, öbür dünya meseleleri ise, güçlü bir imana ve kesin bir inanca dayanıyor. O yüzden de duyguya dayalı şeyler, ilmi ve inancı zayıf kişilere çok daha çekici gelir. Bu hallerse, sebeplerinin çokluğuna göre sürer gider. Nitekim insanlarla düşüp kalkma, güzel kadınlara bakıma ve kendini zevk u safâya, kaptırma, duygusal olayları güçlendirir. Bir kenara çekilme, tefekküre dalma ve kendini ilme adama ise, öte âlem meselelerini dikkate aldırır.(s.54)
——————————————————————
29 Ceza ve ’Mükâfat
Allah’ın bu dünyada yarattığı her şey, öte dünyadakilerin birer örneğidir. Bu dünyada olup biten her şey de, âhirette olup biteceklerin bir numunesidir. Bu dünyadaki gördüklerimiz hakkında Hz. İbn Abbas şöyle demiştir: “İsimleri hariç, cennetteki hiçbir şey bu dünyada bulunanlara benzemez.” Bunun da sebebi şudur: Allah insana geçici bir mutluluğu tattırarak, onda sonsuz bir mutluluk arzusu uyandırır, bir cezalandırma tehdidinde bulunarak da, daha korkunç bir azabı hissettirir.
Şu dünyada olup bitene baktığımızda görürüz ki her zalim, öte âlemden önce daha bu dünyadayken er ya da geç cezasını bulur, her günahkâr için de aynı durum söz konusudur. Yüce Allah’ın şu kelâmının anlamı da budur zaten: “Kim fenalık yaparsa cezasını görür!” (Nisâ, 4/123). Bir kimse günahlar işlediği halde ne bedenine, ne de malına bir zarar gelmediğini görerek, cezalandırılmadığını ve ceza görmeyeceğini sanabilir. Aslında o peş peşe işlediği günahlarla cezalandırılmakta olduğunun farkında bile değildir! O yüzden bilgeler şu hatırlatmayı yaparlar: “Bir günahın ardından gelen bir diğer günah, o günahın cezasıdır; bir güzel işten sonra yapılan bir güzel iş de, o güzel davranışın bir mükâfatıdır. ”
Bu dünyada veri’len ceza bazen, manevî bir ceza olabilir, İsrailoğullarından bir âlimin şu anlattığı meselede olduğu gibi:“Yâ Rabbi, ben sana defalarca isyan ettiğim halde sen beni cezalandırmadın? -Ben seni çok sık cezalandırdım, fakat sen fark etmedin! Eskiden bana dua edip yakarırken aldığın o hazdan seni mahrum etmedim mi?”(s.66)
——————————————————————
Allah Gizliyi Ortaya Çıkarandır
Yüce Allah’ın varlığının delillerine baktım ve gördüm ki onlar kum tanelerinden daha fazla. Benim gözümde bu delillerden en şaşırtıcı olanı da, Allah’ın hoşuna gitmeyecek şeyi kulun gizlemesi, fakat Allah’ın onu eninde sonunda ortaya çıkarması ve insanların görmedikleri halde onu dillerine dolamaya başlamalarıdır. Bazen gizli tutulan bir günah, günahkârı halkın önünde rezil rüsvâ edecek şekilde gözler önüne serilir ve bu rezalet, onun gizlediği bütün günahların bir karşılığı olarak karşısına çıkar. Bunun da hikmeti, günahları cezalandıran Birinin olduğunu, O’nun bilgisi karşısında hiçbir perdenin, hiçbir gizlemenin fayda etmediğini ve O’nun katında hiçbir amelin kaybolup gitmediğini insanlar bilsinler diyedir.
Aynı durum hayır işleri yapan ve bunları gizleyen kimseler için de geçerlidir. O yapılanlar sonunda ortaya çıkar ve insanlara görünür, onlar da bunlardan övgüyle söz ederler. Hem de o kişinin hiçbir günahını artık bilmez olur ve sadece faziletlerinden bahsederler. Bu da yine bir Rabbin olduğu ve yapılan hiçbir davranışın O’nun katında asla zayi olmadığı bilinsin diyedir. Öte yandan insanların kalpleri, bir kimsenin halini anlar ve bilir.
O yüzden de kendisiyle Allah arasındaki bağın durumuna göre, onun o halini sever veya nefret eder, yerer veya över. Hali, Allah’ın iradesine uygun olan kişiyi Allah her türlü kaygıdan uzak tutar ve her çeşit şerden korur. Bir kimse Hak ile olan ilişkilerini göz ardı ederek halkla ilişkilerini düzelteyim diye düşündüğünde ise, niyeti onun aleyhine döner, kendisine yapılan övgüler de yergilere dönüşür.(s.69)
——————————————————————
Şehveti, nefsin arzularını yenmede öyle bir haz vardır ki her türlü hazdan üstündür. Görmez misin hevâ ve hevesine yenilen kimse nasıl rezil rüsvâ olmakta? Çünkü mağluptur o! Bunun aksine nefsinin arzularına karşı zafer kazanan kimsenin ise bileği her zaman güçlü, gönlü her daim kuvvetlidir! Çünkü galiptir 0!
Sakın ha sakın nefsinin isteklerine hoş gözle bakıp da hırsız gibi olma! Hani o hırsız çok iyi korunmuş parayı çalmanın şehvetine kaptırır da kendini, aklının gözüyle göremez bir türlü elinin kesileceğini. Senin basiret gözün sonuçları görecek şekilde açılsın! Açılsın da, hazzın ve şehvetin sonunda bezginlik veya başka bir belâ yahut da sevgiliden ayrılış gibi nasıl bir hüsrana dönüştüğünü görsün!
İlk günah, aç adamın ağzına aldığı ilk lokma gibidir. O ilk lokma onun karnını doyurmaz, açlığını gidermez ki! Aksine onun iştahını daha da kabartır! Öyleyse insan nefsinin arzularını yenmenin o enfes hazzını hatırlasın ve bu yolda sabır göstermenin kendisine neler kazandıracağını şöyle derinlemesine iyice bir düşünsün!Bu konuda direnip sabreden kısa zamanda selamete erer.(s.74)
——————————————————————
39 Belaların İlacı
Başına bir bedbahtlık gelen ve ondan kurtulmak isteyen kimse, onu görmezden gelip kendisinin onu yenecek güçte olduğunu düşünsün, o zaman o belâ ona anlamsız gelir. Ondan kazanacağı sevabı aklına getirsin, ondan daha beterine uğrayabilecegini bir hayal etsin, o zaman bu musibetin kendisi için bir nimet olduğunu görecektir. Onun ne kadar çabuk kaybolup gidecegini de bir tasavvur etsin, çünkü şiddetli sıkıntılar olmasaydı, rahatlayıp huzur bulma umudu olmazdı. O belâyı, evine gelmiş ve her an onun arzusunu yerine getirmeye çalıştığı bir misafiriymiş gibi görsün, ne kadar çabuk gittiğini işte o zaman fark eder! Eli açık ve yüce gönüllü bir ev sahibi olarak övülmek ne güzel şeydir!
