Emperyalizm ve Edebiyat
Otto Hachtmann. Sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da en güzel ruhlu insanlarından birisidir. Hachtmann Bey, edep, huşu ve ciddiyetle Türk dili ve edebiyatına eğilmiş. Bu bilge, namuslu, karakterli lisan ve edebiyat âlimi olarak. Hachtmann 19. asrın çocuğu, 1877 yılında doğmuş. Babası bir latin dili ve edebiyatı Profesörüdür.
Edebiyat tarihi 19. asrın çocuğu. Bütün Avrupa’da hakim olan bu “National” (Ulus) denilen edebiyatların, fikir ve görüşlerin hıncahınç hakim olduğu bir asırdır, aynı zamanda bu çağ. Bu adına “Uzun Asır” dedikleri bu dönem: aydınlıkla karanlığın, zirvelerle uçurumları, namuslu yazarları ve kalpazan ruhlu; namussuz yazarları içinde barındıran ve bu sadece düşüncesinde Arafı ve cehennemi olan yani cenneti olmayan bir asırdır. Halen devam eden bu kanlı 20. asır ve hayatımızı idame ettiğimiz çağın bütün kötü ruhlu fikirlerin tohumunun ekildiği bir asır; Bu herşeyin iç içe olduğu, kısa ve uzun soluklu fikirlerin, cüce ve devlerin de olduğu 19. asır, Avrupasının. Batı empeyalizmin doruklaştığı ve bizlerin tarihinde ilk kez fikren sarsılıp kendisini sığaya çekeceğine, tersine kendisinin büyüklüğünden şüphelendiği asırdır. Gerçek devin, bu cüce karşısında ram oluşunun başlangıçıdır, bizim için.
19.asır Avrupasının yazarları her zaman olduğu gibi asla ilmin, hakikatin ve bütün insanlığın emrinde değil, kendi “Milletlerin ırkçı” görüşlerinin emrindedir. Aynı zamanda kendi psodo ilimlerini dünyaya ferman dinlettiği bir asır. Hem cüceler cücesi hem de düşüncenin devlerinin yaşadığı bir asır bu 19. yüzyıl Avrupası. Bundan sonra “Büyük anlatım” dedikleri yazar ve filozoftan yetişmez bu sanatkarane hırsız medeniyetininde. Geçen 20. asrın faşist, tiran ve hıncahınç diktatör görüşlerin felsefi ve tarihi temelleri 19. asrın düşünürlerinden bilhassa Aguste Comte denilen bu bayağı deli ve katil, bu buhranların buhran çocuğun eseri üzerine inşa edilir. Bu “Cours de philosophie positive. 6 cilt. 1830-42″. Adlı yazan. O da bunu kendinden önce gelen bir 150 yıl öncesinin düşünürleri üzerinde inşa eder. Bu görüşlerin ilk tohumları bu
asırda atılır. Eric Voegelin daha da ileriye giderek, bu “Faşizm” “Tiran” ve Diktatörlerin rejimlerini bizzat görüp, yaşamış biri, si “Ortlnung unâ Geschichte. 10 cilt” (Nizâm ve Tarih) yazarı. Voegelin’e göre Marks, Hitler, Mussolini ve Lenin’de, Comte’nin çocuğudur.77 Tam bir hiç’in hiçi. Batılılara göre sosyolojinin kumcusu, Comte. Biyolojik ırkın ifadesi olan “Arya”, “Semitik” dil ve dahi Batılılar tarafından “Turan” görüşünün temelinin atıldığı, bilhassa “Arya” ve “Semitik” görüşlerin şiddetlice tartışıldığı bir dönemdir. Türk dilinin ihtişamı karşısında, Türk dili hakkında yazanların afaroz edildiği bir dönemdir.78
