Şeriat ve Aklın Hakikat ve Sırlarını Hatırlatma ve Bu Konuda Tenbih

3448843 Şeriat ve Aklın Hakikat ve Sırlarını Hatırlatma ve Bu Konuda Tenbih

Nizâmüddîn Fahru’l-Mülk’e

Emir, Hüsam ve bu türden resmî ve ağdalı bütün lakab ve hitabların layığı olan sîzsiniz. Ancak Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ben ve ümmetimin takva sahipleri, tekellüften (ağdalı, samimiyetsiz konuşmalardan) uzağız.”(Darekutni)

Emir kelimesinin hakiki manasını bilmek ve bunu istemek önemli olandır. Kimse ona emir diye hitab etmese de zâhir ve bâtın yönünden kim kendini emirlik sıfatlarıyla süslediyse o emirdir. Bütün dünya kendisine emir dese de, kim de bu manadan uzaksa ona esir denilir. Emirin anlamı, emri ordulara geçen kişi demektir. İnsanlık âleminde var olan ilk ordu da bâtında olandır. Bâtında olan bu ordunun birçok yönü vardır: “Rabbi’nin ordularını kendisinden başkası bilmez.’’(Müddesir,30)

Bunlardan birisi tüm necaset ve çirkinlikleriyle şehvettir. İkincisi kati, hücum ve vurmayı emreden öfke ve diğeri de hileyi, tuzak kurmayı ve kandırmayı sağlayan akıl kuvvetleridir. Bu manaları da şekil ve suret âleminde bilmek istersen, biri yırtıcı sıfata diğeri hayvani sıfata ve bir diğeri de şeytani sıfata karşılık gelir.

Halk da bu tasnife göre iki gruba ayrılmıştır. Birincisi kendisinde bu kuvvelerin üçünün de hâkim olduğu grup ki bunlar padişahlar, emirler ve sultanların olduğu gruptur, ikinci ise; gece gündüz hizmete hazır durumda bu gruba itaat ve taatte bulunan, onların emirlerini yerine getiren gruptur ki, bunlar da esirlerdir. Bu âlemin âmâlarıdır bunlar ve emirlere, padişahlara, sultanlara dilenci, miskin, yoksul derler. Çaresiz esirlere de sultan derler. Basiret ehli kimseler; siyahlara kâfur, helak edici çöle de felâh yeri derler ve bunda da şaşılacak bir şey yoktur; çünkü bu âlem, âlem-i intikâs ve inikastır.Fakat her ikisi de yaratılışın aslım oluşturan hakikatlerin ve asıl manaların âlemi ile suret âlemini gerçek manalarını örtecek şekilde şöyle isimlendirirler: Birincisine âlem-i melekût [görünmeyen âlem] İkincisine de âlem-i şehadet [görünen âlem] derler.

Şehadet âleminde olan her şey gerçekte var olmayan sureta varlıklardır, hakikat âlemindeki gerçek varlıklar ise; suret âlemindekiler için yok görünümündedir. Bu yokluk da insanın bu dünyada şeyleri görmek için kendisinden istifade ettiği göze göredir. Ölüm ânında bu göz kapandığında hakiki âlemin gerçekleri de görülebilecektir. Gerçekler kalbe ayan olacaktır. Bu âlemde var olduğunu, zannettiklerinin aslında yok hükmünde olduğunu, yoklukta olduklarını sandıklarının da gerçekte var olduğunu bilecektir. Ve defalarca: “Allah’ım bu nasıl bir hâl, her şey tersine döndü!” diyecektir. Ona: “Sen (dünyadayken) bunlardan gâfildin. İşte perdeni kaldırdık, artık gözün herşeyi açık görüyor. ”(Kaf,22) denilecek.

“Ah!” diyecek, “böyle olacağını bilemezdim.” Ve diyecekler ki; “Ey Rabbimiz! Gördük ve duyduk. Şimdi bizi dünyaya geri gönder de iyi işler yapalım. Biz artık kesin olarak inandık.(Secde,12) ve cevap şöyle gelecek: “Öğüt alacak kişinin öğüt alacağı kadar bir süre biz sizi orada yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zâlimlerin yardımcısı olmaz.”(Fatır,37) Yine diyecek ki; “Ey Allah’ım! Bize sureta var olmanın ne demek olduğunu söylemediler ki.” O zaman da Kur’ân’da size bildirilmedi mi denilecek: “Onların amelleri ıssız çöllerdeki serap gibidir, susayan kimse onu su sanır, yanına geldiğinde ise hiçbir şey bulamaz, ama orada Allah’ı bulur ve O da onun hesabını eksiksiz görür Allah hesabı çok çabuk görür.(Nur,39)

İnceleyin:  Resulullah'tan (a.s) Tevatür Yoluyla Geldiği Bilinen Şer'i İlkelerden Birini İnkar Eden Kimseler Hakkında

Eğer birisi bizim bu varlık görünümündeki yokluk ve yokluk görünümündeki varlık dememizden bir şey anlayamadığını söylerse ona şu örneği veririz: Sâkin bir havada rüzgâr havalanıyor ve surette dikdörtgen uzun bir fener şeklinde döne döne yükseliyor. Buna bakan bir kişi toprak kendi kendine havalanıyor ve bu şekle giriyor zanneder, fakat bu böyle değildir. Toprağın her bir zerresini havadan bir zerre hareket ettirmektedir. Fakat hava görülemez, topraktır görülen. Bu durumda toprak, varlık görünümündeki yok-luk, hava ise yokluk görünümündeki varlıktır. Oysa toprak hareket etme açısından yalnızca rüzgâra, havaya tâbi olan onun saltanatında olan bir varlıktır. Gerçekte saltanat sahibi olan havanın görünürlüğü yoktur.

