Türkiye Selçukluları -1
1-Türklerin Anadolu’da Yerleşmesi
Oğuzların, Çağrı-beg ile 1018’de, başlayan ve Selçuklu imparatorluğunun kuruluşuna, 1040 yılına kadar devam eden ilk akınları devri bir keşif hareketinden ileri tarihî bir mânâ taşımaz. Fakat Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan Malazgirt zaferine kadar süren otuz (1040-1071) yıllık devrede kesifleşen Türk gaza ve savaşları Anadolu’da Bizans’ın mukavemetini kırma ve bu ülkede yurt kurma bakımından büyük bir ehemmiyet arzeder. Gerçekten kuruluşundan beri Selçuklu imparatorluğu’nu uğraştıran en mühim meselelerden biri kendi beyleri idâresinde müstakil hareket eden, yurt bulmak ve sürülerini beslemek zorunda kalan Türkmen boyları idi.
Tuğrul-beg, Alp Arslan ve Melik-şâh gibi ilk büyük sultanlar Türkmen muhacirlerini Anadolu’ya sevk ederken hem İslâm ülkelerini onların akınlarından ve devleti âsâyişsizlikten kurtarıyor; hem urugdaşlarına yurt buluyor ve hem de Bizans’a karşı daimî bir kuvvet kazanıyorlardı. Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesi bu siyaset ve zarûretlerin bir neticesi olarak gerçekleşmiştir. Böylece Anadolu otuz sene Türk nüfûsu baskısına uğramış ve gazalarına sahne olmuştur. Bazan Selçuklu ordularının himâyesinde, bazan müstakil gruplar halinde sefer yapan ve her yıl biraz daha ilerleyen Türkmenler Azerbaycan’dan Şarkî Orta ve Garbî Anadolu’ya kadar yayılıyorlardı.
Bununla beraber Türkmenler Malazgirt zaferine kadar, henüz bu ülkede emniyetle oturamamışlardı. Zira yapılan bunca fetih ve ilerlemelere rağmen Anadolu’da pek çok müstahkem şehir ve kale arkada kalıyor; mahallî Bizans garnizonları veya imparatorluk orduları da sık sık Türkmenleri tâkip ediyordu. Bu sebeple Türkmenler fetih ve istilâlarını yaptıktan sonra sıkışınca Azerbaycan ve İran’a dönüyor; bazan da Irak ve Suriye taraflarına çekiliyorlardı.Malazgirt zaferi ile Bizans’ın mukavemeti kırılıp artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca Anadolu’da sür’atle bir yayılma ve yerleşme devri başlar. Gerçekten tarihinde birçok kavim ve medeniyetlere sahne olan Anadolu’nun etnik siması, 1071’den sonra, öyle sür’atli bir değişikliğe uğradı, ki bu büyük muhâceret ve iskân hareketi araştırılmadığı ve anlaşılamadığı için Türkleşme hâdisesi bir muammâ halinde kalmış ve çok defa yerli halkların toptan ihtida veya imhasına atfolunmuştur.
İhtidâ ve karşılıklı nüfus zâyiatı bahis mevzuu olmakla beraber büyük muhâcereti ve etnik değişmeleri itibara almayan bu tahminî görüşlere artık bir ehemmiyet verilemez(1). Kaynaklar Horasan’da Selçuklu devleti kurulduğu zaman Türkistan’dan İslâm ülkelerine vukûbulan muhâcereti nasıl sel gibi tasvir etmişlerse Malazgirt zaferini müteakip Anadolu’ya akan insan dalgalarını da aynı şekilde aksettirirler. Bir anonim Bizans kroniği: “kara ve deniz sanki bütün dünya kâfir barbarlar (Türkler) tarafından işgal edildi ve ıssızlaştırıldı. Onlar Şarkın (Anadolu’nun) bütün köylerini, evleri ve kiliseleriyle birlikte, yağma ve istilâ ettiler” ifâdesiyle durumu, açıkça ve biraz hissi olarak, tasvir eder(2).
Başka bir kronik Türklerin Anadolu’ya, eskisinden farklı olarak, artık bir yağmacı değil işgal ettikleri bölgelerin hakikî sahibi sıfatiyle girdiklerini beyan ederken daha isâbetli bir görüşü temsil eder(3). Türk fetihleri önünde kaçan Rumlardan veya ramlaşan yerli halklardan başka Anadolu’dan Balkanlara nüfus nakledildiğine dair bir haber de çok dikkate şâyândır.Filhakika Süryanî tarihçisi Mihael’e göre: “Türklere yenilen Rumlar bir daha onlara karşı duramadılar.
İmparator Mihael’i korku aldı. Korkak ve kadınlaşmış müşavirlerinin sözlerine bakarak sarayından ayrılıp Türklere karşı çıkmadı. Hıristiyanlara acıyarak adamlar gönderdi ve Pont’da kalmış halkın bakiyelerini, eşyalarını atlara ve arabalara yükletip denizin ötesine (Balkanlara) nakletti. Böylece ahâlisiz kalan bu bölgelerde Türklerin yerleşmesine yardım etti ve bu sebeple de o, herkesin tenkidine uğradı”(4).
Başka kaynaklarda rastlanmayan bu kayıt Anadolu’nun Türkleşmesi bakımından pek mühimdir.Azerbaycan Anadolu’ya akan bu nüfus hareketine bir köprü vazifesini görmekte ve bu husus kaynaklarda akis bulmaktadır. Bir Gürcü kaynağı: “Türkler Tiflis’ten Berdea’ya (Errân, yâni Karabağ’ın merkezi) kadar bu güzel yerlerde çadırlarını kurmuşlardı. At, katır, deve ve koyunları sayısızdı. Buralarda çok güzel bir hayat sürüyor; avlanıyor, eğleniyor, dinleniyorlar ve hiç bir mahrumiyet görmüyorlardı. Şehirler ile ticâret yapıyor, bu esnada bizim memleketimize de giriyor ve birçok esir ve ganimet elde ediyor; baharda Somhet ve Ararat (Ağrı) dağlarına çıkıyorlardı.