Zor durumda bulunan müminin hali de bunun gibidir. Bu zorluğun süreceği zamanı dikkate almalı, bir öfkeyi dile getiren bir sözün ağzından çıkmaması veya gönlünden böyle bir düşüncenin geçmemesi için, kendisini sürekli kontrol etmelidir. İşte o zaman sevap şafağı sökecek, belâ gecesi sona erecek, karanlıkları kat ettiği için yolcu alkışlanacak ve sonunda selâmet yurduna erişmiş olacaktır.(s.87)
——————————————————————
45 Yaratılıştan Dersler
Rabbimin benim hayatta kalmam için gösterdiği özene şöyle bakıp da bir düşündüm: Bulutlara hükmediyor, toprak altındaki tohum ölü gibi durur ve bir hayat soluğu beklerken rahmetini yağdırıyor. Derken o tohum boy atıyor, yemyeşil bir bitki oluyor. Suyu azaldığında Yaradan’ından yardım dilemek için boynunu eğiyor ve yas elbisesine bürünüyor. Benim gibi onun da güneşin hararetine, suyun serinliğine, meltemin okşamasına ve yerin besinine ihtiyacı var. O tohum gibi benim de nasıl şekillenip biçimlendiğimi bana düşündüren Rabbime sonsuz hamd ve senâlar olsun!
Allah’ın hikmetinin bazı yönlerini kavrayabilmiş olan sen, ey nefsim, eğer O’ndan başkasına yönelirsen yazıklar olsun sana! Daha da utanç vericisi ise, senin gibi birine bel bağlamandır! O ise sana hâl diliyle şöyle seslenir: “Sen neysen ben de oyum! ” Öyleyse, sen her şeyin asıl Yaradan’ına dön, sebeplere değil, 0 sebepleri var eden Allah’a yönel! O’nu hakkıyla bilip tanıyana ne mutlu! Çünkü O’nu bilmek, bu dünyaya da, öte âleme de sahip olmak demektir.(s.95)
——————————————————————
65 Tefekkür Etmesini Bilmek
İlim öğrenmek iddiasıyla yanıma gelen birine ilmin benzersiz, hikmetin erişilmez noktalarını öğretmeye çalışıyordum. Fakat baktım ki benim söylediklerime pek kulak verdiği yok, anlattıklarımın derinliklerine inmek arzusundan yoksun; ne gibi sonuçlar çıkaracağım konusunda meraksız. Bu tür şeylerden bahsetmeyi hemen bıraktım ve kendisine şöyle dedim: “Bu çok kıymetli bilgiler kalbinde, susuzluktan kıvranan birinin suyu arayışı gibi arzulu olan kimselere yarar!”
Bundan bir ders çıkarıp kendi kendime şöyle dedim: Eğer bu kişi benim dediklerimi can kulağıyla dinlese, anlattıklarımdan dolayı bana teşekkür edip beni övseydi, ben de kendisine değer verir, çalışmalarım ve sözlerimin en önemli yanlarını ona açardım. Evet, anladım ki o kişi bu tür bilgilere layık değil, ben de o bilgileri ona vermekten vazgeçtim ve kendisinden yüz çevirdim.
Bu durumdan ben ayrıca şöyle bir ders de çıkardım: Allah bütün mahlükatı sınıflandırdı, onları belli bir düzen içinde yarattı, onlara mükemmel bir yapı ve denge verdi, sonra da bunları akıl sahiplerinin dikkatine sundu. Bütün bunların hikmetini, derin hakikatini kavramaya çalışan akıl sahibi bir kimse, anlayışının derecesine göre bu düzeni koyana teşekkür eder, O’nun övgüsünü yapar. O zaman kendisi de, mahlûkatı bu şekilde düzenleyen tarafından sevilir.
Aynı şekilde 0, harikulâde hikmetler, eşsiz bilgiler ve bilgelikler içeren Kur’ân’ı da vahyetti. Kim Kur’ân’ı düşüne düşüne okur ve dikkatini bütünüyle ona yönlendirerek onunla konuşursa, Allah’ın rızasını kazanır ve O’na yakın olmanın hazzını tadar. Fakat zihni ve kalbi bu dünya işleriyle perdelenmiş kimse ise, böyle bir ayrıcalıktan mahrum bırakılır. Zaten Yüce Allah da şöyle buyurur: “Yeryüzünde hak etmedikleri halde büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım. ”(Araf , 7/146)(s.128)
——————————————————————
92.Vaktin Kıymeti
Bakıyorum da insanların pek çoğu vaktini hayret edilecek bir şekilde harcıyorlar. Geceler uzunsa, zamanlarını boş tartışmalar veya savaş ve maceralardan bahseden bir kitabı okumakla öldürüyorlar. Günler uzadığında da, bol bol uyuyor, öğle sonralarında da Dicle kıyılarında veya çarşı pazarda dolaşıyorlar. Bu insanlar deniz ortasında, ne yönü, ne pusulası olan bir gemide ha bire tartışıp konuşup duran kimselere benziyorlar.
Hayatın anlamını anlamış, o yüzden de erzak hazırlığı yapan ve yaklaşan yolculuğun kaygısını taşıyan pek az insan görüyorum. Bu nitelikteki insanlar da farklı farklılar. Farklılıkları da o ebedî ikamet yerinde harcanılması gereken şeyler konusundaki bilgilerinin az veya çok oluşundan ileri geliyor. Aralarında en uyanık olanları, oradaki en iyi kazancın ne olduğunu sorup soruşturuyor ve daha fazla kâr elde edebilmek için gerekeni yapıyor.
Gafillere gelince, onlar ellerinde ne varsa onu götürüyor ve çoğu zaman da yoldaşsız (Kur’ân ve Sünnetsiz) yola çıkıyorlar. Nice kimselerinse yolunu yol kesiciler kesiyor ve ellerinde hiçbir şeyleri kalmıyor!
Allah aşkına, Allah aşkına, kalan ömrünüz son fırsattır! Çok geç olmadan harekete geçin, acele edin! İlmi, yapıp ettiklerinize şahit edinin, bilgeliği kendinize kılavuz olarak seçin de zamanın önüne geçin, onun sizin önünüze geçmesine imkân vermeyin! Nefıslerinizi hesaba çekin! Yolculuk için azığınızı özenle hazırlayın! Kervancı başı (ecel), “Gidiyoruz! ” diye bağırdığı zaman, onun sesini duymayıp da kalan ve pişmanlık gözyaşını dökenlerden olmayın!(s.166)
——————————————————————
95.Allah Sadece Mühlet Verir
Mutlak kudret sahibi Allah’ın şanı ne yücedir! O’nu bilen O’ndan korkar, O’nun ince hesabı karşısında kendisini güvende hissedense, asla O’nu bilemez!
Çok önemli bir konu üzerinde düşündüm: Allah Teâlâ (günahkârlara) sanki ihmal ediyormuş gibi mühlet verir. 0 mühlete bakarak da günahkârlar, hiçbir mâni yokmuşçasına günahlara gömülürler. Fakat verilen mühlet yeterince uzatıldığı halde günahkârlar o eğilimlerinden vazgeçmek istemeyince, Allah onları korkunç bir şekilde yakalayıverir.
Aslında bu mühlet, sabırlının sabrını denemek, zalime de (tövbe etsin diye) fırsat vermek içindir. Bunu yapmakla onun sabrını teyit eder, ötekinin çirkin fıilinin de cezasını verir. Dolayısıyla, bunun gerisinde, bizim hayal edemediğimiz bir acıma, bir şefkat vardır. Mühlet vermeyip de hemen ceza verseydi, her hatanın ardından gelen cezayı görürdün. Ve bütün hatalar da bir araya gelince, günahkâr yaptığı kötülükler yüzünden başını ezecek bir taşla vurulurdu.
