ÜMİT ŞİMŞEK
Dünya sapıklarının bizim topraklarımızda, gözümüzün içine baka baka sergiledikleri hayâsızlıklar, bizi çok gecikmiş bir muhasebeyle karşı karşıya getiriyor:
Bundan otuz kırk sene önce hayalimizden bile geçmeyen şeyler bugün bu ülkede nasıl yaşanır hale geldi?
Vaktiyle en iğrenç, en şenî’, en çok lânete lâyık olarak gördüğümüz şeyleri bugün nasıl umursamaz olduk? Umursamamak bir yana, bazı safdillerimiz — yahut dost görünümlü can düşmanlarımız — bunları nasıl açık açık savunabilecek hale geldi?
Bu soruların cevabına ulaşmak için en kestirme yol, dilimize bakmak olacaktır.
Çünkü bizi bozmak isteyenler, huyumuzdan önce dilimizi değiştiriyorlar.
Dil bozulunca ahlâk da bozulur
Biz, bünyemize yabancı olan şeyler hakkında kendi öz kaynaklarımızdan aldığımız kelimeleri kullarnmaktan vazgeçip başkalarının bize öğrettiği kelimeleri kullanmaya başladığımız anda, onların değer sistemlerine karşı teslim bayrağını çekmiş oluyoruz. İşin bundan sonra takip edeceği seyri de adım adım onlar belirliyor. Sözün kısası:
Kur’ân’ın “fuhşiyat” dediği şeyin bizim dilimizdeki adı “cinsel tercih” veya “özgürlük” olmuş, Resulullah’ın “hayâ” dediği şeyi de “fobi” olarak adlandırmaya başlamışsak, düşman bayrağını kendi topraklarımıza kendi elimizle dikmişiz demektir.
Bu gerçeği, ABD Yüksek Mahkemesinin eşcinsel evlilikleri yasallaştırması üzerine ülkenin en köklü ve etkili dergilerinden Atlantic’in internet sitesinde yayınlanan bir yazı, bir başarı sırrı olarak itiraf ediyor.[1]
Devam eden bir araştırmaya atıfta bulunan dergi, 2003 yılında kendileriyle mülâkat yapılan deneklerin “eşcinsel, gay, lezbiyen” gibi kelimeleri kullanırken zorlandıklarını, 2010 yılında yapılan mülâkatlarda ise aynı kelimeleri hiçbir rahatsızlık duymadan kullanabildiklerini kaydediyor. Bu süre içinde de, eşcinsel evliliklerini onaylayan Amerikalıların oranı yüzde 60’a çıkmış bulunuyor. (Bu arada derginin eşcinsel evliliğinden “evlilik eşitliği” şeklinde söz ettiğini de belirtmeden geçmeyelim.)
Bizi bozmak isteyenler, huyumuzdan önce dilimizi değiştiriyorlar.
Amerikan halkının sapık evliliklere bakışındaki rahatlama, dilindeki rahatlamaya paralel şekilde gerçekleşmiş bulunuyor. Atlantic yazarı da, bu gerçeğe işaret ederek, dilbilimci Geoffrey Nunberg’den şu cümleleri naklediyor:
“İnsanların bir şey hakkındaki fikirlerini doğrudan değiştiremezsiniz. Fakat onların o şey hakkındaki konuşma biçimlerini değiştirebilirsiniz. Bu da onların fikirlerini değiştirebilir.”
Bu sözleri tercüme edecek olursak:
“Sapıklığın iyi birşey olduğu” yalanına insanları doğrudan inandıramazsınız. Fakat onlara, sapıklık hakkında olumlu çağrışımlar yaptıran kelimeleri pazarlayabilirsiniz.
Bu kelimeleri bir kullanmaya başlasınlar; zaman içinde bu yeni dil onların sapıklık hakkındaki düşüncelerini de, duygularını da temelden değiştirecektir.
Bozmaya Allah’ın kitabından başladılar
Sapıklığı sapıklık olmaktan çıkararak insanlara olağan bir davranış biçimi olarak sunmak, hattâ bunun da ötesine geçerek bir övünç kaynağı halinde pazarlamak, tarih boyunca insan ve cin şeytanlarının başlıca meşgalelerinden birini teşkil etmiştir. Onları bu konuda belli bir sınır içinde tutabilecek hiçbir ahlâkî ölçü bulunmadığını gösteren en bariz örnekler, Allah kelâmı kitaplarda yaptıkları tahrifattır.
Hz. Âdem ile eşinin Cennette iken çıplak oldukları, ancak yasak meyveyi yiyinceye kadar bunun farkında olmadıkları için çıplaklıklarından utanmadıkları iddiası, Tevrat’a sonradan monte edilmiş bir iftiradır. (A’râf sûresinin 27’nci âyeti, şeytan onları aldatıncaya kadar Hz. Âdem ile eşinin giyinik olduğunu bildiriyor.) Bu iftira, çıplaklığı utanılacak birşey olmaktan çıkarıp bir kemal mertebesi olarak insanların önüne koyar!