Sanki Türkler dünyanın her tarafından bu memlekette randevu vermişlerdi. Sultan dâhil kimse onları buradan koğamaz, çıkaramaz ve kendilerine zarar veremezdi.” tasviriyle Azerbaycan ve Kafkasya’da Oğuzların yığılması ve göçlerini çok güzel belirtmiştir(5). Aynı Gürcü müellifi Anadolu’ya vukûbulan Türkmen akınlarından birini de çok canlı bir şekilde tesbit eder: “Türklerin kudreti dolayısiyle Rumlar Şarktaki bütün şehir ve kalelerini bırakıp gidiyor; bu bölgeleri Türklere terk ediyor ve onların buralarda yerleşmelerine imkân veriyorlar. Hududlarda komşumuz olan Türkler her tarafı istilâ ediyorlar. Kudretli Emir Ahmed kumandasında Kars’ı aldıktan sonra Türkler, anî bir saldırışla, kıral Giorgi’yi kaçmaya mecbûr ettiler ve pek çok esir ve ganimet aldılar. Dönüşte Rum ülkelerine Türk kitleleri sevkeden İasi (A- yaz?) ve Bujgob (Mengücik?) adlı iki büyük emîre rastlayarak ganimetleri gösterdiler: ‘Neden Rum memleketlerine gidiyorsunuz?
İşte Gürcistan insandan hâli ve servetle dolu’ dediler. Bunun üzerine yollarını değiştirip, çekirgeler gibi, memlekete yayıldılar. Böylece, 1080 yılı Haziran’ında, Acara, Şavşat, Kartlı ve denize kadar bütün bölgeler Türklerle doldu… Rumların devleti çöküntü hâlinde idi. Zira Türkler denizin berisinde kalan bütün ülkeleri (Anadolu) işgal etmişti”(6). Bu metinler Anadolu’nun Türkleşmesi hakkında en mühim vesikalar arasında büyük bir değer taşırlar.Ortodoks Bizanslılar Şarktan ve Orta Anadolu’dan Garbî Anadolu’ya ve Balkanlara doğru çekilirken Ermeniler de Türklerin önünden Torosların dağlık bölgeleri ve Kilikya istikametinde göçmekte ve evvelce Bizans’ın bu taraflara sürdüğü nüfuslarını kesifleştirmekte idiler.
Çağdaş bir Ermeni müellifi: “1080 yılı Martına doğru Okyanus denizi berisinde (Anadolu’da) bulunan bütün Hıristiyan memleketleri Türklerin istilâsına uğramış ve hiçbir vilâyet bundan kurtulamamıştı… Bir çok vilâyetler boşaldı; artık Şark milleti mevcut değildir” ifâdesiyle Türk istilâ ve göçlerini belirttikten sonra Ermeni halkın muhâceretine temasla da “Tarsus’a, Maraş’a ve Delûk’a (Halep yakınında) kadar civar bölgelerde kargaşalıklar hüküm sürüyordu. Zira bu havâlide halk kitleler halinde birbiri üzerine atılıyor; binlerce insan birbirinin yolunu tıkıyor; çekirgeler gibi yeryüzünü kaplıyor ve her taraf insan dalgaları ile doluyordu” cümleleri ile Erme- nilerin şarktan garba ve cenûba intikalini meydana koyar ve birinci Haçlı Seferinden sonra Kilikya’da kurulan Ermeni prensliği ve kırallığının menşeini de gösterir(7). Anadolu’nun ilk fetih devresinde Türkleşmesi hakkında burada verebildiğimiz bu kadar bilgi umûmî bir fikir edinmeye kâfidir.
Bir kaç asır süren muhâceret ve Türkleşmenin ikinci büyük safhasını Moğollar önünden kaçan türlü Türk kavimlerinin Anadolu’ya gelişleri ve XIII- XIV’üncü asırlarda Orta Anadolu’dan sahillere yayılması teşkil eder. Türk- lerin boğazlara kadar ilerleyişlerinden yedi yıl sonra, 1080 yılında, henüz Anadolu’da yerleşmemiş ve devlet kuramamış olduklarına ve bu sebeple de bu ülkeden atılmaları mümkün olduğuna dair ileri sürülen(8) ve bazı âlimlerce de benimsenen(9) bir fikrin isabetsizliğini meydana koyarken bu hatanın Türk tarihine, Selçuk devleti ve muhâceretinin mâhiyetine vukufsuzluktan doğduğuna da işaret etmeliyiz.
2. Türkiye Selçukluları Devletinin Kuruluşu (1075)
Türkiye Selçukluları devleti bu kesif nüfusun Anadolu’ya intikalinden sonra ve o sâyede kurulmuştur. Bu devletin kurucusu olan Kutalmış’ın oğlu Süleyman-şâh (Selçuk’un oğlu olan Arslan-yabgu’nun torunu) Malazgirt zaferini müteakip Anadolu fethine gönderilen şehzâdeler ve Türk beyleri arasında mevcûd değildi. Bu sırada Anadolu’ya gelen Artuk beg Kızıl-Irmak ve Yeşil-Irmak havzalarında mühim fetihler yaparak (Dânişmend-nâme’de Artuhî adiyle destânî bir hüviyet kazanır), 1072 yılında, Isak Komnenos kumandasında bir Bizans ordusunu mağlûp ve kumandanlarını esir ettikten sonra Sakarya boylarına kadar ilerledi.
