Sadık Güneş ‘Enformasyon Toplumunun Putları’ Alıntılar
Medyanın sunduğu bu dünya olup bitenler hakkında bilgilendirmekle kalmaz onları nasıl anlayacağımıza dair ‘anlamlandırma formatları’ da verir. Televizyon bir haberi vermeden önce o haberi nasıl anlamamız gerektiğine dair bir zihniyet verir. Ardından kendi değişmez yorumunu zerkeder.
Bütün bu nedenlerle bizim kitle iletişimi aracılığıyla enformasyon çağına girdiğimiz yanılsaması gibi bu araçlar tarafından bilgilendirildiğimiz de bir yanılsamadır. Gün boyunca televizyon ve yazılı basından edindiğimiz enformasyon içinde gerçek anlamda nesnel, tarafsız, bilgilendirici mesajlar ya çok sınırlı veya hiç yoktur.
Peki onca enformasyon bilgilendirmiyorsa ne yapıyor? Büyülüyor. güldürüyor, eğlendiriyor, oyalıyor, şaşırtıyor, yönlendiriyor ve güdülebilir bir kıvama getiriyor.
Kalabalıkların kendilerine ait olmayan başarılar için attığı sevinç çığlıkları; eğlence endüstrisinin ısmarlama dramları için döktükleri gözyaşı onları gerçek’ten biraz daha uzaklaştırıyor; yapay ve göstermelik tutumlar içine sürüklüyor. Kitleler temel dinamiklerini kavruyamadığı veya görmezden geldiği bu oyunun içinde kimliklerini, kültürlerini, hedeflerini, sorunlarını, umutlarını kaybediyor. Karşı konulması güç ortak duygular etrafında kenetlenen yığınlar kitle histeri’siyle ait oldukları güruh’un talepleriyle biçimleniyor. Birey bu fırtınada herkese ait zannettiği duygularla ulusal duyarlıklar geliştiriyor.
Açlık sınırının altındaki asgari ücretin kavgasını vermek yerine taraftarı olduğu takımın başarısı için “kan döküyor’, hayranı olduğu pop yıldızı için “gözyaşı döküyor’. Siyasal kimlikler de, oluşturulan bu yapay toplumsal ortamın dinamiklerine mahsus etkinlikler içinde buluyor kendini; toplumsal projeler yerine etkili talk show’lar, spor, eğlence, gösteri dünyasının popüler isimleriyle kolkola, omuz omuza ikna çalışmaları sürdürülüyor.
Kendi doğâl mecrasından uzaklaşan siyaset resmi ve buyurgan söylemin, piyasanın, kitlesel üretimin, kitlesel eğlencenin, kitlesel sevinçlerin bir parçası haline geliyor. Politik kimlik, vizyon, kapasite, erdemler, hedefler yerine; gösteri ve histerilerin kurbanı oluyor. Sahnenin gerisinde kaldığı için ekrana yansımayan geniş coğrafyada yoksulluk, hukuksuzluk, çaresizlik büyüyor, genişliyor, yakip kavuruyor…
Jean Baudrillard’ın moda konusunda söyledikleri üzerinde düşünmeye değer; “Modanın etkisine bakmak yeterlidir. Bu etki hiçbir zaman açıklığa kavuşturulmadı. Moda sosyolojinin, estetiğin düş kırıklığıdır. Moda, biçimlerin mucizevi salgınıdır ve zincirleme tepki virüsü modanın bu etkisini, farklılık mantığını elinden almıştır. Moda zevki kuşkusuz kültüreldir, ama yaygınlığını göstergeler oyunundaki o çok hızlı ve ani anlaşmaya borçlu değil midir daha çok?”.(10) Siyasette, sporda, dinde, ahlakta, edebiyatta aynı mantığı ve analitik bakışı sürdürmek mümkün.
Bütün bunlar karşısındaki bir son cümleyi Ortega Gasset şöyle dile getiriyor; “Günümüz dünyasında can çekişmekte olan bir büyük şey var ki o da hakikat. Bir dinginlik payı olmadıkça, hakikat ölür, gider. ”(l 1)
Hangi toplumsal olgu üzerinde durursak duralım düşüncelerimiz imajlar, söylemler, mitler ve paradigmalar içinde eriyerek, edilgen birey olarak bizden beklenen biçimler kazanır. Yığınların bilime, kültüre ve sanata olan ilgisi sanal bir büyü karşısındaki keyiflenmeden öteye geçemez.
Her türlü eğlenceyi ve tüketimi meşrulaştırmakla kalmayıp yücelten ve kaçınılmaz kılan enformatik zihniyet giderek bir kültürlenme tarzına dönüşmektedir. Bu kültür neyi sevip sevmeyeceğimizi, neyi alıp almayacağımızı, kimi seçip seçmeyeceğimizi, neye gülüp neye gülmeyeceğimizi, hangi müzikten hoşlanacağımızı, neleri öğreneceğimizi, nelere inanacağımızı söyleyen ve dini ikame etmeye çalışan bir kültür sürecidir.
Onlarca kişinin emeğiyle şekil alan pop parçaları üç günlük ömrünü çıplak kadın bedenlerinin cazibesine yaslanarak dolduruyor. Endüstri, toplumsal kesimlerin hiç doğru bir karşılık bulama yan tatminsizliklerini sınıflandırıp, adlandırıyor, her bir tatminsizliğe dönük üretim anlayışıyla: kitlelerin gündelik ilgisiyle büyümesini sürdürüyor. Müziği bir tür temaşa sanatı haline getiren bu tüccar anlayış, kültürel birikimi hiçe sayan yaklaşımlarla özellikle yeni nesillerin tarihi şuurlarını ve tarihle (kendi geçmişleriyle) olan bağlarını bir daha onarılamayacak şekilde tahrip ediyor.
Yeni nesillerin, bu devasa endüstri karşısında kendilerine sunulanın ötesinde bir şey talep etmeleri neredeyse imkansızlaşıyor. Televizyon ekranlarına bağımlı bir müzik zevki ve müzik kültürü böylece yabancılaşmayı, yozlaşmayı, ilkesizliği, hedefsizliği özendiriyor ve tatminsiz duyguları bir tür akvaryum içinde tuttuğu genç, nesillere tereddütsüz şırınga ediyor.
Müzik, yalnızca insana mahsus olmayan evrensel bir dildir. Bu dili, karşısındakine sevgisinden çok nefretini, merhametinden çok öfkesini haykıran uyumsuz kızların ve oğlanların sahte duyguları içine sıkıştırmak ne büyük bir zulüm… En çok halka ait olması gereken bir sanat dalı, her geçen gün halkın duygu, düşünce ve yaşantısından uzaklaşıyor. ‘Top pop’ listeleriyle yeni nesillere benimsetilen bu müzik anlayışı, içinde bedensel arzuların ötesindeki hiçbir sevgiye yer vermiyor.
Son 20 30 yıldır, uğruna ölümlere koştuğumuz davaların, sahip olmakta gurur duyduğumuz hasletlerin, onlarsız yapamadığımız tüketim nesnelerinin, dinlerken kendimizden geçtiğimiz müziklerin, aldığımız sertifika ve diplomaların, yaptığımız seyahatlerin, izlediğimiz(okuduğumuz veya dinlediğimiz) haberlerin, filmlerin, tartışmaların, maçların kaç tanesi sahici ve rasyonel bir ihtiyaca cevap vermektedir tartışılır.
Ülkenin kültür ve sanat hayatına bakıldığında kitle toplumu şartlarında gelişen popüler kültür eğilimlerinin oldukça baskın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Futbola veya magazin ağırlıklı akşam haberlerine olan düşkünlüğümüz, kupon toplama arzularımız, markalı giyim tutkularımız, desinler diye giriştiğimiz onca zahmetli ve masraflı tatillerimiz, yakın bulduğumuz bir hipermarkette dolaşma nöbetlerimiz, yeri geldikçe giriştiğimiz amansız ‘biz adam olmayız tartışmalarımız’, ‘en büyük asker bizim asker’ seramonilerimiz, plastik sürahilerimiz, sarışınlaşma tutkularımızın tamamı popüler kültür adı altında masaya yatırılabilecek kültürel olgulardır.
Günümüzde bu ideal kişilikleri bulmak giderek zorlaşıyor. Belki köşe yazarı ve aydın olarak tanımlanan veya kendilerini öyle kabul edenlerin sayısı arttıkça içlerinden ideal kişilikleri bulup ayırmak da zorlaşıyor. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki günümüzün gazetecilik ortamı bu tür ideal kişilikleri barındırmaya pek uygun görünmüyor. Belki geçmiştekileri var eden de aynı konuydu. Kendi tezgahında, herkes kendi düşünce ekolünü sermayenin çelmelerine takılmadan sürdürebiliyordu. Oysa bu gün basın dediğimiz saha, büyük sermayenin kartelleşme arzularını tahrik eden dev bir endüstriye; köşe yazarı da sermayeye verdiği destek ölçüsünde hayat hakkı bulan bir markaya dönüşmüş görünüyor.
Bugünün zirvedeki isimleri, patronlarıyla, bakanlarla, bürokratlarla kurduğu sıkı ilişkilerle gündeme geliyorlar veya bu şekilde ayakta kalabiliyorlar. Bugün köşe yazarı olmanın bedeli kişiliğinden ve kimliğinden taviz vermeye hazır olmaktır. Patronun her türlü talebine açık olmaktır. Gerektiğinde en kıymetli bildiği değerlerden iki dakikada sıyrılmaktır. Hasılı bugünün sermaye ve resmi söylem eksenli medya yapılanması içinde münevver kalmak isteyenler daha büyük belaları göze almak zorundalar.
——————————————————————————————–
Haber doğası gereği kurgusaldır,dedik. Çünkü haber hiçbir olay; veya olguyu olduğu gibi tekrarlama şansına sahip değildir; haber ancak olgu ve olayları bir bakış içinde aktarabilir ve yansıtabilir. İşte buradaki aktarım ve yansıtma kavramlarından anlaşılabileceği gibi gazeteci olgu ve olayları belli bir veçhesiyle kavrar ve yine kendisini çevreleyen ilkeler gereği bu olgu ve olayları belli mesajlar olarak önümüze koyar.
Günümüzün gazetecilik işlevini temelinden sarsan sorun da değişen haber üretim şartlarıdır. Çok genel bir ifadeyle diyebiliriz ki gazetedeki her içerik beraberinde mitler, imgeler, sloganlar, düşünme ve algılama kalıpları getirmektedir veya daha önce getirilenleri desteklemekte veya tamamlamaktadır.
Önce fotoğrafla yayılan ardından televizyon ve video ile egemen olan görüntü, iletişime görsel bir form kazandırmış ve zihinsel süreçler üzerinde etkili olmuştur. Giderek yazının etkinliğini daraltan fotoğraf ve görüntü, enformasyon edinmede zahmetsiz ve eğlenceli bir teknik olarak benimsenirken, içerik oluşturmayı sanatsal bir uğraş haline getimiştir. Yazılı içeriğe görsel yorum pencereleri açan görüntü görerek ve bakarak anlama alışkanlıklarını yaygınlaştırmış ve pekiştirmiştir. Bu eğilim, medyanın kendi içindeki söylem bütünlüğünü de yazılı içerikten görsel unsurlara kaydırmıştır.
Bütün bu açıklamalardan şu sonuca ulaşmak mümkündür: Kitle iletişiminde içerik oluşturma öncelikle teknik şartlar nedeniyle bireysel ve bireysel olduğu için de taraflı bir uğraş haline gelmiştir. Bunun yanısıra herhangi bir kitle iletişim aracındaki mesajı kendi başına algılamak ve anlamlandırmak zaten mümkün değildir. Her mesaj kendine özgü algı formatı içinde verilir.
Birinci sayfada sürmanşet olarak karşılaştığımız haberle ilan sayfasında tek sütuna sıkıştırılmış haberi aynı önem derecesinde düşünmek mümkün olmadığı gibi, bir haberi yanindaki (başka bir habere ait) görüntüden ayn düşünmek de mümkün değildir. Ünlü Alman bilim adamı ve edebiyatçı Geothe’nin şu sözleri durumu açıkça ortaya koymaktadır: Doğadaki hiçbir şeyi tek başına göremeyiz, ama her şeyi önündeki. ardındaki,altındaki, üstündeki bir başka şeyle bağlantılı olarak görürüz.
Popüler kültür adı üstünde kolaylıkla halka mal edilendir. Popüler kültür, kültür endüstrisinin bizimle eğlenmesidir. Popüler kültür kendi yetersizliklerimizden ürettiğimiz çarpık yargılardır. Eğlenceden müziğe, spordan dini hayata, bilimden edebiyata bir yığın tuhaflık ve çelişki yaşıyorsak bunda popüler kültür diye tanımladığımız kültürel tavrın etkisi vardır.
Kültüre ilişkin bir olgu, bir motif, bir unsur kendi bağlamından kopuk bir yerlerde duruyorsa, nedenselliğini kaybetmişse, mantıksal çerçeve ihtiyacı içinde değilse ve buna rağmen baştacı ediliyorsa popülerdir. Çünkü bütün çelişkilerine rağmen toplumun gözdesi olma niteliği kazanmıştır. Meşhur olmak için soyunan veya intihar girişiminde bulunan birinin durumunu başka nasıl açıklayabilirsiniz.
Ritüellerle, sorgulanamayan dindışı kutsallıklarla, karşı konulması güç toplumsal eğilimler olarak sunulan her şey popülerdir. Örneğin futbol böyle bir şeydir. Moda ve fal da böyledir.Popüler müzik adı altında bize sevdirilmeye çalışılan saçmalıklar da böyledir. Bu anlamda popüler kültürün tutarlılığı yoktur. En önemli dayanağı geniş kitleler tarafından kabul gördüğü yolundaki batıl inançtır veya yanılsamadır. Klasik dönemlerde buna benzer kültürel görünümlerden söz edilebilir. Günümüzün sorunu popüler kültürün hegemonik ve totaliter bir kimliğe bürünerek kendi dışındakileri silip süpürmesidir.
Cemil Meriç, liberal sistem için “hür bir kümeste hür bir tilki” diyor.
Yazık ki gelir dağılımındaki uçurumlar toplumsal kesimler arasındaki mesafeyi her gün biraz daha hiç kapanmamacasına açıyor. Zenginliği, lüksü, konforu, rahatı, huzuru ve hazzı estetize eden reklam, varlıklı kesimleri yüceltip, onlara yaşama kılavuzluğu yaparken yoksul kesimlerin yaşama sevincini yok ediyor. Zaten zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan alt gruplar, herkesin sahip olduğu vehmedilen imkanlarla göreceli yoksulluğun pençesine takılıyor. Reklam yoksulların biricik mutsuzluk kaynağıdır. Televizyon da öyle. Asgari yaşam standardı olmayan bir toplum için reklam iyi bir kültürel çözülme aracıdır.
Kitle iletişiminin başlıca sihirli gücü de bu noktada beliriyor.Televizyon iyi bir vehim aracıdır. Olmayanı varmış gibi göstermek… Yani simülasyon gücü. Tutum ve kanaatlerin oluşumundaki rolünü de bu gücü sayesinde icra ediyor.
Her reklam, içinde gizli ve açık ‘ben farklıyım, daha önemliyim. daha iyiyim, daha üstünüm, daha değerliyim vs.’ alt dilini kullanır. Reklamın üst dili ise konfor, rahat, kalite, zevk gibi isteklerle hayata bağlılığı arttırır. Böylece başkalarının bizim rahatımız için gösterdikleri çabayı takdir eder ve onları tercih etmek suretiyle ödüllendiririz.
Önemli bir toplumsal iletişim şekli olan reklamın bireysel refah ve mutluluklar için göreceli bir düzey sunduğuna şüphe yok. Tanıtım dili üç temel açıdan refah düzeyine işaret eder: 1. Takdim edilen ikna yönteminin etkileyiciliği ile, yani reklam kalitesiyle, 2. Reklamın konusu ve muhtevası ile, yani tanıttığı ürünün kalitesiyle, 3. Reklamın sınırlarını belirleyen söylemle. Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Güzel ve alımlı bir kadın, etkileyici bir ortamda, teknoloji harikası vazgeçilmez bir ürünü sunmakta veya onun sağladığı tatminle kendinden geçmektedir. Bütün bunlar zarif bir filmle bize aktarılmaktadır.
Geleneksel sosyo-ekonomik yapıdan piyasa ekonomisine bağlı dışa açılma sürecine giren her ülkede olduğu gibi Türkiye de son yirmi yıllık süreçte kendisine sunulan yeni haz ve tatminlerin sarhoşluğu içinde popüler kültürün bütün anlam çukurlarında gezine gezine büyük bir bunalımın eşiğine gelmiştir. Her ne kadar bu bunalım sayısal verilerle telif edilse de toplumun kendine özgü dinamiklerini hızla yitirdiği; güven, sadakat, vefa, dayanışma, birlik. bütünlük gibi hayati değerlerin toz duman olduğunu kim inkar edebilir… Tüketim ve tercih evreleri gibi düşünce ve bilgilenme süreçleri de yeni evrelerin eşiğinde…
“Sınırsız ve koşulsuz çıkar’ hedefine kilitlenmiş tüm yapılar kendilerini gözden geçirmek zorunda. Bu arada pervasızlığın tellaklığını yapan reklamcılar da…
Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız gerekçelerden anlaşılacağı gibi pazarlama iletişimi düz anlatımlara elvermeyecek kadar çeşitlenmiş ve zenginlik kazanmıştır. Enformasyon alanında yoğun bir gürültü ve laf kalabalığı yanında ürün ve pazarlardaki genişleme yeni ve farklı bir şeyler yapmayı temel bir ilke haline getirmektedir.
En cazip yenilikler için insan ruhunun sınırsız zenginliğine başvurmak… Yaratıcılığı kamçılayan önemli bir kalkış noktası budur. Ancak tüketim çağında insan ihtiyaçlarının haz’la tanımlanması ve haz’la bütünleşmesi yaratıcılığı başka bir kafese tıkamaktadır: Tatminsiz benlikler… Aklın ve ruhun derinliklerinden uzaklaşan bir hayat felsefesi geçici hazlarla yetinmek zorunda kalıyor ve kalıcılığını yitiriyor. Tüketici bilinciyle gelen yeni dalga, reklamcıya daha makul malzeme çıkaracağa benziyor.
Başka bir ifadeyle tanıtımda başarıyı garantileyen, bir yığın soruya verilen bilimsel cevaplardır. İyi tasarlanmış birkaç gösterişli sembol veya etkileyici sözler herhangi bir başarıyı garantileyemez. Reklam muhtevası kadar, tanıtım konusu olan şey ve onu benimseyip talep edecek alıcı kesimler yeterince analiz edilmeden sonuçları kestirmek mümkün değildir.
Kesin başarının hedeflendiği bir tanıtım sürecinde medya ortamlarında kullanılacak tanıtım materyali kadar ürün ve hatta onu satın alacak hedef kitle de tutum değişikliği sürecinin birer parçasıdırlar. Bir ürün için alırsak, üretim sürecinden tüketim ortamlarına kadar her aşama tanıtım etkinliği içinde analiz unsurudur. Kişi ve kurum tanıtımlarında reklam materyaline doğrudan yansımayacak pek çok detay tanıtım stratejisinin özünü oluşturur.
Kimilerine göre bilgi çağına doğru akan modern toplumların başta siyaset ve ekonomi olmak üzere hayatın her alanında iletişimin etki alanında kalması gerçek kadar gerçeğin görüntüsü ve temsilini de önemli kılmaktadır.