Tevrat’ı tahrif ederek ilk peygambere bu iftirayı atanların diğer peygamberlere reva gördükleri şeyler arasında ise, beşerin en aşağılık kısmı hakkında bile kolay kolay tasavvur olunamayacak seviyede rezil ve hayâsızca işler vardır. Dünyaya ahlâk ve fazilette örnek olarak gönderilen insanları hayâsızlıkta nümune haline sokma cür’etini gösterenlerin ne yapmak istediklerini anlamak çok mu zor?
Allah’ın kitabı tamam, sıra beşer eserlerinde!
İnsanlar arasında hayâsızlığın her türlüsünü yaymak için Allah’ın kitabını tahrif etmekten çekinmeyenler, beşer eliyle yazılan kitapları değiştirmekten geri durmayacaklardı. Nitekim geri durmadılar.
Doğrudan doğruya nefsanî heveslere hitap ettiği için, fuhşiyatın bir “kişisel tercih” olarak dayatılması çok zor olmadı. Fakat sınır tanımayan yeryüzü sapıkları, işi burada bırakacak değillerdi.
Dünya sapıklarının hayâsızlığı yaymak için hiçbir sınır tanımadığını gösteren en açık örnekler, Allah kelâmı kitaplarda yaptıkları tahrifattır.
Hayatın gerçeklerine ve bilimin açık verilerine rağmen, cinsel sapıklıkları da normal ve sağlıklı bir hayat tarzı statüsüne kavuşturmak için uzun soluklu bir mücadele verdiler.
Eşcinselliğin “utanılacak birşey, bir kötülük, veya küçük düşürücü bir durum olmadığını” söyleyen ve “bir hastalık olarak sınıflandıralamayacağını” ileri süren Freud bu işin kapısını açmış, daha sonra Kinsey’in raporları da açık kapıyı biraz daha aralamıştı. Evelyn Hooker adlı bir psikologun 1957 yılında eşcinsel erkekler üzerinde yaptığı bir araştırma, dünya sapıklarının eline aradıkları malzemeyi verdi.
Hooker’ın yaptığı araştırma, aslında bir mutluluk ölçümünden ibaretti. Otuz normal ve otuz eşcinsel erkek üzerinde yaptığı çalışmada, bunların aralarında mutluluk açısından bir fark bulunmadığı sonucuna vardı. Hattâ, en tecrübeli psikologlar bile, deneklerin mutluluk karnelerini inceledikleri zaman, bunlardan hangisinin normal, hangisinin eşcinsel olduğunu anlayamamışlardı. Hooker ve benzerleri, bu araştırmadan “Madem eşcinseller de diğerleri kadar mutlu olabiliyorlar; öyleyse eşcinsellik bir hastalık değildir” sonucunu çıkarmakta çok fazla zorlanmadılar.
Batı medeniyeti sapıklığı işte böyle akladı
Her türlü sapıklığın Batı dünyasında hüsn-ü kabul görmesinde ve oradan dünyaya yayılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Bu, Batı medeniyetinin tabiatıyla ilgili bir durumdur. Zira, Batı medeniyetinin insanlığa verdiği hizmet, Bediüzzaman Said Nursî’nin tabiriyle, “nefis ve batın ve fercin hevesatını tatmin” suretiyle gerçekleşir. Bu hedefe hangi fuhşiyat vasıtasıyla ulaşılacağı ise, “füruattan” addolunacak bir meseledir. Eğer çoğunluğun normal kabul edilen yollardan ulaştığı hazlara bir kısım insanlar sapık yollardan ulaşabiliyor ve diğerleri kadar mutlu olabiliyorlarsa, Batı medeniyeti bu ikinci yolu “sapıklıklar” zümresinden çıkarır, normal davranışlar arasına katar. Hattâ bu kadarla da kalmaz, onu özendirmek ve toplumlarda yaygın hale getirmek için bütün imkânlarını seferber eder.
Dünya sapıkları, her türlü sapıklığı “hastalıklar” listesinden çıkarıp normal davranışlar arasına sokmak için yıllarca uğraştılar.
Evelyn Hooker’ın sapıklar üzerinde yaptığı mutluluk ölçümleri işte böyle bir sonuç ortaya çıkarmıştı. Bu sonuç, eşcinsel aktivistlerin eline, yıllardır peşinde koştukları bir fırsatı verdi. Artık sapıkların bundan sonraki hedefi, eşcinselliğin her türlüsünü resmî kayıtlarda hastalıklar listesinden çıkarmak idi.
‘60’lı yıllar, zencilerin hak ve özgürlük arayışları gibi insan hakları hareketlerinin içine sızarak onların sırtından meşruiyet arayan ve bu hareketlerden bir kısmını zaman içinde eşcinsel hareketler kimliğine büründüren sapık aktivistlerin seslerini duyurma çabalarıyla geçti. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), sapıkların başlıca hedefiydi. Birliğin düzenlediği toplantılarda hangi psikiyatrist eşcinselliğe bir toz konduracak olsa sözü kesiliyor, protesto ediliyor, alaya alınıyor, şiddetli bağırtı ve çağırtılarla konuşması engelleniyordu.