Normand reisi Russel Bizans tahtına Yunannis Dukas’ı çıkarmak ve Anadolu’da ayrı bir devlet kurmak teşebbüsüne girişince imparator Mihael, daha tehlikeli bir durum karşısında, Artuk beg ile anlaşmaya ve onun yardımına başvurmaya mecbûr oldu. İmparatora karşı isyânları bastıran Artuk beg bu sâyede fetihlerini İzmit Körfezine kadar ilerletti(10). Alp Arslan’m ölümü üzerine saltanat mücâdelesi başlayınca Artuk beg merkeze çağırıldı ve 1073 Nisanında Melik-şâh’ın Kavurt’a karşı zaferine hizmet etti11. Artuk’un Anadolu’da 1076 yılına kadar fetihler yaptığına dair bir hüküm sâdece yanlış bir tahmine dayanmıştır12.
Artuk’un ayrılışını müteakip 100.000 kişinin başında bulunan Tutak da İzmit Körfezine kadar ilerledi.Türkiye devletinin kurucusu Süleyman’ın meydana çıkması ile Alp Ars- lan’ın ölümü ve bu sebeple de Artuk’un Anadolu’dan ayrılması arasında sıkı bir münâsebet vardır. Filhakika Alp Arslan’a karşı giriştiği saltanat mücâdelesinde Kutalmış, 1064 yılında, mağlûb ve maktül düşünce oğulları Bizans hududuna sürgün edildi13. Urfa havâlisinde kuvvetsiz ve sönük bir hayat geçiren bu şehzâdeler Sultanlık mücâdelesi esnasında ve Artuk’un dönüşü üzerine fırsat buldular; Anadolu Türkmenlerini etraflarında toplamağa başladılar.
Selçuk’un soyundan bir başa muhtaç bulunan bu Türkmenlerin bir kısmı da zaten Tuğrul-beg’e ve Alp Arslan’a karşı ayaklanmış ve bu sebeple Anadolu’ya kaçmış kendi mensupları olan Yabgulular idi. Kutalmış oğullarının tarih sahnesine çıkışlarına dair en mevsûk rivâyet, şüphesiz, 467 (1074)’de, Suriye’de, Melik-şâh’a tâbiiyeti kabul eden Yabgulu Türkmenleri reisi Atsız’a karşı Şökli’nin kendilerine müracaatı ve bu vesile ile de Şi’î Mısır halîfesi ile münâsebete girişilmesidir. Gerçekten bu mücâdelede Ku- talmış oğullarından biri esir edilip Melik-şâh’a gönderildikten sonra kardeşlerden diğeri Haleb’i ve Antakya’yı kuşattı; fakat fazla vakit kaybetmeden Anadolu’ya gitti14.
Böylece Anadolu’ya geçen Süleyman Konya ve havâlisini mahallî Rum hâkimlerinden aldıktan sonra yoluna devamla 467(1075)’de İznik’i fethedip kendisine payitaht yaptı15. Bu havâlide bulunan Tutak’ın veya ona mensup Oğuzların da kendisine iltihak eylediğini sanıyoruz. Bu sırada Bizans imparatorluğu öyle perişan bir durumda ve Anadolu ile münâsebetlerini o derece kesmiş vaziyettedir, ki Hıristiyanlık tarihinde mühim bir mevkii bulunan İzkin’in fethi Rum kaynaklarında hiçbir akis bırakmamış ve ancak 1078’de Botaniates’in tahta çıkarılışına yardımı münâsebetiyle bu şehrin Süleyman’ın elinde bulunduğu kaydedilmiştir. Bu son hâdise fethin daha evvel vukûbulduğunu ve İslâm kaynaklarını da teyid eylediğini göstermektedir16.
Böylece bugüne kadar bu fethin yılı ve Türkiye Selçuklu devletinin kuruluşu tarihinin 1075 yılı olduğunu, bugüne değin bu hâdise ve kuruluş için verilen 1077, 1078, 1080 ve 1081 tarihlerinin birer tahminden ibâret olduğunu meydana koymuş oluyoruz17. Selçuk’un küçük torunu Süleyman bu yeni devleti kurmakla hem Anadolu’ya göçmüş Türkmenleri birleştirdi; hem de göçebe Oğuzların daha büyük kitleler halinde bu ülkeye gelmelerine imkân verdi18. Bu kuruluş ile yukarıda belirtilen 1080 yılına ait büyük muhâceret arasında bir münâsebet düşünmek tabiidir.İmparator Mihael, 1074 Şubatında, Papa VII. Gregoire’a başvurarak Tü’rklere karşı yardım istemiş, buna mukabil de Ortodoks kilisesinin Katolik kilisesine iltihakını vaadetmişti.
Bu müracaatı memnûniyetle kabul eden Papa bazı Avrupa kırallarına ve bütün Hıristiyanlara hitap ederek Türklerin İstanbul surlarına kadar bütün Şark imparatorluğu ülkelerini istilâ eylediklerini beyanla onları bir Haçlı seferine çağırmış; fakat Papalık-İmparatorluk mücâdelesi bu dâvetin ancak yirmi yıl sonra netice vermesine imkân hazırlamıştır19. Katolik Avrupa’nın yardımından ümidi kesen İmparator, Melikşâh ile bir sulh muahedesi yapabilmek için, 1079 Haziranında, Halîfenin tavassutunu rica etmiş ve 1075’de hazineler değerinde hediyeleri, bir elçi ile, Azerbaycan’a gelmiş bulunan Sultana göndermiştir20.
