Kalbe Gelen Düşüncelerin Kaynağı
Kalbe yakînden, ruhtan ve melekten gelen düşünceler, Allah’ın hazinelerinden gelmektedir. Akıl, nefis ve şeytandan gelen düşünceler ise, yerin hazinelerinden gelmektedir. Bu konuda şöyle denmiştir:
“Nefis yerden yaratılmıştır, toprakla ilgili özelliklere sahiptir. Bunun için toprağa meyleder. Ruh ise ruhanîdir; melekût aleminden yaratılmıştır, bunun için yükseğe (yüceliklere) meyleder ve orayla huzur bulur. Kalb ise, melekût hazinelerinden bir hazinedir. Bir aynaya benzer. Bu düşünceler, ğayb hazinelerinden gelerek kalbin ortasına iner, kalpte yanar ve parlayarak tesirini gösterir. Onlardan bir kısmı, kalbin kulağına tesir edip bir anlayış olarak zuhur eder. Bir kısım düşünceler, kalbin dilinde tesir eder, bir kelam olarak ortaya çıkar. Bu, zevktir. Bazısı, kalbin koklama hassasında etki eder, ilim olur. Bu, fikirdir. Ona, fıtrî aklın etkisiyle ortaya çıktığı için “müktesep akıl” da denir. Bu, kalpte en az kalan, değeri ve etkisi en düşük olan bir düşüncedir. Kalbin gözünde ve kulağında etki eden düşünce, kalbin içine intikal ederek özüne ulaşır. Bu, direkt etkidir. O, kalpte oluşan bir vecdtir. Bu ise, mücahede makamının bir hâlidir. Rasulullah’ın (s.a.v) şu sözü de bu hâli tarif etmektedir:
“Allah’ım! Senden, kalbime iyice yerleşecek bir iman istiyorum.”1194
Ariflerden birisi demiştir: “İman, kalbin zahirinde olunca, kul, ahireti ve dünyayı sever bir hâlde olur. Bazen, Allahu Teala ile beraber, bazen de, nefsiyle birlikte bulunur. İman, kalbin içine girince, kul dünyaya buğz eder ve hevasını/kötü arzularına uymayı terk eder.”
Üstadımız Ebu Muhammed Sehl şöyle demiştir: “Kalbin iki boşluğu vardır. Biri iç kısımdadır. Orada, göz ve kulak vardır. Buna, kalbin kalbi (özü) denir. Diğeri de kalbin zahirindedir; orada da akıl vardır”
Aklın kalpteki misali, görme hassesinin gözdeki fonksiyonuna benzer. Onun, göz bebeğinde sağladığı parlaklık gibi, akıl da, kalbin kendine mahsus bir yerinde kalbe parlaklık sağlamaktadır.
Kalbe gelen düşünceler, onu hidayete sevk edecek türden olunca -ki bunlar melek ve ruhtan gelir- kalpte takva, hidayet ve hayır oluşur. Bunlar hayır hazinesindendir ve ilahî rahmete ulaşmaya vesiledirler. Bu tür düşünceler, kulun kalbinde bir nur ve güzel bir duygu olarak etkisini gösterir. Sağda görevli hafaza melekleri, onu fark eder ve iyilik olarak kaydederler.
Eğer bu düşünceler, isyanla ilgili ise -ki bunlar nefis ve şeytandan gelir- kalpte isyan ve kötülük duyguları oluşturur. Bunlar, şer kaynağı ve dünyevî bağımlılıklardır. Kalpte bir zulmet ve kötü koku meydana getirirler. Bunu, sol tarafta bulunan hafaza melekleri fark ederler ve onları kötülük olarak yazarlar. Bütün bunlar, nefsi yaratan ve onu dilediği gibi şekillendirip düzenleyen, kalplere hükmeden ve onu istediği yöne çeviren Cenab-ı Hakk tarafından takdir edilen bir takım ilham ve kalbe atılan düşüncelerdir. Hepsi bir hikmete dayanmakta, sonuçta bu, Allah’ın dilediği kimseler için bir adalet, sevdikleri için de bir ihsan ve fazilet olmaktadır.
Nitekim, Allahu Teala:
“Rabbi’nin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.”1195 buyurmuştur. Yani, Allah, dostlarına, hidayeti nasip edip müjde ettiği sevabı vererek sözünde sadık olmuş, düşmanlarına da, onları sapıklık içinde bırakıp kendileri için hazırladığı cezayı adaletin bir gereği yapmıştır. Hem, Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
“O, yaptıklarından sorguya çekilmez. Onlar (insanlar) ise (her fiillerinden) sorulacaklar (ve sorumludurlar).”1196
Bunlar (melek, ruh, nefis, şeytan) Allah’ın emrine boyun eğmiş askerlerdir. O ise, her şeye hükmü geçen, her istediğini yapan bir sultandır. Yüce Allah, bunlar iradesine boyun eğdiğinde, kudretine teslim olduğunda, bizzat o şeylerde bulunmaktan yücedir. Bu durumda, kudreti iradesine göre tecelli edip gereğini yerine getirir, hikmeti de fiillerini ortaya çıkarır. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman, gizli kudretiyle ona: “ol” der, o da hikmetine uygun olarak ortaya çıkıverir. Yüce Allah, her şeye gücü yeter. Her şeyin mülkü O’nun kudret elindedir. O, her işinde sonsuz hikmet sahibidir. Halbuki kul, güçsüzdür, acizdir, cahildir, hiçbir şeye gücü yetmez. Kul, sebeplerle kuşatılmış, üzerine perde çekilmiş, sonuçta sevap veya azab görmesi için ilahi hükümlerin uygulanmasına bir mahal yapılmıştır. Şu halde, bunca sebepler bir imtihan vesilesi, kul da bir imtihanın uygulanma yeridir.
Her şeyin evveli Cenab-ı Hak’tır. İmtihan eden, dileyen, ilk olarak yaratan, öldürüp yeni bir hayat başlatan O’dur. Sizi, bilmediğiniz bir hâlde (ve nitelikte) yaratacak O’dur. O, bunları, müminleri güzel bir imtihanla etmek ve hâllerini ortaya çıkarmak için yapar. Kul ancak, O’nun gösterdiğini görebilir. Kulların müşahededeki farklılıkları da O’nun takdirine göredir. Kula ancak, O’nun açıkladığı ve dilediği açılır. Bundan dolayı kullar, delillerde ihtilafa düşmüşlerdir. Çünkü herkese açılan delil farklıdır.
Allahu Teala, gayb aleminde olan bir şeyi ortaya çıkarmak istediğinde, latîf/görünmeyen, sırlı kudretiyle nefsi harekete geçirir o da O’nun izniyle harekete geçer. Nefsin bu hareketiyle onun yapısından ortaya çıkan bir zulmet oluşur ve kalpte kötü bir düşünce olarak yazılır. Devamlı gözetlemede olan şeytan kalbe bakar. Kalpler şeytan için açılıp yayılmış, nefisler de önünde serilmiş durumdadır. Kalpte olup biteni görür, onun mübtela olduğu ve çevrildiği ameli fark eder. Nefsanî bir düşünce ve kalpte tesirini gösteren bir zulmet gördüğünde, kendisi için hareket alanı ortaya çıkar ve bu sayede kalpteki hakimiyeti kuvvetlenir.
Kalpteki nefsanî arzular, asıl üç şeyden kaynaklanır. Teferruatı ise, sayısız denecek kadar çoktur. Bu, her kulun arzu edip peşine düştüğü şeye ve derecesine göre değişiklik gösterir. Bu asıl şeylerden birisi, hevadır. Heva/boş arzular nefsin hemen ele geçirdiği bır hazdır. Diğeri boş hayaldir. Bu da fıtratındaki cehaletten kaynaklanmaktadır. Bir diğeri de, bir şeye karşı harekete geçme ve ondan çekinme duygusudur. Bu ise aklın ve kalbin muhabbetinin sonucu olan bir şeydir. Bu üç şeyden hangisi kalpte yerleşip etki gösterse, bilinmelidir ki o, nefsin vesvesesi ve şeytanın kalpte bulunması sonucu oluşmuştur. Böyle bir düşünce şeytana aittir ve kötü olduğuna hükmedilir. Bunlar da ancak şu üç şeyden kaynaklanır:
Cehalet, gaflet ve faydasız dünya metaı talep etmek. Bunlar, kula fayda vermeyen ve dünyaya ait olan şeylerdir. En faziletlisi, faydasız dünya malı konusunda nefisle ve şeytanla mücahede etmek ve pesine düşmekten kendini alıkoymaktır. Bu, peşine düşülen şeylerin mübah olması durumundadır. Eğer bu hâller, haramlarda ortaya çıkıyorsa, o zaman kula, tamamıyla onlardan sakınması ve peşine düşmemesi farz olur. Kulun kalbi bu şeylerin zikrinde ileri gidip onlara meyil gösterir yahut onları ele geçirmek için hareket ederse, bu şeyler, kalbiyle yakînî arasında perde olurlar. Şayet yukarıda saydığımız durumlar, kalbe mübah olan şeyler vasıtasıyla arız oluyorsa, kalbin gaflete sebep olacak şeylere mahal olmaması için, onları kalpten yok etmek, kendisi için fazilet olur. Hem bu mübah şeyler asıl itibariyle, onları kullanma ve harcama konusunda nasıl hareket edildiğini tespit için, Allahu Teala’nın önümüze koyduğu birer imtihandır. Bunun için O, nefsi, ruhu, hayatı ve ölümü yaratmış, kullar nasıl amel edecek ve kalbini dünyadan çekerek en güzel ameli kim yapacak diye, yer yüzündeki şeyleri bir süs ve imtihan vesilesi yapmıştır.