Şamatalar 1974 Mayıs’ında sonucunu verdi. APA’nın ünlü el kitabı DSM’nin (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders = Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve Sayısal El Kitabı) yedinci baskısında, eşcinsellik “zihinsel hastalıklar” listesinden çıkarıldı ve “cinsel oryentasyon bozukluğu” sınıfına terfian aktarıldı.
DSM, uzmanların yanı sıra Amerikan hükûmetinin, yasama ve yargı organlarının, sigorta şirketlerinin ve ilâç firmalarının da itibar ettiği resmî bir kaynak olduğu için, bu başarı, küresel sapıklık hareketleri için bir dönüm noktası teşkil ediyordu.
Bu büyük bir başarıydı şüphesiz; fakat dünya sapıklarının bundan daha da ötede hedefleri vardı.
Ve sapıklar, planlı ve organize bir şekilde, adım adım bu hedeflere doğru yol alıyorlardı.
Şimdi sapıklar toplumu damgalıyor
Küresel sapıkların hedefi, sadece kendilerini temize çıkarmak ve toplum içinde kabullenilmekten ibaret değildi. Onların bir derdi de muhaliflerini damgalamak ve toplum içine çıkamaz hale getirmek idi. Bunun için, sapıklık karşıtı ahlâklı ve sağlıklı insanları “hasta” olarak damgalamanın bir yolunu buldular.
1960’lı yılların sonlarına doğru, bir taraftan sapık eylemciler cinsel sapkınlıkları hastalıklar listesinden çıkarmaya uğraşırken, bir taraftan da George Weinberg adlı sapık dostu bir psikolog “homofobi” adında bir hastalık icad etti.
Weinberg, bu icadını önceleri çeşitli zeminlerdeki konuşmalarında kullandı. Derken, homofobi tabiri, 1969 yılında basılı medyaya Screw adlı bir Amerikan porno dergisiyle giriş yaptı. Arkasından bunu Time dergisi kaptı ve kullanmaya başladı. Çok geçmeden de bu tabir fobiler listesindeki yerini aldı, hattâ sözlüklere bile girdi.
Weinberg, 1969 yılındaki bir mülâkatında bu icadını açıklarken, “Homofobi kesinlikle bir hastalıktır; bunda hiç şüphe yok” diyordu. Sonra da, “İnsan her gece yatarken bu hastalıkla uyanmamak için dua etmeli” diyerek bu hastalığın “dehşetini” dile getirmeye çalışıyordu.
Küresel sapıklık hareketleri, cinsel sapıklıkları “sağlıklı davranış” sırasına sokarken, sapıklığa karşı çıkanları “hasta” ilân ediyor.
Fobi kelimesinin korku anlamına geldiğini herkes bilir. Fakat sapıklara karşı çıkan sağlıklı insanlar hakkında kullanılırken bu kelimeye sadece bu vak’aya münhasır kalmak üzere bir ayrıcalık tanındı ve kapsama alanı alabildiğine genişletildi. Bugün “homofobi” kelimesi, cinsel sapıklıklara karşı red, nefret, küçümseme, dışlama, önyargı gibi her türden duyguyu, bu arada dinî inançları ve ahlâk telâkkilerini de içine alacak şekilde kullanılıyor.
Sapık dostu Weinberg bir yandan sapıklık karşıtlarını “homofobik” yaftasıyla hasta olarak safdışı ederken, bir yandan da sapıklığın sağlıklı birşey olduğunu ispat etme çabalarından da geri kalmıyordu. 1972 yılında yayınladığı “Toplum ve Sağlıklı Eşcinsel” adlı çalışması, bu konuda önemli adımlardan birini teşkil etti.
Bu adımlar, pek tabii, atıldığı yerde kalmıyor, küresel bir propaganda mekanizması tarafından derhal işleme konuluyordu. Yazılı medya, görsel medya, sahne sanatları, reklam ajansları, ünlü kişiler, moda mihrakları, sivil toplum örgütleri gibi araçlar, toplumu cinsel sapıklıklara özendirmek için seferber edildi. Bütün bu araçların bizim toplumumuzda da ne kadar etkili bir şekilde kullanıldığına dair örnekleri hatırlamakta hiçbirimiz zorlanmıyoruz. Sadece bir kısım sanatçıların giyim-kuşam ve tavırları ile ünlüler arasındaki cinsel sapıklıklara dair sosyete sayfalarında çıkan dedikoduların toplumda eşcinselliğe karşı bir hoşgörü vücuda getirmekte oynadığı rol küçümsenecek gibi değildir.
Özgürlük değil, fuhşiyat!
Küresel sapıklık hareketlerinin mâsum görünümlü isim ve sıfatlar arkasında gizleyerek kitlelere kabul ettirdiği fiillerin tamamını, Kur’ân-ı Kerim “fuhşiyat” kavramı altında toplamıştır.
Fuhşiyat, her türlü utanç verici çirkin fiilleri, hayâsızlığı, edepsizliği, ahlâksızlık ve iffetsizliği içine alan geniş bir kavramdır.
Küresel sapıklık hareketlerinin mâsum görünümlü isimler ardında sakladığı fiillerin tamamını, Kur’ân-ı Kerim “fuhşiyat” olarak adlandırıyor.
Her Cuma hutbesinde dinlediğimiz Nahl sûresi 90. âyetinde, Allah’ın yasakladığı şeylerin başında “fuhşiyat” sayılır.
Daha başka âyetlerde, fuhşiyatın açığı ve gizlisiyle her türlüsünün yasaklandığı, açık ve kesin bir dille ihtar edilir. [2]
Küresel sapıklık hareketlerinin mâsum görünümlü isimler ardında sakladığı fiillerin tamamını, Kur’ân-ı Kerim “fuhşiyat” olarak adlandırıyor.Allah’ın yasakladığı şeylerin başında gelen fuhşiyat, şeytandan başka kimin emirleri arasında liste başı olabilir? Kur’ân, fuhşiyatın her türlüsünü sadece yasak ilân etmekle kalmıyor; aynı zamanda, onu insanlar arasında yaygınlaştırmak isteyenin de insanın baş düşmanı olduğunu tekrar tekrar bize hatırlatıyor:
Ey insanlar, yeryüzünde olanların helâl ve temizlerinden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.
O sizi ancak kötülüğe, fuhşiyata, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeye kışkırtır.[3]
Ey iman edenler, şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse, hiç kuşkusuz o fuhşiyata teşvik etmektedir.[4]
Bu arada, şeytanın sadece bildiğimiz cin şeytanlarından ibaret olmayıp insan şeytanlarını da içine aldığını hatırlamakta fayda, hattâ zaruret vardır. Nitekim Kur’ân da insan ve cin şeytanlarının karşılıklı olarak birbirlerine ilham verdiklerini bildirir,[5] hattâ cin şeytanlarını azdıran insanlardan söz eder.[6]
İslâm’ın hiçbir surette imana ve insanlığa yakıştırmadığı ve kesin bir surette reddettiği fuhşiyat kavramına karşılık, bir de “olmazsa olmaz” kabul ettiği bir kavram vardır. Bunun adı da “hayâ”dır, yani utanma duygusudur.
Resulullah (s.a.v.), tarih boyunca bütün peygamberlerin insanlara verdiği derslerin başında hayâ dersinin geldiğini bildiriyor:
İlk peygamberlerden itibaren insanların öğrendiği bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap.[7]
Bütün dinlerin en önemli bir esası olan hayâ, İslâm’da ise bu dinin özel ahlâkı haline gelmiştir. Allah’ın Elçisi, bunu “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” buyurmak suretiyle bize haber veriyor.[8]
“Cinsel özgürlük”çüler Kur’ân’ı yalanlıyor!
Küresel sapıklık cereyanlarının bütün gücüyle yüklendiği ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü bu ülke sapıklığa – Allah göstermesin – teslim olduğu takdirde, bu kapıdan İslâm âlemine de giriş yapacaklarını ve bütün bir İslâm âlemini bozmakta çok fazla zorlanmayacaklarını hesaplıyorlar. Boston’lu sapıklar orkestrasının İsrail’den hemen sonra Türkiye’de konser vermesiyle ilgili olarak yapılan yorumlarda, bu niyetlerini çok fazla saklamak ihtiyacını duymadılar.
Çok şükür ki, Türkiye, sapıklıklara karşı inançlarından gelen duyarlılığını büyük ölçüde muhafaza ediyor. Her ne kadar Avrupa Birliği yasaları Türkiye’yi cinsel sapıklıklara karşı ayırımcılığı cezalandıran kanunlar yapmaya zorluyorlarsa ve iftiharla imzaladığımız İstanbul Sözleşmesi adlı mel’anetname (bkz. “Bir güncelleme Öyküsü 2: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”) bu konuda herkesi bağlayıcı hükümler içeriyorsa da, cinsel sapıklıklara karşı halkta büyük ve köklü bir tepkinin hâlâ var olduğu memnuniyetle müşahede ediliyor.
Kur’ân’ın lisanını bir kenara bırakıp Batılı sapıkların piyasaya sürdüğü dili benimseyenler, açıkça bu dine karşı savaşıyorlar.
Eşcinsel evliliklere izin veren ve onlara evlât edinme hakkı tanıyan yasaların çıkarılması için her ne kadar sapık cereyanlar büyük çaba gösteriyorsa da, henüz bunu Avrupa’nın bile tamamına kabul ettiremediler. Ancak İslâm âleminin nesillerini bozmak gibi bir amacı hiçbir zaman bir kenara atmayacakları belli olan mihrakların bu konu üzerinde daha uzun yıllar boyunca ısrarlı bir şekilde çalışacaklarından da şüphe edilmemesi gerekiyor.
Burada, DP’nin Maarif Vekili rahmetli Tevfik İleri’nin tesbitini hatırlıyoruz:
“Yüzde 10’un ahlâkı bozulduğu zaman, toplumda ahlâksızlık hakim olur.”
