Erdemlerin Sürekliliği Anlamında Nefis Sağ­lığının Korunması
Paylaş:

353_040620172258_815283520-300x186 Erdemlerin Sürekliliği Anlamında Nefis Sağ­lığının Korunmasıkindi-ibn-heysem-nasiruddin-tusi-metinler-bilim-tarihi-yunan-felsefesi Erdemlerin Sürekliliği Anlamında Nefis Sağ­lığının Korunması8.Bap: 

Unutulmamalıdır ki nefis iyi ve erdemli olunca ve insan­lık mertebesine bilfiil ulaşınca onun bu erdemli melekesini korumak kişiye vacip olur ve her zaman bu mutluluğun taze­lik, temizlik ve devamlılığına azimli olması gerekir. Beden sağlığını korumaya nasıl önem veriliyorsa nefis sağlığım ko­rumaya da öyle önem verilmelidir. Hatta bu, daha önemli ve öncelikli, buna gösterilecek özen daha çok gereklidir.

Bu sağlığı korumanın ve nefis erdemini sürdürmenin, kişinin kendisi gibi veya daha çok erdem kazanmış, kusur ve erdemsizlikleri terk etmiş iyi ve erdemli kimseler ile iliş­ki kurmasından ve erdemleri kazanmamış ve erdemsizlik ayıplarından arınmamış kimselerin arkadaşlığından yakıcı ateşten kaçar gibi kaçmasından daha önemli sebebi yoktur. Nitekim Şeyh Sa’dî şöyle demiştir:

Kendinden daha iyisini ara ve fırsat bul

Kendinle olunca zamanı azaltırsın86

Zira insani nefsin özelliği, arkadaş vasıflarıyla gerçek­leşmek ve içli dışlı olmak, dost ahlâkıyla donanıp süslen­mektir.

Üzüm üzüme baka baka kararır

Filozoflar “Tabiat hırsızdır.” demişlerdir. Bu manada şöyle nazmedilmiştir:

Aptal güçlüye çok hızlı saldırır

Külün içine konan kor gibi söner

Farsça manzum secilerden biri şöyledir:

Kötü dost kötü yılandan daha kötüdür.

Şiir:

Kişiyi sorma dostunu sor

Herkes dostunu taklit eder

İnşa edenin tercümesi:

Kime kafin olur âdem nigâh kıl o karine

Dilersen âdemin ahvâline delil ü karine

Çirkin davranışlı kötülerle arkadaşlık etmek ve dış gö­rünüşlerini seyretmek haram olduğu gibi sadece boş ko­nuşmalarını dinlemek de haramdır. Özellikle edepsizlikler, müstehcenlikler ve maskaraların komik ve çirkin manzum ve secileri, yoldan çıkarıcı şarap kasideleri, aşk şiirleri, Müslümanları hicvetme ve ayıp şeyleri dile getirme, fazilet­leri arayan ve reziletlerden kaçınan kimselere kesinlikle za­rarlıdır ve bunlardan uzak durulması gerekir. Bir beyitin dinlenmesi eksik nefislerde o kadar heva, batıl heves ve çir­kin arzulara sebep olur ki yok etmek için uzun süre tedavi, sabır ve müdafaaya ihtiyaç duyulur. Özellikle aşk şiirleri ezgi ve şarkı ile birlikte dinlenirse gizli heva sebeplerini ha­rekete geçirir ve namahreme gizli meyletme hastalığım kış­kırtır. Hatta bazen araştırman âlimlerin alçalmasına ve eği­timli tarikat yolcularının doğru yoldan çıkıp tembellik ve ahlâksızlığa sürüklenmelerine sebep olur.

Öyleyse evla olan tutum, kalbin genelde kendilerinden gelen şeylerle hastalanmasına sebep olan duyu organlarının zararlı olduğu zannedilen yerlerde kapatılmasıdır. Fıkıh ki­taplarında içki ve oğlanla ilgili şiirleri dinlemenin mekruh olduğunun söylenmesinin hikmeti budur. Müzik aletlerinin seslerini ve şarkıları dinlemenin şeriatta haram olmasının sebebi Allahu a’lem budur.

Özellikle aşk şiirleriyle ilgili ez­gileri çalan saz aletlerinin seslerini dinlemek şehevi şeyleri tahayyül etmeye götürür ve sürekli hayal etmek mütehayyi- lenin genellikle icat etmesine sebep olur. Bundan dolayı ba­zı fazıllar, “Ezgi zinanın davetçisidir.” demişlerdir. Çünkü nefis bedenle ilişkili olduğu, onda fiiller icra ettiği ve şehevi güçler beden köşkünde bir arada bulunduğu müddetçe sa­pıklık ve erdemsizlik sebeplerinden ayrılmaz. Nefsin en dü­şük fesat ve rezilet seviyesine inmesi kolaydır, ama en yük­sek fazilet tepelerine çıkması zordur.

