M.Kemal ve Arkadaşlarının Eşek Şakaları
Şair “Kalmasın Allahım âlemde hiçbir hakikat nihân” demiş ya, birazdan okuyacağınız mektupla yakın tarihin karanlıkta kalmış bir hakikati daha aydınlanmış olacak.
Osmanlıca aslı, ismi bizde mahfuz bir koleksiyonerde bulunan 16 Ağustos 1912 tarihli mektup. 22 yıl sonra Atatürk soyadını alacak olan Mustafa Kemal Bey’in mahrem dünyasını ifşa, etmesi bakımından önemli bir belge.
Mektup, Trablusgarp cephesinde bulunan ve imzasından anlayabildiğimiz kadarıyla Ahmed Fuad adlı bir subay tarafından Enver Paşa nın yanında görev yapan Nuri (Conker) Bey’e yazılmış ve yakındaki bir karargâhta görev yapan Mustafa Kemal Bev’e, arkadaşı Nuri Bey e ulaştırması için gönderilmiş. Bu arada açıp okuyan Mustafa Kemal’in mektuba beş satırlık kısa not ekleyerek Nuri Bey’e göndermesi ve bu satırların bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış olması belgenin değerini artırıyor.
Burada ilk kez yayımlanacak olan bu özel mektupta Muştala Kemal ve arkadaşlarının birbirleri hakkında laubalice,yer yer argovari hatta küfürleşmeye varacak derecede ağırvari bir dille şakalaşmaları ama (Her şakanın altında bir gerçek vardır)fetvasınca bazı gerçekleri ağızlarından kaçırmaları ona başka metinimle rastlanmayan cazip bir boyut katmakta.
Bu yayınımızla birlikte sansürsüz mektupların da önünün açılacağına inanıyor ve demek ki diyoruz, rastgele elimize geçen bu mektup bir istisna olamayacağına göre şimdiye kadar yayımlananlar veya yayımlandığı sövlenenler büyük Ölçüde makaslanmış ve bu tür samimî ifadeleri tıraşlanmış mektuplar olmalı. Mektubumuz Latife Hanımın mektuplarının neden açılmadığıyla ilgili de bir fikir vermektedir.
Mektup ne diyor?
Bîr kere Abmed Fuad’ın kaleminden Trablusgarptaki mücadele man-zarasını samimi bir kadrajdan görmüş oluyoruz. Mustafa Kemal ve ’silah ar-kadaşları ‘ vatana olan borçlarını ödemek için Afrika’dadırlar ama birbirlerini görememekten, bazı başka şeylerin eksikliğinden mustariptirler.
Öte yandan Nuri Bey’in mektuplarında lafın dönüp dolaşıp iki noktaya bağlandığı dikkat çekiyormuş. Biri ‘su’ diğeri ‘neste….’
Buradaki ‘su’ kelimesiyle acaba gerçekten ‘SU’ mu kastediliyor, emin olamadım. Zira mektubun ruhundan anlaşıldığı kadarıyla bahsedilen, çok kıt bulunan bir şey olmalı. Oysa gerek Mustafa Kemal’in, gerekse Enver Beyin mektuplarında Trablusgarb’da su sıkıntısı çekildiğinden bahsedilmiyor. Nitekim bu mektuptan 4,5 ay kadar önce, 2 Nisan günü Mustafa Kemal’in Avn-i Mansur Karargahından Behiç (Erkin) Bey’e gönderdiği bir mektupta Libya’ya gelişi hikayesinin ancak Selanik’in “paşa gıdası” ile birlikte anlatılabileceğinden söz etmesi ve yayına hazırlayanın bu şifreyi ‘rakı’ olarak çözmüş olması (Atatürk ’ün Bütün Eserleri, cilt 1, Kaynak: 2003, s. 135), Nuri Bey in eksikliğini duyduğu ‘su’yun alelade su değil, içki (belki rakı) olduğunu hatırlatıyor.
Nitekim daha sonra Nuri Bey‘in “su’yu bulamamaktan muazzep olduğunu öğreniyoruz ki, insan hayatın temel maddesi olan suyu bulamamaktan muaazep olmaz -ki zaten onsuz yaşayamaz- ancak bir başka ihtiyaç nesnesini bulamamaktan sıkıntı çekilir ki, bu da içki olmalıdır.
Peki ‘’neste nedir? Osmanlıca ori-jinalinde ”neste…’’ şeklinde kelimenin sonu noktalarla uzatıldığına ve bir ünlemle sonlandırıldığına göre onun da bir şeyi örttüğü ve bir şifre olduğu anlaşılıyor. Kelimeye sözlüklerde, hatta argo sözlüklerinde bile rastlanmıyor.Öte yandan internetten ulaştığım ama teyid edemediğim bir malumat bu kelimenin “neste fereste’ şeklinde ve “erotik cazibesi olan” bir deyim olarak kullanıldığını bildiriyor. Kelime anlamını çözmek mümkün olmamakla birlikte metnin geliş ve gidişinden cins-i latif, yani kadın hasreti ve kokusunun kastedildiğini çıkarmak mümkün.