Cinsel sapıklıklar açısından ele alındığı zaman, bozulma çok şükür ki bu seviyelerin hayli uzağında bulunuyor. Ancak aynı konuya lisanımızın bozulması açısından baktığımızda o kadar iyimser olamıyoruz.
Çünkü Kur’ân’ın lisanını bir kenara bırakıp Batılı sapıkların piyasaya sürdüğü dili benimseyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Kur’ân’ın fuhşiyat dediği şeyin adı özgürlük oldu, cinsel tercih oldu.
İslâm’ın hayâ dediği şeye fobi adı takıldı.
Ve bu dil değişimi, sadece belirli bir sapıklar çevresinde kalmadı, Müslüman entellektüeller arasında da yavaş yavaş kullanılmaya başladı.
Fuhşiyatı özgürlük, hayâyı fobi olarak gördükten sonra, o fiillerin bizzat faili olmaya ne ihtiyaç var? Yüzde 10 öyle de, böyle de tamamlanmış olur; ahlâksızlık yüzde 10’a erişince de toplumu bütünüyle kıskacına almış bulunur. Bundan sonra toplumun yüzde 10’a yetişmesi sadece bir zaman meselesidir.
Fakat cinsel sapıklıklara İslâm’ın verdiği isimleri bırakıp da sapıklar tarafından tedavüle sokulan isimleri kullanmaya başlamanın bu dini yalanlamak ve ona karşı açıkça meydan okumak mânâsına geldiğini ayrıca belirtmeye ihtiyaç var mı?
Düşünün ki, Kur’ân tekrar tekrar o meş’um fiiller için “fuhşiyat” adını kullanıyor ve bunları kesin bir dille temelden reddediyor.
Bir kısım insanlar ise Kur’ân’ı yalanlıyor; “Hayır o fuhşiyat değildir, hastalık da değildir, ancak bir cinsel tercihten ibarettir” diyor.
Yine düşünün ki Allah’ın Resulü “hayâ”yı bu dinin ahlâkı olarak ilân ediyor.
Bir kısım insanlar ise Allah’ın Resulünü açıkça yalanlıyor ve “Hayır o hayâ değil fobidir” diyor.
Kur’ân’ı ve Resulullah’ı yalanlayan kimselere Müslüman denir mi?
Eşcinselliği bütün dünya reddediyor
Ahlâksızlığı yaygınlaştırmak için faaliyet gösteren küresel sapıklık hareketleri hakkında hiçbir zaman gözden uzak tutulmaması gereken bir gerçek vardır:
Onların yalancı oldukları ve bütün propagandalarının yalan üzerine bina edildiği gerçeği.
Eşcinselliğin normal bir cinsel davranış olduğu iddiaları, bütün kutsal kitapların ve peygamberlerin yanı sıra, kâinatın da şahitliğiyle, yalanların en büyüğüdür. Semavî dinler de, selim fıtratlar da bu yalanı iddia sahiplerinin suratına çarpar.
Bilimin eşcinselliği hastalık olarak kabul etmediği iddiası yalandır. Bilim demek, Amerikan Psikiyatri Birliğinin el kitabı demek değildir; kaldı ki, bu kitaptaki değişikliğin hangi yollardan gerçekleştirildiği üzerinde daha önce durduk.
Bütün dünyada eşcinselliğin normal karşılandığı iddiası da, bütün dünyanın gözünün içine baka baka söylenmiş hayâsızca bir yalandır. Eşcinsellik sadece Batı dünyasının bir kısmında normal davranışlar arasında sayılmaya başlamıştır. O da Amerika kıt’asının sadece birkaç ülkesi ile Avrupa kıt’asının bazı ülkelerinden ibarettir. Dünyanın geri kalan kısmında cinsel sapıklıklar sapıklık olarak kabul edilmekte, büyük kısmında da cezalandırılmaktadır.
Cinsel sapıklıkların karşısında olanlara yakıştırdıkları “fobi” ve benzeri etiketler, yalan olmanın da ötesinde apaçık iftiradır. Bu tür nefret söylemleriyle, muhalifleri olan sağlıklı ve sağduyu sahibi kişileri sindirmek ve onlara karşı toplumda bir kin ve düşmanlık vücuda getirmek istemektedirler.
Küresel sapıklık hareketlerinin bütün iddiaları yalan, iftira ve nefret söylemleri üzerine bina edilmiştir.
Aslında bu sapıkların kendi iddiaları arasında da bir tutarlılık yoktur. Bir yandan evlilik müessesesiyle aralarının hiç iyi olmadığı ve serbest ilişkileri alabildiğine teşvik ettikleri cümle âlemin malûmudur; ama diğer yandan eşcinsellere evlilik hakkının tanınması için çalışıp çabalarlar.
Bunların askerlikten de hoşlanmadıkları yine herkesçe bilinir; ama eşcinsellerin askere alınmamasına da bütün güçleriyle karşı çıkarlar ve onlara askerlik yapma yolunun açılması için yalan-dolan da dahil olmak üzere her türlü çareye başvururlar.