Süleyman-şâh Bizans’ta başlayan taht kavgalarına karışmak ve 1078’de Botaniates’i imparator yapmak sûretiyle hâkimiyetini genişletti, devletini kuvvetlendirdi. Bu sâyede Türk ordusu Üsküdar{Chrysopolis) ‘a kadar ilerleyerek orada karargâh kurdu. Melik-şâh Kutalmış oğullarını tenkil maksadiy- le Anadolu’ya Porsuk bey kumandasında bir ordu gönderdiği zaman Bizans ile Süleyman arasında dostluk devam ediyordu. Vukûbulan muhârebede Porsuk Kutalmış oğlu ve Süleyman’ın kardeşi olan Mansûr’u bozguna uğrattı ve öldürdü21. Bazı Selçuk-nâmeler bu seferin Kutalmış oğullarına değil Bizans’a karşı yapıldığını kaydetmekle kadîm Türk feodalizmine ve meseleye nüfûz edememişlerdir22. Nitekim Zonaras’a göre halîfenin tavassutiyle iki hânedan arasındaki savaş durdurulmuştur.
Bu hâdise Melik-şâh’ın, 1075’de,Mihael ile bir anlaşmaya varılırını, Süleyman ile Botaniates arasındaki ittifaka karşı Porsuk’tın gönderilmiş olduğunu telkin eder. Fakat Porsuk’un dönüşünden sonra imparatorla Sülcyman-şâh’ın arası açıldı; bu sefer taht iddiasında bulunan N. Melissenos’u destekleyen Selçuk sultanı bu sâyede Frikya ve Garbî Anadolu’da henüz ele geçmeyen yerleri fethetti. Bu sebeple imparator 1080 senesinde İznik üzerine bir ordu gönderdi. Seferden dönen Süley- man-şâh bu orduyu bozdu ve Türkler boğazların Anadolu sahillerini işgal edip orada gümrük dairesi kurarak gemileri kontrole başladılar.
Türklerin donanması olmadığı için deniz İstanbul’u ve Bizans İmparatorluğu’nu korudu. 1081 senesinde Alexis Komnenos imparator olunca ilk iş olarak Süleyman ile bir anlaşma yapıp Balkanlardaki Türklerin istilâlarına karşı hareket etti. Zira İstanbul için Şâmânî Türkler daha büyük bir tehlike oldu; bu muahede sâyesinde Selçuk sultanı da hâkimiyetini Şarkta genişletme imkânlarını buldu. Zîra bu taraflarda mühim vak’alar cereyan etmiş; İçtimaî ve siyasî nizâm bozulmuştu23.Anadolu’da Bizans hâkimiyeti çökünce Fırat boylarında ve Kilikya taraflarında bir takım Ermeni prenslikleri teşekküle başlamıştı. Bunların başında Filaretos geniş bir bölgeyi idâresine almış ve Malatya’ya hâkim olan Ermeni Gabriel de onun tabiiyetine geçmişti.
Böylece Selçuk Türkiyesinin Şark ve Cenubla münâsebetlerini tehlikeye sokan bir engel hâsıl olmuştu. Bu sebeple BizanslIlarla sulh yapan Süleyman, 1082 (475)’de, Kilikya’ya indi ve 1083’de Adana, Tarsus, Masisa ve Anazarba şehirleri ile birlikte bütün bu bölgeyi fethetti24. Tehlikeyi gören Filaretos Melik-şâh’a giderek İslâmiyeti kabul etti ve ondan hâkimiyeti için de bir ferman aldı. Urfa’ya döndüğü zaman onun din değiştirmesinden ve zulmünden şikâyetçi bulunan Antakya hıristiyanları ve hattâ bir rivâyete göre bizzat Filaretos’un oğlu da dâhil olarak Süleyman-şâh’ı dâvet edip şehri ona teslim ettiler25. Süleyman-şâh 17 Birinci Kânun 1084 (15 Şubat 477)’de Antakya fethi ile meşgûl iken Arap emîri Şeref üd-devle Müslim ile ihtilâfa düştü. Melik-şâh bu sırada Musul’a gelmiş; Müslim’i itaate almış; fakat Tökiş’in isyâniyle Horasan’a dönmek mecbûriyetinde kalmış bulunduğundan, Süleyman-şâh’ın bu ilerlemesi karşısında ses çıkarmamış ve hattâ resmen onun kendisine karşı itaatkâr davranmasını memnûniyetle karşılamıştır.
Vukûbulan savaşta Müslim mağlûb ve maktül oldu. Bu genişleme siyaseti Türkiye sultam Süleyman-şâh ile Me- lik-şâh’ın kardeşi Şam meliki Tutuş’un arasım da gerginleştirdi. Filhakika Haleb’in muhâsarası sırasında Artuk ile birlikte gelen Tutuş’un ordusuna mağlûp olan Süleyman-şâh, 6 Haziran 1086 senesinde, hayatını kaybetti. Böylece Süleyman az zaman zarfında kuvvetli bir devlet kurmuş ve “Bo ğazlardan Suriye’ye kadar, uzunluğu bir ay, genişliği on gün süren bir ülkeyi hâkimiyeti altına almış idi”26. Bizans’ın dinî tazyikinden ve temsil siyase tinden nefret eden Ermeniler, Süryâniler ve Pavlakîler (Pauliciens) gibi dinî zümreler aradıkları din hürriyetini Süleyman ve haleflerinin idâresinde bul dular27. Anadolu gibi henüz fethedilen bir memlekette Bizans ile husûmet ve Büyük Selçuklularla rekabet hâlinde kurulan Türkiye devleti sağlam esas lara dayandığı için onun ölümünden sonra ve halefleri zamanında husûle gelen sarsıntılara rağmen yaşayabilmiştir. Süleyman-şâh’ın bu devleti ile ilk defa biri İran’da ve diğeri Anadolu’da iki Selçuk sultanlığı meydana gelmiştir.