Şeytanın hakimiyeti ve nefsin kötü şeyleri kendisine güzel göstermesi sebebiyle helake ve azaba yaklaştıktan sonra, Allahu Teala bir kulunun kurtulmasını isterse, imtihan anında kalbine bakar, imanının nuru ile nefsini Allah’a yöneltir. O zaman kul, gizlice O’na iltica eder. O’na sığınarak ve O’na koşarak kendisine tevekkül eder, halis bir şekilde O’na yalvarıp yakarır. Böyle bir durumda, kul Allah’a güvenir, O da ona yeter. O, işini Rabbine teslim eder, Rabbi de kendisini, düşmanının hilesinden muhafaza eder. Kul, yaratanına yalvarır. O da, kendisini korur, ona bir çıkış yolu yaratır ve sıkıntısından kurtarır. Allahu Teala, kulun kalbine öyle bir nazar eder ki, nefsin ateşi söner, kötü arzular yok olur, hareket imkanı kalmadığı için şeytan siner, etkisiz hâle gelir ve devre dışı kalır. Böylece kalp, Cenab-ı Hakk’ın nuru ile, kötü tesirlerden temizlenir, Aziz ve Kahhar olan Allah’ın kudretiyle pürüzsüz bir hâle gelip taatlara yumuşar. Artık, kul, Yüce Rabbinin rahmet nazarıyla, kalbinin safiyet bulmasından dolayı, O’nun makamından korkar, hatalardan çekinir ve kaçar, yahut hatasına istiğfar ve tövbe eder, üzerinde takva hâli zuhur eder.
Yüce Allah, kötülüğe düşmesine hükmettiği bir kulun helak olmasını istediğinde, nefsin hevasıyla mübtela olup kötü arzulara kapıldıktan sonra, kalp akla bakar, akıl da nefse müracaat eder. O zaman nefis, kötü şeyleri süsler ve teşvik eder. Akıl, nefsin süslemesine ve teşvikine rıza gösterip onu güzel bulur. Aklın güzel bulması ve hevanın/kötü arzuların kalpte yayılması sebebiyle göğüs kötü şeylere açılır. Böyle bir durumda, şeytanın hareket alanı genişlediği için, kalpteki hakimiyeti kuvvetlenir, kalpteki kötü arzuları süslemeye, kalbi aldatmaya, ona bir takım boş vaatlerde bulunmaya yönelir. Bu şekilde bir takım yaldızlı sözler ve aldatmacalarla kalbe vesveseler vermeye başlar. O zaman, şeytanın hakimiyetinin kuvvetlenmesinden ve yakîn nurunun iyice kaybolmasından dolayı imanın kalpteki hakimiyeti zayıflar. Şehvetin fazla olmasından dolayı, heva/kötü arzular galip gelir. Şehevi arzular, ilmin nurunu ve delilin gücünü yok eder, haya ortadan kalkar, iman şehvetle perdelenir. Bu durumda, hayanın kalkmasından ve hevanın galebesinden dolayı kötülük ortaya çıkar.
