Kim bilir kim, nasıl, ne kadar?

images-1 Kim bilir kim, nasıl, ne kadar?

Söylemeye cesaret edemediğimiz bir söz, kim bilir neyi, neleri, ne kadar eksik bırakıyor.

Zamanında kalkmayan bir otobüs, yerine ulaşmayan bir mesaj, meşgul çalan bir telefon, üstünde durulmayan bir beklenti, önemsenmeyen bir hayal, adı konmayan bir muhabbet, ifade edilmemiş bir pişmanlık, kim bilir kimi, kimleri, neresinden, ne kadar kırıyor. Dikkatsizlikten, özensizlikten, gamsızlıktan türetilmiş kabalıklarımız yüzünden kim bilir kimin canı, nasıl, neresinden acıyor da hiç farkına varmıyoruz. Önü alınamayan bir çekingenlik, tarif edilemeyen bir ürküntü, aşılamayan bir kırılma korkusu, bastırılamayan bir telaş, her şeyi birbirine katan, karıştıran, acayipleştiren bir heyecan, kim bilir birini, birilerini, şu kalabalık ve koskoca dünyada ne kadar yalnız, nasıl da tek başına bırakıyor.

Dağıtılamayan tasalar, giderilemeyen güvensizlikler, tamir edilemeyen iç arızalar, sonu gelmeyen tedirginlikler, kim bilir nasıl çözüyor, nasıl içten içe kemiriyor insanı, insanları, insanlıkları. Nasıl da görmezleştik birbirimizi, nasıl da sağırlaştık seslerimize, nasıl da uzaklaştık beraber olmaktan, birbirimizi bilmekten, hissetmekten bu kadar fazla. Durmadan biriken, tortulaşan, pıhtılaşan, habisleşen yalanlarla, kim bilir ne çok hayat geri döndürülemez biçimde yolundan, rotasından, yörüngesinden çıkıyor.

Kim bilir ne çok hayal, ne çok umut, ne çok aşk, ne çok muhabbet, beklenmedik fırtınalarla sağa sola savruluyor, dalgalara kapılıyor, uzak yabancı kıyılara sürükleniyor, yalçın kayalıklara çarparak parçalara ayrılıyor. Ne çok kötülük, ne çok acımasızlık, ne çok insafsızlık, azıcık şefkat ve merhametle rahatlıkla iyileştirilebilecek yaraları büsbütün kanatıyor, kanırtıyor.

Dertsizlik, meselesizlik, umursamazlık halleri, gökyüzüne doğru boy atacak nice zihni nasıl da baltalıyor, birer güdük çalılık olarak kalmaya mahkûm ediyor. Gem vurulamayan hevesler, ihtiraslar ve türlü çeşit düzenbazlıklar, nasıl da kırıyor kanatlarını, uçmaya hevesli kuş gönüllerin.

Saflık, doğruluk, temizlik, nasıl büyük bir hokkabazlıkla karalanıyor, aşağılanıyor ve geride kalışların, başarısızlıkların, yenilgilerin doğal sebebi olarak yaftalanıyor. Duygular, hassasiyetler, derin bağlılıklar, bizi kalplerimizle irtibatlı kılan her şey, nasıl büyük bir hoyratlıkla infaz ediliyor. Aramızdan ayrılan biriyle birlikte sanki hayatlarımızda hiç bir şey değişmiyor, farklılaşmıyor, sanki hiçbir şey yarıda kalmıyor.

İnceleyin:  Şiir Yazmak Öğrenilir mi?

Sanki hiç kimse, her gün, her an sayısız çoklukta şeyin yaşandığı şu dünyada bir yer tutmuyor. Kim bilir dünyanın neresinde bir çocuk, bir genç kadın, bir yaşlı adam, biri, herhangi biri, herhangi bir insan, bütün bu karmaşa içinde gözünü boşluğa dikmiş bir halde, hayatının kapağı hiç açılmamış sırlarıyla ne yapacağını, ne yaşayacağını düşünüyor.

Kim bilir ne çok kalp, hiç anlatılmamış, anlatılamamış, ifadeye dökülmemiş acıların ateşiyle içten içe yanıp kavruluyor. Sadra şifa olacak nice kelam, hikmet, nasihat, her yeri saran şu kuru laf kalabalıklarının tetiklediği kargaşalarla nasıl da hayatın dışında bırakılıyor. Yoksulluğun, yoksunluğun parayla giderilemez türleri bulunduğu ve çarenin bazen sadece insanlık olduğu, nasıl da ustalıkla gözlerden uzak tutuluyor. Hayatın bütün derinlikleri, her gün yeniden yıkılıp yapılan zamane eğlenceliklerinin hafriyatıyla nasıl da sinsice doldurulup, kapatılıyor.

Aslına eremediğimiz, ermeye niyet dahi etmediğimiz nice hakikat, nasıl da asılsız bırakıyor, kendinden uzak ve acınası kılıyor bizi. Kim bilir kim, gerçekten kim, hangimiz, ne umuyor, ne umuyoruz, ne bekliyoruz böyle havasız, böyle nefessiz, böyle hayatsız bir döngüde yaşamaktan. Nasıl şuur gideren bir sarhoşlukla malûlüz ki biz, sadece bizi oraya götürecek yolu değil, gidilecek yeri de artık hiç, neredeyse hiç, neredeyse hiçbirimiz hatırlamıyoruz.

Gökhan Özcan /14.08.2017

yenişafak

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir