İmâm-ı Rabbânî’nin Sahabe Hakkındaki Görüşleri
İmâm-ı Rabbânî’nin sahabe-i kiram hakkındaki görüşlerinin temelini Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in onlar hakkındaki tarif ve yönlendirmeleri oluşturur. Her şeyden önce o, sahabeyi şu ayetin çerçevesine yerleştirir: Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e “Bunun için sizden yakınlarımı sevmekten başka bir ücret beklemiyorum’ de”(555) demiştir.
Sonra İmâm-ı Rabbânî, bu sevgi çerçevesinin boyutlarım be lirlemek üzere Hz. Rasül-ü Ekrem’in şu hadisini ölçü alır: “Ashabım hakkında Allah’tan korkunuz, Allah’tan! Benden sonra onları garaz (hedef) edinmeyiniz. Onları seven, beni sevgidiği için sever, buğz edenler de bana buğz ettiği için buğz eder. Onlara eziyet eden, bana eziyet eder. Bana eziyet eden, Allah’a eziyet eder. Allah’a eziyet edenin ondan mesul tutulması yakındır. “(556)
İmâm-ı Rabbânî’ye göre yukarıdaki ayet ve hadisler, Ehl-i sünnet kimliğinin sahabe sevgisi üzerine bina edildiğine işaret etmektedir(557). Meselenin ehemmiyetine işaret için yukarıdaki hadis-i şerifte de “Al lah” ismi iki kere tekrar edilerek, “Allah’tan korkun, Allah’tan!” denmiştir. İmâm-ı Rabbânî, iki zıttın bir arada bulunmayacağı kabulünden yola çıkar; onlara kin ve nefretin şiddetle yasaklandığını vurgular. Zaten yukarıdaki hadis-i şerifte ve benzerlerinde bu husus açıkça belirtilmiştir(558).
İmâm-ı Rabbânî, sahabenin faziletinden bahsederken neredeyse herkesin zikrettiği bazı bilgiler de verir: Hz. Peygamber’in Ehl-i beyti, Nuhun gemisine(559), sahabeyi de yıldızlara benzettiğini dile getirir(560). Sonra Kuran-ı Kerim’deki “Onlar yollarını yıldızlarla bulurlar”(561) ayetini ele alır. Ehl-i beyt gemisine (sünnet) binen Müslümanların he lak olmaması için yıldızlara dikkat etmesi lazım geldiğine işaret eder.
Yani sahabe sevgisini ve onların yolundan gitmeyi kurtuluşun temel ilacı kabul eder(562). Bir kişide sahabe hakkında hüsn-ü zan oluşunca onları sevmeye başlar. Bu sevgi onlar hakkındaki endişe ve şüphelerini yok eder. Mesela, ileride de ele alınacağı gibi, “kırtas hadisesi” başta olmak üzere ashab-ı kiram arasında geçen tartışma ve vuruşmaların arkasında yatan sebepler anlaşılabilir. Onların nefslerinin tezkiye olduğu ve mut-mainne seviyesine çıktığı bilinir. Hz. Peygamber’in onları sevmemizi tavsiye etmesinin ve öfkeyi yasaklamasının manası anlaşılabilir. Hz. Peygamber’in sevdiklerine eza etmek suretiyle kendisine de eziyet etmek gibi bir çirkinlikten kaçılabilir. Ancak, Hz. Rasül-ü Ekrem’in soh betinin değerine inanılmaz ve sahabe hakkında sü-i zan oluşursa bu kötü düşüncenin bir ucu onları dost edinen Hz. Peygamber’e hatta onu seven Allah’a varır.
Sahabenin bize aktardığı Kuran ve sünnete itimat kalkar. İki kaynağı kurutulan İslam’ın temel esasları hakkında şüphe uyandırmak gibi çirkinliklere yol açılır(563). İmâm-ı Rabbânî, sahabe hakkındaki görüşlerinin Kitap ve Sünnet’ten alındığını ve onların his ve müşahede edilmişçesine sağlam olduğunu söyler(564). Ona göre sahabenin yaşadığı devir, en hayırlı devir olduğu gibi arkadaşlık etikleri zat da bütün peygamberlerin en faziletlisidir. Onlar, insanlık tarihinde en hayırlı ümmet olan ümmetin en faziletlileridir(565).
Allah Teâlâ onlardan razı olduğu için hepsine cen net vaat etmiştir. Bir kısmı Bedir muharebesine katılmakla mağfirete uğramış ve kendilerinden uhrevi azab kaldırılmıştır. Hz. Peygamber şöyle demişti: “Allah Bedir ehline muttali oldu ve ‘istediğinizi yapın; günahlarınızı mağfiret ettim’ buyurdu. “(566) Bazıları, Rıdvan Biati ile müşerref olmuşlardı. Hz. Rasûlüllah, onları da, “Ağacın altında biat edenlerden kimse cehenneme girmez”(567) diyerek müjdelemişti. Ayrıca Allah, “Kasem olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur…”(568) mealindeki ayette ağaç altında biat edenlerden razı olduğunu bildirdirmektedir569.
Imâm-ı Rabbânî, “Te’yid-i Ehl-i Sünnet” risalesinde önce sahabenin faziletine dair Şia’nın bir itirazını dile getirir, sonra onlara Ehl-i sünnet bakış açısından cevaplar verir: Şia’ya göre yukarıdaki ayet, Allah’ın üç halifeden razı olduğuna delalet etmez. Ayet iyi tetkik edilince Allah’ın rızasının oradaki hususî bir fiil olan biat fiiline ait olduğu görülecektir. Evet, onlardan rızaya uygun bazı fiillerin sudur etmiş olduğunu kimse inkâr etmiyor. Ancak daha sonra sahabe bu ahdi bozan ve biatten döndüğünü gösteren şeyler yapmıştır(570). Onlar halifeliğe dair nassa muhalefet etmiş, hilafeti hak eden Hz. Ali’den gasp ettikleri gibi, Hz. Fatıma’ya (11/632) da eziyet etmişlerdir. Hz. Rasûlüllah, “Fatıma’ya eziyet eden bana eziyet eder”(571) buyurmuştur. Allah Teâlâ, “Allah ve Rasûlüne eziyet edenlere Allah dünyada ve ahrette lanet eder”(572) bu yurur(573).
Imâm-ı Rabbânî önce Şia’ya göre Allah’ın sahabeden sadece biat fiilinden dolayı razı olduğu iddiasını ele alır. Ona göre ayet incelenince, Allah müminlerden, Şia’nın dediği gibi, biat sebebiyle değil, sadece biat ettikleri zamanda razı olmuştur. Kaldı ki, sahabe biat ettiği için Allah onlardan razı olmuşsa, biatin ilahi rızaya uygun bir davranış olduğu anlaşılır. Ama ayetten Allah’ın biatten razı olduğu olduğu halde biat edenlerden olmadığı manası çıkmaz. Ayrıca Kuran-ı Kerim’deki “Allah onlann kalplerindekini biliyordu. Bunun üzerine onlara güven (sekinet) indirdi”(574) mealindeki ayete göre Allah, o anda onların kalbine bir sekinet ve mutmainlik indirdi. Hz. Rasül-ü Ekrem da onları cennetle müjdeledi. Dolayısıyla onların son anda imansız gitmek (sü-ihatime), ahdi bozmak ve biatten dönmek gibi tehlikelerden korunmuş olmaları icap eder.
Yukarıdaki ayetten Allah’ın o andaki biatten razı olduğu manası çıktığı kabul edilirse Allah’ın biat fiilinden razı olduğu zaman onların kendilerinden de razı olduğu ve akıbetlerinin güzel olacağı da ortaya çıkar. Çünkü Allah, “Kâfir olanların amelleri, susuz insanların su sandığı serap gibidir”(575)buyurur. Ayrıca “Sizden dininden dönen ve kâfir olarak ölenin amelleri dünya ve ahrette boşa çıkar”(576)buyurmuştur. Bu ayetler Allah’ın kâfirlerin fiilinden razı olmayacağını göstermektedir. Bir şeyden razı olmak, onu en güzel şekilde kabul et mektir. Kabul ise geleceğe matuftur. Amellerin değeri son haline göre biçilir. Bu bakımdan ahrette faydası olmayacak amelden Allah’ın razı olmasının manası olmaz(577).
