Anlam Tesellisi
Fiziğin metafiziğe, metafiziğin de fizik âleme etkileri vardır. Kur’ân-ı Kerîmde bir ayette “Ey iman edenler! Siz toplantı halindeyken ‘Biraz yer açıverin!’ denildiği zaman yer açın ki Allah da size genişlik versin” buyrulmaktadır (Mücadele, 11).
Mekân olarak birine yer açmanın, kişinin kendi hayatında birtakım genişliklere sebep olması arasında kurulan bağ harikuladedir.Metafiziğin fiziğe olan etkileri ise dua hakikatinde apaçık şekilde anlatılmaktadır. Maddi bir sebep, manevi bir sonuca kaynaklık edebileceği gibi, manevi bir aksaklık da, maddi gerçeklik dünyasında bir takım aksamaların gerekçesi olabilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nın değişik yerlerinde başa gelen musibetlerin sebeplerini maddi ve manevi sebepler olarak ikiye ayırır. Ona göre, Rabbimiz kâinatta vesilelerle, sebeplerle iş görür. Dolayısıyla yaşanan her şeyin görünür gerekçeleri ve maddi izahları vardır. Her musibet bir gerekçeyle gelir ve her hastalık bir sebeple bedene yerleşir. Ancak, bu sebepler ana sebepler değil, ikincil sebeplerdir.
Hastalandıran, musibete giriftar eden Allah’tır, ikincil sebeplerin gerçek bir etkileri yoktur.Neden hasta oluruz? Bunun maddi sebeplerini anlayabilmek için doktora gideriz. Ancak bir de bunun manevi sebepleri vardır. Acaba hangi duygularımızda kaymalar vardı da bunlar oldu? Musibet ve hastalıkların sebepleri yalnızca fiziksel, biyolojik ve tıbbi faktörlerde aranırsa, hikmetten uzaklaşılmış olur. Hastalıklar ve musibetler yalnızca maddi ihmallerin değil, aynı zamanda manevi ihmallerin de sonucudur. Gurur, kibir ve enaniyet gibi kalbi hastalıklar da maddi musibetlere kaynaklık edebilirler. Sonuca dönüşmesi bakımından, maddi sebeplerin manevi sebeplere bir üstünlüğü veya ona kıyasla daha belirleyici bir rolü yoktur.
Birincil sebebi Rabbimizin takdiri olan yaşadığımız tüm olayların ikincil, yani sonradan yaratılan sebepleri maddi ve manevi olarak ikiye ayrılır. Daha açıkçası, görünür ve görünmeyen sebeplerdir ikincil sebepler. Baş ağrısının tıbbi bir sebebinin olması, onun aynı zamanda manevi bir gerekçesi olmadığını göstermez. Mutsuzluğumuzun açıklanabilir gerekçelerinin olması, onun görünürde olmayan manevi ihmallerden kaynaklanmadığını ispatlamaz. Manevi sebeplerle hüküm veren kader müsaade ettiğinde, maddi sebepler sonradan yaratılmaya başlanır. Burada bir adım daha önde olan manevi sebeplerdir.
Olumsuz bir durumun, hangi yanlışımızdan kaynaklandığını düşünürken aklımıza en yakın somut sebepler gelir ve böylece konuyu hayli daraltmaya başlarız. Diyelim ki arabayla giderken arkadan biri çarptı. Bu hadisenin gerçek sebebi nedir? İlk akla gelen şudur: Biz yavaş gidiyorduk veya bize çarpan kişi frene basması gerekirken basmadı. Veya o kişi telefonla konuşarak araba kullanıyordu ve hadiseye bu ihmaliyle sebebiyet verdi. Ama biz yıllardır trafikteyiz ve telefonuyla araç kullanan binlerce insan var. Bu kaza dün değil bugün niye oldu? Bunun sebebini balatalarda, frenlerde, debriyajlarda aramak oldukça kısıtlı bir bakış açısıdır. Bizim de böyle çarptığımız biri mi vardır? Bu çarpma illa arabayla da olmayabilir.
Bir lafla bile çarpabilir insan insana. Biri hayatında kendi normal ritminde gidiyordur, onun yolculuğunu alt üst etmişizdir. Kendi manevi yolculuğunda, Allah’a veya başka bir maksada doğru ilerleyen birinin motivasyonunu kırmış, onun yolculuğunu sekteye uğratmışızdır ve şimdi bunun bedelini ödüyoruzdur, kim bilir.Bazen de musibetin maddi sebebi, manevi ve hakiki sebebin tam zıddı durumundadır. Görünürde bir fiilimizden dolayı cezalandırılmışızdır ancak hakikatte o fiili yeterince işlemediğimizden dolayı kader ceza takdir etmiştir, ibadet ettiği için işten çıkarılan biri, suçu ibadetlerde aramamalıdır; kim bilir, ibadetlerini ihlaslı ve huşu içerisinde yapmıyor olmasının bir karşılığıdır bu.
Musibetlerin altında yatan manevi sebeplerle yüzleşmek zordur. Sebep-sonuç ilişkisini tespit etmek, manevi gerekçeyi bulmak biraz yorucu olacaksa, bunları düşünerek vakit kaybetmek de istemez insan. Çünkü orada derinlere inmeden başa gelen belayı zahmetsizce ilişkilendirebileceğimiz somut bir faktör veya bir insan vardır çoğu zaman. O somut sebebe yani bize haksızlık edene odaklanırsak kendi eski suçlarımızı örtbas edecek ve böylelikle bir taraftan teselli olurken diğer yandan hatalarımızı zihnimizden çıkarmış olacağızdır.
Yalnızca belalar açısından değil, nimetler açısında da bu böyledir. Bu diyeti bu yıl nasıl başarabildin? Eskiden defalarca uğraşmış ama yapamamıştın, fakat şimdi başardın. Acaba kader sende hangi konuda nasıl bir düzelme gördü de defalarca denediğin bu şeyi bu kez başarmana müsaade etti? Farklı bir şey olmuş olmalı. Eskiden girdiğin birtakım günahlardan vazgeçtin de mi böyle oldu? Yoksa Cenab-ı Hakk’ı razı edecek davranışlar sergiledin de mi böyle oldu? Yoksa bir başkası için yaptığın bir iyilik sebebiyle mi bu oldu? İzn-i ilahi olmadan bela da gelmez, nimet de erişmez. Kaderden mutlaka izin çıkması lazım… Bu izinler insanın daha çok manevi hal ve tavırlarına bağlanmıştır.
İnsan başına her gelene maddi gerekçeler arar ve bütün davranışlarını maddi bir sonuca yönelik yapmak ister.
Olayları görünen sebep-sonuç ilişkisi dışında değerlendirmek istemez. Oysa her olayın zahiri, yani görünen sebebi, hakiki ancak görünmeyen sebebinin önünde perde ve engeldir. Bu perde aralandığında musibet, insan ve Rabbi baş başa kalacak ve musibet gerçek anlamını kazanacaktır. Bu anlam kasvet değil huzur kaynağıdır.
Mecit Ömür Öztürk – Dervişin Teselli Koleksiyonu,syf.202-205