Bir Seküler Din Olarak Kemalizmin İnşası
Türkiye’de bir seküler din inşa etmek
Füsun Üstel, bütün rejimler ve ideolojiler gibi Kemalizmin de zora ve ikna/ rızaya dayanan ikili bir yapısı olduğunu, ama Kemalizm özelinde zora dayanan boyutun fazlasıyla öne çıkarılıp, diğerinin çokça ihmal edildiğini belirtirken haklıdır.[1] Eskiden bu vazifeyi ifa eden İslâm’ın giderek denklemden çıkmaya başladığı noktada, Kemalizmin bir seküler milliyetçilik kurgusu vasıtasıyla siyaseti kutsallaştırması, bu rıza boyutunun tamamım değilse de dikkate alınması gereken bir parçasını sunması bakımından önem arz eder. İdeoloji, halka, geleneksel dinin veya geleneksel kutsallık formlarının içerisinden konuşmasa bile, giderek artan oranda onların yöntemleriyle konuşur. Geleneksel dinin kavramlarından Kemalist kutsallara doğru hızlı bir “kutsiyet nakli” yaşanacak ve nihayetinde Kemalizm bir seküler din olarak ayakları üzerinde duracaktır.
Elbette bu durumu hızlandıran bir husus, Kemalist entelektüellerin, yaşadıkları dönemin totaliter rejimlerinin seküler dinler haline geldiklerinin farkında olmalarıdır. Öncelikle, toplumun tanrılaşması veya devrimin bir din olarak ele alınması, onların yabancısı olduğu fikirler değildir. Durkhe- im’ın meşhur kitabı, Dinî Hayatın İptidai Şekilleri ismiyle iki cilt olarak daha 1923 yılında yayımlanmıştır.[2] Çağdaş rejimler bağlamındaysa sözgelimi Falih Rıfkı Faşist İtalya’nın “vatan dini”ni ifade edişine hayrandır.[3] Rusya ziyaretinde “yeni dinin esaslan” olarak üç şey sayar: “Elektrikleştirmek, makineleştirmek ve ameleleştirmek.”[4] Yakup Kadri imrenerek, faşist ve Bolşevik rejimlerin halka nasıl “iman” verdiklerinden bahseder ve bu rejimlerde yığınların “yeni bir dinin vecdi içinde kamaşmış kalmış” gibi olduklarını yazar. O ülkelerde “çalışma bir ibadet halini almıştır.”[5] Nusret Köymen 1936’da Ülkü dergisinde “faşizmin ve rasizmin halkı peşinden sürükleyen bir din” haline gelişinden bahseder.[6] Yine mesela Gustave Le Bon’un siyasetin kutsallaşması ve seküler dinlerden (kitaptaki tabiriyle “siyasi şekilde sırri âkideler” veya “dini şekilde bazı siyasi mefkureler”) bahsettiği ve özellikle bunları devrimlerle ilişkilendirdiği kitabı, yayımlandıktan bir yıl sonra Türkçeye çevrilmiştir.[7] Hamdullah Suphi, parti grubunda 1930 yılında şöyle konuşur:
Kızıl ihtilal hakiki manasile yeni bir din getirmiştir. Bunun mukaddes kitabı var, peygamberi var, havarisi, azizleri ve büyük bir taassupla dinin çizdiği yolları takip eden müritleri, müminleri var.(8)
Yine Hamdullah Suphi bu söylevinden birkaç ay önce, Türk Ocakları merkez binasının açılışında, bütün devlet erkânının huzurunda benzer görüşleri sarf etmiş, kızıl ihtilalin din oluşunu anlatmış, sonrasında faşizmi de bir tarikat olarak niteleyip, onlarla kendi hareketlerinin benzerliğinden dem vurmuştur.[9] Kısacası Cumhuriyet eliti, dönemin totaliter rejimlerindeki dinî vasfı doğru bir şekilde teşhis etmiş bulunmaktadır. Bu bilginin de etkisiyle olsa gerek, rejim totaliter olma arzusunu tıpkı Batılı örneklerde olduğu gibi, kutsallaştırılan bir ideoloji etrafında kurgular; ki bu kurguda başvuracağı yöntemler de, döneminin totaliter rejimleriyle benzerlikler taşır,
Aynca bu sektiler din kurgusu, imanlarını yitirmiş, kentli elit tabakanın hissettiği manevi boşluğu da tatmine hizmet edecektir. Manevi boşluk hissine ve bunun tatmini ihtiyacına bir örnek, Sertellerin çıkardığı 1 Ocak 1927 tarihli Sevimli Ay dergisinin başyazısıdır. Orada “yeni bir din ve yeni bir peygambere ihtiyacımız var mı?” sorusuna cevap aranır. Yazara göre “Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar böyle bir ihtiyaç içerisindedir ve modem hayat yayıldıkça, Anadolu da bu ihtiyacı hissedecektir. Halkın yeni bir dine ihtiyacı vardır.” “İnsanlar tutunacak sağlam bir kaya ve takip edecek bir lider aramaktadırlar. ”[10]
İşte halkın ihtiyacı olduğu düşünülen yeni din, dönemin siyasal din tecrübeleriyle uyum içerisinde, Kemalizm kavramı etrafında şekillendirilmeye çalışılır. Kemalizm hiç şüphesiz sadece bu değildir, ama böylesi bir yön de, kavramın ortaya çıkışının en başından itibaren, bazı etkin simalarca tutarlı bir biçimde ona eklemlenmekten geri durmaz. Kemalizm kelime olarak Kemalist ideolojiden önce vardıysa da kavramın bir siyasi yönelim ifadesi olarak tekrar tanımlanması için 1929 yılında Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) Milliyet gazetesinin bir anketine kendi köşesinden verdiği cevapla başlamak isabetli olacaktır. Gazetenin sorusu basittir: “Gazi’nin en büyük eseri hangisidir?” Yakup Kadri de soruya benzer basitlikle cevap verir: “Kemalizm”. Yakup Kadri’nin yazısındaki Kemalizm tanımı ve kavramdan beklentisi konumuz itibariyle önemlidir:
Rusya’da Marksizm ve Komünizm’den başka bir de Leninizm mezhebi vardır. Gündelik politika haricinde yaşayanların -yani asıl milletin, halkın- inandığı inkılâp prensibi budur… Günün birinde belki komünizm geçirmekte olduğu birçok istihalenin neticesinde büsbütün başka bir şekle girecektir. Fakat bunun babası, banisi olan adam’ın mezarı büyük inkılâp prensiplerinin yegâne kaynağı ve büyük inkılâpçıların yegâne ziyaretgâhı olarak kalacaktır. Fransa’da her imparatorcu Bonapartisttir fakat her Bonapartist imparatorcu değildir ve Napolyon ancak bu böyle olduğu içindir ki insaniyet tarihinin göbeğinde yarım ilahlar ile bütün ilahlar arasında yatıyor. Gaziyi bekleyen ebediyet böyle bir ebediyettir. O bizim malımız olduğu kadar insaniyetin de malıdır. Tarih-i umumide Türkiye faslından hariç, ayrı ve başlı başına bir Mustafa Kemal faslı açıldığını şimdiden görüyoruz.
