[Allah]ın her ne isterse yapmakta tek başına kudret sahibi oluşunun delili, el-Melik el-Kâdir olması, yani O’nun kimsenin mülkü olmaması, kendisine [herhangi bir surette ve konuda] izin yahut emir verecek veya engel olacak, sakındıracak, onun için yapması gerekeni belirleyip, yapmaması gereken için sınır çizecek kendisinden üstün kimse olmamasıdır. Bu böyle olunca, O’nun katından hiçbir şey kötü olamaz. Bir şey kötü ise [ancak] bizdendir, çünkü biz, bizim için sınırlanan, belirlenen şeye tecavüz eder, yapmaya hakkımız olmayan şeyleri yaparız. Ancak bütün bunlardan münezzeh olan (el-Bârî), kimsenin mülkü veya emri altında olmadığı için O’ndan hiçbir şey kötü olamaz.
O zaman dedi ki: O halde yalan söylemek kötüdür çünkü 0, kötü kılmıştır.
Ona dendi ki: Eğer O, onu (yalanı) iyi kılarsa iyi olur ve hatta onu emrederse ona hiçbir itiraz edilemez.
Dediler ki: O halde, O’nun yalanı emretmesini sizin caiz gördüğünüz gibi onlar da Allah’ın yalan söylemesini caiz görürler.
Onlara dendi ki: O, emredilmesi caiz görülen her şeyle nitelenemez. Görmüyor musunuz ki o bize namaz kılmamızı, itaat ve hareket etmemizi emretmişken O’nun namaz kılması, itaat ve hareket etmesi caiz değildir çünkü bunlar onun için müstahîldir. Aynı şekilde yalan söylemek de O’nun için caiz değildir [ancak bu], yalan söylemenin kötülüğü nedeniyle değil, yalanın onun için müstahîl olması nedeniyledir’. [Yine] Allah, hareket etme ve bilgisizlik kudretiyle nitelenemediği gibi yalan söyleme kudretiyle de vasıflanamaz. Birisi çıkıp da Bârî Teâlâ’nın yalan söyleme kudretiyle nitelenebileceğini ancak bilgisizlik ile nitelenemeyeceğini iddia eder [ancak] bu ikisi arasındaki farkı belirtmezse, birisinin de gelip meseleyi ters çevirmesi, Bârî Teâlâ’nın bilgisizlik kudretiyle nitelenip yalan söylemekle nitelenemeyeceğini iddia etmesi câiz olur. Bu câiz değilse, onların söyledikleri de böyle geçersizdir.
Birisi der ki: Allah namaz kılmamızı emredince namazımız, namaz kıldığımız zaman oluşan hareketlerimizdir. Hareket eden ise, hareket onda hulül ettiği için hareket edendir. Küfreden ve yalan söyleyen kişi ise küfür ve yalan fiili nedeniyle küfreden ve yalancıdır, bu onda hulül ettiği için değil.
Ona denir ki: Onların, Bârî Teâlâ’nın yalan söylemesini câiz görmeye -ki Allah Teâlâ bundan yüce ve büyüktür-bizi mecbur kılan delili, O’nun yalan söylemeyi emredebilir olması ise, emredebileceği her bir şeyde onunla nitelenmesinin câiz olması zorunlu olurdu. Şu halde [Allah], kendisiyle namaz kıldığımız hareketleri yaparken hareketlerin nefsimizde hulül etmesini emrediyorsa, namaz kılarken yaptığı hareketlerin de O’nun nefsinde hulül ettiğini câiz görmek zorunludur. ( )
Tıpkı hareket edenin, hareket kendisinde hulül ettiği için hareket ediyor olması gibi, eğer namaz kılan, namaz onda hulül ettiği için namaz kılıyorsa, insanin her bir parçasının da [namaz onda hulül ettiğinde] namaz kılıyor olması gereklidir, tıpkı onun her bir parçasının, hareket onda hulül ettiğinde hareket etmesi gibi.
Onlara denir ki, namaz sözlükte dua demektir. Eğer namaz kılan, namaz kendisinde hulül ettiği için namaz kılıyorsa, dua kendisinde hulül ettiği için de dua ediyor olması gereklidir. Bu da onların nezdinde geçersizdir. ( )
Sonra onlara denir ki: Namaz kılan, namaz onda hulül ettiği için namaz kılıyorsa, onların nezdinde itaatkâr kişi, itaat onda hulül ettiği için itaat ediyor değil midir? Çünkü itaat etme kalpte olur ve insan da [itaat ederken] bütünüyle itaat etmektedir. Kalbin itaatkâr ve mütevazı olduğunu iddia ederlerse, dilin de hakikatte konuşan, kalbin de hakikatte irade eden olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar.