Böylesine bir ikiyüzlülüktür, bir nifak cereyanıdır sapıkların hareketi. Bu yüzden de iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırdıkları hiç görülmez. Bilâkis, münafıkların iyiliği men’ edip kötülüğü teşvik ettiklerini Kur’ân bize haber veriyor, hal-i âlem de sayısız vak’alarla doğruluyor.[9]
Geride kalan kocakarı olmayın
Sapık cereyanların yoğun propagandaları, ne yazık ki, bazılarımızı bu konuda daha müsamahalı bir bakış açısını benimsemeye sevk edebiliyor. Hattâ, bu dostlarımız arasında, farkına varmadan sapıkların kullandığı dili kullanmaya başlayanları bile ne yazık ki görebiliyoruz.
Bu dostlarımıza önce şunu hatırlatalım ki, bütün bu yazdıklarımız, sapıklıkları aleniyete döken, meşrulaştırmak ve yaygınlaştırmak için açıkça faaliyet gösteren, dinimizin de “mücahir” olarak nitelediği ve “Allah’ın affetmeyeceği kimseler” arasında saydığı[10] kişiler hakkındadır. Bunlara karşı dinde hiçbir müsamaha belirtisi göremiyoruz.
Tam tersine, toplumda sapıklığı yaymak isteyenlere karşı gösterilen müsamahanın elîm âkıbetine dair pek çok uyarılar görüyoruz. Bunun en açık örneği, Lût aleyhisselâm’ın karısı ile ilgili olan uyarılardır.
Sapık cereyanların propagandalarına hoşgörü ile yaklaşanlar, onlarla aynı âkıbeti paylaşabilirler.
Lût kavminin helâkini anlatan âyetler, o kavimle beraber bir kişinin daha aynı korkunç âkıbeti paylaştığını hatırlatır.
Bu, bir peygamber hanımıdır. Fakat mücrim kavimle olan alâkası – ki bu alâkanın ne seviyede olduğu konusunda Kur’ân bize bir bilgi vermiyor – onun helâkine sebep olmuştur.
Lût aleyhisselâmın karısı, Kur’ân-ı Kerim’de “kâfirlere örnek” olarak gösterilir ve hıyaneti sebebiyle kocasının dahi onu kurtaramadığı hatırlatılır.[11]
Lût kavminin helâkine dair haberlerde Kur’ân’ın sürekli olarak bize bu kadını hatırlatması hepimizi ciddî bir muhasebe içinde bulunmaya sevk etmelidir.
Dünyanın bütün şeytanlarının bütün şeytanlıklarını sergilediği bir konuda, yoğun propagandaların tesiri altında kalarak dilimize, hal ve tavırlarımıza bulaşan bazı söz ve davranışların farkına varamayabiliriz.
Propagandalar sürekli ve çeşitli olduğu için, bir günkü müteyakkız halimiz, bir başka gün için teminat teşkil etmeyebilir.
Onun için, (1) İslâm’ın en küçük bir müsamaha göstermediği bir konuya hiçbir zaman ve hiçbir surette sempati veya hoşgörüyle yaklaşma hakkımızın bulunmadığını, (2) aksi takdirde, yersiz bir hoşgörünün bizi geride kalan kocakarı durumuna düşürüp Allah’ın lânetlediği bir toplulukla aynı âkıbete duçar edebileceğini hiçbir zaman hatırdan uzak tutmamak, hepimiz için önde gelen bir iman problemini teşkil etmektedir.
Şimdi Kur’ân’ın tekrar tekrar bize bir ibret dersi olarak hatırlattığı Lût kavmi ile ilgili haberlerini bir daha toplu bir şekilde okuyalım:
***
ARKADA KALIP HELÂK OLANLAR
Lût’u peygamber olarak gönderdiğimizde, o da kavmine dedi ki: “Sizden evvel dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrenç bir işi nasıl yapıyorsunuz?
“Siz kadınları bırakıp, erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Gerçekten siz haddini iyice aşmış bir kavimsiniz.”
Kavminin ona verdiği cevap, “Bunları ülkenizden çıkarın; bunlar temizliğe fazla düşkün insanlar!” sözünden başka birşey değildi.
Biz de Lût’u ve ailesini kurtardık — ancak karısı müstesna; o geride kalıp helâk olanlardan idi.
Onların üzerine ise bir azap yağmuru yağdırdık. İşte bak, mücrimlerin sonu nasıl oldu!
A’râf, 7:80-84
***
GERİ ÇEVRİLMEYECEK BİR AZAP
İbrahim’e de elçilerimiz müjdeyle gelmişler ve “Sana selâm olsun” demişlerdi. İbrahim “Size de selâm olsun” dedi ve çok geçmeden, onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.
Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce bundan hoşlanmadı ve içine bir korku düştü. Onlar “Korkma,” dediler. “Biz Lût kavmine gönderildik.”
Ayakta onları dinleyen İbrahim’in hanımı buna güldü. Biz de onu İshak ile, İshak’ın ardından da Yakub ile müjdeledik.
“Eyvahlar olsun!” dedi. “Bu kocamış halimle mi doğuracağım? Üstelik kocam da bir pir-i fani iken! Bu çok tuhaf birşey!”
Onlar “Allah’ın işine mi şaşıyorsun?” dediler. “Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun, ey hane halkı. O hamd edilmeye lâyıktır ve şanı pek yücedir.”
Korkusu gidip de müjdeyi alınca İbrahim Lût kavmi hakkında Bizimle tartıştı.
Gerçekten İbrahim yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah’a vermiş biriydi.
“Vazgeç bu işten, ey İbrahim,” dediler. “Artık Rabbinin emri gelmiştir. Onlara, geri çevrilemeyecek bir azap ulaşmak üzere.”
Elçilerimiz kendisine geldiğinde, Lût bundan çok sıkıldı, göğsü daraldı, “Bugün pek çetin bir gün olacak” dedi.
Derken kavmi koşarak geldiler ki, ondan önce de zaten o kötü fiili işlemekteydiler. Lût, “Ey kavmim, işte şunlar kızlarım,” dedi. “Onlar sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun ve beni misafirlerime rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında adam yok mu?”
“Sen de biliyorsun ki senin kızlarınla bizim bir işimiz yok,” dediler. “Bizim ne istediğimizi pekalâ biliyorsun.”
Lût “Keşke size yetecek gücüm olsaydı,” dedi. “Veya sağlam bir dayanağa sığınabilseydim!”
Konuklar dediler ki: “Ey Lût, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana el uzatamazlar. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yola çık. Hiçbiriniz geri dönüp bakmasın. Ancak karın müstesna; kavminin başına gelen onun da başına gelecektir. Onların vadesi sabah vaktidir. Sabah ise yakın değil mi?
Emrimiz geldiğinde, oranın altını üstüne getirdik ve başlarına ateşte pişmiş taşları peş peşe yağdırdık.
O taşlar Rabbinin katında işaretlenmişti. Böyle bir azap zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir.
Hûd, 11:69-83
***
İZLERİ HÂLÂ YOL ÜZERİNDE
Yanına girdiklerinde “Selâm olsun” dediler. İbrahim “Biz sizden korkuyoruz” dedi.
“Korkma,” dediler. “Biz seni bilge bir oğulla müjdeliyoruz.”
“Beni mi müjdeliyorsunuz?” dedi. “Bu yaşlı halimle bana neyin müjdesini veriyorsunuz?”
“Biz seni hak ile müjdeliyoruz,” dediler. “Sakın ümit kesenlerden olma.”
İbrahim “Sapkınlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümit keser?” dedi.
“Elçiler, işiniz nedir?” diye sordu.
Dediler ki: “Biz mücrim bir kavme gönderildik.
“Yalnız Lût’un ailesi müstesna; onların hepsini kurtaracağız.
“Ancak karısını geride kalacaklar arasında bıraktık.”
Derken elçiler Lût’un evine geldiler.
Lût “Siz yabancı kimselersiniz” dedi.
Dediler ki: “Biz sana onların şüpheyle karşıladığı ceza ile geldik.
“Biz sana hak ile gelmiş bulunuyoruz; ve biz sözünde sadık olan kimseleriz.
“Gecenin bir vaktinde aileni yola çıkar; sen de arkalarından onları izle. Hiçbiriniz dönüp arkasına bakmadan, size emredilen tarafa gidin.”
Böylece Lût’a şu emri tebliğ ettik ki, sabaha çıktıklarında onların kökü kesilmiş olacaktır.
Derken şehir halkı sevinç içinde geldi.
Lût “Bunlar benim konuklarım,” dedi. “Beni utandırmayın.
“Allah’tan korkun da beni rezil etmeyin.”
“Biz seni el âlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?” dediler.
Lût “Bir iş yapacaksanız, işte şunlar kızlarım” dedi.
Hayatın hakkı için, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
Gün doğarken o korkunç ses onları yakaladı.
Şehirlerinin altını üstüne getirdik ve başlarına ateşte pişmiş taşlar yağdırdık.
İnce anlayışlılar için bunda ibretler vardır.
O beldenin izleri, hâlâ yol üzerindedir.
Bunda da mü’minler için ibretler vardır.
Hicr, 15:52-77
***
NE KÖTÜ BİR YAĞMUR!
Lût kavmi de peygamberlerini yalanladı.
Kardeşleri Lût onlara “Sakınmıyor musunuz?” demişti.
“Ben size güvenilir bir elçiyim.
“Allah’tan korkun ve bana itaat edin.
“Hizmetim için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim Âlemlerin Rabbine aittir.
“Siz âlemlerin içinden erkeklere yaklaşıyor da,
“Rabbinizin sizin için yarattığı hanımlarınızı bırakıyor musunuz? Doğrusu, siz haddini aşan bir topluluksunuz.”
“Ey Lût,” dediler. “Eğer bu işten vazgeçmezsen ülkeden sürülürsün.”
Lût dedi ki: “Ben sizin yaptığınız işten şiddetle nefret edenlerdenim.
“Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar!”
Onu ve bütün ailesini kurtardık.
Birtek geride kalan kocakarı hariç.
Diğerlerini ise helâk ettik.
Üzerlerine bir azap yağmuru indirdik. Uyarılmış olanlar için ne kötü bir yağmurdu o!
İşte bunda bir âyet vardır. Fakat onların çoğu yine iman etmez.
Şuarâ, 26:160-174
***
“BUNLAR TEMİZLİĞE FAZLA DÜŞKÜN”
Lût’u da peygamber olarak gönderdiğimizde, kavmine dedi ki: “Göz göre göre o hayâsızlığı mı işleyip duruyorsunuz?
“Kadınları bırakmış, erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Ne kadar cahil bir kavimsiniz siz!”
Kavminin ona cevabı, “Lût’u ve ailesini yurdunuzdan çıkarın; çünkü bunlar temizliğe fazla düşkün insanlar” demekten ibaret oldu.
Biz de onu ve ailesini kurtardık—karısı dışında; çünkü onu geride kalanlar arasında takdir etmiştik.
Üzerlerine de bir yağmur yağdırdık ki! Uyarılmış olanlar için ne kötü bir yağmurdu o!
Neml, 27:54-58
***
ONLARDAN KALAN İŞARETLER
Lût’u peygamber olarak gönderdiğimizde, o da kavmine dedi ki: “Sizden evvel dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrenç bir işi yapıyorsunuz.
“Hâlâ erkeklere şehvetle yaklaşmaya, yol kesmeye, toplantılarınızda hayâsızlık yapmaya devam edecek misiniz?” Kavminin ona verdiği cevap, “Doğru söylüyorsan bize Allah’ın azabını getir” demekten ibaret oldu.
Lût “Rabbim, bu bozguncular güruhuna karşı bana yardım et” dedi.
Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz o belde ahalisini helâk edeceğiz,” dediler. “Çünkü oranın halkı zalim olup çıktı.”
İbrahim “Orada Lût da var” dedi. “Orada kimin olduğunu biz çok iyi biliyoruz,” dediler. “Onu ve ailesini kurtaracağız. Ancak karısı müstesna; o geride kalanlardan olacak.”
Elçilerimiz kendisine geldiğinde, Lût bundan çok sıkıldı, göğsü daraldı. Onlar “Korkma ve üzülme,” dediler. “Biz seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın müstesna; o arkada kalanlardan olacak.
“Yoldan çıkmakta direttikleri için, bu belde ahalisinin üzerine gökten azap indireceğiz.”
Akıl sahibi bir topluluk için, Biz o beldeden geriye apaçık bir işaret bırakmışızdır.
Ankebût, 29:28-35
***
AKIL ETMEYECEK MİSİNİZ?
Lût da peygamber olarak gönderilenlerdendi.
Biz onu da, bütün ailesini de kurtardık.
Ancak geride kalan kocakarı müstesna.
Sonra diğerlerini helâk ettik.
Sabah akşam onların yurtlarından geçiyorsunuz. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz?
Sâffât, 37:133-138
***
İBRET ALACAK NEREDE?
Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.
Biz de onların üstüne taş yağdırdık. Ancak Lût’un ailesi müstesna — onları seher vakti kurtardık.
Bu ise katımızdan bir nimet idi. Şükredeni Biz böyle ödüllendiririz.
Lût onları şiddetli azabımız hakkında uyarmıştı; fakat onlar uyarıları şüpheyle karşıladılar.
Onlar Lût’un konuklarına kötülük etmeye niyetlendiler; Biz de onların gözlerini kör ettik, “Tadın azabımı ve uyarılarımın sonucunu” dedik.
Bir sabah vakti, yakalarını bir daha bırakmayacak bir azap onları yakalayıverdi.
Şimdi tadın azabımı ve uyarılarımın sonucunu!
And olsun, Biz Kur’ân’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat hani ibret alacak olan?
Kamer, 54:33-40
[1] Maureen Salamon, “My Son’s Boyfriend Is Not His Friend,” Atlantic, June 28, 215, http://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2015/06/friend-gay-relationship-language-evolution/397028/?utm
[2] En’âm, 6:151; A’râf, 7:33.
[3] Bakara, 2:168-169.
[4] Nur, 24:21.
[5] En’âm, 6:112.
[6] Cin, 72:6.
[7] Buharî, Enbiyâ: 54; Edeb: 78; Ebû Dâvud, Edeb: 6; İbni Mâce, Zühd: 17.
[8] Muvatta’, Hüsnü’l-huluk: 2.
[9] “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirinin cinsindendir. Kötülüğü emrederler, iyilikten sakındırırlar.” Tevbe sûresi, 9:67.
[10] Buharî, Edeb: 60; Müslim, Zühd: 52.
[11] Talâk sûresi, 66:10.
Daha önceki yayın tarihleri: Temmuz 2015, Haziran 2017, Kasım 2018
https://yazarumit.com/hayasizligin-kisa-tarihi/