Nitekim mektubun devamından da bu mana sızıyor. ‘Su’yun şişelerle, ‘neste’nin ise ‘havası alınmış kutularla’ gönderilmesinden söz ediliyor (tabii bu imkânsız!). Ancak yanlarına gelirse Nuri Beyi bu iki ‘şey’le ödüllendirebilecekleri belirtilmiş.
Diğer taraftan yanlarına gelirse bu hizmetleri karşılığında biri kendisine, öbürü de Mustafa Kemal’e olmak üzere ‘iki parlak ikilik’ istemesi de ilginç. Mektubu yazan şahıs bir gece önce Mustafa Kemal’in bir İkilik’ini almış fakat Kemal’de fiilden, yani icraattan ziyade kavi, yani laf olduğundan “Iskopak (aşık) cenabetsin bir şey beceremediğini yazmış. Metinde M. Kemal’in iki lira verip de neyi “beceremediğini” anlamak mümkün olamıyor.
Mektubun kesin hale getirdiği me-selelerden biri de Mustafa Kemal’in Trablusgarp’da bir gözünden yaralandığı için göremez olduğu ve bu yüzden arkadaşlarının kendisine “yek çeşm” (tek göz) diye takıldıkları bilgisidir. Ahmed Fuad şöyle yazar:
“Paşamız bu günlerde pek ciddîdir yek çeşm ile.Dünyayı güzel görmeye ve diğer gözünün görmediği unutmağa başladı. Mübâhese arasında malûmlardan bahs açılınca “Merak etme, tek gözle de onların yine analarını …….iz” diyor.”
Mustafa Kemal “malumlar” derken herhalde İtalyanları kastediyordu. Ancak bol küfürlü konuştuğunu bu mektup sayesinde öğrenmiş oluyoruz. De-vamındaki ‘rakkas’ kelimesi ise posta manasına kullanılmış olmalı.
Mektup yazan zatın Ramazan ayında dindar görünmeye çalışması ve bundan da alaycı ifadelerle bahsetme-si ise tek kelimeyle hayal kırıcı. Metnin sonuna Mustafa Kemal’in Nuri Bey’e müteveccihen (Elediği satırların sonundaki “Eşek!” kelimesi ise şaka-laşmaların doruğu mahiyetinde.
Şimdi sizi Ahmed Fuad’ın Nuri Bey’e yazdığı mektup ve sonuna Mustafa Kemal’in eklediği notla baş başa bırakıyoruz….
Bi-pâyân [sonsuz] çöllerin kızgın kumlarından çıkarak, uçarak gelen ruhî mektuplarınız bize de ruh ve hayat vermektedir. Vatana olan borcumuzu eda maksadıyla beraber bir arada bulunmak, yaşamak veya ölmek hissiyati ile de Afrika sahralarına atılmış olan bu üç kardaşın (kartacalıların) desprese [kederli] bir hâlde bilhassa seninle arada çöller, kızgın güneşler. bî-amân [amansız] sahralar bulunacak derecede ayrı düşeceğine hiç ihtimâl vermez ve hiç de gönül arzu etmezdi. “Ne çâre kaderde vâr imiş ayrılmak.” Günler, afvedersiniz haftalar (zirâ buralarda gün ve saat hesabı carî [geçerli] değildir) geçtikçe görüşmek, çeşm-i siyahın [siyah gözün] ile yobaz sakalından öpmek arzuları iştidâd etmektedir [şiddetlenmektedir.
Ah kardaşım Nûrî, bilsen, her ne vakitki ceviz içi ile karışık pirinç unu Helvası yapılsa ilk kaşıkta derhal hatırıma gelir ve ilk kaşıkların senin için alınmasını sofrada hazır olanlara teklif ederim. Bilmem o anda senin mide-i şerifin mütelezziz olur mu [şerefli miden lezzet alır mı]
Gelen mektuplarını kerrat- adide ilede ile [tekrar tekrar] okuruz. Nazar-ı dikkatimi celb eden [çeken] şey, rûh-i mektup [mektubun ruhu] dâimâ iki noktaya istinâd ediyor [dayanıyor]. Biri su, biri de o neste….!