Bazı insanlar, sahabe’nin sadece bir kısmmı adaletli ve güvenilir bulurlar. Dolayısıyla sahabenin hepsine değil, bir kısımına tabi olduğunu idda ederler. İmâm-ı Rabbânî’ye göre sahabeden bir kısmına tabi olmak, geri kalanlar inkâr edilmediği takdirde faydalı olur. Ama tabi olunan sahabî tezkiye edilirken diğerleri inkâr edilirse hiç birine tabi olunmuş sayılmaz(578). İmâm-ı Rabbânî, “Te’yid-i Ehl-i Sünnet Risalesi”nde sahabeyi kötüleyen Şia’nın bir itirazını kendisi dile getirir ve onlara cevap verir. Onlardan bazıları, Hz. Rasül-ü Ekrem’in sahabeye tazim ve hürmet ettiğini, onların faziletlerinden bahsettiğini fakat bunun onların Hz. Rasülüllah’a muhalefet etmeden ve Hz. Ali’ye biatten yüz çevirmeden önce geçerli olduğunu söylerler.
Hz. Rasül-ü Ekrem’in onları övmesi, onların sonlarının güzel (hüsn-ü hatime) ve akıbetlerinin selamet ol duğunu göstermez. Aslında Hz. Rasülüllah, ileride onlarm isyan ede ceğini biliyordu ama henüz isyan etmedikleri için o anda cezalandırmamıştı. Sahabe sonra isyan etmiş ve cezaya müstehak olmuşlardır. Onlara göre Hz. Ali de ibn Mülcem’in kendine bir süikast yapacağmı önceden bildirdiği halde, henüz gerçekleşmemiş bir suçu cezalandır mamıştı. Yani onun kötü olduğunu bildiği halde ona ceza vermemişti.
İmâm-ı Rabbânî Şia’nın bu itirazını tutarsız iddialar olarak görür. Ona göre üç halifenin faziletlerine dair varit olan hadisler, onların sonlarının güzel (husn-ü hatime) ve akibetlerinin selamet olacağım göstermektedir. Hz. Ali’nin İbn Mülcem’i cezalandırmaması ile Hz. Rasüllah’m sahabeyi cezalandırmaması iddiası da çok temelsiz bir benzetmedir. İsyan çıkmadan önce isyan edileceği belli olsa bile asiyi cezalandırmak, övülecek bir şey değildir.Bu yüzden Hz. Ali ibn Mülcemi cezalandırmamıştı. Ancak, Hz. Ali hiçbir zaman onun iyiliklerin den bahsedip onun cennetlik olduğunu söylememiş, tam tersine onun geleceğinin kötü olacağını söylemiştir. Çünkü sonunun kötü olacağı bilinen birisini methetmek, övülecek bir şey değildir.
Hâlbuki Hz. Ra- sülüllah, sahabeyi hiç yermemiştir; onların kötülüğünden bahsetme miştir. Onlar hakkında övgü ve tazim ifadeleri kullanmış, faziletlerini ısrarla anlatmış ve onları başkalarından önde tutmuştur. Bunların her birisi, sahabe adına o anda tezkiye olduğu gibi gelecek için de tezkiyedir(579). İmâm-ı Rabbânî, Ehl-i sünnet âlimlerinin Kuran-ı Kerim’deki bir ayetten sahabenin tamamının cennetlik olduğunu çıkardıklarını naklederek kendinin de onlar gibi düşündüğüne işaret eder. Ayet şudur: “Sizin fetihten önce intakta bulunup savaşanlarınız, diğerleriyle aynı değildir. Onlar, fetihten sonra infak edip savaşanlardan daha büyük derecelere sahiptirler. Allah, onların hepsine en güzeli (husnâ/cen- net) vaat etmiştir. Allah sizin yaptıklarınızdan haberdardır. “(580)
Bu ayette geçen “husnâ” kelimesinin cennet karşılığında kullanılışı mühimdir. Her sahabi, hem fetihten önce hem de sonra infakta bulunmuş ve savaşa katılmıştır. Bu bakımdan sahabenin hepsi bu ayetin muha taplarıdır. Dolayısıyla hepsi cennetliktir. Burada infak etme ve savaşlara katılma kaydı, çoğunluğu ifade etmek için konmuştur. Bu bakımdan sahabe arasında tasaddukta bulunmayanlar, bu ayetin çerçevesinden çıkmaz. Ayetteki infak kelimesinin, sahabede infak gücünü veya onla rın azim ve niyetlerini ifade ettiği de düşünülebilir(581). Dolayısıyla saha benin her birine cennet vaat edilmiştir(582) çünkü İmâm-ı Rabbânî’ye göre “O büyük insanlar, bütün gayretlerini İslam’ın yayılmasına, Hz. Peygamber’e yardım etmeye harcamışlardır. Mallarını gece-gündüz, açıktan ve kapalı ola rak dini desteklemek için infak etmişlerdir. Onlar, aşiret, kabile, evlat, ezvac, vatan, ev, mal, ziraat, ağaç, nehirlerini terk edip Hz. Rasûlüllah’ı kendilerine; onu sevmeyi kendilerini, mal ve zürriyetlerini sevmeye tercih eden din büyükleridirler”(583).
Yukarıda sahabe adına bir kısmı dile getirilen faziletler, onların ibadetinin çokluğundan değil, Hz. Peygamberle birlikte olmalarından (sohbet) kaynaklanmaktadır(584). İbadetler değerini imandan aldığı için onların mükemmelliği, imanın mükemmelliğini gösterir(585). İmâm-ı Rabbânî’ye göre sahabe Hz. Peygamberle birlikte olduğu zamanlarda vahyin ve meleğin gelişine şahit olmuş, harikulade halleri ve mucizeleri görmüşlerdir. Bu vesileyle onların bilgileri “ilmii’l-yakin”den “aynü’l- yakin”e dönüşmüş ve imanları şühüdî iman derecesine çıkmıştı(586).
İmanın bu mertebesi, sahabeden sonra kimseye nasip olmadığı için kimse onları tutamaz(587). Hz. Peygamberle beraberlikleri (sohbet), sahabenin faziletini olağanüstü artırmıştır. Bu yüzden İmâm-ı Rabbânî Hz. Peygamber’e sahabe olmayı başka hiçbir fazilete denk görmez. Bir hadisi şerife atıfta bulunarak sahabenin bir ölçek (560 gram) arpa hatta onun da yarısını infak etmekle kazandığım, başkalarının Uhud Dağı kadar al tunla bile kazanamayacağını söyler(588).
Hatta ona göre sahabenin Hz. Peygamberle beraber olduğu ilk anda kazandığını ümmet içindeki en büyük veli, son mertebesinde bile kazanamaz. Bu yüzden, tabiîn’in en hayırlısı olan Üveys el-Karani, en gerideki sahabenin mertebesine bile ulaşamamıştır. Hz. Hamza’nın katili olan Hz. Vahşi’nin mertebesine bile çıkamamıştır(589).
Kısacası onlar, Allah Teâlâ’nın Kuran-ı Kerim’de övdüğü, kendilerinden razı olduğu ve kendilerinin de Allah’dan razı olduğu zatlardır(590). “Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. Incil’deki va sıflan ise şudur: Onlar filizlerini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş ve çiftçilerin de hoşuna giden bir ekine benzerler ,..”(591)
İmâm-ı Rabbânî’nin sahabenin faziletine dair anlattıkları, ondaki Ehl-i sünnet kimliğinin tezahürleri olarak görülebilir. Hakikaten, dün yadayken cennetle müjdelenmiş on kişiden (Aşara-i mübeşşere) biri olan Said bin Zeyd de “sahabeden birinin yüzü tozlanacak kadar bir zmanda Hz. Rasülüllahla beraber olması -Hz. Nuh kadar yaşamış olsa bile- hayatı boyunca ibadetinden hayırlıdır” demiştir(592). Başka bir Ehl-i sünnet önderi olan Hz. Ömerin oğlu İbn Ömer, “Hz. Muhammed’in ashabına kötü şeyler söylemeyin. Sahabenin Hz. Muhammed’in yanın da geçirdiği bir an, sizin ömrünüz boyunca ibadetinizden daha hayırlı dır” demişti593. İmam-ı Azam Ebu Hanife (r. h.) “el-Fıkhul-Ekber” isimli eserinde “Hz. Rasül-ü Ekrem’in ashabının hepsini hayırla yâd ederiz” demiştir(594).
İmam-ı Azam’ın bir arkadaşı olan Ebu Hamza Sükkeri ise “Hz. Rasül-ü Ekrem’in ashabı hakkında Ebu Hanife’den daha güzel konuşana rastlamadım. O, hayatı boyunca sahabenin hepsinin fazilet bakımından hakkını verir hiç birinin noksanlarından bahsetmezdi” demiştir(595). İmâm-ı Rabbânî’ye göre sahabe-i kirama Hz. Peygamberle beraber oldukları zamanlarda başka kimsenin ulaşamayacağı yakinî bilgilerde verilmiştir. Bununla onlar, peygamberlerden sonra en bilgili kişiler ol muştur(596). Bu yüzden Hz. Peygamber, onların sünnetini de kendi sünnetine denk görmüştür. Buradan iki şey çıkarmaktayız:
Birincisi sahabenin Hz. Peygamberden yaptığı nakillerin ve rivayet ettiği hadislerin sağlam ve güvenilir oluşudur. İkincisi Hz. Peygamberin sağlığında ve ondan sonra sahabeye içtihat etme derecesinde ilim verilmiş olduğudur.
Mustafa Özgen – Imam Rabbanide Ehli Sünnet Kimliği,syf.132-139
Dipnotlar:
555 Şura, 42/23.
556 Tirmizî, menakıb, 58, nr. 3862; Ahmed b. Hanbel, Miisned, TV, 87; V, 54, 57.
557 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 36, s. 46.
558 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 15, s. 26.
559 Taberânî, el-Evsat, nr. 5866; Taberânî, Ebul-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemiil-Kebir, I-XXV, thk. Abdülmecid es-Selefi, Dâru İhayai’t-Türâsil-Arabi, Beyrut, 1984, nr. 2636.
560 Deylemi, el-Firdevs, nr. 6497; Beyhakî, cl-İtikad, s. 180.
561 Nahl, 16/16.
562 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 1, mektub. 59, s. 71.
563 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 96, s. 146.
564 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 96, s. 149.
565 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 1, mektub, 44. s. 59.
566 Müslim, Fedailü’s-Sahabe, 37, nr. 2494; Ebu Davud, Cihad, 98, nr. 2650; Sünnet, 8, nr. 4654; Tirmizı, Tefsirul-Kuran, 60, nr. 3305; Ahmed b. Hanbel, Miisned, III, 350.
567 Tirmizî, menakıb, 57, nr. 3860; Ahmed b. Hanbel, Miisned, III, 350; Ebu Davud, Sünnet, 8, nr. 4653; İbn-ü Hibban, nr. 4802.
568 Fetih, 48/18. İbn Abbah hazretleri şöyle demişti: “Allah Teâlâ Kuran-ı Kerim’de şecere ashabından razı olduğunu, onlann kalblerindekini bildiğini bildirdi. Ondan sonra onlara gazap ettiğinden (sahat) bahsetti mi?)
569 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 3, mektub. 24, s. 36.
570 Benzeri şeyleri Bağdadî de zikreder: bkz. Bağdadî, Usulü’d-Ditı, s. 290.
571 Buharî, Nikâh, 110; Müslim, Fedail, 93, nr. 2449; Tirmizî, Menakıb, 60, nr. 3867; İbnu Mace, Nikâh, 56, nr. 1998.
572 Ahzab, 33/57.
573 İmâm-ı Rabbânî, Te’yid-i Ehl-i Sünnet, s. 68.