Kalpte hayrın ve şerrin, taatın ve günahın ortaya çıkması, yukarıda saydığımız sebeplere bağlı olarak meydana gelmektedir ve bu bir anda olmaktadır. Bunlar, kulun kalbinin hâline göre elde ettiğin neticelerdir. Kalpte oluşmaları sanki yıldırım hızıyla olmaktadır. Çünkü Allahu Teala, bir şeyin olmasını isteyince ona; “Ol” der, o da, ilahi kudret ve iradeye uygun olarak oluşuverir.
Eğer Allahu Teala, melekut hazinelerinden, bir hayrı ortaya çıkarmak ve takvayı ilham etmek isterse, gizli bir tecellisiyle ruhu hareket ettirir. Ruh yüce kudret sahibi Mevla’nın emriyle hareket eder. O zaman ruhun cevherinden kalpte alî duygular yayan bir nur parlar. Kalpte hayır düşüncesi, üç şekilde kendisini gösterir. Bunun kısımları ise, sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü her kulun kalbinde, ilminin ulaştığı, makamının yükseldiği yere göre hayır düşüncesi oluşur.
Kalpte oluşan hayır düşüncesi, ya farz kılınan bir emre derhal icabet etme şeklinde olur. Yahut kulun içinde bulunduğu hâl ve ameline uygun bir fazilete teşvik yapma şeklinde ortaya çıkar. Veyahut melek veya melekût aleminden yayılan gaybî keşiflerle üzerine açılan ve kendisi için bir fazilet olan ilme sarılma şeklinde tezahür eder.
Bütün bunlar, Ma’bud-u Hakiki’nin dilemesi ve hikmet sahibi Mevla’nın bir hikmeti icabı cereyan eden ve kulların tanınıp birbirinden ayrılmasını temin eden şeylerdir. Hayır grubuna giren bütün düşüncelerde Allahu Teala’nın rızası vardır. Bunların tahakkuku kul için hayırlıdır. Şu kadar var ki, onların bazısı diğerinden daha faziletlidir.
Hayır ve şerre ait kalpte oluşan bu altı temel düşünce, melekten gelen takva ilhamı ile şeytandan gelip vesvese ve kötü niyyet şeklinde ortaya çıkan kötülük düşüncesinin arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
Bazen bu duygu ve düşünceler, kul için bir takım ilimlerin açılmasına vesile olurlar. Kul onlardan Allahu Teala’ya nazar eder, ilâhî tecellileri ve hikmeti bulur. Bütün bunlar; Allah’a ait birer marifet bilgisi olurlar ve bu sayede kula ünsiyet ve şevk kapısı açılır.
Sonra, kullar, yakînlerindeki yükseklik ve temkin hâlindeki istikrarları nispetinde, müşahede konusunda farklı derecelere sahiptirler. Ancak, hayra ait düşüncelerin aslı ve oluşması, meleğin ilhamı, ruha hayır duygusunu atması ve iman üzerinde ilâhî nurların parıldayıp onu tutuşturmasına dayanmaktadır. Bu düşüncelerin dıştaki tezahürü ise, ahirete yönelme, emredilen yahut teşvik edilen şeyleri bilme şeklinde olur.
Kötülüğün oluşması ise, yukarıdakilerin tersine, nefis ve şeytandır. Sebepleri ise, şehvet ve hevadır. Bunlar cehaletten ortaya çıkar. Kalpte perde olup sonuçta kulu azaba götürürler.
Allahu Teala, ruh hazinelerinden bir hayrı ortaya çıkarmayı isteyince , onu harekete geçirir. O zaman ruh, kalbe bir nur yayar ve onu etkiler. Bu durumda melek, kalbe bakar ve Allahu Teala’nın orada oluşturduğu şeyi görür. Artık melek için kalpte hareket alanı ve tesir imkanı oluşur. Bunun zıddı, kalb nefsin etkisinde kalınca, şeytan için emre hazır olur ve o zaman kalp, şeytanın tasarrufu altında kalır.
Melek, hidayet ve Allah’a itaat muhabbeti üzerinde yaratılmıştır. Şeytan ise, azgınlık ve kötülük muhabbeti üzerinde yaratılmıştır. Melek, kalbe hayır düşünceyi ilham eder, böylece kalpte hayır anlayışı oluşur. Bu düşüncenin canlanması için, melek kalbe, onu takviye edecek şeyleri emreder. İyiliği güzel gösterir ve ona teşvik eder. İşte bu, takva ve hidayete götüren ilhamdır. Bu durumda, şeytanın nefse nazar ettiği gibi, melek de yakîne bakar. Yakîn, bunun hayır olduğunda meleğe şahitlik yapar. O zaman akıl huzur ve sukunet hâline elde edip yakînin şehadetiyle teskin olarak, Allahu Teala’nın desteği ve izni ile melekle beraber olur. Nitekim daha önceki durumda da, nefse kandığı için onunla beraber olmuştu.