Bir insanın başına gelen cezanın sebebi bazen insanlara gizli kalır, o yüzden de “Fazlaca iyi adamdı; niye böyle bir akıbete uğradı ki?” derler. Kader de onlara şu cevabı verir: “Bunlar onun gizli günahlarının cezasıda; günah gizliydi, ama cezası açık verildi!”
Hiç de gizli değilmişçesine apaçık gösteriveren ve hiç bilinmiyormuş gibi de gizleyen, günahın bağışlandığını sandıracak kadar mühlet veren, hesaba çekmesiyle de akıllara durgunluk verecek kadar şiddetli davranan Yüce Allah’a hamd ü senâlar olsun! Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.(s.169)
——————————————————————
102. ‘Uçsuz Bucaksız ‘Kâinat Hakkında Tefekkür
Hac yolculuğum sırasında soyguncu bedevilerden korktuğumuz için Hayber yolundan gittik. Öyle heybetli dağlar ve öyle fevkalâde geçitler gördüm ki dehşete kapıldım! Yaradan’ımın azameti gönlümde bir kat daha arttı. Şimdilerde bile o yollardaki hatıralarım zihnimde canlandığında, Rabbime karşı başka hiçbir şeyi hatırlamaktan duymadığım kadar büyük bir hayranlık duyarım.
Nefsime şöyle haykırdım: Yazıklar olsun sana! Açıl denize de ne gibi harikaların olduğuna fikir gözüyle bir bak! 0 gördüklerinden çok daha müthiş şeylerle karşılaşıp dehşete kapılacaksın! Ardından da bırak kâinatı bir de dönüp kendine bak! Göreceksin ki göklere ve yıldızlara kıyasla sen bir çölde sadece bir kum taneciğisin!
Sonra da zihnen yıldızları dolaş, Arş’ın etrafında dön, cennet ve cehennemde neler olduğunu bir hayal et! Bütün bunlardan sonra hepsini bir yana bırak ve Yaradan’ına yönel! Bu kâinatın tamamının, kudretine sınır olmayan 0 Yüce Kudret’in elinde olduğunu göreceksin! Son olarak da tekrar kendine dön de bak! Başlangıcın ve sonun üzerinde iyi bir düşün! Düşün, başlangıcından önce neydin sen? Bir hiç!
Peki, sonunda ne olacaksın? Toprak! Başlangıcını ve sonunu fikir gözüyle gözlemleyen bir kimse, nasıl olur da şu ömürle, bu yaşamıyla tatmin olabilir? Kalpler nasıl olur da o Yüce Kudreti anmaktan, O’nu zikretmekten gafil kalabilir? Vallâhi, eğer nefısler hevâ ve heveslerinin sarhoşluğundan yakalarını kurtarabilseler, O’nun ilham ettiği korkuyla erir veya O’nun aşkıyla yok olur giderlerdi!
Şu hâle bakın ki bizim duygularımız düşüncemize baskın çıkıyor ve bizler Yaradan’ın azametine ancak bir dağı gördüğümüz zaman hayran kalıyoruz! Oysa basiretimiz açılsa da, aklımız ilâhî işaretleri görse, Allah’ın erişilmez o kudretini bir dağın gösterdiğinden çok daha iyi kavrar! İnsanların çoğunu niçin yaratıldıklarını düşünmekten ziyade içinde bulundukları durumla meşgul eden Rabbin şanı ne yücedir! Sübhânallah!(s.180)
——————————————————————
104 Ferahlığın Anahtarı Sabırdır
İster sevgiliden ayrılma, isterse olumsuzluklarla karşı karşıya kalma gibi konular olsun, hayatta sabırdan daha zor bir şey yoktur. Hele bir de sıkıntının süresi uzadıkça uzar veya felaha erme umudu kalmayacak olursa…
Böylesi dönemler, kendisiyle atlatılabilecek azıklara ihtiyaç gösterir. Bu azıklarsa elbette farklı farklıdır ve şöyle sıralanabilir:
Sıkıntının büyüklüğüne bakarak, beterin beteri vardır diyerek teselli olmak; kaybedilen bir çocuğa karşılık yaşayan daha kıymetli bir çocuğun olması, o yüzden de daha fenasının başına gelmesinden kurtulduğunu düşünmek; ayrıca kaybedilenin bu dünyada telafisinin mümkün olduğunu, âhirette de ecrinin olacağını akıldan çıkarmamak; gösterdiği sabırdan ötürü insanların övgülerini, hüsn-i zanlarını kazanmak, Hakk’ın da kendisine vereceği sevabı düşünmek; büyük üzüntüye kapılmanın hiçbir yararı olmayacağını ve bunu yapmanın kendisini imtihan eden Rabbine isyan olacağını bilmek gibi… Aklın ve fikrin kabullenmekte zorlandığı bunlara benzer daha pek çok konuda insan kendini bu tür şeyler düşünerek azıklandırabilir.
Sabır yolunda bunlardan başka azık yoktur. Onun için sabreden kişinin nefsini bunlarla oyalaması ve sıkıntıyı atlatıncaya kadar bunları azık olarak kullanması son derecede önemlidir. Bilmelidir ki kurtuluş yakındır!(s.182)
——————————————————————
Bu dünyanın varlık denizini gözlemleyen, bu denizde dalgaların nasıl çarpıştığını ve şartların meydan okuyuşu karşısında nasıl sağlam durmak gerektiğini bilen kimse, ne belâların art arda gelişine üzülür, ne de gelip geçici mutluluğa sevinir.(s.200)
——————————————————————
121 İlim Öğrenmede Yol ve Yordam
…
Kalbe çok fazla veya çok farklı sahalardaki şeyleri yüklemeye kalkmak hiç doğru değildir. Kalp de diğerleri gibi bir organdır. İnsan vardır yüz kiloyu taşır, insan vardır yirmi kiloyu taşıyamaz. Kalpler de öyledir. İnsan gücünün yettiği kadarını, hatta daha azını öğrenmeye çalışman, çünkü gücünü belli bir sürede tüketirse, kendine gelebilmek için hayli zaman harcamak zorunda kalır. Nitekim obur kimse de birçok lokma birden atıştırayım derken, daha sonra birçok lokmadan hayli zaman mahrum kalır.
En iyisi kaldırabileceği kadarını öğrenmek ve onlan bir sabah, bir akşam olmak üzere gözden geçirmektir. O arada gücünü yeniden toplamış olur. Elbette her şeyde devamlılık asıldır. Nice insan vardır bir şeyler öğrendikten sonra onları gözden geçirmeyi ihmal eder de, onları tekrar zihnine yerleştirebilmek için haddinden fazla zaman harcar!
Ezber yapmak için hayatta belli dönemler vardır. En elverişlisi çocukluk ve onu takip eden dönemlerdir. Aynı şekilde en iyi vakitler de sabah ile gün ortasıdır. Sabah vakitleri akşamlardan daha iyidir. Aç olunan zamanlar da tok olan zamanlardan daha uygundur. Ayrıca yeşillik alanda veya ırmak kenarında da insan zihnini toplayamaz, çünkü bunlar insanın dikkatini dağıtır. Diğer yandan öğrenme açısından yüksek yerler aşağılardan daha iyidir. Yalnızlık asıldır, zihnini toplamak ise asıldan da asıldır.
Öğrenilenlerin iyice yerleşmesi ve ruhun da enerjisini toplayabilmesi için zihni haftada bir kere dinlendirmek iyi olur. İnşaatlarda atılan temelleri iyice oturması için birkaç gün bırakmanın sonra üstüne devam etmenin gerekli olduğu gibi. Azar azar, fakat kesintisiz olarak öğrenmek çok önemlidir. Bir ilim dalında uzmanlaşmadan bir başka dala geçmemek gerekir.