Başkanlık feleğine yükselmek zordur

Birincisinin ağır taşın en düşük sebep ve az kuvvetle aşağıya doğru hareket ettirilmesi gibi, İkincisinin ise o taşın dağın tepesine çıkarılması gibi olduğu ve büyük bir kuvvete ve kalabalık bir topluluğun yardımına ihtiyaç duyulduğu bi­linmelidir. “Cennet zorluklarla, cehennem arzularla çevrili­dir.”(Müslim,Sahih,4/2174,n.2822) hadis-i nebevisi bu manaya işaret etmektedir.

Çoğu pis olan insanlarla ünsiyet kurmak ve iç içe ol­maktan kaçınmak en doğru yoldur. Uzlet ve inzivayı seç­mek, arkadaş ve akrabalarla ilişkileri azaltmak bunun gibi olay ve çıkmazlardan daha sağlıklıdır. Bundan dolayı “Uz­lette olan için izzet vardır.” demişlerdir. Uzletin sayısız fay­dası ve insanlara karışmanın sınırsız zararı vardır. Öyleyse uzleti tercih etmek övülmüş ve çok fazla iç içe olmaktan ka­çınmak vacip görülmüştür.

İnsanların arasına karışmak zaruri olduğu için şöyle demişlerdir:

Uzlette izzet vardır ama

İnsan insana muhtaçtır

Dediğimiz gibi mümkün mertebe pak ruhları rezalet kirlerinden arınmış ve temiz yüzlerinde fazilet nurları par­layan erdemli insanlarla dostluk etmeye talip olmak ve böy­le olmayanlardan uzak durmak gerekir. Büyük şeyhler şöyle demişlerdir: “Sohbet lazım olduğunda müşahede ve bera­berliği seni ahir ete yönelten ve gurur yurdunu ve gaflet va­tanını terk etmeye çağıran kimsenin sohbetini tercih et.” Nakşibendiye silsilesi hâcelerinden olan Azizan lakaplı Hâce Ali Râmîtinî, bu manada tarikat yolcusu ve dikkatli derviş olanlara şu nasihatte bulunmuştur:

Oturduğun hâlde gönlün ısınmayan

Senden dünya sıkıntısını gidermeyen

Kimseyle arkadaş olmaktan sakın

Yoksa Azizan’ın ruhu sana lütfetmez

Vefa kardeşleri ve safa dostları ile sohbet edince neşeli, güler yüzlü ve sevimli olmalı, fakat itidale riayet etmelidir. Zira diğer erdemler gibi bu hasletin de ifrat ve tefriti er­demsizliktir. Orta ve erdem olan mertebeye güler yüzlülük ve sevinç derler. İfratı, çok gülmek, soytarılık ve maskara­lıktır. Tefritine asık suratlılık ve çatık kaşlılık denir.

Latife ve mizah denilen şakada da itidal derecesine ve orta yola riayet etmek gerekir. İfratı soytarılık ve maskara­lığa çıkar, birçok zarar ve kötülüğe yol açar. Tefriti asık su­ratlılık ve sevimsizlik olup dostlar onun sohbet ve işretin­den nefret eder. Bazen kibre bürünür ve saf kalpli dervişle­rin kendisinden sıkılmasına sebep olur. Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur: “Peygamber (as) şakayı sever, ama sadece doğruyu söylerdi.”(Münavi,Feyzul Kadir,5/49) Müminlerin emıri ve muvahhitlerin re­isi Hazret-i Ali (ra) çok şaka yapardı.

Ruh sağlığını koruma sebeplerinin en önemlisi, nefsine daima güzel işleri yüklemek, iyi fiilleri kazandırıp geliştir­mek, hem teorik gücün hem de pratik gücün işlerini yapmada kusur, ihmal ve tembelliği alışkanlık hâline getirmemektir. Nitekim beden sağlığını korumada da bedensel işleri yapma ve mutedil olan yumuşak hareket ettirme, organların sağlığı­nı ve sinirlerin kuvvet ve selametini korumaya sebep olur.

Tabipler bedensel egzersizi aşırı derecede tavsiye eder­ler ve her tür alıştırmanın bir organa faydalı olduğunu be­lirtirler. Güreşin bütün organlara, yay çekmenin omuz ve pazılara, yürümenin baldır ve bacağa yararlı olduğunu söy­lerler. Diğerleri de bunlara kıyas edilebilir. İdmanı terk et­menin bela ve üzüntünün sarmasına, beden binasının kiriş ve direkleri olan sinir ve kemiklerin gevşeyip zayıflamasına sebep olduğunu ifade ederler.