Onun içindir ki bizim de umumi hayatımızda başlı başına, her umdeden,her siyasi mezhepten ayrı bir Kemalizm faslının açılması ve bunun insani ve vicdani bir iman haline girmesi lüzumu pek tabiidir.[11]
Aytaç Yıldız’ın da belirttiği üzere yazıdaki mezhep ve benzeri kullanımların sözlük anlamından ziyade teolojik içerikleriyle beraber kullanıldığı aşikârdır. Çünkü Yakup Kadri, “Kemalizm mezhebi için özel bir ‘mabet’ ve bir ‘kitap’ da önermektedir ki, tarihsel bağlamı içerisinde düşünüldüğünde yazarın referansının dinî bir içeriğe tekabül ettiği”[12] anlaşılmaktadır.
Yakup Kadri’nin yazısını okuyanlar da, farklı bir kanaate sahip olmazlar. Sözgelimi “Kemalizm” yazısını okuyan Rıza Nur’un tespitleri, daha en başından itibaren Kemalizmin nasıl dinî bir muhteva ile beraber anlaşıldığını göstermesi açısından manidardır:
28 Haziran 1929 Milliyet’te matbuat tüfekçilerinden Yakup Kadri, Gazi’sini methediyor. Kemalizm diye bir kelime icad etmiş. Yani Gazi’sinin işleri mühim bir felsefe ve meslekî, edebî, İlmî ve fennîdir. Kemalizm mezhebi diyor. Adeta bir din. Dünyada bu kadar edepsizce ve çirkin dalkavukluk az görülmüştür.[13]
Bir ideoloji anlamında 1929 ortasındaki icadından sonra Kemalizm, 1931 Kurultayı’nda kabul edilen 6 okun 1935 Kurultayı’nda “Kamâlizm prensipleri” olarak tanımlanmasıyla ve 1937’de anayasaya dahil edilmesiyle kemaline ulaşır. Konumuz açısından önemli olan husus ise, Kemalizmin sadece doğuşu sırasında değil sonrasında da devamlı ve tutarlı bir biçimde bir din olarak tasvir edilmiş oluşudur. Birkaç tanesini hatırlatmakta fayda var.
Daha önce Kemalizmden mezhep[14] olarak bahseden Yakup Kadri, bu sefer 1931 tarihli bir yazısında “Kemalizm tarikatı” ifadesini kullanır. Ona göre bu tarikatın, “ateşini en kör gönüllere aşılamak kudretine” sahip olunmalıdır.[15] Falih Rıfkı ise 1933’te Kemalizmin vahiy olduğunu ima eder:
Kemalizm Türk milletini yapmak davasıdır… Biz Türk milleti hakkında Küfrü reddettik… Bu milleti yetiştireceğiz, dedik. Yetiştirmek aşkı, milleti inkar etmek değil, Tasdik etmektir. Türk milletinin Vahiy’e ihtiyacı olmadığını söyliyen Demagog ve Oportünistlerle, Türk milletinin adam olmayacağını söyliyen Beyoğlu ve Babıâli soysuzları arasında büyük bir fark yoktur.[16]
Fakat bunlardan bile önce daha 1931 başında Kubilay hadisesi vesilesiyle Meclis’te söz alan Ahmet Ağaoğlu, inkılâbı (daha Kemalizm kavramıyla karşılanması yaygınlık kazanmamıştır) şöyle anlatacaktır:
Efendiler, Cumhuriyet, inkılâp baştan başa bir dindir, bir imandır. (Ona şüphe yok sesleri). Bu dinin, bu imanın bir kitabı olacakü, bir ibadeti olacaktı, dahileri olacaktı, müminleri olacaktı, Cumhuriyetin faziletlerini, fikirlerini cemaat arasında geceli gündüzlü çalışarak neşrü tamim edecek [yayacak], bu cahil cemaati yürütecek adamlar olacaktı… Cumhuriyet ve lâyıklık imanına karşı her münevver kendi üzerine terettüp eden vazifeyi ifa ederse Mazhar Müfit Beye derim ki o gencin, o yüksek adamın kam hedere gitmemiştir.[17]
Ahmet Ağaoğlu’nun nutkunda söylediklerinden daha ilginç olanı, Meclis’te bunun sanki dünyanın en sıradan bilgisiymiş gibi, “Ona şüphe yok sesleri” ile karşılanışıdır. 1931 yılında Şevket Süreyya’nın Türk Ocakları umumi merkezinde verdiği konferansta da (1932’de kitaplaşır) ülke için çalışmanın dinselleştiği görülür:
Türk İnkılâbı, Türkiyenin bu yeni şartlara ve zaruretlere göre yeniden yapılış ve kurtuluşdur… Kendisine “iş”in, yani yeniden bir memleket kurmanın heyecanı bir din gibi verilecek olan bir milletin yaratıcılık kabiliyetinin sonu gelir mi?[18]