…
İlim olarak ne öğrenmek istediği üzerinde iyice kafa yorsun, çünkü hayat kısa, ilminse sonu yoktur. Bütün ilimler önemli olmasına rağmen, bazı insanlar zamanlarını maalesef en öncelikli olanlara değil de öyle olmayanlara harcıyorlar. Halbuki en iyisine ve en önemlisine öncelik tanımak gerekir….(s.204)
——————————————————————
Şunu bil ki insanın en büyük imtihanlarından biri, bir günah işledikten sonra başına hiçbir şeyin gelmediğini görerek aldanmasıdır, çünkü o ceza daha sonra gelip çatacaktır. Cezaların en büyüğü ise, farkına varılmayan cezadır. O ceza, insanın imanını söküp alan, kalbini körleştiren ve kendisi için kötü olacak bir tercihi yapmaya götüren cezadır. Bu durumun sonuçları arasında, beden sağlığının uğradığı zarar ve kişinin maksatlarına ulaşmasının engellenmesi de vardır.
Nitekim başına gelenlerden ibret almasını bilen basiret sahibi biri şöyle demiştir: “Benim için helâl olmayan bir şeye bir bakış attım, sonra da bakalım nasıl bir ceza göreceğim diye beklemeye başladım. Bir gün, önceden hesaplamadığım bir seyahate çıktım, bir yığın meşakkatle karşılaştım. 0 arada benim için bu dünyada en değerli varlık olan birini kaybettim ve çok kıymetli şeylerim de bir bir elimden çıktı gitti.
Nihayet tövbe, istiğfar ettim, her şey düzelmeye başladı. Sonra nefsim yine uyandı ve gözlerimi yine koruyamaz oldum. Derken kalbim kararıp katılaştı. Benden bu sefer eskisinden çok daha fazla şeyler alındı; onların karşılığında bana telâfi edecek bazı şeyler verilse bile, benim o kaybettiklerimden çok daha değerliydi. Sonra bir kaybettiklerim, bir de telafi ettiklerim üzerinde iyice düşününce, o kırbaç darbesinin acısı altında çığlıklar attım. ”
İşte ben de sahile gelmişim ve bir çığlık atıyorum: Ey kardeşlerim! Bu denizin derinliğine dikkat edin! Sakin duruşuna bakıp da sakın aldanmayın! Kıyısında durun! Takvâ kalesine sığının! Çünkü ceza acıdır! Ayrıca şunu bilin ki takvâ, kişinin zevklerinden ve ihtiraslarından ayrılmasından doğan bir acılık taşır taşımasına, yalnız bu acılık, arkasından şifa gelen diyete benzer! Diyeti bozup abur cubur yemekse ânî bir ölüme yol açabilir!(s.207)
——————————————————————
Eyvahlar olsun o kimseyi ki kırbaçlanır da kırbacın acısını duymaz, ağır yaralanır da farkında olmaz! Yazıklar olsun o kimseyi ki azaplar içinde kıvrandırıldığı halde, cezaya çarptırıldığının bilincine varmaz! Vallâhi, cezaların en beteri, verilen cezanın farkında olmamaktır! Şehvetini dizginlemeden nefsinin arzusunu tatmin eden, hemen ardından Rabbini razı etmeye çalışan kimsenin “Bir iyiliğim, bir kötülüğümü siler! ” diyerek kendini kandıran kişinin hali ne şaşılacak haldir!
Yazıklar olsun sana, kendi kesenden harcıyorsun, kendi malını israf ediyorsun, kendi şerefini lekeliyorsun! Bir yara öldürücü olabilir, bir yanlış adım iflasa sürükleyebilir ve işlenmiş bir günah tamir edilemeyebilir! Yazık sana, durumunun farkına varsana! Tövbe etmek için ne bekliyorsun hâlâ? İyice yaşlanayım, elim kolum tutmaz hale gelsin de Öyle tövbe edeyim mi diyorsun? Eşin, çocukların, akrabaların göçüp gittikten sonra, senin için onlara katılmaktan başka geriye ne kalıyor ki?
Tut ki bu fânî dünyada her ne istedinse elde ettin, peki, ya sonra? Geçici olan, seni ebedî olandan mahrum bırakmıyor mu? Hem sonra, senin yudumladığın son haz, seni boğabilir! Ya sen sevgilinden ayrılırsın, ya sevgili senden ayrılır! Sevgilini görüp vedalaşamadan yutarsın acı lokmayı!
Aklı düşünmeye kapalı kimselere eyvahlar olsun! Pınara varmışken suyundan içmesi engellenenlere eyvahlar olsun! Şu kabirlerden bir uyarı gelmiyor mu? Akıp giden şu zamandan ders almak yok mu? Bu dünyada hükümran olmuş, bütün arzuları gerçekleşmiş kimseler, hani neredeler? Nerede toplanmışlarsa haydi çağır onları! Nerde…? Sağırdır onlar senin çağrılarına! Onlar için sadece ölmekle iş bitmiş olsaydı, ölüm onlar için bayram olurdu, ama ya ölümden sonrası!(s.218)
——————————————————————
Yazıklar olsun o cezalandırılmış kimseye ki şunu bilmiyor. En büyük ceza, kişinin cezalandırıldığını idrak edememesidir! O yüzden hemen tövbe etmeli, ceza şamarı inmeden önce bir an evvel af dilemeli!
Günahlardan sakının! Özellikle de gizli işlediğiniz günahlardan sakının! Çünkü gizlide işlenen günahlar, bir bakıma Allah’a meydan okumadır! Allah’a meydan okuyuş ise kulu O’nun gözünden düşürür. Mademki o senin dış halini düzeltiyor sen de, kendin ile O’nun arasında olan şeyi gizlice düzeltmeye bak! Ey günahkâr, O’nun seni perdeleyip durması seni aldatmasın!
Sonra senin iç halini herkese gösteriverir! O’nun sana, yumuşak davranması da seni yanıltmasın, çünkü cezası çarçabuk kapını çalıverir! Her zaman kaygılı ol, O’na sığın, O’na yakar, senin için yararlı olan bir şey varsa, o da budur! Hüzünle beslen, gözyaşı dolu bardağından yudumla! Hevâ ve heveslerinin kalbinin kuyusunu pişmanlık kazmasıyla kaz, belki oradan çıkacak suyla günahlarının izlerini silebilirsin!(s.222)
——————————————————————
135 Tövbe Kapısından ayrılma!
Ey günahkâr, cezanın nefesini ensende hissettiğinde yaygara koparıp da “Ben yapıp ettiklerime pişman olup tövbe etmiştim, neden şu iğrenç cezayı hâlâ çekmekteyim ?” deme!
Muhtemeldir ki senin tövben tam anlamıyla gerçekleşmemiştir. Cezalandırma da uzun bir hastalığın zamanına benzer bir zaman gerektirir ve vakti saati dolana kadar hiçbir çare kâr etmez. Nitekim “Adem Rabbine isyan etti! ” (Tâhâ, 20/ 121) zamanı ile “Adem, Rabbinden öğrendiği sözlerle tövbe etti; Rabbi de onun tövbesini kabul etti! ” (Bakara, 2/37) zamanı arasında uzun bir süre geçti.