Aynı şekilde ruhsal alıştırma da nefsin güçlerini kuv­vetlendirir; terk edilmesi ise tembellik, zayıflık ve gevşekli­ğe yol açar, ruhu bela ve üzüntünün kaplamasına sebep olur. Nefis, aklı işletmekten ve fikrî çıkarımdan mahrum kalınca onu ahmaklık sebepleri istila eder ve kutsal âlemle­rin hayır maddelerini ve feyiz ırmaklarını alma istidadım kaybeder. Amel süsünden mahrum olunca tembelleşir, güç- süzleşir ve mutluluk vasıtalarını kaybeder. Hâl ve ikbalinin bu şekilde altüst olması insanlık suretinden çıkmasına ve misal ve mana âleminde hayvan suretlerine bürünmesine sebep olur. Altüst olduğunu, ister bu dünyada fark etsin, is­terse tabiat sarhoşluğunun baskın gelmesi sebebiyle gaflet edip bedenle ilişkisi kesildikten sonra fark etsin, fırsat geç­tikten ve keder kaçınılmaz olduktan sonra hasret ve piş­manlık fayda etmez.

Pişmanlık parmağını çok ısırır

Ama ilim ile süslenen ve amel yarışında öne geçen kim­selerin de düşünce ve basiret yüzlerinden batıl zan perdesi­ni kaldırmaları ve kibir örtülerini mutluluk ve erdem ma­kamından uzaklaştırmaları gerekir. İlim ve amel ile gurur­lanıp kibirlenmek ne kadar gizli olursa olsun neticede başa­rıyı engeller ve mutluluk çehresini örter.

Zahit gururlandı kurtuluş yolunu bulamadı

Hilekâr yalvararak selam yurduna gitti(Hafız,Divan)

Yaşlılık sebebiyle utanıp ilim öğrenmekten vazgeçme­mek gerekir. Çünkü cehalet her zaman kötü ve ilim hayat boyu iyidir. Öncekileri ezberledikten sonra bilgilerini tek- rarlamalı ve geçmişi anmak suretiyle ezberlerini hatırlama­lıdır. İlim hazînelerinin köşelerine unutma örümceklerinin ağ örmesine meydan vermemek gerekir. Zira “İlmin afeti unutmaktır.” denmiştir.

Mutluluğu kazanmak isteyenlerin, fani mal ve istekler peşinde koşan kimsenin, talep ettiği şeyi eline imkân Ve kudret geçince korumak için nice sıkıntılara katlandığını hatta uyku ve yemeği kendisine haram kıldığını, meşakkat­lere katlanmayı ve tehlikelere atılmayı meslek edindiğini düşünmeleri gerekir, öyleyse gerçek yetkinliği isteyen ve kalıcı mutluluk ve erdeme meyleden kimse, eğer talep ettiği şeyi ve ilgi gösterdiği cevheri koruma konusunda peş peşe gelen sıkıntılara katlanmaz, gece gündüz çalışma yolunu tercih etmez ve değerli cevheri telef olmakla yüz yüze bıra­kırsa dünyevi ve uhrevi zarar ile hüzün dostu olması ve hem tek hem ikili manasında hüsrana uğraması kaçınılmazdır.

İnceleyin:  Bal Arısının Sanatı,Allah’ın İlmine Delildir

Yetkinleşmek isteyen kimse, mal toplama ve makam araçlarını ele geçirmeden yüz çevirip Hakk’ın kabul ettiği ve halkın övdüğü zühdü gayret endamına kaftan ve ruhani ma­kam yüksekliğine şiar edinmelidir. Züht, insanın zaruri miktarda dünyevi vasıta ve hazlarla yetinmesi ve lüks olan fazla geçimliğe iltifat etmemesidir. Zühdü emir ve tavsiye etmek peygamber ve velilerin âdetidir. Mutlulukların ser­mayesi ve makamların süsü züht ve kanaattir. Başlangıçta züht olmayınca ahiret yolunun yolcusu hiçbir mutluluğu el­de edemez ve erdem talibi züht elbisesini giymeden hiçbir makama ulaşamaz. Resul-i Ekrem’den şu hadis rivayet edilmiştir: “Dünyaya rağbet etmezsen Allah’ın sevgisini, in­sanların ellerinde olana rağbet etmezsen insanların sevgisi­ni kazanırsın.”(İbn Mace,Sünen,2/1373)