574 Fetih, 48/18.
575 Nur, 24/39. 576 Bakara, 2/217. 577 İmâm-ı Rabbânî, age, s. 69. 578 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 1, mektub. 80, s. 93.
579 İmâm-ı Rabbânî, Te’yid-i Ehl-i Sünnet, s. 68. 580 Hadid, 57/10. 581 İmâm-ı Rabbânî, age, s. 73. 582 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 96, s. 147,
583 İmâm-ı Rabbânî Sahabe’nin Hz. peygamberi ana ve babalarına bile tercih ettiğine dair Hz. Talha’yı misal olarak zikreder. Hz. TaJLha’nın Hz. Rasûlüllah’a karşı bir edepsizlik yaptığı için babasını katledip kafasını getirdiğini ve bu fiilinden dolayı Kuran-ı Kerim’de övüldüğünü dile getirir. (Mektubat, c. 2, mektub. 36, s. 53)
584 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 54, s. 91.
585 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 96, s. 149.
586 Burada Imâm-ı Rabbânî’nin sözünü ettiği şey, imanın Hz. Peygamberle ilgili yanı olduğunu kaydetmeliyiz. Hz. Muhammed’in hak peygamber ve tebliğ ettiklerinin doğru bilgiler oldu ğuna inanmak, imarım tarifinin bir bölümünü oluşturan kavramlardır. Sahabe-i kiram, biz zat rahmet olan o şahsiyetin kendini, onunla gelen füyüzat ve bereketi ve onun mucizelerini dünya gözüyle görmüş, böylece ona olan imanları şühüdî olmuştu. Ancak burada belirtmemiz gereken ikinci ve belki İmâm-ı Rabbânî zaviyesinden daha mü him nokta, onun Allah’a iman hususunda bu dünyada Hz. Rasülüllah’tan başkasının şühüdî imana sahip olmasını imkânsız görüşüdür. Ona göre vahdet-i vücud mektebinden bazı mutasavvıflar, bu meselede görmezden gelinmeyecak bir hata içindedirler. Çünkü onlar bu dünyada Allah’ı gördüklerini iddia etmekle kalmaz, görmese ibadet bile edemeyeceklerini söylerler. Bu bakımdan şühüdî iman yaşadıkların iddia ederler. Hâlbuki İmâm-ı Kabbânî’ye göre bu dünyada Allah hakkındaki bilgileriniz “ilmül-yakitı”den ileri geçemez. Allah hakkında “aynel-yakin” veya “hakkal-yakin bilgi olmadıkça iman şühüdî olmaz. Çünkü şühüdî iman gözle görerek iman etmek manasına gelir. Daha fazla tafsilat için bkz. Özgen, Mustafa, “Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şühud Açısından Müşahede ve Ruyet Kavramları Üzerine Bir Değerlendirme” Marife ilmi Araştırmalar Dergisi yıl. 13, yaz 2013, sayı 2, ss. 63-83.
587 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 1, mektub. 59, s. 71.
588 Buharî, Fezailü Ashabin’-Nebi, 5; Müslim, Fedailü’s-Sahabe, 221, nr. 2540; İbn Mace, Mukad dime, İl, nr. 161.
589 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 1, mektub. 202, s. 172, mektub. 210, s. 182; c. 3, mektub. 69, s. 87.
590 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 36, s. 53.
591 Hucurat, 49/2.
592 Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 8, nr. 4650.
593 İbn Mace, Mukaddime, 11. nr. 162.
594 Ebu Hanife, b. Sabit, el-Fıkhu l-Ekber, Kari Molla Ali’nin Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber (Daru’l-Kütübi’l- Ilmiyye, Beyrut, 1984) kitabına ek olarak, ss. 301-306.
595 Nisaburi, Ebul-Ala Said b. Muhammed, Kitabii Î-İtikad, thk. Seyyid Bağçevan, Darul-Kütübil- Ilmiyye, Beyrut, 2005, s. 184.
596 İmâm-ı Rabbânî, age, c. 2, mektub. 36, s. 53.