Bundan sonra aklın hayırda mutmain olmasından dolayı göğüs hayra açılıp, iç alemin genişlemesi sebebiyle ilmin delillerinin sıhhati ortaya çıkar. Böylece, imanın safiyetinden dolayı yakînin kalpteki hakimiyeti kuvvetlenir. Hevanın/kötü arzuların zulmeti yakîn nuru içinde kaybolup gider. İman nurunun ortaya çıkması sebebiyle şehvet ateşi söner. İman, haya süsüyle süslenir. Şehvetin yok olmasından dolayı, nefsin azgınlık sıfatı zayıflar. Nefis zayıfladığı için kalb kuvvetlenir. Yakînin kuvvetlenmesi ve ilmin gösterdiği şeylerin kesinliği ortaya çıkması sebebiyle, iman artar. İmanın artması ve haya ile süslenmesinden dolayı kalpte hidayet nuru hakim olur. Hakk’ın galebesinin neticesi, taat ortaya çıkar. Allah her emrinde ve işinde galiptir; dilediğini icra eder. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
KALBE GELEN DÜŞÜNCELERİN BİR BAŞKA İZAHI
Melekten gelen ilhamla, şeytandan gelen vesvesenin kalbe gelişleriyle hayır ve şer yönündeki etkileri, zaman ve tesir yönüyle birbirinden farklıdır.Çoğu kez kalbe, önce, şeytanın, kötülüğü emreden vesvesesi gelir.Arkasından, kula İlâhî bir yardım, hayırda kalmasını sağlamak ve Allah’ın bir inayeti olarak meleğin ilhamı gelir ve kulu kötülükten alıkor.Bu durumda kula, şeytandan gelene isyan etmesi ve melekten gelene itaat etmesi gerekir.
Bazen, kalbe, önce, meleğin hayrı emreden ilhamı gelir. Peşinden de,kulun nasıl amel edeceğine bakmak için Allahu Teala’dan bir imtihan olarak ve şeytanın da hasedinden dolayı, kulu hayırdan alıkoyan, onu ağırdan alma ve gecikmeye sevk eden şeytanî vesveseler kalbi sarar. Bu durumda kula, melekten gelene itaat, şeytandan gelene ise, isyan etmesi gerekir. Sonra kalbe, melekten gelen hayır İlhamı ile şeytandan gelen vesveselerden oluşan birçok düşünce hücum eder. Kulun, dünyaya rağbetinin kuvvetli olmasından dolayı, hayır düşüncesinin zayıf kalması, heva ve şehvetinin kuvvetinden dolayı şer düşüncesinin kuvvetli olması sebebiyle,bu düşüncelerin kalpteki etkileri değişik olur.
Bu düşünceler, azlık ve çokluğuna, öncelik ve sonralığına göre farklı hükümlere tabidir. Hem Cenab-ı Hakk’ın da her biri ile ayrı bir muradı vardır.O dilediği zaman hayır içinde er yaratır ve kulunu sevdiği zaman, kendisinden başkasına meyl ve muhabbet etmemesi için şer içinde hayır yaratır. Bu durumda kul, Cenab-ı Hakk’ın kendisinde ortaya çıkardığı fiillere aranmamalıdır. Arif, bu hâli yakinen görünce, hiçbir hayırdan geri durmaz ve asla ameline de güvenmez. Çünkü o, Allahu Teala’nın, hayrı şerre çevirererk kendisi için tfiurad edebileceği gizli imtihandan emin olmaz.
İçine düştüğü kötülükten dolayı da ümitsizliğe düşmez. Çünkü o, şerrin hayra dönmesini ümit eder ve böylece korku ve ümit, havf ve reca arasında olur. Bütün bunlar ancak, ince İlim, derin anlayış, keskin zeka ve Rahim ve Cebbâr olan Mevla’nın öğretmesiyle nurlanmış kalb safiyeti ile bilinebilir.