Böyle bir dünyada çoğu zaman görüntü ve temsil gerçeğin yerini almakta ve onu belirlemektedir. Yeni nesiller gerçek hayatla ilgili pek çok şeyi önce bu temsil ortamında kazanmaktadır. Esasen simulasyonlar(benzeşim), metaforlar(istiare), markalar, rozetler, semboller, imgeler ve imajlar kendilerine buldukları nesnel bir zemin içinde gerçekle karışmakta, gerçeğe benzemekte ve gerçeğin yerini almaktadırlar.
Günümüzde halkla ilişkiler ve tanıtım etkinliklerini zorunlu kılan faktörlerin bu dönüşüm içinde gizli olduğunu söyleyebiliriz. Gelişmeler ne yönde olursa olsun, çığırtkanların, tellalların, ulakların yaptığı sıradan işler zamanla gelişerek hayatın merkezine oturmuş ve vazgeçilemez meslekler haline gelmişlerdir.
Bu değişim rüzgarlarıyla başladı her şey. Önce naylon poşetler,kot pantolonlar,pet şişeler girdi hayatımıza sonra cafe’ler, bar’lar, pub’lar, fastfood’lar… Önceleri bir şeylere daha da yakınlaştığımızı zannettik, sonra kendimizin bile uzağına düştük. Özellikle yeni enformasyon imkanlarıyla tanışan Türkiye bir süre Avrupa ile aynı anda dünyadaki gelişmeleri izlemenin heyecanını yaşadı. Renkli televizyonlarla başlayan bu heyecan bir süre sonra yerini enformasyon sarhoşluğuna bıraktı. Derken zamanla ülkedeki herkes bu çelişkili ve birbirine zıt dünyaları birlikte teneffüs eder hale geldi. Bir yandan hasta çocuğuna ilaç parası bulamayan işsiz baba, öbür yandan bir saatte kazanılan milyarlar, trilyonlar, katrilyonlar…
Bu çelişkili yapı şiire, şarkıya, türküye, siyasete, ticarete, eğitime bulaştı. Sağlığa bulaştı, bilime bulaştı, sanata bulaştı. İmajlarla, imgelerle hayatımızı işgal eden zorbalar siyasetin de tadını kaçırdı, türkünün de. Bütün bu çelişkilere rağmen insanımız vatan-millet aşk’ını hiç elden bırakmadı. Birileri yozluklara ve zorbalıklara aldırmadan insan olma gayretini hep devam ettirdi.
Televizyon seyredilen bir araçtır dikkat ederseniz. Yani okunan ya da dinlenilen bir araç değildir. Seyredilen bir araçta ön planda olan, insan zihnine ikram edilen şey fotoğraftır ve takdir edersiniz ki gözün bir fotoğrafı algılaması, anlamlandırması tabi ki bir yazılı metni seçmesi, ayıklamasından çok daha kolay, çok daha kestirme bir yoldur.
Bilgilenmekten, geniş, detaylı, ayrıntılı öğrenmektense kısa, kestirme izlenimler zihin tembelliğine de yol açıyor. Aynı zamanda kolaylık da sağlıyor. Yani uzun uzun bir şey anlatmıyorsunuz da bir karikatür ve bir fotoğrafla durumu genel olarak gösteriyorsunuz. Bu daha kolay algılamanızı sağlıyor. Bu durum okumayla da çok bütünleşen, barışık bir yol değil. Bu tümüyle okumadan farklılaşan bir yol.
Bugün televizyondan ve diğer görüntülü araçlardan izlediğimiz onca programın her bir karesini çözümleyip algılamamız büyük ölçüde görüntü dili aracılığıyla oluşturulan kodlama sistemine dayanır.
Ses ve görüntü efektleriyle donanmış bu dil, bize hangi fotoğrafı nasıl anlamamız gerektiği konusunda adeta alfabe gibi yardımcı olur. Bu dil sayesinde iyi-kötü, doğru-yanlış, faydalı-zararlı ayrımları keskinleşir ve daha kolay algılanır. Dramatik yapımlardan. reklamlara, eğlence programlarından haberlere bütün yapımlar bu dili kullanır. Böylece temelde haber verme, kamuoyu oluşturma gibi işlevlerden hareket eden gazetecilik anlayışı televizyonla birlikte görüntü çıkmazına düşmüştür.