Yine Kemalizmin bir seküler din halini alışma meşhur bir örnek, 1936 yılında 1935 tarihli parti programını açıklamak için kaleme alman ve I., IV., V. ve VI. dönem Edime milletvekilliği yapmış Şeref Aykut’un (Mehmet Şera- fettin Aykut) imzasını taşıyan kitaptır: Kamâlizm. Atatürk’ün sağlığında yayımlanmış ve hususen Kemalizmi anlatmak iddiasında olan iki kitaptan biri (diğeri Tekin Alp’in aynı tarihli kitabı) olan kitap, baştan sona dinsellik atıflarıyla doludur. Daha Ûnsöz’de Aykut: “Kamâlizm… yalnız yaşamak dinini aşılıyan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir” der.[19] İlerleyen sayfalarda, “Kamâlizm, bir dindir ki onun en büyük ve ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır” diye yazar.[20] Yine başka bir yerde Kamâlizm “ulusu amacına yönleten bir din”dir.[21] Kamâlizm dininden bahsettiği bir başka sayfada ise, konuyu Türk tarihine getirerek şöyle yazar:
Biz, Kamâlizmin inanlı tapkanları şunu çok iyi anlamak kadar inanmak gerekliğini gönlümüzde taşımalıyız ki Türk tarihini Atatürke gelinciye kadar kimse içinden eleyerek onun büyük ulusa yüksek bir terbiye kaynağı olduğunu anlayamamıştır…
İşte bu tarihtir ki bugün kudsal bir kitap gibi önümüzde açılarak yüce partimizin koruyucusu Atatürkün parti prensiplerini kavrayan şimdi çözeleme- ğe çalıştığım musafinı yapıyor.[22]
Şeref Aykut’un, Türk tarihini bir kutsal kitap, parti programını mushaf, Kemalizmi bir din, Kemalist kadroyu da o dinin müminleri olarak gördüğü çok açıktır ve Yakup Kadri’nin açtığı, Ahmet Ağaoğlu ve Falih Rıfkı’nın ilerlediği yolu mantıki sonuçlarına kadar ilerletmiştir. Hatırlatmak gerekirse dördü de bu satırları yazar, bu söylevleri verirken milletvekilidirler. Serbest Fırka hadisesi dolayısıyla kenara çekilecek Ahmet Ağaoğlu hariç, diğer üçü sonrasında da milletvekili seçileceklerdir. Benzer şekilde Recep Pe- ker’in ricası üzerine 1936’da kitabını kaleme alan Tekin Alp de Kemalizmi dinî bir içerikte değerlendirmektedir. Ona göre Kemalizm bir tek Tanrı’ya tapardı: Millet.[23]
Kemalizmi, 1930’ların ilk yansından sonra artık din ikamesi bir inanç olarak betimlemek sıradan bir hal almaya başlar. İlerleyen bölümlerde verilecek çok sayıda örneğin yanı sıra, bu anlayışın açık ifadelerinden birini Atatürk’ün emri ile kurulan ve Hatay’ın Türkiye’ye katılması mücadelesinde öncü rol üstlenen Hatay Erginlik Cemiyetinin kabul ettiği Hatay milli marşı- nın ikinci kıtasında buluruz.
Mezhebimiz Kamâlist, biz asrî Hatalarız
“Tarihten önce vardık tarihten sonra varız”
Sünni, Şii yerine Kamâlizme taparız
“Tarihten önce vardık tarihten sonra varız.”[24]
Burada dikkat edilmesi gereken sadece, Türklüğün kutsiyetinin Mustafa Kemal’i ve Kemalizmi (veya Kamâlizmi)[25] büyülemesi değil, Yakup Kad-ri’nin ilk kullanımından itibaren Kemalizmin bir mezhep olarak algılanmasındaki tutarlılıktır. Dönem boyunca Kemalizm bir inanç olduğu oranda, devrimler mevcudiyetlerini de o inancın mütemmim cüzü olmalarıyla meşrulaştırırlar. Mesela VI, VII, VIII. dönemler milletvekilliği de yapacak Mehmet Emin Erişirgil, 1938’de, “Türk milleti bir nevi inançtan, diğer nevi inanca… geçtiği içindir ki, hukuk sisteminde değişiklik olmuştur” diye yazar.[26] Üzerinde durduğumuz dönemin üç totaliter rejiminde de incelemelerde bulunmuş Hilmi Malik 1933’te, inkılâbı “bizim içtimai, iktisadi ve bilgi dinimizdir” diye tarif ederken, onu anlayan gençliği, yani bu elit yeni insanı da “mürşit” olarak tanımlar.[27] Bursa Halkevi dergisi Uludağ’da ise arzu edilen daha net biçimde ifade edilir: “Yüce Cumhuriyete Ulu Tanrı diye tap; / Al- tıok’u kendine gökten inme Kur’an yap!…”[28]
Yeni insan ve inkılâp mistiği
Her seküler din gibi Kemalizm de “yeni insan’ını (“yeni Türk”ü)[29] yaratmak ister. Kemalizmde milliyetçiliği ele alacağımız bölümde “Yeni Türk”ün yaratılmasını detaylandıracağımız için, burada sadece onun yaratım sürecinde rejimin en büyük yardımcısına (eğitim) değinecek ve “yeni Türk’ün elit bir versiyonu olan inkılâp mistiğinden söz edeceğiz.