Halkın elindekilere tamah etmezsen

Bütün insanların sevgilisi olursun

Azıklarını yasakladıkları kırlangıç

Evlerinde onlara üvey evlat oldu

Hazret-i Peygamberim İbn Ömer’e şu şekilde nasihatte bulunduğu rivayet edilmiştir: “Dünyada bir yabancı veya bir yolcu gibi ol ve kendini kabirde yatanlardan biri olarak dü­şün!”(Buhari,Sahih,5/2358) O izzetli hazretin dünya nimetlerinden nasıl el etek çektiği ve ne kadar az yiyecek ve giysi ile yetindiği herkes ta­rafından bilinmektedir. Bu dünyadan göçünceye kadar bir kez olsun arpa ekmeği ile doymadı. Hâlbuki fakirliği zaruri değil, ihtiyari idi. Nice yerlerden gelen mallan başkasına cö­mertçe verir, kendisi böyle yaşamayı tercih ederdi. Özellikle ömrünün sonunda Yemen, Bahreyn ve Arap Yarımadası’nın çoğu fethedilir, çok miktarda mal risalet merkezine getirilir­di, fakat o, bir daneyi bile biriktirmeyip hediye eder, kendisi iradi olarak fakir bir hayat sürdürürdü. Hatta dünyadan ahirete irtihal ettiği sırada mübarek vücudunun zırhı bir Ya­hudi’ye bir miktar buğdaya karşılık rehin verilmişti. O buğ­dayı veresiye alıp ev halkına nafaka etmişti. O hazret zühdü başlatmış, Raşit Halifeler ile Sahabe ve Tabiin’in çoğu züh­dün tadını bal bilip fakirlik ile iftihar etmede ona uymuşlardı.

İleri gelen muvahhit filozoflar bu vefasız dünyanın fani mallarından el çekmişlerdi. Sokrat bir kuyunun içinde otu­rurdu. Kral ve ileri gelenlerden olan öğrencileri ona mal arz ettikleri hâlde kabul etmez, hanesinden feragat edip kuyu ile yetinirdi. Bundan dolayı ona “Kuyu Sokrat’ı” derler. Münzevi Diyojen’in iki abadan başka bir şeyi yoktu. Eflatun da dünyadan yüz çevirmiş, züht ve kanaatle süslenmişti. Görünür züht ve mal azlığından vazgeçip hizmetçi, mal ve imkân sahibi olmaya yönelen filozofun Aristoteles olduğu söylenir.

Hazret-i Peygamberim bazı seçkin sahabeleri ve ümme­tinden bazı veliler mal ve dünyevi sebepler edinmiş olmala­rına rağmen kalplerine mal sevgisi yerleşmemiş ve gayret­leri onun sıkıntısına kapılmamıştı. Felaket tuzağı ve her gü­nahın başı dünyanın kendisi değil, dünya sevgisidir. Nice eli boş derviş vardır, dünya onu mest etmiştir. Nice zengin de vardır ki eli eteği dolu olmasına rağmen himmet boynu dün­ya sevgisinin esaretinden özgürdür.

Sahabe-i Kiram’dan Abdurrahman bin Avf, malının çok­luğu ile meşhurdu. Vefatında dört hanımı kalmıştı, birisine sekizde bir hissesinden 80.000 dirhem veya başka bir rivaye­te göre bu kadar dinar ile sulh ettiler, fakat gönül sayfası dünya rakamından arınmış, himmet boynu dünya sevgisi kolyesinden azat olmuştu. Bu vasfı o derece yerleşmiş idi ki bir keresinde Hazret-i Ömer’in huzuruna gelip şöyle dedi: “Ey müminlerin emîri! Şam’dan seksen deve yükü olan bir kervanım gelmektedir. Her devedeki ticaret malı 1000 dinar­dır. Hepsini Allah yolunda sadaka ettim, al, zapt et.” Sebebi sorulunca dedi ki: “Bu gece teheccüt namazımda hatırıma, acaba kervan nereye geldi ve ne durumdadır, diye geldi. Öy­leyse teveccüh yüzümü örten ve teheccüdümde zihnimi karış­tıran bir malı mülkiyetimden çıkarmam gerektiği açıktır.”