Öyleyse, ey yanlış yapmış olan, gözlerinin suyu kalbinin kirlenen elbisesini ak pak edinceye kadar sabreyle! O elbisenin suyunu sıkıp kuruttuğun zaman, üzüntün geçecektir. Daha sonra, defalarca yıkayınca kalbin huzura erecektir…(s.224)
——————————————————————
Biz nice insanlar gördük: Nefıslerinin arzularına öncelik tanıdılar da sonra iyice zevklere dalıp dinlerinden imanlarından oldular! Akıllı insan, onların haline bakarak, kendileri için sürekli olmayan ve kendilerini terk etmeyecek bir cezaya sürükleyen bir şeyi nasıl tercih edebildiklerine elbette hayret edecektir. Öyleyse aman ha, akla hakkını vermemekten sakınalım! Allah yolunda yürüyen kimse ayağının nereye bastığını bilsin, çünkü aceleci kişi mahvoluş kuyusuna düşebilir! Her zaman çok uyanık ve tetikte olmak gerek, çünkü sizler savaştasınız ve okların ne yandan geleceğini bilmiyorsunuz!(s.228)
——————————————————————
Bilim insanın niyeti’ sağlam olursa, yeteneğinin üstündeki yükü yüklenmek zorunda kalmaz. Bilim insanlarının çoğu “Bilmiyorum! ”demekten hoşlanmıyor. Sırf itibarlarını korumak için, insanlar kendilerine “Cevap veremedi!”demesinler diye, hiç de emin olmadıkları fetvaları veriyorlar. Bu ise, ilme ihanetin daniskasıdır!
Anlatılır ki Mâlik ibn Enes hazretlerine bir adam gelip dinî bir meseleyi sormuş. 0 da “Bilmiyorum!” cevabını vermiş. Adam “İyi de, ben size bu soruyu sormak için onca diyar kat edip geldim!”demiş. Mâlik ibn Enes hazretleri de “Sen şimdi memleketine dön ve ‘Ben Mâlik’e sordum, bana bilmiyorum’ diye cevap verdi, de! ” buyurmuş.
O mübarek zatın dindarlığına ve aklına dikkat edin! Ne kadar tabiî davranıp bilmediği konuda sorumluluk alınıyor ve Allah’ın azabından da yakasını nasıl kurtarıyor!(s.236)
——————————————————————
Akıllı kişi arkadaşlık edeceği, dostluk kuracağı, ortak alacağı, evleneceği kimselerin seçiminde aile kökenlerine dikkat etmelidir. Ardından da, dış görünüşlerine bakması gerekir, çünkü dış görünüş kişinin iç halini ele verir.
Köken önemlidir, karakterin kökenle yakın alakası vardır. Asaletten uzak olanın güzellikler ortaya koyması pek mümkün değildir. Meselâ kötü bir aileden gelme bir güzelin, erdemli olması nadirdir. Aynı durum dost, ticarî ortak ve ilişki kurulan kimseler için de geçerlidir. Sadece asaletine leke düşürmekten kaçınan kimseleri dost ve ahbap edinmeye bak! Çünkü öteki kimselerle pek çok durumda sıkıntıya uğrama tehlikesi vardır. Asil olanlarla ise böyle bir şeyin olması çok nadirdir.
Halife Ömer ibn Abdülaziz hazretleri birine “Bana görev verebileceğin insanlar tavsiye et.’”demiş. O kişi de şu karşılığı veımiş: “Din adamlarının size ihtiyacı yoktur, yani görev almak istemezler; dünyalık peşinde koşanları ise siz istemezsiniz. Ben size soylu ailelerden gelen kimseleri tavsiye ederim, çünkü onlar şeref ve haysiyetlerine leke sürdürmekten kaçınırlar. ”(s.292)
——————————————————————
Akıllı insan davranışlarının sonuçlarını hep göz önünde bulundurmalı ve bütün ihtimalleri hesaplamalıdır. Sosyal durumunun, imkânlarının ve sağlığının şu anki haline bakıp aldanmamalı, bunların hep böyle sürüp gidecek olduğunu sanmamalıdır. Bu büyük bir hata olur. Hal ve şartların değişebileceğini, beklenmedik durumlara düşebileceğini her zaman aklında tutarak ihtiyatlı ve hazırlıklı olmalıdır. Gelip geçici zevklere de dikkat etmeli, sonuçlarını hesaplamalı, geriye utancın kalacağını bilmelidir. Uyuşukluğun ve tembelliğin de aynı şekilde geride cehaletten başka bir şey bırakmadığını unutmamalıdır.(s.293)
——————————————————————
Bazen bir kimse sırrını eşine veya bir dostuna açar onların elinde rehin kalır. 0 iğrenç sırrını fâş eder diye ne eşinden ayrılmaya cesaret edebilir, ne de dostuyla ilişkisini kesmeye. O yüzden tedbirli insan, insanlarla münasebetlerinde, sırrı içini daraltsa da, onu dışarıya vurmayan insandır. Öyle bir kimsenin eşinin, dostunun, hizmetçisinin kendisinden ayrılmasından, kendisini rahatsız edecek sözler söyleyemeyecekleri için, hiçbir kaygısı olmaz.
Tenhâda yapılanlar en büyük sırlardan sayılır. O yüzden tedbirli insan gizlide yaptığına kimsenin uymaması için son derece dikkat etmelidir.
Keskin bir zekâya sahip kimseye, başkalarının nasihatini den önce kendi zekâsı yol gösterir.(s.297)
——————————————————————
199 Sevap, Sabır ve Metanetle Kazanılır
Bir hastalığın veya ölümün gerçekleşmesi durumunda, insan kendisine tam hâkim olamasa bile, inanan kişinin dehşete kapılmaması gerekir. Her şeye rağmen, gerek gösterdiği sabırdan dolayı alacağı sevap, gerekse kadere rıza açısından olsun, elden geldiğince sabırlı davranmaya gayret etmesi lazımdır. Çünkü bunlar bir süre sonra kaybolup gidecek olan geçici anlardır. Hastalıktan sonra iyileşen kimse çektiği o ızdırapları bir düşünsün, şifaya kavuştuğu şu anda onlardan geriye ne kaldı ki? Sabredilir belâ gider, sevap kazanılır. Aynı şekilde haram hazların tadı kaybolur gider, geriye günah ve pişmanlık kalır. Kadere karşı duyulan öfke geçer, geriye kusur kalır.
Ölüm, insanın dayanamayacağı kadar ağır, giderek artan ve sonunda kaybolan bir acıdan başka nedir ki? Ölüm döşeğindeki hasta ruhunun çıkışından sonra gelecek olan rahatı düşünmeli. Bu, onun acısını hafifletir. Sıhhate kavuşmak için acı bir ilacı içmek gibidir bu. Bedenine gelecek felâketi (kabirde çürümesini) akla getirip de dehşete kapılmamak gerekir, çünkü o binekle (vücutla) ilgili bir meseledir, binici (ruh) ise ya cennette olacaktır, ya da cehennemde.
İnsanın düşüncesini üzerinde yoğunlaştırması gerektiği asıl şey, bir daha elde edebilmesini imkânsız kılacak şeyler başına gelmeden önce sevaplarını kat be kat artırmak olmalıdır. Onun için asıl bahtiyar kişi,zamanını,sağlığını ganimet bilen ve o ganimet zamanlarında faziletli amellerden daha faziletli amellere koşturan kimsedir.