Ah kardaşım, bizde mebzûl [pek bol] olan bu iki şeyden sizdeki mah- rûmiyet cihetiyle muazzeb oluşunuz [azap duyuşunuz] bizi de muazzeb etti. Kabil olsa idi birincisini şişelerle, İkincisini de havası alınmış kutularla takdîm ederdim. Lâkin ne çâre ki adîınü’l-imkândır[imkânsızdır]. Inşâallâh yakında avdet ederseniz [dönerseniz], bu iki arzunuzu da yerine getirmeye, sizi memnun kılmaya çalışırız.Merak etme,bu hizmetinize mukabil senden çok bir şey istemeyeceğiz.Kemal Bey için bir, benim için de bîr, ki cem‘an (toplam] iki parlak ikilik” kâfidir. (Dün gece Kemal’in bir ikiliğini aldım, lâkin Kemal de fiilden ziyâde kavi [laf] olduğunu pek a‘lâ bilirsin. İskopak [aşık] cenabet bir şey beceremedi.)
Kemal Paşaamız ‘Nuri şimdi pek sıkılır’ dedikçe, “Merak etme Paşam. Nuri’ye can sıkıntısı vârid oldukça [geldikçe] muntazamca istif edilmiş lâkin belki bozulmuş evhamıyla o sevimli ma’den parçalarını karıştırmak, düzeltmek, onların kırmızı sakallarını okşamakla def eder [sıkıntıyı atar]. Daha fazla sıkılmış ise bu miktâra zamîmeten [ilave olarak] derhâl tencerenin başına geçerek mutedil, pek ciddî ve kolları sıvanmış bir vaziyyette helvayı karıştırdıkça tencereden çıkan kokusu güzel dumanlarla sıkıntısını havaya uçurur derim.
Bu mülâhazat ve mülakâtım [değerlendirme ve düşüncelerim] Paşamızcada tasdîk edilerek müteselli olmaktayız [teselli bulmaktayız].
Paşamız bu günlerde pek ciddîdir,yek-çeşm [tek göz] ile. Dünyayı güzel görmeye ve diğer gözünün görmediğini unutmağa başladı. Mübâhese [sohbet] arasında malûmlardan bahs açılınca “Merak etme, tek gözle de onların yine analarını….. iz” diyor. Bu sözü cesâret ve maneviyâtının yüksekliği derecesini gösterir. Bunun için fazla izahata lüzum yoktur.
Şimdiye kadar mektup gönderemediğimden dolayı sakın ola ki beni tah-tie edesin |suçlamayasın]. Kabahatin kısm-ı küllisi [büyüğü] çarık istidası suretinde [çarşaf gibi] sîze mektup gönderendedir. Malûm-i âlinizdir ki ben ayrıyım. Ca’buya(?) rakkas gittiğinden ve gideceğinden hiç haberim olmaz. Bu defa da bu mektubu yazarak gönderilmek üzere Kemal Beye gönderiyorum.
Mektubun ve benim tali-imiz(talihimiz) açıksa rakkasın gideceği gün unutulmaz.Şayet beyimiz meşgul bulunur da hiç ta..klamazsa(umursamazsa) bu da benim bedbahtlığım.
Dana yavrusunu andıran büyük çaplı topların mermileri bizim karargahın da sağını,solunu ve ilersini yoklamaktadır.Lakin bilirsin ki Şark Kolu Kumandanı erkanı harb olmamakla beraber ordugah ve mutasavverin(*) mahalli intibahında(yeri seçiminde) pek mahirdir.İşte bu mahareti sayesindedir ki mesafe düşmana yakın ve ateş altında olmakla berbaer düşmanın isabet ettiremeyeceğine kani bir vaziyette sebat ve matanet
Ramazan geldi, orada oruçta beraber beş vakit namazı kıldığına eminim. Garp karargâhı şöyle böyle, lakin nazar almasın ilâ maşallah Şarka ki biz siz gibiyiz. Oruç, beş vakit namaz, her gün mukabele, teravih namazı (imam benim ha) deme gitsin. Vallahi Nuri., kendimi Fatih softalarına benzemekteyim. (Lâkin zâviye şeyhleri indinde kredi pek yüksek,kızını teklif eden edene.. Ma’a’ateessüf muvafakat etmiyorum. Sebebi de sence malum olan kör olası tabiat)Buraya şayanı arz birşeyler yok. İşte o yokluk cihetiyledir ki,mektubum Arap çorbası gibi karmakarışık.Abdulgani Beye,Ahmed Savan Beye saygılar.Arkadaşların hepsi saygılarını bildirirler.Baki gözlerinden öper,sıhhatle ve bir an evvel görüşmek ve kavuşmaklığı Hakk’dan dilerim kardoşkom.
Görüyorsun ya Nuri, seninki , bayâ incelikler [şakalar] yapıyor. Seni dört, beni tek gözlü olmakla [alaya layık] buluyor, budala idrâk etmiyor ki kendisi büsbütün kördür. Eşek.
Mustafa Armağan, Derin Tarih, Sayı: 27.