Batılılar bu asırda lisan ilmini onların istilahi ifadeleriyle: “Filoloji”, “Lenguistik”i keşf ve önemini yani bütün dimensiyon- larını kavramaya fehm etmeye başlarlar. Bu kısa ama öz yazılmış “Türk Edebiyatı Tarihi” yazarı Otto Hachtmann çok iyi bir “Filolog” ve devrin edebiyat, sanat görüşlerinine hakim bir ilim adamı olduğunu, yazdığı eserlerinden belli oluyor. Onun Fransız edebiyatındaki üslup hakkında yazdığı eseri hakkında, Viyana’lı “Romanist” Leo Spitzer’in: “Die Vorherrschaft suhstantivischer Konstruktion im modernen französischen Prosastil, eine Stilistische Studie. 1912” adlı eserini okuduktan sonra Spitzer, Hachtmann beyi bu mevzuun öncülerinden birisi olarak görür, onu takdir eder, bu övgülerinde pek cömert olmayan bu Romanistikçi.79
Spitzer, Hachtmann’ı dönemin meşhur romanistikcileri olan: Fritz Strochmeyer’in “Der Stil der französisc Sprache ” yazarı ve Kari VoBler ve Kari Ettmayer’le karşılaştırır. Bu ömrünün sonuna kadar Fransız dilinin üslubu hakkında araştırma yapan, Spitzer ki bu araştırmalarını “Stilstudien” adlı iki ciltte toplar, öyle görünüyorki, Spitzer, Hachtmann beyin eserinden etkilenmiş ve meslektaşı Hugo Schuchard’a bir mektubunda, Hachtmann’ın bu eserini okuyup okumadığını bile sorar.80
Batı’da ilk kez ve en önemlisi bir oryantalist olmayan, son derece ciddi ve bilge bir edebiyat âliminin bir Türk edebiyatı tarihini yazan kişidir: Dr. Otto Wilhelm Hachtmann. Halen bu derinlikte bir takipçisi yok. Hachtmann, oryantalistler gibi çağının ilimlerinden habersiz biri değil. İnsan onu okuduğunda ve hayat hikayesine eğildiğinde, onun engin edebiyat, dil, estetik felsefesi, psikoloji ve tarih bilgisinin olduğunu müşahade eder onun peşin hükümsüz bir düşünen ilim adamı olduğunu müşahade edip, görür; bütünüyle kavrar. Keşke Hachtmann Hoca, hayalinde olan ihatalı bir Tanzimat’tan gününe kadar uzanan bir Türk edebiyatı tarihini yazma imkanı olsaydı. Çalkantılı ve barbarlığın hüküm sürdüğü bir devrin çocuğu idi. Zaten eserini savaşın sürdüğü zamanda yazar. Buna rağmen elimizdeki bu 64 sayfalık eseri çok orjinal ve herşeyden önce edebiyat ilmi ve sanatına vakıf bir kalemden çıkmış olmasıdır.
Karşımızda ne budala, kupkuru ve eğri odunların sesini andıran bir kronolojik kokan bir kitap, ne de çoğu alfabenin ebedi çırakları olan; Oryantalistler yok. Bu yani, daha çok birer alfabe çırakları olan güruhu yok karşımızda. İnsan onun sadece bir doktora çalışması olan: ”Graf Julius Heinrich von Soderı als Dramatiker”. Ve son bilinen eseri olan: ”Direktoren des Dessauer Gymnasiums von 1785-1935. 10 Charakteristik dem Friedrich Gymnasium. Dessau 1935” okuması, nasıl bir yazarla karşı karşıya olduğunu görür.