Eğer derlerse ki: İtaat eden kişi, itaat kendisinde hulül ettiği için itaat ediyor değildir.
Ona şöyle denir: Kıyasınıza göre Allah itaat etmemizi emrettiği zaman,itaat edenin O olması gerekir.
Onlar da derler ki: Hayır, ancak o itaati kendinden başkası için etkiler.
Onlara denir ki: Öyleyse, yalan söylemekle emrolunduğumuz zaman yalanı başkası için etkilememiz câizdir.
Onlar da: Yalancı yalancıdir çünkü o yalancı [bizatihî] etkilemektedir.
Onlara denir ki: İtaatkâr kişi konusunda da böyledir.
Derler ki: İtaatkâr kişi, itaatin onda hulül etmesi nedeniyle yahut onu etkilediği için itaat etmez.
Ona denir ki: Yalan hususunda da [böyledir].
Sonra onlara denir ki: Allah hareket etmemizi emrettigi zaman, bizi hareket eden kılması câiz midir:
Dediler ki: Evet, Onlara denilir ki: işte bu şekilde yalanı da emrederse bizi yalanci yapması câiz olur.
Sonları onlara denir ki: Namazın. hareketlerden oluştuğunu ve hareket edenin, hareket kendisinde hulul ettiği için hareket ettiğini, namaz kılanın da namaz kendisinde hulül ettiği için nanaz kıldığını iddia etmiyor muydunuz? Evet, derler.
Onlara denir ki: Allah’ın, etki etmesini emretmesiyle insanoğlu harekete etki ederek itaat ederse, -tıpkı hareket edenin, hareket kendisinde hulül ettiği için hareketi gibi-itaat onda hulül ettiği için itaat etmesi vacip olur.
Onlar da: Evet, derlerse, onlara denir ki: İnsanın bir parçası itaat eder bir parçası da isyan onda hulül edince âsidir. Onların da evet demesi gerekir.
Sonra onlara denir ki: İnsanın bir parçasının konuşan -ki bu dildir-, bir parçasının da bilen ve irade eden olmasını -ki bu kalptir-inkâr mı ediyorsunuz?
Onlar eğer derse ki: Hareket itaat olduğu zaman hare. ket eden, hareket kendisinde hulül ettiği için hareket etmektedir ve itaat eden itaat kendisinde hulül ettiği için itaatkâr değildir bilakis itaati etkilediği için itaatkârdır.
Onlara denir ki: Hareketler namaz olduğu zaman ve hareket eden kişi, hareket kendisinde hulül ettiği için hareket ediyorsa, namaz kılan da namaz onda hulül ettiği için değil, namaza etki ettiği için namaz kılmaktadır.
Eğer bunu cevaplarlarsa onlara şöyle denir: Namaz kılmamız emredildiğinde fakat O’nun namaz kılması câiz olmadığında şunu kabul etmemiz zorunlu olur: Allah yalan söylememizi emrettiğinde, O’nun yalan söylemesi câiz olmaz fakat bilakis yalanın bize etki etmesinin câiz olması gerekir. Tıpkı namazın bize etki etmesi ancak O’nun bizzat namaz kılmaması gibi. Öyleyse bu sözü yalan konusunda da söyle!
Sonra onlara denir ki: Hareket etmemiz emredildiğinde [Allah] hareketi bizim için var kılar ve biz onlarla hareket ederiz. Aynı şekilde yalanı da emrederse niye yalanın da bize etki ettiğini ve onunla yalan söylediğimizi [söylemek] müstahil olsun?
Ebü’l-Hasan Ali b. İsmâil el-Eş‘arî – Kitâbu’l-Lum ‘a fî reddi ‘alâ ehli’z-zeyğ ve’I-bed ‘, ed. Richard ]. McCarthy, (Imprimerie Catholique,Beyrut: 1952), s. 71-74. (çev. Hümeyra Özturan)
Hümeyra Özturan, Ahlak Felsefesinin Temel Problemleri,syf.78-80
0 Yorumlar