İnsanoğlu bilsin ki cennetteki derecelerin artışı, bu dünyadaki faziletlerinin değeriyle orantılıdır. Hayat kısa, kazanılacak faziletler, sevaplarsa sayısızdır. Öyleyse bunları elde etmek için şu andan itibaren harekete geçelim! Yorgunluktan sonra gelecek olan dinlenme vakti çok uzun olacak. Gamlı ve dertli olanların sevinci sınırsız olacak. Mahzun olanlarınki de öyle.(s.314)
——————————————————————
204 Karşımızdaki Öfkeliyse…
Dostunun öfkelendiğini gördüğünde ve uygunsuz sözler söylediğini duyduğunda, hiç aldırış etme ve ona çıkışma! Çünkü onun bu hali, etrafında ne olup bittiğini anlamayan bir sarhoşun haline benzer. Onun feveranına sabret, ciddiye alma, zira şeytan ona galebe çalmış, tepesi atmış ve aklı perdelenmiştir. Ona kızarsan o da sana aynı tonda cevap verir, sen de bir deliyle cebelleşen bir akıllı veya şuursuz biriyle tartışan şuurlu bir adam durumuna düşersin! Hatalı olan da sen olursun!
Tam aksine sen ona merhametle yönel, kaderin ona neler yaptırdığına ibretle bak, mizacının ona neler yaptırdığını sakince seyret! Bilesin ki aklı başına geldiğinde yaptığından pişman olacak ve gösterdiğin sabırdan dolayı sana şükran duyacaktır. Öyle bir durumda en azından senin yapabileceğin şey, rahatlayıp da kendine gelinceye kadar onu kendi haline bırakmandır. Babası öfkelendiğinde çocuğun, kocası öfkelendiğinde hanımın takınacağı tavır bu olmalıdır.
Söylemek istediklerini söyleyip de içini iyice boşaltıncaya kadar onu hiç kâle almamaları lazım, bunu uygularlarsa o kişi pişman olur ve yaptığından özür dileyecek duruma gelir. Fakat sözüne sözle, davranışına davranışla karşı verilmeye kalkılırsa tam bir düşmanlık doğar ve öfkesi geçtikten sonra bile öfkeli davranır, daha doğrusu sarhoş ve kendini bilmez haldeyken yapıp ettiklerinin aynılarını yapmaya devam eder.
Maalesef insanların büyük çoğunluğu bu dediklerimizin aksini yapıyor, karşısındakinin davranışına misliyle mukabele ediyor. Öfkeli birini gördüklerinde sözüne söz, hareketine hareketle karşılık veriyorlar. Halbuki bu tutum bilgece davranışa ters düşer ve bilgece davranış bizim yukarıdan beri dile getirdiklerimizdir: “Ama onları, bilenlerden başkası düşünüp anlamaz! ” Ankebut, 29/43 (s.321)
——————————————————————
Hakkında hiçbir delile sahip olmadığın bir şeye tutunmaktan sakın! Sakın! Çünkü o şey senin hem dünyadaki nasibini azaltacak, hem de âhiretteki mutluluğu zayi edecektir! Sadece kendin için (dünya ve âhirette) yararlı olanın peşine takıl, kendi (âhiret) çıkarın için harekete geç! Acele et, çünkü sadece kendin için acele edeceksin! Var güçleriyle iyi işler yapmış kimselerin alacakları mükâfatı bir hayal et! Sense o mükâfatı kaçırmış olacaksın! Bunu şöyle iyi bir düşünürsen sende (ibadet konusunda) hiçbir tembellik kalmaz! Bu tehdit, gevşek insanın kendisine gelmesi için yeterli bir uyarıdır, tabiî kendisinde ruh varsa! İradesi çökmüş, bilinci ölmüş kimseye gelince, elbette bıçak darbeleri ölüye hiç acı vermez!
Kabrinden kaldırıldığında, bazıları güzel bineklere binip hızla giderken, sen tökezleye tökezleye ilerlersen; sâlih kullar sıratı çarçabuk geçerken, sen düşe kalka yol alırsan, halin nice olur? İşte o zaman, tembelliğin ve istirahatin tadı kaybolacak, geriye pişmanlığın acısı kalacak! İhmalkârlığın kadehindeki su kuruyacak, dipte sadece pişmanlığın tortuları duracak! Öte âlemin sonsuzluğu yanında şu kısacık dünya hayatı da nedir ki? Yarısı uykuda, yarısı gaflette geçen şu ömrünün değeri ne ola ki?Ey cennetin hurileriyle evlenmek isteyen, fakat beş paralık iradesi olmayan sen!
İbretlerin ışığında fıkir gözünü aç, belki duanın kabul olunduğunu görürsün! İçinde rehavet, bir gayretsizlik hissedersen, lütf-u ilâhînin yardımını dile! Seherlerde uyanıp kalk, belki önüne kazançların yolu açılır! Birkaç adımlık mesafeden de olsa, tövbe, istiğfar edenlerin kervanına katılmaya, yaklaşmaya bak! Gayret gösteren müminlerin kampına git! Orası bir konaklık mesafede bile olsa! Ama ne mesafe!
——————————————————————
239 Cenneti ‘Kazanmak
Vallâhi cennete girmeyi, oradaki hastalık, tükürme, uyku, belâ olmadan, tam aksine hep sağlıklı, kesintisiz ve sıkıntısız mutluluklar, her an yenilenen, sınırsızca, arttıkça artan refah ve huzur içende bir hayatı hayal edince başım dönüyor! Öyle muhteşem bir cennetin olacağını dinimiz kesin garanti etmemiş olsa, neredeyse inanmakta zorlanacağım!
Fakat öyle bir cennet ve o mutluluklar elbette bu dünyada gösterilen çabalara göre elde edilecektir. O halde onu kazanma yolunda saniyesini dahi kaybeden kişiye nasıl şaşılmaz? Bu maksatla Allah’a yapılacak tek bir hamd, tek bir zikir bile kendisi için cennette meyveleri ve gölgesi ebedî olacak bir hurma ağacının dikilmesini sağlar (Müslim). Ey böyle bir fırsatı kaçırdım korkusuna kapılan, gönlünü umutla doldur!
Ve sen, ey ölüm denilince yüreği darlanan, ölüm acısından sonra öte âlemde seni bekleyen 0 tatlılığı ve o diriliği düşün! Canın bedenden çıkacağı anda, can çıkmadan hemen önce kişiye cennette kalacağı yer gösterilir! Kişi de o zaman o mutluluğa giden yolu kolayca kat edeceğini anlar! Daha sonra ruhlar cennet ağaçlarına kuşlar şeklinde tutunurlar (Müslim, Tirmizî…) (s.372)
——————————————————————
Akıllı kişi, gözü sonuçları görüp kestiren, başına gelebilecek şeyler konusunda tedbirli olan, her türlü ihtimali hesaba katıp ihtiyatlı davranan, servetini ve sırlarını saklamasını bilen, körü körüne karısına, çocuklarına veya dostlarına güvenmeyen, her an da göçe hazır olan kimsedir. İhtiyatlı ve tedbirli insan işte böyle olur!(s.380)
——————————————————————
İntikamını Affederek Al!
Bir düşmana veya bir kıskanca karşı düşmanca davranmak ahmaklıktır. Tam aksine, onun sana olan tavrı belli olduktan sonra, sen aranızda uzlaşmayı sağlayacak bir yol izlemelisin. Senden özür dilerse kabul et! Düşmanlık gösterirse, affet! Barışmanın, uzlaşmanın mümkün olduğunu ona göster! Ona karşı olan güvensizliğini gizle, hiçbir şekilde de ona itimat etme! İçinden ona karşı nefret duysan bile, dışından ona karşı iyi davran!