Yeni insanın yaratımı, her seküler dinde olduğu gibi öncelikle eğitimin ilgi alanına girer. Halk, eğitimin verildiği halkevinde ama özellikle de yeni nesil yetiştirildiği okulda mezkûr kutsalı içselleştirecek ve disipline edilecektir. Okulun yeni insan”ı yaratmada araçsallaştırılması elbette yeni bir fikir değildir. Daha II. Meşrutiyet döneminde eğitimin dönüştürücü, yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratıcı yönüne olan inanç, sadece devlet kademelerinde değil, tüm bir entelijansiya arasında da paylaşılmaktadır.[30] Cumhuriyetin bu ortak kanaate katkısı, onu seküler bir iman içeriğiyle de donatmasıdır.
Cumhuriyet döneminde eğitimin ilk muhatabı, elbette geleceği şekillendirecek çocuklar, öğrencilerdir. Falih Rıfkı’nın 1930’ların başlarında çıktığı Rusya seyahatlerinden devşirdiği öneriler, eğitim sisteminin alması istenen formu gösterir. Onun Rusya’dan görüp önerdiği sisteme göre, ‘… doğan ve yetişen bütün çocukların öz babalığı, inkılâba geçer: Hiç kimse ve hiçbir müessese elindeki türk çocuğunun terbiyesinde serbest değildir. [31] Bu anlayış, kısa süre içerisinde devrimci Türkiye’de de yerleşir. Reşit Galip 23 Nisan 1933’te yaptığı ve ilk kez öğrenci andını (Ülkü de bu ant, cümhuriyet amentüsü” olarak adlandırılır)[32] okuduğu meşhur söylevinde çocuklara bunu şöyle ifade eder: “Bilirsiniz, daha iyi bilirsiniz ki her Türk çocuğu anasının, babasının olduğu kadar milletindir, budunundur.”[33]
Kısacası, Fransız Devrimi ile başlayan bir anlayış, çocuğun öncelikle devlete ait olduğu anlayışı, Türkiye’de de yerleşmektedir.[34] Bu anlayış çerçevesinde, Onuncu Yıl Marşı’nda denildiği gibi “On yılda on beş milyon genç yaratılmıştır.” Böylesi totaliter bir eğitim felsefesi,[35] 1930’lar boyunca Kemalist seküler dinin halka temel aktarım vasıtası olacaktır. Bu bağlamda Şevket Süreyya, “inkılâbımızın selâmetini yarın kendilerine emanet edeceğimiz inkılâp nesli”ne, “inkılâp heyecanının… yeni bir din gibi mukaddes”leştirilerek verilmesini önerirken,[36] 31 Mayıs 1933 tarihli üniversite kanununda belirtildiği üzere, üniversiteden beklenen de “Türk inkılabının ideolojisini yapacak, inkılap ile aşk ve iman kürsüsü olacak” bir yer olmasıdır.[37] Yaygın halk eğitiminde de durum farklı değildir. Halkevleri Teşkiylat, İdare ve Mesai Ta- limatnamesi’nde Halkevlerinin açılış amacı hakkında şöyle yazar: “… cumhuriyet ve inkılap esaslarını bütün ruhlara ve fikirlere hâkim mukaddes iman şartları halinde perçinlemek”.[38] İstanbul Halk Fırkası Reisi Cevdet Kerim de, İstanbul Halkevi’nin açılışı vesilesiyle verdiği nutukta, aynı sözleri tekrar eder ve arzu edilenin geleneksel dinin yerine yeni bir imanı koymak olduğunu söyler:
… tarihe geçmiş müesseselerin cemiyet bünyesinin en derin tabakalarına kadar işlemiş köklerini sökmek ve inkılâp esaslarını bütün ruhlara ve fikirlere hâkim, mukaddes iman şartları halinde perçinlemek vazife ve mecburiyeti karşısındayız.[39]
Burada bahsedilen “mukaddes iman şartlan”, Kemalist seküler dinin esastandır. Nedir bunlar ve nihayetinde bunlara inanılmasıyla arzu edilen yeni insan nasıl biridir? Şeref Aykut’un Kamâlizm’inde, parti programının gençlikle ilgili kısmını yorumlayışına bakarak, uzunca bir alıntıyla, “yeni Türk”ten gerçekte istenenin ne olduğunu anlamaya çalışalım:
Öyle bir gençlik yetiştirilecektir ki; en kudsal ve onursal olarak ancak bayrağını, vatanını, devletini tanısın. Bunları kendi varlığının üstünde tutarak gözünü kırpmadan kendi varlığını bu uğurda verebilsin…
Vatanını, devletini, ulusunu canından üstün tutturacak otan bilgi, baş ışık- lığı değildir… Hayır, ölümle karşılaştığı dakikada yılmayan, sönmeyen, atılan ve kurtaran kudsal ateşi, kültür derinliğini, ruh ve vicdan eğitimini onda derinleştirmek, yükseltmek gerektir…
Gençlikte yaşıyacak otan her şeyden ve hatta en yüksek uzmanlığa kadar varan bilgiden, bilginlikten önce yalnız, yalnız ülkü ve kültürdür, işte bize böyle bir gençlik gerektir. Bu da bir tek şeydir.
Gençlik ruhunun ihtiyacını yerine getirmek.
Onun inanını doldurmak, vicdanını doldurmak ister.