Abbasî Halîfesi Kaim bi-Emrillah menşûr, hil’at ve sancak gönder mek sûretiyle Süleyman’ın saltanatını tasdik ve ilân etti, ki onun bu sûretle nında Türkiye, s. 64. 30 Sibt, 62a. Süleyman-şâh olduğu28 rivâyet ediliyor. Zaten büyük sultanın iştiraki olmak sızın böyle bir hâdise müşküldü. Fakat buna rağmen Süleyman’ın sultanlığını ilân ettiği de şüphesizdir. Zira Fâtımî halîfesini tanımak mecbûriyetini duyan Süleyman’ı bu siyasetten ayırmak için Abbasî halîfesinin onun sultanlığını kabûl etmesi ve Melik-şâh’ın bir müddet buna susması tabii idi29. Bu sûretle İslâm dünyasının Uc bölgesinde kurulan bu Gazi devlet Şi’î siyasetinden ve tesirinden kurtulmuş; sultanlığı kabul edilen Süleyman’ın Fâtımî halîfesini ve Şi’îliği bir silah olarak kullanması lüzûmu kalmamış ve Sünnîlik muhafaza olunmuştur. Nitekim Süleyman-şâh Tarsus’u fethedince Şam Trablus’unun Şi’î hâkimi İbn Ammâr’a başvurarak buraya kadı ve hatip istemesi, İbrahim Yınal gibi, onun da Büyük Selçuklulara karşı mücâdele ve siyasetiyle ilgilidir30.
Artık bazı kaynakların, vaziyeti kavrayamıyarak, Melik- şâh’ın Süleyman’ı, Anadolu’yu kendisine iktâ eylemek sûretiyle, bu ülkeye gönderdiğine dair rivâyetlerini mevsûk sananların isâbetsizliği meydana çıkar’1. Lâkin eski Türk siyasi hukukunu veya töresini ve Arslan Yabgu’dan beri iki Selçuklu ailesi arasımla devam etmiş hâkimiyet ve saltanat mücâdeleleri veyahut sebeplerini anlayamayan muahhar müellifler ve modern tarihçiler Melik-şâh karşısında Süleyman-şâh’ın da Sultan olabileceğini düşünememişlerdir. Türkiye devletinin kuruluşuna dair kaynakların kifâyetsizliği de eski ve yeni tarihçileri, Melik-şâh’ın Süleyman’ı, kendi tâbii olarak, Anadolu’ya gönderdiği zannına düşürmüştür. Buna mukabil Rum müellifleri ve modern Avrupa tarihçileri de buna benzer bir garabeti göstermişlerdir.
Filhakika bu devirde Bizans imparatorlarını tahta çıkarıp indirmekle oyuncak gibi kullanan ve Alexis Komnen ile yapılan muahedeye göre fiilen olduğu gibi hukuken de Boğazlara kadar Anadolu’nun hâkimi ve sultanı tanınan Süleyman-şâh, çağdaş Rum ve modern Avrupalı tarihçilere göre hâlâ Bizans’ın bir tâbii sayılmış; Bizanslılara mahsus garip bir imparatorluk şuûr ve gurûru gerçekleri kabûle yanaşmaktan onları uzaklaşmıştır32.
3. Süleyman-şâh’dan Sonra Türkiye
Süleyman’ın ölümü esnasında küçük yaşta bulunan oğulları yakalanıp Melik-şâh’a gönderilince Selçuklu tahtı bir müddet boş kalmış ve siyasî birlik de sarsılmıştır. Orta Anadolu’da Dânişmend şöhretiyle tanınan Ali Tay- lu’nun oğlu ve Süleyman’ın dayısı Gümüş-tekin Ahmed Gâzî tarafından kurulan ve bir türlü kurucusu ve kuruluşu anlaşılamayan Dânişmendliler devleti de Süleyman’a tâbi gözükmektedir33.
Süleyman, Kilikya ve Antakya seferinde Filaretos’a karşı harekete geçerken Gümüş-tekin de Sultan ile muvazi olarak, 477(1084)’de, onun tâbii Malatya hâkimi Gabriel’e hücûm etmiş; yine Süleyman’ın tâbii sanılan emir Buldacı da, aynı harekete iştirakle; 1085 de, Filaretos’a aid Şimalî Ceyhan bölgesini ve Çankırı, Kastamonu fâtihi Kara-tekin de aynı yılda Sinop’u almıştır. Dânişmendlilerin şarkında Erzincan, Kemah ve Divriği bölgesinde Mengücik Gâzî tarafından kurulan bir beylik de onlarla birlikte Karadeniz Rumları ile mücâdelelere katılıyordu. Anadolu savaşlarının birinde esir düşüp İstanbul sarayında yetiştirilen emîr Çaka da 1081’de, İzmir taraflarına kaçıp bu bölgenin Türklerini topladı; sahil Rumlarını da hizmetine alarak bir donanma vücûda getirdi ve bir devlet kurdu.
Bu cesûr ve zeki Türk beyi, bu sâyede, adaları işgâ- le başladı. Anadolu Türkleri ve Balkanlardaki Peçeneklerle ittifak yaparak Bizans’ı düşürmeğe ve yerinde bir Türk imparatorluğu kurmağa teşebbüs etti. Onun devleti birinci Haçlı seferi sonLrına kadar yaşadı. Anadolu’da bu devirde teşekkül eden beyliklerden biri de Erzurum’da emîr Saltuk tarafından kuruldu. Bu devlet Büyük Selçuklulara tâbi idi. Van gölü havzası ve Diyarbekir havâlisi Büyük Selçuklulara mensup Türk beyleri idâresinde olup bu tarihlerde Artuklu ve Sökmenli (Ahlat-şâhlar) devletleri henüz teşekkül etmemişti. Fırat boyunda ve Toroslarda bulunan Ermeni reislerinden başka Trabzon havâlisi de Rumların elindedir.