Eğer ona zarar vermek istiyorsan, yapacağın ilk şey kendini düzeltmen ve onun sende gördüğü kusurları gidermeye çalışmandır. Bilesin ki o kişiye senin verebileceğin en büyük zarar, onu Allah rızası için affetmendir! O hakaretlerini artırdıkça sen de hoşgörülü edânı artır! Bunu yaparsan halk senin adına onu yermeye, yerden yere vurmaya başlar. Alimler de seni soğukkanlılığın ve hoşgöründen ötürü överler.
Böylece sen onu çok daha fazla mat etmiş olursun, görürsün ki benzi atmıştır, hüznü dışa vurmuştur, içindeki öfkesi ise çok daha beterdir. Böyle yapman, bir söyleyip de ondan bin işitmenden çok daha iyidir! Ayrıca dalaşmakla kendini onun düşmanı olarak göstermiş olursun, o da sana karşı tedbirini alır ve senin aleyhinde verir veriştirir.
Buna karşılık, sen ona karşı hoşgörülü davranmakla, onun senin içinden geçeni bilmesini önlemiş olur, böylece de intikam arzunu tatmin etmiş ve kalbini yatıştırrmş olursun. Fakat sen ona dinine zarar verecek şekilde mukabelede bulunursan, bu sefer de o senden intikam almanın tadını çıkarır! Günah işleyerek kazanılana değil, “en güzel hoşgörüyle muameIe edilerek” (Hicr, 15/85) kazanılan zafere zafer denir!
Bu durumsa ancak onun üzerindeki hâkimiyetini bir günaha karşılık verilen bir ceza, manevî makamını yükseltecek bir imkân veya bir imtihan olarak görende görülür. Böylece o rakibini değil (ilâhî) kudreti görür.(s.384)
——————————————————————
Sevdiğin Kişiye Nasıl Davranmalısın?
Bir sevgili veya dost edinmek isteyen bilsin ki bunlar iki türlüdür: Kadınsa, sen onda fizik güzelliği ararsın, erkekse ruh güzelliği. Bir kadının dış güzelliği senin hoşuna giderse, gönlünü ona iyice kaptırmadan önce bir süre onun ahlâkî güzelliklerini araştır! Eğer onu umduğun gibi bulursan -ki asıl gözetmen gereken dinen sana yapılan şu tavsiyedir: Dindar olanını tercih edin!-, ver ona gönlünü ve çoluk çocuk sahibi olmak için evlen onunla. Ancak ona olan aşırı sevgini açık etme, çünkü insanın sevdiğini ona olan aşırı tutkusunu söylemesi hatadır.
Bu durum -o da seni sevse bile- onu sınır tanımaz hale getirir, sana karşı huysuzluk, eziyet, terk etme, küçük görme ve aşırı masraf yaptırma gibi davranışlar sergiler. Şaşırtıcı bir diğer nokta da, sen sadece şimdiki durumu dikkate alarak bir tavır takınabilir ve aramzda mükemmel bir aşk olduğunu sanabilirsin, fakat bu durum devam edip gitmeyebilir, sen onun boyunduruğu altına girebilirsin, bir daha da yakanı kurtaramazsın ve kurtulman hayli zor olabilir. Hatta senin sırlarını bildiği için seni tam anlamıyla pençesine de alabilir veya servetinin çoğunu eline geçirebilir.(s.390)
——————————————————————
..Ben bu davranış üzerinde kafa yordum. Kişilerin imanlarının sağlam olmasına rağmen davranışlarının gevşek oluşunun üç sebepten ileri geldiğini gördüm: Birincisi, anlık ve geçici hevesin peşine takılma; bu takılış, kişiyi işleyeceği hata konusunda gaflete düşürüyor.
İkincisi, daha sonra tövbe edip bırakma ümidi. Oysa günahın işlendiği anda akıl yerindeyse, kişiyi tövbeyi geciktirmenin tehlikeleri konusunda uyarır, çünkü ecel tövbeye fırsat vermeden kapıyı çalabilir. Bütün bunların en şaşırtıcı olanı da, insanın çok kısa bir zaman içinde ruhunun elinden alınabileceğini bildiği halde, hiç de bunun gereğine göre azimle hareket etmemesidir.
Gerçi insanın heves ve arzuları kişiye ömrünü uzayıp gidecek de hiç bitmeyecekmiş gibi gösteriyor! Halbuki Peygamberimiz aleyhisselâm bakın ne buyuruyor: “Kıldığın her namazı hayata veda ettiğin son namazınmış gibi kıl! ” (İbn Mâce ve Müsned). İhmal hastalığına karşı en iyi ilaç işte bu ilaçtır, zira bir sonraki namaza kadar yaşayacağından emin olmayan kişi, gayretle ve azimle faaliyet görecektir.
Üçüncüsü de, Allah’ın kendisini affedip bağışlayacağı umuduna kapılmaktır. Öyle ya günahkârların hep “Rabbim acır ve bağışlar! ” dediklerini görürsünüz, oysa onlar Allah’ın azabının çok çetin olduğunu da unutuyorlar! Onlar O’nun merhametinin aşırıya kaçan bir duyarlılık olmadığını bilmiyorlar mı? Eğer olsaydı, hiçbir kuş kesilmez, hiçbir çocuk da acı çekmezdi! O’nun azabından kurtulma konusunda hiç kimsenin garantisinin olmadığını, şu kadar değerde bir mal çalan hırsızın elinin kesilmesini emredenin o olduğunu bilmiyorlar mı? Yüce Allah’tan hakkımızda hayırlı olan işleri azimli ve kârarlı bir şekilde yapma gücünü bize ilham etmesini niyaz ederiz.(s.396)
——————————————————————
Bilesin ki Allah’ a götüren yol, ayaklarla kat edilmez, sadece gönüllerle kat edilir. Dikkat et, gelgeç arzular,anlık şehvetler, pusu kurup yol kesen eşkıyaya benzer, gidilecek o yolsa kapkaranlık bir gece gibidir. Allah’ın lütfuyla aydınlanmış kimselerin gözleri ise, atların gözleri gibidir, çünkü onlar gece karanlığında gün ışığındaki gibi görürler.
Hakk’ı arzulamadaki samimiyet bir feneri andırır; o fener her nerede olursa olsun doğru yolu gösterir ve aydınlatır. Bu yolda sadece samimi olmayanlar tökezleyip düşerler. Bununla beraber istenmeyen kimselerden o ihlas (o samimiyet, o sıdk) alınır… Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.(s.401)
——————————————————————
İnsanların en kusurlusu, herhangi bir durumda, özellikle de öfkeyle yapılan işlerde, temkinsiz ve istişaresiz harekete geçen kimsedir. Çünkü bu acelecilik ve kendisinin bu ahmaklığı, onu tam bir zarara sürükleyebilir veya içinde derin pişmanlık yaraları açabilir. Gerçekten de öfkelerine kapılıp cinayet işleyecek kadar işi ileriye götüren nice insan vardır! Halbuki öfkeleri geçtikten sonra onlar kendilerini ömür boyu üzüntünün, ağlamaların ve vicdan azabının pençesinde hissedeceklerdir.
Çoğu durumda, cani öldürür ve hem bu dünyasını, hem de öbür dünyasını kaybeder. Zevkinin peşine takılan kimse için de aynı durum söz konusudur. Kendisinde bir arzu uyanan ve sonuçlarını hiç düşünmeden onu tatmine koşan kimsenin hali de böyledir. Hayatının geri kalan kısmında hep Vicdan azabıyla kıvranacak, ölümünden sonra sürekli ayıplanacak ve elbette cehennem azabından da kurtulamayacaktır. Bütün bunlar şimşek çakışı gibi bir anda gelip geçen zevk yüzünden insanın başına gelir.