Bu sebepledir ki, onu Kamâlizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunç- lu ve coşkun tapkanı yapmak, onu bu kudsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister., tâ ki, Kamâlizm dinine inanı artsın. İşte disiplin altındaki gençlik böyle olacaktır. Parti bunu amaçlamış, hazırlamıştır.[40]
Görüldüğü üzere rejime öncelikle bilgi sahibi değil, canını gözünü kırpmadan vatanı, devleti, ulusu uğruna verebilecek olan, ulusal ve kurtarıcı Kamâlizm dinine iman etmiş bulunan gençler lazımdır. Bu eğitimin neticesinde ulaşılmak istenen ideal sonuç, Kemalist idealleri içselleştirmiş bir elit “yeni insan”dır. Bu yeni eltin, yeni müminin, eski mümin ile karşıtlığını Ülkü’de Behçet Kemal şöyle ifade eder:
Varsın eski imanların efsanevî havarileri anadan doğma bir iki körün gözünü açmakla övünedursunlar; bu yeni imanın: bizim imanımız Kemalizm’in genç piyoniyeleri, anadan doğma kör demek olan cahil kafa ve ruhların gözlerini dersleri ve kurslarıyla açarak… onları eşsiz ve ebedi hayatin eşiğine getirmişlerdir.[41]
Bu yeni elitin, kendini yeni dinin havarileri, hatta bir nevi ilahlar olarak görmeleri beklenir. Çünkü vazifeleri ilahlara yakışır tarzda, “millet yapmak”, “vatan yapmak”tır. Behçet Kemal’in Ülkû’de yayımlanan bir şiirinde geçtiği haliyle: “Yeniden millet yapmak, vatan yapmak emeli, / Aşlantm Allahlıktır bize cümhuriyetten..”[42]
Fakat her din gibi, yeni imanın da samimi mümini ile beraber münafığı da oluşmaya başlar. O dönem yazınında, buradaki tasnifle samimi mümine, “inkılâp mistiği” tanımı kullanılır. Nedir “inkılâp mistiği”?
Bu sorunun cevabını vermek için, kavramın içinde şekillendiği bağlama dair kısa bir bilgi vermek lazım gelir. Serbest Fırka günlerinde, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan halkın rahatsızlığının ortaya çıkması üzerine yapılan bir toplantıdan bahsederken, Hamdullah Suphi şöyle demiştir:
Paşam merak etmez misiniz, bu akşam siz Dolmabahçe’de misafirken kurduğunuz inkilâpçı, lâik Cumhuriyet Partisinin tam karşınızda Beylerbeyindeki mümessili kimdir? O bir şeyhin oğlu bir şeyhtir. Tire, Aydın, Samsun, Afyon- karahisar gibi 22 merkezde meslekleri ve kanaatleri itibarile fırkamızın ortaya attığı prensiplere samimiyetle dost olmaları imkânsız (21) mutemedin ismini saydım. İşte sizin partiniz budur dedim. Binlerce evlâdınız var, size canla, başla sarılmışlardır. Davanızın hakiki müminleridir. Yaktığınız ateşte bir yangın, bir cehennem değil, yolu aydınlatan, sabahı müjdeleyen bir ışık görmüşlerdir. Onlar fırkamızın içinde barınamıyorlar.[43]
Gerçekten de 1930’ların ilk birkaç yılı içerisinde, eskinin muteber adamlarının, kendilerini yeni rejimin şartlarına göre ayarlayıp, konumlarını muhafaza ettikleri duygusu yaygındır. Bunu, sonraki bölümlerde görüleceği üzere, rejimin manevi dinamolarının boş olduğu endişesi ile beraber düşünmek lazım gelir. Kemalizmin icadı ve bunun halka aşılanması çabası ile cevap bulacak bu endişeler, yönetimde samimi olarak davaya inanmış insan arayışı ve böyle bir insanı yetiştirme tutkusunu da hasıl edecektir. Bu yeni tip, Kemalist dinin samimi müminidir.
Bu tipin tam zıt karakteri, bir münafık portresi çizen, devrimin oportünistidir. Falih Rıfkı’nın 1932 tarihli Roman’ında, iki Cumhuriyet tipi karşı karşıya getirilir. Birisi, eskinin yobazı, şimdinin demokrasi ve millet kelimelerini ağzından düşürmeyen kazananı, “31 Mart Hakkı”dır. Kafasından sarık çıkmış, şapka gelmiştir; dilinden Gazi, millet ve demokrasi düşmez. Falih Rıf- kı’nın anlatımıyla, onun 31 Mart’ta Volkan’da yazdıklarından birini alıp, “şeriat kelimelerini demokrasi, Allah kelimelerini millet ile değiştiriniz, bugün yazılmış kadar yeni ve zamana uygundur.”[44] Bu oportünist tipin karşısındaki mistik ise “bilgi ve anlayış arttıkça Allah azalır”, “Peygamber Allah’tan değil, kendinden, insandan haber getiren adamdır… Biz kendimizi yarattık”, “Allah yaratılmış olan bir şeydir. Gazi yaratmış olan bir şeydir: Allahları dahiler yaratmışlardır… Allah’ı, millet kendisinde görmek lazımdır” diye yazan “29 Teşrinievvel Halit” tir. “31 Mart Hakkı”, diğerini artık kâfir diye ekarte edemez belki ama, ona kolayca “Bolşevik” der, Gazi hazretlerini Bolşevikliğine alet ediyor diye onu şikâyet eder.[45]
Kısaca inkılâp mistiği, Hamdullah Suphi’nin “davanızın hakiki müminleri” derken veya Falih Rıfkı’nın yukarıda Gazi’yi Allah’ı yaratan, Allah’ı da milletin kendisi gören Kemalist karakteri (29 Teşrinievvel Halit) anlatırken resmettiği veya bir Halkevi yayınında “inkılap yolunda ermek için” yapılması gerekeni anlatırken[46] hitap ettiği kişidir.
Aslına bakılırsa inkılâp mistiği Kemalist kadronun büyük kısmının, başta Atatürk’ün kendisi olmak üzere, az veya çok içine dahil edilebileceği bir kategoridir. Bu, 1930’lar boyunca devrimcide özellikle aranan bir hususiyettir ve dönem yazınında üzerinde çokça durulur. Türkiye’de de, devrimlere aşkla, imanla bağlı olmak, ondan fayda sağlamak değil ona kendini adamak inkılâp mistiği olmak şeklinde değerlendirilir; gençlik bu ruhu arayacak şekilde işlenir, aydınlardan benzeri bir bağlılık beklenir.