Son dönem şeyhlerinden iyilerin iftiharı Hâce-i Ahrar Ubeydullah Semerkandî’nin ikamet giysisine Semerkant bölgesi karargâh olmuşsa da velayet şekeri bütün bölgelere destan olmuştu. Mevlana Abdurrahman Câmî’nin onu öv­mek için nazmettiği incilerden biri şöyledir:

Dünyaya şahlar şahının sırasını Ubeydullah’ın davulunu çal

O fakirlik hürriyetinden haberdar Hâce-i Ahrar Ubeydullah’tır

Gönlü birlik denizinin derinliği Sahilinin sedefi çokluk suretidir

Felekteki dokuz kubbe ise Dipsiz derinlikten bir kabarcıktır(Molla Cami,Tuhfetul Ahrar)

Bununla birlikte o kadar çok malı, aracı, hizmetçisi, maiyeti, mezra ve köyü vardı ki Reşehât kitabında anlatıldı­ğına göre, Hâce’nin 1300 mezrası vardı ve her bir mezra­sında 3000 çift yürürdü. Ama bu kadar mal ve araç, onun yoluna zerre kadar engel ve gayret nazarında saman yapra­ğı kadar değildi. Nitekim Mevlana Câmî yukarıdaki nazmın devamında şöyle demiştir:

Başı ve sonu olmayan yeryüzü Gözünde bir tırnaklık yüz gibidir

Ele geçirdiği bir tırnaklık yüzü Fakirlik yolunda kim yenebilir(Molla Cami,Tuhfetul Ahrar)

Erdeme talip olan ve mutlulukla ilgilenen kimse, onla­rın hâlinden ders almalı, mal ve araç toplamaya tevessül etmemeli, bilakis mutluluk için fakirlik makamında olan ululara uymalı, yalnızlık ve fena üzere hayat sürdüren ön­derleri örnek almalı ve vefasız dünya eşkıyasının arayış yo­lunda kendisine mani olmaması ve geçici dünya aldanışının kendisini maksada doğru yürümekten alıkoymaması için fa­ni dünyanın zaruri miktarda imkânlarıyla yetinmelidir.

Akıllı ol yolun çoğunu bekâr kat et

Zamane gelini aldatıcı ve düzenbazdır

Erdemleri kazanmak isteyen kimse sakın cinsel ilişki gücünü kışkırtmak için macun kullanan ve müstehcen kitap­ları ve günahkârların hikâyelerini okuyan heybetsiz güruh gibi arzu ve öfke güçlerini tahrik etmesin. Çünkü arzu gücü tahrik edilince belki sakinleştirilmesi çok yorucu olur, hatta kişi şeriatta günahların artmasına sebep olan fiili işler. Arzu ve şehvetlerin tahrik edilmesi, bir adamın uyumakta olan bir yırtıcı hayvanı dürterek ve gürültü çıkararak uyandırıp üzerine saldırdıktan sonra çeşitli hilelerle zararından kur­tulmak istemesine benzer. Uyandırmasaydı yorgunluktan beri, korku ve tehlikeden emin olacaktı. Öyleyse arzu ve öf­ke gücünü kendi hâline bırakmalı, kışkırtmamak, bilakis el­verdiği ölçüde heyecanını gidermeye çalışmalıdır.

Eğer doğal olarak hareket edecek olursa iffet ve yiğitlik erdemlerinin yerleşmesi için akıl ve şeriatın gerektirdiği şekilde itidal derecesine getirip ifrat ve tefrit uçlarına çık­masını önlemelidir. Bütün söz ve fiillerinin itidal terazisiyle tartılması için onlardan önce fikir ve düşünce terazisini ça­lıştırmalıdır. Bazen doğası gereği dengeden çıkarsa bir daha öyle bir fiili işlemekten kaçınması için iyi fiilleri yüklemek ve mubahları engellemek suretiyle nefsi edeplendirip yö­netmelidir. Mesela, şeriat ve aklın mubah görmediği ve dü­şünce ve maslahatın gerektirmediği bir yemeği şiddetli arzu ile yese derhal tevbe edip pişman olmalı ve daha sonra lü­zumsuz nefsin aklın gereğine aykırı olan şeye rağbet etme­mesi için kendisini çokça namaz kılmak ve günlerce oruç tutmakla cezalandırmalıdır.

Bu manada gayret, mücahede ve riyazet erbabıyla ilgili olarak nakledilen birçok hikâye vardır. Gafletle bir lokma yediği için bir yıl oruç tutan, bir gece teheccüdü ihmal ettiği için uzun süre bütün geceleri namaz kılan ve sadece nefsi mubahı arzuladığı için riyazet yükleyip zorlayan, azarlayan, ıslah eden ve eğiten bazı yüksek gayretli kimseler vardır.