Allah aşkına, Allah aşkına, her hal ve şartta, bilhassa da kavgalara yol açan ve boşanmalara sebep olan öfkeler söz konusu olduğunda, temkinli ve tedbirli olun, işin nereye varacağını iyice hesap edin!(s.421)
——————————————————————
Bir adam bana hanımına karşı duyduğu kızgınlıktan dem vurdu, ardından da şöyle dedi: “Birçok sebepten ötürü kendisinden ayrılamam. Her şeyden önce ona karşı olan sayısız borcum. Ben sabırsız bir adamım. Kendisinden yakınmadan edemiyor, bir türlü de dilimi tutamıyorum Sarf ettiğim sözler de ona olan öfkemi dışa vuruyor.”
Kendisine şöyle dedim: Senin bu tutumun sana yarar sağlamaz. Sen evlere kapılarından girmeye bakmalısın! Kendi kendinle baş başa kalıp düşünmeli ve böyle bir sıkıntıya günahların yüzünden maruz kaldığını anlamalısın! O yüzden hemen tövbe ve istiğfar etmelisin! Ona karşı olan hıncına ve haksızlığına gelince, Hasan ibn Haccâc’ın dediği gibi bunların sana hiçbir faydası olmaz: “Allah ’tan size bir ceza geldiğinde, ona kılıç çekerek karşılık vermeyin, tam aksine onu tövbe ederek karşılayın!”Bil ki sen sınanmaktasın, sabır göstermekle mükâfatını alacaksın! Hem zaten: “İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir! ” (Bakara, 2/216).
Allah’ın sana kader olarak çizdiği konularda sabrederek Rabbine yönel ve sıkıntından kurtulmayı O’ndan iste! Böylece sen Allah’tan af dilemekle, günahlarından tövbe etmekle, Allah’ın kaza ve kaderine karşı sabretmekle ve kurtuluşu da Rabbinden niyaz etmekle hem bir tür ibadet etmiş olur, hem de yaptığın bu her bir davranış için ayrı ayn sevap kazanırsın! Vaktini yararsız şeylerle israf etme! Kaderin akışını değiştirebileceğini sanarak çareler aramaya kalkma! “Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O’ndan başkası gideremez!” (En’âm, 6/17).(s.442)
——————————————————————
321 Hakiki Erler
Birinin sürekli Kur’ân okuması, namaz kılıp oruç tutması, zekât ve sadaka vermesi, inzivaya çekilmesi, sakın seni aldatmasın! Çünkü gerçek anlamda er kişi şu iki hususa özen gösterendir: Dinin hudutlarına riayet etmek ve yapıp ettiklerinde samimi (ihlaslı) olmak.
Kimsenin görmediğini sandığı yerlerde Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyen ve zevkini tatmin için haramlara yönelen nice softalar görmüşüzdür! Dindarlığıyla tanınmış, fakat bütün edip eylediklerini Allah için değil de, başkalarına yaranmak için yapan nicelerini tanımışızdır! Bu yanhş tutumlar halk arasında duruma göre azalır ve artar.
Kelimenin gerçek anlamıyla er kişi, Allah tarafından konulan sınırları asla aşmayan kişidir. Ayrıca niyet ve davranışlarında yüzde yüz samimi olandır. Onun sözleri de eylemleri de sırf Allah içindir, asla şunun bunun hatırı veya insanların hayranlığını kazanmak için değildir!
Öte yandan da, dindar adam denilsin diye sofu görünen, takvâlı kişi desinler diye hiç konuşmayıp susan, Zâhid olarak bilinsin diye dünyadan el etek çeker görünen niceleri vardır!
Halbuki samimiyetin (ihlâsın) en ayırıcı özelliği, kişinin özel hayatında da kamu hayatında da aynı olmasıdır. Dahası, gerçekten ihlâslı olan kimse, Zâhid olarak görünüp bilinmeyeyim diye halk arasında gülümsemek ve neşeli olmak için gayret gösterir.(s.472)
——————————————————————
Huzur içinde yaşamak istiyorsan, bütün kıskançlardan uzaklaş, çünkü sendeki nimetleri hep kıskanacak ve eninde sonunda sana belki de nazarları değecektir. Kıskanç biriyle görüşmek zorundaysan, ona sırlarını açma ve kendisine bir şey danışma! Dalkavuklukları, dindarlık ve ibadetleri de seni kandırmasın, çünkü kıskançlık, dine baskın gelir. Biliyorsun ki kıskançlık Kabil’e cinayet işlettirdi, Hz. Yusuf’ u da kardeşleri yok pahasına sattılar! Akıllı bir din adamı olan rahip Ebu Amir ve saygın bir reis olan Abdullah ibn Übey, sırf kıskançlıkları yüzünden, Peygamberimiz aleyhisselâma karşı çıktılar ve doğru yoldan sapıp münafık oldular.
Seni kıskanan kişiye, onun içinde bulunduğu durumdan daha fazla ceza temennisinde de bulunma, çünkü o zaten büyük bir ızdırap içinde kıvranmakta, onu sadece senin sahip olduğun nimetlerin ortadan kalkması rahatlatabilir! Senin üzerindeki nimetlerin arttığı her seferinde onun da ıstırabı bir o kadar artar. Hayatı tam bir zindandır onun! Cennetliklerin cennetteki mutlulukları da ancak kalplerinden haset ve kin çıkarılıp atıldıktan sonra gerçekleşir. Yoksa birbirlerine haset eder dururlar ve hayatları çekilmez olurdu.(s.505)
——————————————————————
Bir şeye ihtiyacın olduğunda O’ndan iste! Verirse, ne âlâ; vermezse de, sen O’nun vermeyişinden hoşnut ol! Bil ki vermemesi cimrilikten değil, ya senin iyiliğin, ya da senin tepkini görmek içindir! Sen O’na yakarmaya, istemeye devam et! Çünkü bu da bir tür ibadettir. Sen bunda ısrar edersen, O seni sevgisiyle kuşatacak ve senin O’na olan bağlılığını ve tevekkülünü (güvenini) güçlendirecektir. O’nun sana olan bu sevgisi de, sana hedefıni gösterecek ve seni O’nun sevgisine layık hale getirecektir.
Sen de o zaman Allah’ı hakkıyla bilip tanıyan ve O’na bütün kalbiyle iman edenlerin hayatı gibi bir hayat sürersin. Zaten öyle olmayan hayatta hayır yoktur. Maalesef insanların çoğu sersemce, ne yaptığını bilmez şekilde yaşayıp gidiyor: Sadece sebepleri görüyor ve bütün kalpleriyle o sebeplere sarılıyorlar; sınır tanımaz, çok aşırı bir hırsla rızıklarını kazanmak için çırpınıyorlar; (Allah’a güvenecekleri yerde) bütün umutlarını insanlara bağlıyorlar; umutları boşa çıkınca da Allah’a isyan ediyorlar.
Kaderse, onların isyan ve itirazlarını hiç kâle almadan sarsılmaz ve şaşmaz bir şekilde yoluna devam ediyor ve insanoğlunun başına ne yazılmışsa o geliyor. Ne var ki onlar böyle davranmakla Hakk’a yakın olmaktan, O’nun muhabbetinden ve Allah’a karşı edepli davranma hasletinden mahrum kalıyorlar. Böylesi bir hayatsa, hayvanlara yaraşır bir hayattır!(s.507)
——————————————————————