Anlayışa daha yakın gelebilecek başka bir örnek de ruhun ve bedenin örneğidir. Ruh, kimsenin kendisinden haberi olmadığı, sultan, hâkimiyet sahibi ve tasarrufta bulunan yokluk görünümündeki gerçek varlıktır. Beden ise onun esiridir. Oysa ne görülürse onda görülür. Bedenin de olan bitenden haberi yoktur. Alemle Kayyumun misali de böyledir. Aleme göre Kayyum yokluk gösteren varlıktır. Âlemde hiçbir şey tek bir zerre bile Kayyum’dan azade var olmamıştır. Kayyum da kendi varlığı zorunlu olandır, olan her şey onun hakiki varlığının zorunluluğundan olmuştur. Ve var oluşların tümü de varlıklarını Kayyum olana medyundur, varlıkları da birer emanettir. “Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.(Hadid,4) âyetinin de manası budur.

Cismin cisimle, arazın arazla ya da cismin arazla olan birlikteliği zaten mümkündür diyen olursa, şunu demek lazım ki; Kayyum olan için bu üç tertibin de gerçekleşmesi muhaldir. Bu birlikteliğin mahiyetinin anlaşılması güçtür.

Kayyum olan için maiyyet dört çeşittir; hakikatte maiyyet (birliktelik); varlık görünümündeki yokluk için geçerlidir. Bu birlikteliği anlamayan kişi Kayyum’u arar ve yine bulamaz, bunun durumu denizin üstünde yansıması görülen Ay’ı gerçekte suyun içinde aramak gibidir. Bunu bilmeyen kişi de kendini arar; ama yine bulamaz. Ve burada Hakkı görür sadece ve şöyle der: “Kayyum’dan başka mevcud olan yoktur.” Kendisini arayıp bulamayan kişiyle Kayyum’u arayıp da bulamayan kişi arasında çok fark vardır.

İnceleyin:  Peygamberimize Sihir Yapılması

Bu söyleyeceğim söz yazdıklarımla ilgili değildir; ancak kalemin ucuna gelmiştir, söylememek olmaz:

Sizin feraset sahibi zeki bir insan olduğunuzu duydum. Zekayı çoğaltan cinsten şeyler de vardır, Allah u Teala’ya, birçok inşanı bu yolda helak eden zekânın kusurlu ve ziyade olan taraflarından kurtulmak için bolca dua ediniz! Nitekim şöyle derler: Cennet ehlinin birçoğu eblehlerdendir, illiyînde ise akıllılar bulunur,İnsanlar üç gruptur, bunlardan birincisi avamdan olanlardır. Bu grupta olanlar kanaat ehli kimselerdir ve kendileri için bir tasarrufta bulunmazlar, başkalarından öğrenirler. Her ne kadar rütbe olarak yeterli olmasalar da bu grupta olanlar kurtuluş ehli olan kimselerdir.İkincisi akıl sahipleridir ve onlar illiyîn ehli olan kimselerdir. Ömründe bunlardan birine ya da ikisine rastlarsan sana yeter, artar bile.

Üçüncü grupta olanlar ise; tasarruflarını ellerinde bulunduran zeki kimselerdir. Bunlar helak olacak olanlardır. Tam doktor gerçi insanlara şifadır; fakat onu taklid edip de hâkimiyet gücünü eline alan yarım doktor hastaları canından eder. Bu türden zeki olanların başında gelen İblistir. Tasarrufu elinde bulunduran bir vezirdi; fakat muhalefette delillerle ve kıyasla meşgul oldu. Ve şöyle dedi sonunda: “Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın. Ben ondan daha üstünüm,”(Araf,12) Hasan Basri (r.a)’a, “İblis, fakih ve zeki değil miydi?” diye sor¬muşlar. Şöyle cevap vermiş: “Evet! Eğer öyle olmasaydı fakih ve zekileri yoldan çıkaramazdı.”

Akıl sahibi olanların Özellikleri şeytanın onlarda hiçbir şekilde hiçbir tasaddukta bulunamamasıdır: ‘’Muhakkak benim kullarım üstünde senin hiçbir sultanlığın yoktur.(Hicr,42) Şehvetin ve gafletin kendisine hâkim olduğu kişi Allah’ın emrine de karşı çıkar ve şeytanın şakirdlerinden olur:

Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman tanıyın. O kendi grubunu ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.(Fatır,6)

Âhiret sevincini dilersen Allah’ın emirlerine uy, Allah’ın emrettikleri dışında sorma, giyinme, arama, yeme, tasarrufta bulunma. Eğer Allah u Teala’nın yasakladıklarını bilmek istersen Kimya-yı Saadet kitabımıza bakmalısın. Şeytanın tuzaklarından azade olmuş kimselerle arkadaşlık et ki; o kişi kendisi kurtulduğu gibi seni de kurtarsın.

Şeyh Muhammed el-Yakubi – Gazzali’nin Mektupları,syf:42-48

* Nizâmüddîn Fahru’l-Mülk, Büyük Selçuklu Veziri. (Nişâbûr, 1042-1106). Künyesi: Nizâmülmülk Hâce-i Büzürg Nizâmüddîn Kıvâmü’i-mille ve’d- devle Fahru’l-Mülk Ebül-Feth Alî (Muzaffer) b. Nizâmilmülk et-Tûsî. 22 Darekutni

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir