Allah-u Teala’yı Sevmek
(..)Musa aleyhisselâmın cenab-ı Hak’la tekellümü sırasında Musa aleyhisselâmın sorgusuna cevapla kendisinin mekandan münezzeh olması ile beraber. “Ya Musa ben kulumun yanında celisim, o beni zikrettiği ve bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim.”
Burada anlamak istediğimiz şey, Hâlık Zülcelâlin, kulunun O’nu andığı, zikrettiği gerek namaz gerek Kur’an gerek dua ve gerek tesbih, hamdler, tekbir ve tevhidler ile meşgul olduğu an ben Hâlikı Zülcelâl, ilmimle nusretim, kudretim ile gûya onun yanında oturan ve onun her istediğini, her söylediğini, hatta içinden geçirdiği gizli emellerini de duyar, bilir işitirim. İstediklerini ve muhtaç olduğu her şeyi o istemeden bile fazl-ü keremimden lutf ve ihsan ederim.
Yine şuna dikkat eyle ki: her neyi seversen sev, muhakkak o sevdiğinden ayrıla-caksın. Binaenaleyh, öyle bir zatı sev ki, ondan ayrılmak olmasın. Şübhesiz o da kainatın ve bütün varlıkların sahibi Allah Teâlâ Hazretleridir.
Görüyoruz ki bütün eşyanın yaratılışında bazı sebebler vardır ve hepsinin de bir yapıcısı vardır. Öyle tabiatın eseri deyip geçme, yine kainatın boşlukta durmasına ve yüzmesine de hemen cazibe kuvvetlerinin işidir, deyip geçme. Bak sen, kainatın en şerefli en aziz bir mahlukusun, Cenab-ı Hak sana ne büyük nimetler vermiş: görme, işitme, sezme, idrak, fehm, akıl, zekâ, konuşmak, anlamak, anlatmak…
Bunların hepsi bize meccanen verilmiş sayısız ve baha biçilmez nimetlerdir. Sen bunların hepsine tabiatın eseridir, deyip nasıl geçersin, biraz tefekkür et ve iyi düşün. Bak bakalım bu âlemin hılkatında, yaratılışında ne kadar güzel bir ahenk var. Güneşin, ayın doğuşu ve bakışlarındaki intizamı görünce hayretlere düşmemek mümkün mü?
Muntazaman günler birer ikişer dakika gibi fasılalarla uzar veya kısalır, eğer birden bire uzasa veya kısalsa elbette çok sıkıntı çekeriz, mahsuller ya yanar veya hiç olmaz.Görmüyor musunuz, bazan yaz erken gelir gibi olur, ağaçlar açar, tam çiçekte iken bir soğuk başlar, zavallı ağaçların meyveleri hep yok olur gider. Bu intizam, muhakkak bunun bir sahibi olduğuna delalet etmez mi?
Bir izi gördüğümüz vakit o izden oradan geçeni anlıyoruz. Bu at izi, bu da deve izi, bu da kedi izi gibi. Bugünkü parmak izlerine ne diyeceksin, bak bu kadar insan var da parmak izleri hep ayrı, kendileri de ayrı: Bunlara sen, hep tabiatın eseri deyip duracak mısın?
Başına giydiğin takke veya şapkanın, ayağına giydiğin bir ayakkabının – ki gayet basittir – bunlara tabiat eseridir, diyebilir misin?
Bu ufacık bir misal sana yetmez mi?
Bunlar birer yapıcıya muhtaç, olurlarsa koskoca kainat nasıl sahipsiz olur. Bu dünya ister güneşten kopsun ister başka yerden gelsin, koparan, gönderip tam kıvamında durduran veya yanıp kömür haline gelen hayattan mahrum bu dünyada bak neler oluyor, ne kadar canlılar bu cansız dünyada bizim hayatımıza yarayan bütün nebatat yine hep bu ölmüş, yerinden kopmuş ateş parçasının içinde ne güzel ceryan etmektedir. Bunları bildiği gördüğü halde hala bu varlığın sahibi bir Allah’tır diyemeyen insanlara kâfir denir ki, cehennemde ebediyyen kalmağa mahkumdurlar. Buna şaşmamak da mümkün değildir. Her şeyin bir sahibi vardır der de, bu koskoca mülkün sahibini inkar eder.
İşte bu kafasızlıklarından naşi de ebediyyen cehennemde kalacaklardır. Her şeye aklı erer, mikrobu bulur, elektriği bulur, çeşitli atomları bulur keşfeder de varlıkların sahibi Allah’ı bulamazsa ve ona bir Allah’tır, hem görür, hem işitir, hem bilir, hem her şeye kudreti yeter, artar, hem yaratır, hem de öldürür, murad ettiği şeyi yapar kimse de mani olamaz, hem söyler hem de icad eder, madde-i asliyyesini de icad eder, evveli olmadığı gibi sonu da yoktur, hayatı daimidir, bizim gibi muvakkat bir hayata değil daimi bir hayata maliktir, birdir, tektir, eşi yoktur, ehaddir, sameddir, herkes ona muhtaçtır, bütün nimetleri veren de odur, akla gelen her şeyden münezzehtir, hiçbir şey benzemez ve benzetilemez, yere ve göğe, arşa ve kürs’e muhtaç değildir, bunlar mahluktur yani sonradan yaratılmışlardır.
Halbuki bunlar yok iken: Allah var idi, Allah Celle ve ala bunların hepsini muhittir kimseden doğmamış kimseyi de doğurmamıştır, ona denk, küfüv bulunmaz, birdir, onun dengi hiçbir şey yoktur tasavvur da olunmaz, hem her şeyi her yerde görür. Saklı, gizli ne varsa hepsini görür Ve hep işitir. En gizli fısıltıları hatta içten geçen vesveseleri dahi hem işitir, hem görür, hem de bilir, bilmediği ve görmediği hiç bir şey yoktur. Dünya onun mülküdür, âhiret de onun mülküdür, cenneti cehennemi vardır, hesabı vardır, terazisi vardır, sırat köprüsü de vardır.
Kul her yaptığından sorulur, iyiliklerine mükafat, günahlarına ve kötülüklerine de ceza verilir, afvı mağfireti boldur, dilediklerini afvedip cennete kor, dilediğini de affetmez, cezasını verir, işine kimse karışamaz, dilediğini dilediği gibi icra eder. Rahmeti pek bol bir padişahtır ki, bu kadar günahlarımızla isyanlarımızla beraber yine nimetlerini başımızdan aşağı yağdırmaktadır. Şimdi sen doğru söyle: Sana ufacık bir iyilik edeni seviyorsun da bu kadar lütfu bol Allah’ı sevmeyecek misin?
Halbuki senin, hayatın sağlığın, varlığın, bilgilerin, kuvvet ve kudretin daha nelerin varsa hepsi O’nun sana ihsanıdır.Bunu iyi bil de sevgiye lâyık olan bu zatı ecelli a’layı sev, O’nun uğrunda her şeyini feda eyle ki sevgindeki sadâkatın belli olsun. Hayatta her şey muvakkat, neyi seversen, ne işle meşgul olursan ol, hepsinden ayrılacaksın. Hani dünyaya hükmeden Süleyman, hani İskenderler, hani o güzelim peygamberler, hani o firavunlar, şeddadlar, nemrutlar. Hani Haccacı Zâlimler?
Bunlar bize ibret olarak yetmez mi, dersin.
Bak, baban da annen de, bütün dostların da hep gözünün önünde, omuzlarımızla taşıyıp mezara gömerken yarın da bizi böyle gömeceklerini hiç düşünmez misin?
Öyle ise ey aziz kardeş! Günahları bırak, bir Allah’a kul olup O’nu sevmeye ve sözlerini dinlemeye bak, başka hiçbir şeyden fayda yok, iyi düşün, sonra pişmanlığın fayda veremeyeceğini de iyi bil vesselâm…
Mehmed Zahid Kotku (k.s) – Hadislerle Nasihatler,cild.2,syf.165-168