Makâmât-ı Hazret-i Şeyhü’l-İslamî Ahmed Zendebil-i Câmtde şöyle anlatılır: Bir gün riyazet mağarasından şehrin girişine geldiğinde olgunlaşmış kayısı yeşil yapraklar ara­sından yeşil felek yıldızı gibi parlamıştı. Nefis, hazrete der ki: Bu kadar zaman beni açlık ve riyazet ateşiyle helak ettin. Bir iki kayısı ile beni sakinleştirsen! Hâce der ki: “Ey nefis, bir yıl boyunca oruç tut, sana muradını vereyim. Nefis razı olup orucu bitirdikten sonra kayısı bahçesine gider. Bir ça­kalın gelip kayısıları yediğini, birkaç tanesini sindirmeksi- zin dübüründen olduğu gibi çıkardığını görür. Hazret alıp yıkamaya başlayınca nefis “Ahmed, ne yapıyorsun, yoksa bu kayısıdan bana mı vereceksin?” demiş. Şöyle demiş: “Evet, kayısı istedin, işte kayısı, sonu bir hayvanın bağırsaklarından geçmiş, yıkayıp sana vereceğim.” Nefis der ki: “Ahmed, ne olursun, bana bunu verme, artık senden hiçbir şey iste­meyeceğim.” Nefse, bundan sonra hiçbir arzusunu talep et­meyeceğine dair yemin ettirir. O zaman kayısıyı atar.

İşte gayretli kimseler böyle davranmışlar. Bu mertebeye nasıl ulaşılır? En azından sen de mümkün oldukça çalış, nefis şehvet karasında dolaşmasın ve arzu havasında uçmasın. Eğer nefis gereksiz yere öfkelenirse artık bir daha hiçbir şe­kilde zamansız öfke sergilememesi için cezalandırmak elma­cıyla bazı utanmazların eziyet ve horlamasına sabretmek ve­ya korunması istenen ve harcanması hoş karşılanmayan malı cömertçe dağıtmak suretiyle eğitip yönetmelidir.

Rivayet edildiğine göre, zamanın padişahı, Filozof Sokrat’a değerli soyunu devam ettirmesi için evlenmesini em­redince Yunan ileri gelenleri iffetli, örtülü ve güzel huylu harem kızlarını ve kardeşlerini arz ettiler. Fakat seçkin filo­zof hepsinden yüz çevirip arsızlık ve edepsizlikte dünyaca meşhur, komşularının kaba ve uzun dilli olarak tanıdığı ve aşağıdaki beyitte tasvir edildiği gibi kırıcı davranmayı âdet edinmiş saygısız bir kadını talep etti.

İnceleyin:  Ömer Tuğrul İnançer - Muhabbet Peygamberi Hz.Muhammed ''Kısa Notlar''

İyi adamın sarayında kötü kadın

Onun bu âlemde de cehennemidir

Sakın kötü kadından uzak dur

Rabbimiz bizi cehennemden koru

Bilgin filozofa bu tuhaf tercihin ilginç sırrı sorulunca şöyle dedi: “Aklı kıt biriyle arkadaşlık lazım olduğunda en azından nefsi onun edepsizlik ve saygısızlığına müptela edip karşılığında öfkeye hâkim olmayı ve gazabı gidermeyi alış­kanlık hâline getirmeme faydası olur.”

Eğer nefis, tembelliğe meyleder ve ihmalkârlığa rağbet gösterirse onu çokça iyi iş yapmak ve evrat, zikir ve nafile ibadetlere devam etmek suretiyle eğitmelidir. Kötü amelle­rin küçüklerinden bile kaçınmalıdır. Zira nefsin küçük gü­nahları işleyerek büyük günahlara cesaret etme ihtimali vardır. Hatta nefsin küçük günahta ısrar etmesiyle küçük günah büyük günah olur, büyük günahtan tevbe ve istiğfar ederek bağışlanmasıyla büyük günah küçülür. “Büyük günah tevbe ile ortadan kalkar, küçük günahta ısrar edilirse küçük olmaktan çıkar.”(Acluni,Keşful Hafa,2/494)

Kişi nefsinin ayıplarından sürekli haberdar olmalıdır. Bu konuda ilgi sebeplerini ve çözüm inceliklerini kullanabiliyorsa tembellik göstermemelidir. Çünkü insanların çoğu, kendisini erdemler ve mutluluklar yolundan uzaklaştıran, mutsuzluk ve bilgisizlik köşesinde bırakan hâl ve fiillerini bilmez, kusurlarından ve nefs-i emmaresinin hilelerinden gafil olur. Çünkü nefis kendisini çok sever. Seven kimse, sevgilisinin ayıplarına karşı kör olmaya ve çirkinliklerini güzel görmeye hazırdır. “Bir şeye duyduğun sevgi seni ona karşı kör ve sağır eder.”(Ebu Davud,Sünen,4/334)

Bir hüner ve yetmiş ayıbın olsa

Dost sadece o bir hüneri görür

Akıllı ve zeki kimsenin kendi kusurlarım bilmeye çalış­ması, düşmanlarına kendi kusurlarını sorması, başkalarında kusur olarak görülen şeyleri öğrenmesi ve onların izlerinin kendisinde de olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Bilgili ve doğru sözlü bir dost kazanıp ona kusurlarını sormalıdır. Her ne kadar sende kusur yoktur dese de şartlanmayıp yine zorlamalıdır. Bazı ayıplarına işaret edince sevinmeli, içinden ve dışından şükretmeli, hiçbir acı belirtisi göstermemelidir. Zira insanlar kişiye düşmanlık etmesinden korktukları için ayıbını söylemekten çekinirler.