Yazar bu eserini kaleme aldığında, Batı edebiyatında şu edebi ve fikri akımlar hakimdir: Sembolizm ve imperessiyonizm Naturalizmi yani “Tabiatçılık” (1850-1901) fikrini aşma cehdi olarak. Ve İkincisi; Eksperessiyonizm ve sembolizm görüşleri hakimdir, (1883-1923) Avrupa’da dönemin iki parola kelimesi, de: Decadence (fr. zeval) ve Fin de Sidcle’dir. (Yüz Yılın Sonu) Theori ve metod olarak ise Avrupa’da edebiyatta “Pozitivizm” (1850-1910) ki bu görüş bilhassa 1880-1910 yılları arası onun doruk noktası, noktalanmış, bitmiştir. Akabinden Moskova ve Prag’ta 1915 yıllarında, bilhassa “Formalist”lerin görüşü olan bu latince structura kelimesinden gelen, “Strüktüralizm” (yapı tarzı, bünye ve teşekkül manalarına gelen bir kelimedir) başladığı dönemdir, Hachtmann’ın eserini yazmaya başladığı dönem.
Hachtmann eserine davet ettiği bu on üç yazar, bizde kendilerine “Servet-i Fünûn” (1896- 1901) denilen bu yazarlar topluluğundan: Cenab Şahabeddin, Âli Faik ve Mehmed Raufu alır. Geri kalan on yazar ise, bizim edebiyat tarihçilerimizin “II. Meşrutiyet Devri” (1908-1923) denilen yazarlardan alır. Hachtmann eserini tam savaşın ortasında neşreder, 1916. Kendi kendisine Türkçe öğrenmiş, öyleki Türkçe öğrenmek isteyenler için nefis bir kitap yayınlar: Türkisch, wie man es erlernt und lehrt: Die Wege zur Erlemung der türkischen Sprache, nebst einer Einjuhrung in die Türkische Literatür. İlk baskı 1910, İkincisi 1916 yılında toplam 37 sayfadan oluşuyor. Türk insanını kendi ifadesiyle “Türk dili ve edebiyatı vasıtasıyla” sevmeye başlar. Dost ve peşin hükümsüz olarak yaklaşmak isteyen bir edebiyat tarihçisidir, Otto Hachtmann. Tabii unutmıyalımki, bizim medeniyetimizdeki edebiyat anlayışıyla, Avrupa’nın edebiyat anlayışı tamamen farklıdır.
Edebiyat hakkında okuduğum en acımasız ve en düşündürücü söz: “Edebiyat tehlikelidir. Bizzat, hakikatin müdafasının hizmetinde bile olsa tehlikelidir” Bu satırlar J. Barbey d’Aurevillye ait. Avrupa’da edebiyat mefhumu latince “littera” (Harf) kelimesinden gelir. Edebiyat nedir sorusuna, Avrupa’da yüzlerce verilmiş cevaplar var. Ama biz, O. Hachtmann beyin eserini işlerken, kendi medeniyet mekanından ve irfanlarından kopukluğa, kendi zaman ve mekan anlayışlarından kopuşlarını sık sık ifade eder, bunun için bu tip yazarlara: “Yarı” Türk demeyi uygun görür, bu şuursuzca Batı kültürünün etkisi alanında olanları bir nevi ifade etmek için. Onun için biz bir Jean-Paul Sartre’nin edebiyat nedir tanımına eğildik.
Fransız filozofu, eseri olan Edebiyat Nedir? (Çu’est- ce quela litterature?, 1947) tezi ilgimi çekti. Ona göre kısaca edebiyat bir “action” ve bu aksiyon vasıtasıyla ifşa etmek, meydana çıkarmaktır (“Devoiler”). Bu tip politik hareketlerin anlamı değişimdir (“changer”). Ve ona göre angaje yazarlar (L’ecrivain engage) partilere saldırmaklar. Ve bu saldırı maddesi bir nevi patlayıcıdır. O kelimelere bu görevi yükler. Onun ifadesiyle, o kelimelerin [… ] doldurulmuş silah olduğunu biliyor. Ve bu Fransız yazarına göre: “O konuştuğunda, kurşunu sıkıyor” diyor. Tabii Sartre burda nesir yazarlarını daha çok kastediyor.81
Edebiyat ilminin ve sanatın şüphesiz bir “Fonksiyonu- Vasifesi” vardır ve vazifesi, ruhu hem yazarlara hem de medeniyetlere göre değişir. Avrupa için her daim siyasi ve emperyalizminin elinde bir silah yani diğer milletleri kendi öz benliğinden, değerlerinden koparmak, kendi masallarıyla kendilerine ram edip, kolayca sömürmektir. Üstelik Avrupa 19. asırda sanatta muhtariyet, (Autonom) fikriyle, ahlâkı ve hakikati sanatın dışına atar. Bunu ilk kez Friedrich Schlegel bu ayrımı yapar. Onun “Philosohie der Poesi” adlı bu fragment yazısında bunu ifade eder: ”… der Selbstândigkeit des schönen beginnen, mit dem Satz, dafi es vom wahren und sittlichen getrennt sei und getrennt sein soll. ” Güzelliğin muhtariyeti bu cümleyle başlamalı82
Okuyucu bu satırları okurken görür ki, Schlegel “Selbstândigkeit -Muhtariyet’le sanatta güzeli (Schönen) müdafa ederken ama fılozoflardan, ilim adamlarından ve ahlâkçılardan korur, onları dışlar ve bunu sanat bir muhtariyettir. “Die Kunst İst Autonom” adıyla yapar bu Alman yazan. Okuyucu bu sözlere şaşırmamalı. Bu gayesiz ve tek arzuları bir istimna olan, bu hasta Freud azmanları, sarsık medeniyetinin çocukları bundan önce insanı ve “Tanrı”yı öldürmemiş miydiler?
Batı hakikatte bizi melezleştirirken bunu bayağı, bulvar fahi- şesi ruhlu, muhtevalı kitapları ve edebiyat yoluyla da yaptılar ve halen yapılıyor, bu. Bilinen siyasi ve içteki devşirdiği kendi harem ağaları ve yeniçerileri tarafından. Ve bizim bilhassa “Cins İsım” dediğimiz: Yan Türkler tarafından. Ve bunlar tarafından artık hıncahınç melezleştirilen bu milletin çocukları, onların oluk oluk pisliklerini ne görüyor ne de kokusunu alabiliyor. İşte Hachtmann Beyin eserine bu zaviyeden de bakılabilinir. Ve kendisi bu konuda da öncü birisidir. Bize edebiyatta sosyal ve fikri mekanını terk etmenin neleri getirdiğini göstermesi açısından… Batı edebiyatının bir amaç ve gayesi de, edebiyatı tarif ederken, ona yüklediği en önemli bir mefhumda: “Funktionalitât:” “Functio” yani faaliyet, hareket, amaç ve vazife manalarında bir kelime.
Hachtmann ilerleyen sayfalarda bu “Kötü“ bir nevi kart fahişeleri andıran ve bilhassa kendi dilinden tercüme edilen kitaplar için konuşur. Şaşırır ve niçin bu Almanya’da bile tanınmayan bu değersiz eserler Türkçeye tercüme edilmiş, diye kendisine sorar. İki asırdan fazladır; oluk oluk Batı’nın bütün pislik, posa görüşleri dilimize kazandırıldı. Çoğu zehir ve mikrop saçan kitaplar, bunlar. İnsan yani düşünen namuslu insan bu karanlık “yapıtlara” karşı, aydınlıklı, hınca- hınç düşünce dolu eserlerle mücadele etmeliyiz. Tıpkı zehre karşı pan zehirle mücadele edildiği gibi. Batı bizim düşünce vücudumuzu önce edebiyatla, bilhassa bizde olmıyan bir “Roman ve Tiyatro” eserleriyle zehirlediler. Ve sonra dişi ve çarpık felsefeleriyle. Ki bunu bizzat Otta Hachtmann beyde, ilerliyen sayfalarda şaşkınlıkla anlatıyor.