——————————————————————————————–
Kitleselliğin, tüketimin, hızlı değişimin yığınla enformasyonun etkisindeki modern birey, öznel bir kimliği pekiştirmenin güçlüklerine karşı anonim,genel geçer, onaylanabilir değerlere yaslanarak ‘öteki’nin şerrinden emin olmaya çabalıyor. Hangi hal ve davranışın, hangi melodinin, hangi şiirin, hangi ürünün, hangi işin yığınlar tarafından kabul göreceğini öğrenmek için herkes toplumun dikiz aynası konumundaki medyaya bakıyor. Siyasette, ekonomide, kültürde, bilimde başarılı olmanın yolu medya desteği ve medya onayından geçiyor. Medya dediğimiz sistem de bir avuç patronun dertlerine, tercihlerine göre işleyen ilişkilerden oluşuyor. Haberde, fılmde, müzikte, sanatta dışa bağımlı olduğumuz kadar, güdümlü tekellerin kendi çıkar kavgalarına göre şekillenen bir düşünce atmosferi içinde boğuluyoruz.
Hiçbir doğru, hiçbir gerçek enformasyon gücünü elinde tutan yerli ve yabancı kartellere rağmen varolamıyor. Bizim yeryüzünde olup bitenleri anlamak, anlamlandırmak için özerk hiçbir kaynağımız yok. Hangi kaynağı alırsanız alın ya doğası gereği veya işleyişi gereği egemen güçlerin zihin atlasından geçerek ulaşır bize. Kitle iletişim araçlarının yaydığı mesajların yanlışlığı bir yana; kitle iletişim araçlarının bizden beklediği anlama formatı, bizi sürüklediği anlam anaforu yanlıştır. Hangi kaynaktan gelirse gelsin her türlü mesaj bu anlam anaforundan geçmektedir.
En sıradan politikacının, bilim adamının, yazarın, sanatçının zirveye oturduğu ve belki bilgi, birikim yetenek ve kapasite olarak en zirvedekinin de yerin dibine batırıldığı bir anafordur bu. Onu da zirvedekiyle dipteki yer değiştirirken gözlemliyoruz. Onları zirveye taşıyan da meslekteki başarıları değil, güç merkezlerine yakınlıkları ve imaj üretimindeki başarılarıdır.
——————————————————————————————–
Bir başka neden araçların teknolojisidir. Orada hareketli, renkli bir ekran var. Sürekli ilginizi, dikkatinizi çekme kabiliyetine sahip bir araç. Sürekli bir sihir kaynağı olmaya müsait bir araç. Oradan gözünüzü ayıramıyorsunuz dikkatli de baksanız, dalgınlıkla da baksanız dikkatiniz oradadır. Tabi sizin gün boyunca çeşitli onarımlarda aldığınız bu tür mesajların zihninizde, derin bilincinizde oluşturacağı etkiyi kestiremezsiniz. Yani onun denetimini yapmanız imkansızdır.
Kısacası bu araçlar aynı zamanda manipülatif araçlardır. Yani birer ikna aracıdırlar. Vermek istediğiniz içeriği bu araçlarla etkili bir şekilde verebilirsiniz. Çünkü güçlü teknolojik kabiliyetleri olan araçlardır.
-Bu manipülasyon karşısında birey direnç gösteremez mı’ ?
Elbette var. Eğer televizyonun dilini, içeriğini anlatabilecek araçlara sahipseniz bunu başarabilirsiniz. Ekran karşısındaki her birey önüne konulmak isteneni alırken süzgeçten geçiriyorsa bunu sağlamak zor değil. Yani bir tür anarşist bir eylem içinde olmanız gerekiyor televizyon karşısında. Mesela popstar, topstar gibi yarışmaların ekranlara yeni yüzler taşımak için uydurulmuş, ince ince örülmüş numaralar olduğunu anlatmanız lazım.“Biri bizi gözetliyor’ diye bir şeyin olmadığını, oradaki her şeyin kurmaca olduğunu anlatacaksınız.