Kanı bir saht-rûy k’âyîne-vâr

Yüzüne karşı aybın ede şümâr

Ama sahibi gerçekte acı çekmez, aksine teşekkür edip sevinç gösterirse uyarıda bulunmaktan kaçınmazlar. Cahil­lerin âdeti, kusuru kendisine fark ettirildiği ve eleştiri ola­cak şeyler gizlice söylendiği zaman ıstırap duymak ve bir şeküde düşmanlık edip yüksek sesle çirkin sözler sarf et­mektir. Müminlerin emîri Ömer bin Hattab: “Bana kusurla­rımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!”(Darimi,Sünen,169-170) demiştir. “Kusurlarımı tanıtan” değil de “gösteren” demesi, kusurla­rının bildirilmesini hediye olarak gördüğüne işaret etmek­tedir. Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin.

İskender’den nakledildiğine göre, bir gün eski nedimle­rinden birine şöyle dedi: “Bu kadar zamandır sen ihlastan dem vurup kendini bize ihlaslı diye tanıtırsın. Bu kadar eği­tildin, iyilik gördün ve yüksek mertebelere çıkarıldın. Ama sen bir defa olsun halis hizmetçilere yakışır şekilde hizmet etmedin. Özel nedim büyük bir sarsıntı geçirir ve “Cihanın şahı hangi kusuru işlediğimi buyursunlar.” der. Muzaffer kral Zülkarneyn der ki: “Sen daima ihlası bulandırdın ve çarpıttın. Zira bana kusurumu bir kere bile hatırlatmadın.” Nedim: “Padişah hazretleri iyilik ve erdemlerle süslenmiş olup varlık güneşinde zerre kadar ayıp görünmez.” der. Ama Zülkarneyn asla kabul etmez ve “Benim ayıpsız olmadığım kesindir, bunu inkâr eden ya inatçı ya da ahmaktır. Eğer gerçekten bende kusur görmüyorsan sen de ahmak ve cahil­sin. Eğer gördüğün hâlde inkâr edip gizliyorsan münafık ve fitnecisin. Her hâlükârda özel nedim ve ihlaslılar mertebe­sinde bulunmaya layık değilsin.” diyerek onu sohbet şere­finden uzaklaştırdı.

Eğer dostların böyle bir faydası olmazsa, ya nazımda dendiği gibi gerçek dostun bakışının güzellikler ve sanatlar­la sınırlı olması, kusur ve ayıplarının dostun müşahedesin­den gizlenmesi bakımından;

Dost sohbetinden incinirim

Kötü ahlâkımı güzel gösterirler

Ayıbımı hüner ve kemâl sayarlar

Dikenime gül ve yasemin derler

Yüzsüz çevik düşman nerede

Gelip ayıbımı yüzüme vursun(Sadi,Gülistan)

Ya da beyitte tasvir edildiği üzere bu zamanda gerçek dost ve uygun arkadaşın kimya gibi gizlilik perdesinde sakin ve simorg gibi müsemması olmayan sırf isim olması ba­kımından;

Mürüvvet kayboldu vefa silindi

Simorg ve kimya gibi adları kaldı

Daha önce zikrettiğimiz gibi düşmanlar tarafından ta­kip edilip araştırılır ve bozguncu hasetçiler tarafından kont­rol edilip casusça izlenirler. Bu topluluk, kum ve çakıl tane­leri gibi sayılamayacak kadar çoktur. Kardeşlerin ayıplarını takip etme, dostların kötülük ve kusurlarına vâkıf olma ve bunları meclislerde ifşa etmeye o kadar çok ilgi gösterirler ki bu zahmet ve ilginin yarısını ilim tahsiline ve erdemleri kazanmaya harcasalardı cehalet çukurlarından kurtulur ve yetkinlik basamaklarında yükselirlerdi. Bu yorgunluk ve iti­nanın bir kısmını itaat ve ibadete sarf etselerdi mutluluğun zirvesine çıkarlardı.

Nakledildiğine göre Galen, “İyiler kötülerden faydala­nırlar.” dermiş. Faydalanma yolunun görünür yüzü, onlar gibi iş yapmaktan kaçınmaktır. Buzurgmihr Buhtegâni’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben edebi edepsizlerden öğ­rendim. Çünkü ben onlardan sâdır olan ve çirkinliği akıl ta­rafından açıkça bilinen her fiili zihin sayfama yazar ve on­dan uzak durmayı kararlaştırırdım.” İşte bu söz bu tutumu destekleyip övmektedir.

Bazı filozoflardan nakledildiğine göre, erdemin peşinde olan kimsenin tanıdıkların suret ve yaşantısından bir ayna edinip kendi yaşantı, sıfat, iyilik, kötülük, hâl ve işlerini on­da seyretmesi, onlarda gördüğü güzel ve övgüye layık şeyle­ri alması, çirkin ve yerilen vasıflardan kaçınması gerekir. Zira nefis, kendi kabahatlerini idrak etmede gevşek, ama başkasının kabahat ve kusurlarını idrak etmede çeviktir. Öyleyse bu tür yöntemlerle kusurları idrak etmek ve sonra bunları işlemekten kaçınmak kıvrak zekâlıların tarzı ve çe­vik düşünenlerin huyudur. Uyanık olunması ve gurudan ka­çınılması gereken bir husus da iltifatlı sözlerle övülmektir.

Akıllı insanın ve fazilet talibinin kendisini yüzüne karşı methedenlerin aldatma ve fısıltılarını dinlememesi, aksine bu tür sözlere başlayanları mümkün mertebe engellemesi gerekir. Çünkü iltifatlı sözleri dinlemek erdem talibine bü­yük zarar verir, alçalmasına sebep olur ve onun makam ve faziletlerde yükselmesini önler.

Zira nefs-i emmare, iltifatlı övgüye aldanıp kendisinde bulunmayan yetkinliklerin var olduğunu ve daha yolun başında iken en son makama ulaş­tığını zanneder; böylece tepe takla gider. Biz, iltifatlara al­danıp erdemleri kazanma yolundan tamamen ayrılan, hatta akılsız maskaraların arasına katılan birçok insan gördük. Bazıları henüz ilim tahsilinin başlangıcında oldukları hâlde kötülerin iltifatlarına kanarak kendilerini allame-i cihan sanıp ilginç eserler ve garip şerhler ortaya koyarlar; bazıları da şiir yazma ve nesir inşa etme yoluna talip olup ölçüsüz ve manasız şiirlerden ilginçlikler gösterirler, küfürbazlar maskaralık yapmak için methiyeler düzerler ve miskini tam divane ve konuşmayan maskara yaparlar. Mutluluğu kaçır­maya sebep olan ahmaklıktan Allah’a sığınırız.

Fazilet talibi, yolları kat etse, tehlikeli yerleri geçse, bazı erdemlere sahip olsa ve birçok mutluluğa erişse de karşılık verirken meddahın övgüsünü dinlemesi zararlı ve tehlikelidir. Bir hadis-i şerifte buyrulduğuna göre, Sahabe’den bir kimse başkasını yüzüne karşı methedince Hazret şöyle buyurdu: “Kardeşinin boynunu vurdun.”(Buhari,Sahih,5/2281) Meşhur bir hadis şöyle der: “Basiret gözünü açın, karşınızda methedenlerin yüzüne toprak saçın.”(Müslim,Sahih,4/2297) Bazı hadis âlimleri, toprak saçmak ile engellemenin kastedildiğini söylemişlerdir. Bazı­ları da bunun hakikat ifade ettiğini belirtmişler ve medda­hın yüzüne toprak saçmak gerektiğini söylemişlerdir.

Nefs-i emmarenin hâli şöyledir: Bir kimse onun züht, iyilik, ilim ve yetkinliğini methetse bu nice yıllar onun hatı­rından çıkmaz, hatırladıkça mutlu olur, iftihar eder ve onun gibi nefsin hilelerini bilme sadedinde olanlara görünür. Dikkatsiz gafiller şeytanın nice gizli hile ve tuzaklarına fır­sat bulup ulaşırlar, nicesine de vâkıf olurlar.

Ben sana ancak sadakat şartıyla söz söylerim

Sözümden ister öğüt alırsın ister üzülürsün

Gülistan kitabında anlatıldığına göre, bir fazılı mecliste aşın derecede övdüler. Başkaldırıp “Ben kendimi daha iyi bilirim.” dedi. Şu beyitler de ondandır:

Ben halkın gözünde güzel görünüşlüyüm

Fakat içimin pisliğinden başım öne eğiktir

Halkın güzel nakışlarıyla övdüğü tavus

Kendi çirkin ayaklarından utanmaktadır

Ben derim ki:

Derûnumu bilirim ben meâyib ile dolu

Ne fayide suhan u medhat-i hoş âmed-gû

Kınalızade Ali Efendi – Ahlak-i Alai,syf.131-144