Théodore Gabras bu havâliyi 1075’de Türklerin elinden istirdat etmiş ve bir Rum dukalığı kurmuştur; bazan Türklerle de ittifak eden halefleri bu sâyede de Bizans imparatorlarına karşı istiklâllerini korumuşlardır34.Süleyman-şâh Şark seferine çıkarken yerine vekil bıraktığı Ebülkasım İznik devletini korumuş ve hattâ Süleyman-şâh’dan sonra Boğazlara kadar da ilerlemiştir. Melik-şâh Türkiye Selçuklularını itaate almak için Bozan kumandasında İznik üzerine bir ordu gönderince Ebülkasım ve İmparator Alexis, aralarında bir ittifak yapmağa mecbûr kalmışlardı. Ebülkasım İznik muhâsarasına son verilmesi için veya talep üzerine Melik-şâh’a giderken yerine kardeşi Ebü’l Gâzî’yi bırakmış idi. Fakat kendisi yolda öldürülmüş; bir müddet sonra, 1092’de de Melik-şâh ölmüştür.
Melik-şâh’ın ölümü Büyük Selçuklularda saltanat mücâdelelerine sebep olmuş ve bu sâyede de onların İznik muhâsarasiyle birlikte Anadolu’ya müdâhaleleri de son bulmuştur. Filhakika, aynı sene serbest bırakılan Süleyman’ın oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan (Dâvud) İznik’e geldiler. Kılıç Arslan babasının tahtına çıktı. Devletine hayatiyet ve kuvvet verdi; BizanslIları Marmara sahillerinden uzaklaştırdı. İmparatorun teklifi üzerine, bu zamanda çok kuvvetlenen ve Çanakkale havâlisini de işgal ile Selçuklulara rakib bir hale gelen Çaka’ya karşı, bir ittifak yapıp onu bertaraf etti. Bu ittifak sâyesinde de serbest kalarak, babası gibi, Şark fetihlerine girişti. Malatya’yı, 1096’da, kuşattı; Gabriel’in zulmünden şikâyet eden Hıristiyanların ve bilhassa Süryanîle- rin yardımiyle şehri teslim alacağı sırada Haçlıların gelişi sür’atle dönmesine sebep oldu.
İznik Türkleri Keşiş Pierre ile birlikte gelen câhil ve disiplinsiz kitleleri, 1096 Eylülünde, imlin etmişti. Lâkin arkadan gelen ve şövalye, kont ve dük’lerin elinde bulunan büyük ve muntazam Haçlı ordusu İznik’i muhâsara etti. Kılıç Arslan İzııik’e yetiştiği halde muhâsarayı yaramadı. Şehir daha fazla dayanaınıyarak Bizanslılara teslim olurken geri çekilen Sultan da, Dânişmendli Gümüş-tekin ile birlikte, Eskişehir civarında, Haçlıların önüne çıktı. İki taraf arasında şiddetli bir savaş oldu; çok kan aktı ve neticede kâfir Haçlı ordusu karşısında, Türkler daha fazla zâyiata uğramamak için çekildi. Konya Ereğlisinde bir daha karşılarına çıktı ise dt yine de onların Kayseri’ye doğru ilerleyen bir kolunun geçişine mâni olamadığı gibi diğer kolu da Çukurova şehirlerini Türklerin elinden aldı. Bununla beraber Kılıç Arslan, Dânişmend ve diğer Türk beyleri Haçlılara karşı Anadolu’da o kadar çetin savaşlar yaptılar ki bir milyonu aşan bu istilâ ordusu Antakya’ya ancak300.000 kişi ile varabildi.Anadolu Türkleri için büyük bir sarsıntı yapan Haçlı seferinden sonra Kılıç Arslan payitahtını Konya’ya nakletti35.
İznik ve havilisi, yirmi beş sene Selçuklu hâkimiyeti altında kaldıktan sonra, tekrar BizanslIların eline geçti. Bununla beraber Türkler bu sarsıntıyı az zamanda atlatıp toparlandılar. Gümüş-tekin Suriye’den ilerleyen Haçlıları 1100 yılında, Malatya yakınında, bozguna uğratıp, başta Bohemond olmak üzere, bir kısım reislerini esir alarak Niksar’da hapse attı. Onları kurtarmak için 1101’de Anadolu’ya giren iki büyük Haçlı ordusundan biri Amasya civarında, öteki de Ereğli’de tamamiyle imha edildi. Bu zafer sâyesinde, Kılıç Arslan’la birlikte, Anadolu Türklerinin mâneviyatı yükseldi. Kılıç Arslan imparator Alexis ile bir anlaşma yaparak tekrar Şark fetihlerine girişti. Önce Dânişmendlileri mağlûb ve Gümüş-tekin tarafından fethedilmiş bulunan Malatya’yı, 1103’de ilhak etti.
Daha ileri giderek Şarkî Anadolu beylerinin Büyük Selçuklularla alâkalarını keserek onları da kendi hâkimiyeti altına aldı. Böylece Büyük Selçuklularla başlayan ailevî rekabet Musul’un zabtı ile bir muhârebeye müncer oldu. Kılıç Arslan babasının ölümünden ve Haçlı seferinden sonra husûle gelen sarsıntıları bertaraf edip Anadolu’da siyasî birliği kurmuş ve kudretli bir devlet vücûda getirmiş iken Sultan Mehmed’in Çavlı kumandasında gönderdiği büyük bir ordu ile giriştiği çetin bir savaşta, 1107’de, hayatını kaybetmekle Türkiye Selçukluları eskisinden daha şiddetli bir buhrana uğradı36.