İnkılâp mistiği bir üst başlık olarak alınırsa, her inkılâp mistiğinde de Kemalizmin kutsallarından bir tanesi daha öne çıkar, diğerleri onun gölgesinde kutsallaşır. Bu bağlamda hepsi birer inkılâp mistiği olmakla beraber, mesela Kadroculardan Vedat Nedim Tör veya Şevket Süreyya Aydemir’de (sol geçmişleriyle uyumlu olarak) bilim/ilerleme/teknoloji ön plandadır. Mustafa Kemal, ilerlemeyi sağlayacak, yeryüzü cennetini kuracak figür olarak kutsanır. Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Mustafa Necati, Reşit Galip ve benzeri pek çok önemli isimde ise Türklük öne çıkar. Mustafa Kemal, “en büyük Türk”, “Türklüğün peygamberi” ve benzeri kalıplarla kutsanır. Şairlerde, ediplerde (ki bir kısmı aynı zamanda vekildir) ve mutat zevatta ise temel kutsal genellikle Atatürk’ün kendisidir.
Öyleyse artık Kemalizmin dört temel kutsalının içerik analizine geçebiliriz. Bunlar, Hanioğlu’nun 1930’lar Kemalizminin temellerini oluşturduğu ileri sürdüğü dört unsurdur: “Güçlü bir kişi kültüne ek olarak… bilimcilik, Batıcılık ve Türk milliyetçiliği”.[47] Bu kutsallardan ikisi (bilim ve Batı/medeniyet) büyük oranda oluşmuş halleriyle Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal etmiş kutsallardır ve seküler dinin üzerinde yükseleceği zemini oluştururlar; tıpkı kutsallaşmış bilimin Nazi, faşist veya Bolşevik siyasal dinlerinde ortak bir tema olması gibi. Bunların yanı sıra, her siyasal dine özgün rengini veren bir de asli kutsal vardır. Mesela Nazizmde bunun ırk, faşizmde devlet olduğunu görmüştük. Kemalizmde bu, ırk bağlamında değil de mitolojik bir tarih anlatısı bağlamında tanımlanmaya çalışılan millet ve milliyetçilik olacaktır. Onunla bağlantılı siyasi kavramlar (vatan gibi) Osmanlı’nın son birkaç on yılında kutsallaşmış olmakla birlikte, Türk milliyetçiliğinin vücut bulup kutsallaşması, aslen Osmanlı’nın yıkılışının hemen arifesinde gerçekleşir; Cumhuriyet dönemi boyunca devam eder.
Bu üç rükne ek olarak, Osmanlı’da görülmeyen (Enver Paşa etrafında oluşmaya başlamışsa da kemaline ermeden kalan) seküler lider kültü (oluşması için geleneksel dinin kalıplarına gerek duymayan bir lider kültü) Cumhuriyet döneminde siyasetin kutsallaşmasının en açık takip edilebileceği noktadır. Dönemin üç siyasal dininde ortak bir tema olan kişi kültü, Kemalist örnekte benzersiz bir boyuta taşınacak ve ömrü de diğerlerine nazaran şaşırtıcı biçimde uzun olacaktır. Bu konuya son üç bölümde müstakil olarak eğileceğiz.
Onur Atalay – Türk’e Tapmak,syf.97-109
Dipnotlar:
[1] Füsun Üstel, “Bir Vatandaşlık Projesi Olarak Kemalizm”, Resmi ideoloji ve Kemalizm içinde, der. Alp Altmörs, Akademi Kuram, 2010, s. 47.
2.Emile Durkheim, Dint Hayatın iptidai Şekilleri, Tanin Matbaası, 1923. Bu çeviri sayesinde, dinin toplumun kendisine tapması olduğu veya tarihsel dinin yerini alan seküler dinlerin analizi gibi konumuz açısından son derece önemli hususlar ile alakalı o zamanın en sofistike görüşlerinin, Cumhuriyet ditince bilindiğini varsayabiliriz.
[3] Falih Rıfkı (Atay), Faşist Roma, Kemalist Tiran ve Kaybolmuş Makidonya, Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1930, s. 22; akt. Bora, “Türkiye’de Faşist…”, s. 352. Tek Parti döneminin büyük kısmında milletvekilliği yapan Fazıl Ahmet Aykaç’ın, şiirindeki ifade ile Falih Rıfkı’nın vatan dini hayranlığı arasındaki benzerlik çarpıcıdır: “Başka Tanrı bilme artık, anan olan yurda tap, / Ululuktan duvarlar ör, yücelikten kemer yap.” Aykaç, Hitabeler…, s. 22. Aykaç’ın görüşlerine rejim tarafından itibar ediliyor oluşu, onun sadece sürekli vekil seçilmesinden değil, rejimin Kemalizmin ne olduğunu Paris Üniversitesi bünyesinde kurulan yeni araştırma merkezinde anlatması (iki konferans vermesi) için 1936 yılında onu vazifelendirmesinden de anlaşılabilir: “Au Centre d’ötude turque de l’UniversitĞ de Paris”, Le Petit Journal, 23 Mart 1936, s. 7.
[4] Rıfkı (Atay), Yeni Rusya, s. 39.
[5] Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Ankara, Moskova, Roma”, Kadro, sayı 12, Aralık 1932, s. 33-34.
[6] Nusret Köymen, “Canlı Söz”, Ülkü, sayı 38, Nisan 1936, s. 85.