Ünlüler çiftliğinin kitlesini kaybetmiş sözümona sanatçılara piyasa oluşturmak için oynanan bir oyun olduğunu anlatacaksınız. Kocam önce beni dövdü, sonra başkalarına pazarladı, az para getirdim diye evden kovdu diyen kadının üç kuruşa stüdyoya getirilmiş bir yalancı olduğunu anlatacaksınız.
Haber bültenlerinde kafamızı patlatan ‘az sonra’ anonslarının saygısızca bir davranış olduğunu anlatacaksınız. Doğuştan sakat, kolu bacağı eksik masum bir yavruyu ekranda ağlatmanın insanlık dışı bir durum olduğunu anlatacaksınız. Bilmem anlatabildim mi?
Modern hurafelerin, batıl inançların, putların gizlendiği yer kameranın arkası değil; yığınların gönül bağlarıdır. Bu gönül bağlarıdır ki, gerçekten çok onun temsillerine ve simülasyonlara dayalı taraftarlığı, inanmazlığı, sempatizanlığı, müdavimliği meşru ve haklı kılar. Modern bireyin kitlelerin içinde eriyip yok olmayan hiç bir duygusu, düşüncesi , eğilimi yoktur. Modern birey, hayatında nesnel, rasyonel, özerk anlamlandırmalara yarayacak hiçbir araca sahip değildir. En masum ve sağduyulu araç dahi emsallerine göre konumlanır. Kısacası iyi, kötü tarafından belirlenip biçimleniyor.
——————————————————————————————–
Gerçek hayatta hiç karşılaşamayacağımız veya karşılaşmış olsak da uzun süre etkisinden kurtulamayacağımız olayları televizyondan yüzlerce defa ailece izleriz ve bunlar sanki başka bir dünyaya aitmiş gibi bizde herhangi bir insiyak uyandırmaz. Böylece ekrandan izlediklerimiz ile gerçek hayatlarımız arasında ince bir gergef dokunur. Avını ürkütmeyen, incitmeyen, elde tutan ve biçimleyen bir gergef.
Bu süreçte en kolay kanıksanan şey eğlencedir. Hayatın her alanını eğlenceli bir şekilde algılama eğilimlerimizi büyük ölçüde televizyona borçluyuz. Sarsıcı, dehşet verici her olayın dramatik yapımlarda nasıl bir eğlenceye dönüştüğünü hepimiz biliriz. Bu giderek daha fazla ciddiyet isteyen konuların da eğlence formatına dökülmesi şeklinde seyreder. Ses ve görüntü efektleriyle izlediğimiz pek çok trajik olay bile kendisini bu ana akımdan ( mai nstream in g ) kurtaramıyor.
Televizyon, masalsı diliyle özünde kahramanlara, idollere, efsanelere (myth) dayalı hikayeler anlatır. Kendine özgü dokunulmazlıklar, sorgulanamazlıklar ve (buna dindışı kutsallık demeyi tercih ediyorum) aşırılıklar (mübalağa, sublimation) üretir. İzleyicinin içinde gezinip durduğu bu alemin sahiciliği şüpheli, doğrulan tartışmalıdır. Ancak derin bir sükunet içinde kabul gören bu olağandışı fragmanları sorgulamak izleyiciden beklenemez. Bu garip sükut giderek kabullere dönüşür ve derin bir toplumsal meşruiyet kazanır.
Gerçekten televizyon, söylediği her sözü görüntülerle ifade etmek çaresizliği içinde görsel bir dile yaslanır. Televizyonun sağladığı bu imkan(sızlık) anlatılmak istenen her şeyin çeşitli görüntülerle desteklenebileceği yanlış düşüncesini pekiştirmektedir. Bu epistemolojik zorluk, medyayı soyut, felsefi, sanatsal, şiirsel dilden uzaklaştırırken abartılı, tuhaf, pornografik, şiddet içerikli, kişisel, görüntülere doğru zorlamaktadır. Etkili görüntülerle desteklenmeyen mesajlar ya haber değeri görmüyor veya geçiştiriliyor. En iyi ihtimalle bu tür haberler ilgisiz görüntüler ve müziklerle kendi gerçeğinden uzaklaşıyor.