4. Buhran Devri ve Türklerin Orta Anadolu’ya Çekilmesi
Kılıç Arslan’ın ölümünde Musul vâlisi bulunan büyük oğlu Şahin-şâh (İslâm kaynaklarında bazan yanlış olarak Melik-şâh) yakalanıp İsfahan’a gönderilince Konya Selçuk tahtı tekrar sahipsiz kaldı. Haçlı seferleri ve sultanın ölümü dolayısiyle BizanslIlar artık müdafaadan taarruza geçerek bütün sahilleri istirdat eylediler. Türkler her taraftan iç Anadolu’ya doğru göçmeğe başladılar. Bu çekilişte büyük zâyiata uğruyorlardı. Ulubat gölü civarında toplanıp Anadolu yaylasına dönmekte olan kalabalık bir Türkmen halkı BizanslIların şiddetli taarruzuna uğradı. Kadın, çocuk ayırmaksızın bir katliâm yaptılar; çağdaş bir Bizans müellifine (imparatorun kızı Anna) göre Bizanslılar “Türklere o kadar zâlim davrandılar, ki beşikteki çocukları da kaynar kazanlara attılar”. Ölümden kurtulanlar siyah mâtem elbiseleri ile Anadolu’yu dolaşıp feryâd ettiler ve Türkleri intikama çağırdılar.
Kayseri emîri Haşan bey’in ve 1110’dan sonra Konya’ya gelip babasının tahtını elde eden Şahin-şâh’ın mukabil hücumları bir takım muvaffakiyetli neticeler verdi. Türkler İznik ve Bursa taraflarına kadar akınlarda bulundular. Lâkin umûmî ric’at durduru- lamadı. İmparator Alexis Türkleri Garbî Anadolu’dan, Şimalden ve Cenup sahil bölgelerinden attı; Akşehir’e kadar ilerledi37.Kılıç Arslan’ın diğer oğlu Mes’ûd (1116-1155) kayın pederi Dâniş- mendli Emîr Gâzî’nin yardımı ile Şahin-şâh üzerine yürüdüğü zaman Selçuklular ile Bizanslılar arasında savaşlar devam ediyor ve Bizanslılar Bolvadin havâlisinde yerleşiyordu.
Bu saltanat mücâdelesi ve Dânişmendlilerin araya girmesi dolayısiyle Şahin-şâh ile Alexis arasında bir anlaşma oldu. Bununla beraber bizzat Şahin-şâh’ın kumandanlarının da kendisine iltihakiyle Mes’ûd kardeşine muzaffer olarak Konya tahtını elde etti. Fakat artık Sultan Mes’ûd’un devleti Konya vilâyeti hudutlarına inhisar etmiş ve Selçukluların bu sarsıntıya uğraması dolayısiyle, Gümüş-tekin’in ölümünden (1105) sonra Anadolu’da yüksek hâkimiyet Dânişmendliler eline geçtiğinden, Selçuklu Sultanı, Emîr Gâzî’nin (1105-1134) himâyesine girmiş bulunuyordu. Yeni Bizans imparatoru Yuannis (1118-1143) taarruza devam ederek Denizli (Laodikea) ve Uluborlu (Sozopolis) şehirlerini işgal etti.
İmparatorun Balkanlarda meşgul olmasından faydalanan Emir Gâzî Artuklularla müttefik olarak Trabzon dukası T. Gabras’ı ve Mengücik oğlunu, 1120’de, mağlûbiyete uğrattı. Kılıç Arslan’ın başka bir oğlu olan ‘Arap Ankara ve Kastamonu taraflarında yerleşti ve o da, saltanatı elde etmek maksadiyle, 1126’da, Sultan Mes’ûd üzerine yürüdü. Bu durumda imparatorla ittifak yapan Mes’ûd kardeşini mağlûb ve Kilikya’ya firâra mecbûr ederken Bizanslılar da Kastamonu’yu işgal ettiler. Fakat imparatorun 1132’de Kilikya seferi, bir müddet sonra da İsak’ın onunla taht kavgasına girişmesi Emîr Gâzî’ye Karadeniz sahillerine çıkmağa ve Kastamonu’yu kurtarmaya fırsat verdi; Sultan Mes’ûd da Garbi Anadolu’da ilerlemeğe başladı. Emîr Gâzî Kilikya’ya girip orada yayılmaya çalışan Haçlıları da bozguna uğrattı. Böylece birçok zaferler kazanan Emîr Gâzî Sakarya-Fırat nehirleri arasında geniş bir ülkenin sahibi, kuvvetli bir hükümdar oldu.
Bu kudreti ve hizmeti dolayısiyle Bağdad halîfesi ve Sultan Sancar ona Melik unvaniyle birlikte, kapısında nöbet çalınmak, üzere davul ve sancak gibi hâkimiyet alâmet ve unvanları, altın gerdanlık ve asâ gönderdiler.Sultan, Mes’ûd, Melik Gâzî 1134’de öldükten sonra yerine geçen oğlu Melik Mehmed ile de müttefik kaldı. İmparator yeni bir Kilikya seferi ile Ermenileri tenkil eder ve Haçlılarla ihtilâfa düşerken Selçuklular ve Dâniş- mendliler de Bizanslılar aleyhinde genişleme imkânları buldular. Bizans imparatoru Yuannis Türkleri tamamiyle ezmek ve Anadolu’dan atmak maksadiyle, 1140 senesinde, büyük bir ordu ile bizzat Dânişmendlilerin merkezi Niksar üzerine yürüdü. Zaferinden emin olarak, oradan ileri gidip Trabzon dukalığını da ortadan kaldırmak, Theodore Gabras’ı yakalamak kararında idi. Niksar muhâsarası uzun sürdü ve şiddetli muharebeler cereyan etti. Bizans ordusunda bitkinlik ve sarsıntı başladı.