[7] Kitapta bu konuya özel bir bölüm ayıran Le Bon’a göre “Dini şekilde bazı siyasi mefkûrelerin kudreti zaman zaman din kuvveti kadar büyür…” “Dini şekilde siyasi akideler mensuplarına yeni bir dinin ifaze ettiği kuvveti verir. Tarihte bahusus büyük ihtilâl tarihinde, bunun müeyyit misalleri çoktur,” “Bu gün dinî şekilde en faal siyasî akideler sosyalistlikte ve onun en had şekli olan komünistlikte toplanmıştır.” Güstav Lö Bon, Tarih Felsefesinin İlmi Esaslan, Tefeyyüz Ki- taphanesi, 1932, s. 164-172.
[8] Suphi (Tanrıöver), Dağyolu II, s. 55. Ona göre irtica giden bir dindir, Bolşeviklik gelen bir din. O yüzden daha tehlikelidir. Bkz. a.g.e., s. 56.
[9] A.g.e., s. 97.
[10] Levonian, The Turkish Press…, s, 5-7.
[11] Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Kemalizm”, Milliyet, 28 Haziran 1929; akt. Aytaç Yıldız, “Kemalizm: Türkiye’de Resmi İdeolojinin Kavramsal Tarihi (1919-1939)”, Doğu Batı, sayı 66, Ağustos-Eylül-Ekim 2013, s. 176.
[12] A.g.e., s. 176-177.
[13] Rıza Nur, Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası: 1923-1933, örgün Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 237.
[14] Mezhep ifadesi resmî yayınlarda da geçer. Yine bir Kadrocunun (Vedat Nedim Tör) hazırladığı ve 1936’da basılıp, Dışişleri Bakanlığı’nca dört dilde yayımlanan Fotoğraflarla Türkiye albümünün sunuş yazısında “Kemalizm Türk Cumhuriyetinin ideolojik mezhebidir. Bu mezhebin ci- han-ı telakki tarzı Avrupai’dir; fakat temeli Türk’tür” yazar. İsmail Kaplan, “Milli Eğitim İdeolojisi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 4: Milliyetçilik içinde, der, Tanıl Bora ve Murat Gûl- tekingil, İletişim Yayınlan, 2008, s. 792,
[15] Yakup Kadri “Derviş Mehmedin Verdiği Ders”, Hâkimiyeti Milliye, 16 Ocak 1931; akt. Yıldız, “Kemalizm…”, s. 177.
[16] Dini terminolojinin bir alışkanlık icabı kullanılmadığını göstermek istercesine tüm metin italik yazılmışken “Küfür”, “İnkâr” ve “Tasdik” düz fontla yazılmış, onlar ve Vahiy kelimesi büyük harfle başlamıştır. Bkz. Rıfkı (Atay), Eski Saat, s. 429-430. Kitabın başka yerlerinde de yolunda oldukları davanın “bir itikad davası” olduğunu, bu kelimeyi bilinçli olarak kullandığını yazar ve ekler: “Cami bir itikattı… soğukkanlılıkla münakaşa olunabilen bir dava, itikatlaşmış ve ah- lâklaşmış sayılamaz.” Bir başka yerde de şöyle yazacaktır: “Türkiye davası… iman ve ahlâk davasıdır.” A.g.e., s. 578,600.
[17] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 3. Dönem, c. 24,1 Ocak 1931, s. 9. Bu nutka dikkatimi çeken Doç. Dr. Birol Caymaz’a minnettarım.
[18] Süreyya (Aydemir), İnkılâp ve Kadro…, s. 79-80.
[19] Aykut, Kamâlizm…, s. 3. Ona göre “Türk yaşamayı seven, yaşamak dinine tapan bir ulustur.” A.g.e., s. 77. Yaşamak dininden kastını bir yerde şöyle açıklar: “$imdi yaşamak dini yarın ahrette nimet bulmak hurafesini yıkmıştır. Tapılan görünmiyen değil, görünen hakikattir” A.g.e., s. 44. Buradaki ifadeye bakarak parti programlarında hurafeden kastın doğrudan İslâm’ın kendisi olduğu söylenebilir. “Yaşamak dini” ifadelerim andırır şekilde Osmanlı İmparatorluğundan… Türkiye Cumhuriyetine Nasıldı Nasıl Oldu? 10 kitapçığında “İnkılap Türkiyesi millete ve hayata inanan cemiyet adamları yetiştirdi. Halk cer hocalarından, türbe pencerelerinden, tekke adaklarından kurtarılmıştır. Kendisini irşat eden [ona rehberlik edenler] münevver mektep muallimleridir” ifadesi ve yine aynı sayfada Cumhuriyet öğretmenlerinin resmi altında “Çocuklan bu imanlı ve bilgili hocalara teslim edebiliriz” yazılarını okuruz. Bkz. Osmanlı İmparatorluğundan… Türkiye Cumhuriyetine Nasıldı Nasıl Oldu? 10, Devlet Matbaası, 1933, s. 25.
[20] Aykut, Kamâlizm.,., s. 15.
[21] A.g.e., 17.
[22] A.g.e., s. 33.
[23] Alp, Kemalizm, s. 31.
[24 “HataylIların Millî Marşı”, Cumhuriyet, 26 Aralık 1936, s. 5.
[25] Kemal/Kamâl ayrımı için bkz. Mehmet û. Alkan, “Mustafa’dan Kamâl’a Atatürk’ün İsimleri”, Toplumsal Tarih, sayı 204, 2010, s. 23-31.
[26] Mehmet Emin Erişirgil, “Hukukun Üç Cephesi ve Hukuk Tedrisatı”, Ülkü, sayı 61, Mart 1938, s. 33.
[27] Hilmi Malik, İnkılâp Yolunda, Kitap Yazanlar Kooperatifi, 1933, s. 50; akt. Birol Caymaz, “Atatürk Kültü Etrafında Seküler Dinsellik”, Suriçi’nde Bir Yaşam: Toktamış Ateş’e Armağan içinde, der. Fahri Aral, Bilgi Üniversitesi Yayınlan, 2014, s. 326.