Kul, kalbinde kötü bir düşünceden sonra, kendisini ondan alıkoyan bir hayır düşüncesi buluyorsa bu, onun İlâhî himayede olduğunu ve manen desteklendiğini gösterir. İşte bu, kalpte devamlı hakkı emreden vaiz ve aklı hak yolda destekleyen sakındırıcıdır.
Bazen kalbe, nefis ve hevadan kaynaklanan peş peşe kötü düşünceler hücum eder; peşinden de melekten kaynaklanan hayır düşüncesi gelmez. Bu hâl, Allah’tan uzaklaşmanın ve kalbin son derece katılaştığının alametidir.
Bazen de kalb, melek ve nefsin düşüncelerinden tamamen kurtulmuş olur. Bu, Allah’a yakınlığın alametidir ve bu, mukarrebûnun/ ilahi huzurda özel kabul görmüş velilerin hâlidir.Bazen de, Allahu Teala’dan bir imtihan, şeytandan bir hile ve nefisten
bir tuzak olarak, kalpte iyilik ve hayrı şeytanî düşünce ve vesveseler takip eder. Şeytan bununla, kulu kötülüğe çekmek yahut sonuçta günaha düşürmek veyahut da bir farzdan alıkoymak ve o andaki en faziletli amelden uzaklaştırmak için daha düşük bir hayırda tutmak ister. Bu durumda , görünüşte hayırdır. Fakat, sonunda günah olur. Başlangıcı hayır iken sonu kötülüğe ve zarara çıkar. Şeytanın aradığı onun aslı ve sonudur. Nefsin bu konudaki arzusu da, ameli kendi heves ve keyfine göre yaptırmaktır.
Şeytan ve nefis amelin zahirini hayırla, evvelini iyilikle süsleyerek asıl hilelerini gizlerler, işte bu, hak yolunda amel edenlerin müptela olduğu anlaşılması çok zor en ince hilelerden birisidir. Bunun esasını ve gizli yönlerini ancak gerçek alimler anlarlar.
Meleğin ilhamına gelince, bu, her halükarda ancak hayır ve iyilik getirir. Çünkü hile ve aldatma meleklerin vasfı değildir. Fakat, bazen, kalb iyice katılaştığı ve isyana devam ettiği zaman, ibadet ehlinden meleğin ilhamı kesilir. Bu hâlde kalp, mel’un şeytanın vesveselerine açık bir hâle gelir.
Kötü arzuları onu istediği gibi kullanır: Heva kalbi, iyice hakimiyeti altına alır ve kula iyice yakın olur. Haktan uzaklaşıp, hayır ve doğrudan mahrum olmaktan Allah’a sığınırız.Kul, iman makamında meleğin ilhamıyla devamlı desteklenir. Yakin makamına yükselince, Allahu Teala, ruhte tecelli eden İlâhî nurlar vasıtasıyla, kulun terbiye ve kontrolünü üstlenir. Böylece rub, bakkın tecelli mekanı olur. Nihayet Allahu Teala’dan ruha tecelli eden nurlar vasıtasıyla,kula öyle sırlar açılır ki, melek onun ne olduğunu bilemez. Bu hâl, kulda nefsani arzular tamamen yok olmadıkça ve nefse ait herşey kalpten atılmadıkça meydana gelmez. Nefsin düşük ve kötü arzuları tamamen silinip temizlenince, nefis, ruhun hizmetine girer ve artık kendisinden kötülük adına bir hareket meydana çıkmaz.
Sonra, Allahu Teala, yakin nurlarının tecellileri ile kulun terbiye ve terakkisini üzerine alır. Kalpte, gayb ve ceberût aleminden gelen yakîn nurlarının tecellileri ile kulun terbiye ve terakkisi ilahi destekle olur. Kalpte gayb ve ceberut aleminden gelen yakîn nurları yayılır.O zaman kul, açık-ça hakkı müşahede eder ve gaybı görür. Bu durum, kulun zahiri varlığını
kaybedip manen yeni bir vücut bulmasıyla hasıl olur. Bundan sonraki hâlleri, ancak ehline veya hakikatini öğrenmek isteyene açmak doğru olur.
Bu anlattıklarımız, tevhid makamında olur ve bunlar, mukarrabün sıfatındaki ehlullahın hâl ve dereceleridir.
Ebu Talib el Mekki – Kalplerin Azığı,cild.1,syf.487,495