İsak’ın oğlu Yunannis Bizans ordusunu terk ederek Türklere sığındı; müslüman olduktan sonra da Sultan Mes’ûd’un kızıyla evlenerek Konya’da yerleşti. Onun ayrılması, Bizans ordusunda sarsıntılara sebep olacağı endişesiyle, İmparator ordusunu alarak Karadeniz yoluyla, 1141’de, İstanbul’a döndü. Böylece büyük bir iddia ile Anadolu hareketine başlanan bu seferin iflâsla nitecelenmesi Türklerin hem yeni vatanlarında yaşamalarına ve hem de ilerlemelerine imkân hazırladı.Filhakika, Sultan Mes’ûd, Antalya yakınlarına kadar akınlarda bulundu. Melik Mehmed’in, 1143’de, ölümü ile Dânişmendliler arasında mücâdele başlayınca Selçuklu sultanı artık teşebbüsü ele aldı. Sivas’a hâkim bulunan Yağı-basan’ı müthiş bir mağlûbiyete uğrattı, dağlara kaçırttı. Yukarı Ceyhan bölgesini feth ve Malatya’yı muhâsara etti. Bu sür’atli genişleme ile Sultan Mes’ûd Anadolu hâkimiyetini Dânişmendlilerden tekrar Selçuklulara intikal ettirdi.
O, Artuklular ve Musul Atabeği eri arasındaki ihtilâflardan da faydalanarak Şarkta genişleme, siyâsetine devam ederken Türkmenler de Menderes, Gediz vâdilerini tâkiben aşağılara doğru ilerliyorlardı. Lâkin şimdi İmparator Manuel Komnenos (1143-1180), Türkleri bütün Anadolu’dan çıkarmak için, daha büyük bir iddia ve ordu ile harekete geçti; Garbi Anadolu’yu Türkmenlerden kurtardıktan sonra, 1147 senesinde, bizzat Konya üzerine yürüdü. Akşehir civarında Selçuk kıtalarını bozarak bu şehri yaktı. Bizans istilâ haberini alan Sultan Mes’ûd Şarktan sür’atle döndü. Kuvvetlerini Aksaray’da toplayarak Bizans ordusuyla Konya önünde karşılaştı. Rumlar Konya havâlisinde çok tahribata ve zâyiata sebep oldular; hattâ Konya civarındaki mezarları bile açmış ve tahrip etmekten sakınmamışlardı. Fakat Sultan Mes’ûd kumandasında bulunan Selçuk ordusu pusular kurarak ve baskınlar yaparak Bizans ordusunu gittikçe bitkin bir hâle getiriyordu.
İmparator Manuel’in Konya seferi İmparator Yuannis’in Niksar seferine benziyor ve bu da aynı âkibete uğruyordu. Zamanın aleyhinde işlediğini gören İmparator ric’ate karar verdi ve ordusu yolda Türkmenler tarafından da hırpalandı. Bununla beraber büyük Haçlı ordularının gelişi bu çekilişte büyük bir rol oynadığı gibi iki hükümdar müşterek tehlike karşısında anlaşma lüzûmunu da takdir ettiler38.Filhakika İmâdeddin Zengî, 1144’de, Urfa kontluğunu ortadan kaldırınca bu hâdise Avrupa’da büyük bir heyecan uyandırdı ve bu sefer, ilk defa olarak, imparator ve kıralların başında bulunduğu büyük bir Haçlı seferi hazırlandı. Alman İmparatoru Konrad III. ve Fransa Kralı St. Louis VIII. kumandasında bulunan bu büyük ordulardan korkan Bizans İmparatorunun bunların imhâ edilmesi için Selçuk sultaniyle gizlice münâsebetlerde bulunduğu da rivâyet edilir.
Gerçekten Bizans rehberleri Alman ordusunu sapa yollardan Türklerin baskınına uğrayacak bir şekilde sevk ettiler. Nitekim bu ordu Eskişehir yakınlarında, 25 I. Teşrin 1147’de, Selçuklular tarafından perişan ve imha edildi, ordunun az bir kısmı dönebildi. Bunlar da Rumların yağma, kati ve tecâvüzlerine uğradı. Almanların Konya’yı işgal ettiklerini sanan St. Louis bu felâketi öğrenince Selçuklu ülkesinden geçmenin imkânsızlığını anlayarak Efes, Denizli ve Antalya istikametini tâkiple yolunu değiştirdi. Bununla beraber yine Türklerin hücûm ve baskınlarıyla bu ordu da çok zâyiata uğrayarak Antalya’ya vardı.
Gemilere binen zenginleri Suriye’ye gittiler. Kalanları da Türklerin ve Rumların taarruzları karşısında perişan oldu. Rumlar Haçlıları soydular; paralarını aldılar. Türkler Haçlıları bu perişan halde görünce merhamet ettiler; onlara para ve ekmek dağıttılar; hastalarını tedâvi ettiler. Rumlardan satın aldıkları Haçlı paralarını düşkünlerine verdiler. Türklerin bu iyiliklerini gören üç binden fazla Frank müslüman oldu. Rumların hiyânetini ve Türklerin şefkatini anlatan bir Haçlı müellifi: “Ey hıyanetten daha zâlim olan merhamet” feryâdiyle Türklerin iyilik ve merhametle Hıristiyanların dinlerini satın aldıklarını, bununla beraber din değiştirme hususunda hiçbir baskı yapmadıklarını da ilâve eder39.
Böylece başlangıçta BizanslIları dindaş diye kurtarmak maksadiyle gelen Haçlılar bu seferler sonunda Türklere takdirkâr ve Rumlara düşman olarak dönmüş bulunuyor lardı.
Prof.Dr.Osman Turan – Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti,syf:277-291
Kaynaklar Yazının 2.bölümündedir.
2.Bölüm için bakınız:
http://ilimcephesi.com/turkiye-selcuklulari-2/