[28] M. Erguy, “Türk Çocuğu”, Uludağ, sayı 29-30, Kasım 1940, s. 56. Dikkatimi çeken Güven Gür- kan ûztan’a müteşekkirim.
[29] Burada bahsi geçen insan tipi, Atatürk’ün özenle tasarladığı, adeta babalık ettiği bir tiptir* onun ifadesiyle “Yeni Türk”tûr. İfade Tekin Alp’in Kemalizm’inde bu şekliyle geçer.
[30] Batıcılar da, Islâmcılar da, Türkçüler de yeni birey ve toplumun eğitim vasıtasıyla var edilmesi gerektiği noktasında hemfikirlerdir. Bkz. Mustafa Gündüz, “Son Dönem Osmanlı Aydınlarının Yeni Birey ve Toplum Oluşturma Düşünceleri”, Erdem Dergisi, sayı 51,2008, s. 147-166. Bu sebeple “birer ütopik ülke olan Ziya Gökalp’in Kızıl Elması ve Halide Edip’in Yeni Turan’ı eğitim aracılığıyla yaratılan” ülkelerdir. Serdar Şengül, “Medreseden Okula Osmanlı-Cumhuriyet Modernleşmesi”, Modem Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 9: Dönemler ve Zihniyetler içinde, der. Ömer Laçiner, İletişim Yayınlan, 2007, s. 644.
[31] Rıfkı (Atay), Yeni Rusya, s. 122.
[32] Hüseyin Namık (Orkun), “Reşit Galip”, Ülkü, sayı 14, Nisan 1934, s. 91.
[33] “Dün Memleketin Her Tarafında Büyük Tezahüretla Tes’it Edildi”, Cumhuriyet, 24 Nisan 1933, s. 6.
[34] Bu anlayışla Fransız Devrimi ve Bertrand Barere arasında irtibat kuran bir yazı, Bursa Halkevi Dergisi Uludağ’da çıkar, Murat Alp, “Hükümet Otoritesine Saygı”, Uludağ, sayı 1, Ocak 1935, s. 46.
[35] 1930’ların ortasında Rusya, İtalya, Almanya ve Türkiye’deki eğitimin ve eğitim felsefesinin kar- şılaştınlması için bkz. L. S. Stavrianos, “Schooling Under The Dictators”, Current History, Eylül 1936, s. 39-46.
[36] Şevket Süreyya (Aydemir), “İnkılâp Heyecanı (Antuziasm)”, Kadro, sayı 2, Şubat 1932, s. 8.
[37] Kaplan, “Milli Eğitim İdeolojisi”, s. 792.
[38] Nihal Yükseliman, Parti Devlet Bütünleşmesi, Gelenek Yayınları, 2002, s. 62. Zaten Halkevleri, 19. yüzyıl öncesinde “camilerde gerçekleşen kamusal yaşam”ın, modernleşme ile beraber farklı mekânlara ihtiyaç duyması sonucu ortaya çıkar. Halkevlerinin üstlendiği ödevler arasında, “asırların sakat din telakkileri” ile mücadele de vardır. Bkz. Neşe G. Yeşilkaya, “Halkevleri”, Modem Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. 2: Kemalizm içinde, der, Ahmet İnsel, İletişim Yayınları, 2009, s. 114,117.
[39] “Gazi’nin Yeni Eseri Halkevleri”, Cumhuriyet, 20 Şubat 1932, s. 4.
[40] Aykut, Kamâlizm,.., s. 78-79.
[41] Behçet Kemal Çağlar, “Halkevlerinde Göze Çarpan Çalışmalar ve Beliren Değerler”, Ülkü, sayı 68, Ekim 1938, s. 182.
[42] Behçet Kemal Çağlar, “Onbeşinci Durakata”, Ülkü, sayı 69, Kasım 1938, s. 207.
[43] Baydar, Hamdullah Suphi…, s. 321. îronik olan husus, Hamdullah Suphi’nin kendisinin de çok köklü bir Cerrahi şeyhleri sülalesinden geliyor oluşudur.
[44] Falih Rıfkı (Atay), Roman, İstanbul Akşam Matbaası, 1932, s. 60-61.
[45] Ag.e., s. 60-65. Birkaç gün sonra Halit, onlan sıkıştırıp azarlar: “Sizi gidi yıllanmış Allah tüccarları, şimdi de Gazi tüccarlığı mı yapacaksınız. Bize karşı… Bize ne derler, biliyor musunuz? Kemalist… Siz Kemalist değilsiniz, siz Gazicisiniz. Gazici demek, korkudan, yahut menfaatten, hatta saygıdan onu bırakmayan, bırakamayan veya onunla ticaret eden, maişet eden demektir. Kemalist demek Gazi’nin kafasını anlamış olan, almış olan demektir, Gazi sizin için nedir? Eğilmez bir baş. Kemalistler için yaratıcı bir kafa…” A.g.e., s, 164.
[46] Halkevleri 1932-1935,103 Halkevi Geçen Yıllarda Nasıl Çalıştı?, Ankara Halkevi, 1935, s. 112.
[47] M. Şükrü Hanioğlu, “The Historical Roots of Kemalism”, Democraçy, İslam and Secularism in Turkey içinde, der, Ahmet T, Kuru ve Alfred Stepan, Columbia University Press, 2012, s. 37. Helve ve Pye’a göre ise, Kemalist sivil dinin kutsal temelleri üç tanedir ve onlara göre bunlar: Laisizm, milliyetçilik ve Atatürk etrafındaki kişi kültüdür. Bkz. Helena Helve, Michael Pye, “Theoretical Correlation’s Between World-view, Civil Religion, Institutional Religion and In- formal Spritualities”, Temenos, 37-38, 2001-2002, s. 93. Ben laikliğin temel değil, Batı ve bilim kavramlarının kutsallaşmasının mantıki bir sonucu olduğu kanaatindeyim.