Virginia Woolf ve Oscar Wilde biyografiler konusunda, Cemil Meriç’ten kat kat daha acımasızlar. Woolf için biyografiler: “Kirli bir sanat ve bir piçtir”. Oscar Wilde için ise: “Biyografi yazanlar daima bir Juda dır” diyor. Bu yazmış olduğu “Türk Edebiyatı Tarihine” bu on üç yazarı davet edip, bizlere onların edebi ve ruhi portrelerini, karakter ve irfanlarını, sanatlarını tahlil edip, hangi Türk yazarının eserinin bir “Gölge” diğer bir deyişle kaba bir hırsızlık eseri daha doğrusu hareketi olduğunu gösteren. Hangi yazarların bir Türk yani müslüman olduğunu bize yaptığı ince fikir tahlileriyle gösterir, Hachtmann. Karşımızda usta bir edebiyat tarihçisi kadar, usta bir Saint-Beuve olarak, tıpkı onun “18. yüzyılın İnsanları” adlı eseri gibi ustaca yazmış.
İnsan Saint-Beuve’nün bu nefis eserinde 18. yüzyıl Fransa’sını keşfediyor. Kısacası anlatıp, bilgilendiriyor bir: Fontenelle, Montesquieu, Völtaire, Madam Du Châtelet, Jean- Jacques Rousseau ve Diderot vs gibi, bu eserde. St Beuve’nün bu eserine “Ecco Homo” yazarı da bu eserine hayran kalmış. Otto Hachtmann ilk kez bize, edebiyatta öz irfanının mekanından, ruhundan kopuşun ne olduğunu, bize satır aralarında sık sık anlatan, bu mukayeseli düşünen, izan ve namus sahibi bir edebiyat tarihçisidir. Oryantalistleride tenkit ediyor, Hachtmann bey.
Bu Türk insanını ve edebiyatını temelden dost ve seven Hachtmann’ın nasıl bir insan ve Alman olduğunu anlamak için, onun bir eserinde, bize Alman, Fransız ve İngilizleri karşılaştıran şu satırlardan anlayabiliriz. Hachtmann Hocayı dinleyelim:
“Büyük savaş, biz Alınanlara, bizim Fransızlar gibi sefih, disiplinsiz, histerikli, sinirli bir millet ve dahi İngilizler gibi sinirsiz, kaslı bir millet olmadığımızı, bilakis bir sıhhatli sinire ve disiplin dolu, karakterli bir halk olduğumuzun şuurunu getirdi.”83
Heyhat! Bugünki Almanlar, Hachtmann hoca gibi, temiz ruhlu insanlar değil ve onun tarif ettiği Almanlar faşist Hitler ve Siyonistlerin yüzünden bu “Asil” ruhlular iğfal edildiler. Artık onlar Tilki medeniyetinin, kart kurtları oldular. Her materyalist hareketin içinde, onların varlıkları hep arzı endam ediyor, sömürgeci sofrasında.
Hachtmann beyin eseri 1916 yılında neşredilir. Cemil Meriç hocanın doğum tarihide 1916 yılı olduğu için ve Hachtmann beyin görüşleri Üstâd Cemil Meriç’in görüşlerine çok benzediği için, belirtiğim gibi bu eseri celîl ve cemil insan Üstadım, Cemil Meriç’in doğumunun 100. yılına ithaf ediyorum. Bu Hachtmann beyin bazı görüşlerinin altına rahmetli Cemil Meriç’in imzasını koyun, insan bu eserin Cemil Meriç tarafından yazıldığına inanır. Üslûp olarak pek değil ama mana ve görüş olarak, herkes inanır; bu satırların Cemil Meriç’in yazdığına.
Her nesil hakikatte kendi tarihini yeniden yazar. Ve onların tarihi, bu dünyada kalan yeğane şeydir. Hachtmann kendi döneminin ve çağdaşları olan bu iki neslin edebî tarihini, görüşlerini, çarpıcı ve düşündürücü bir şekilde yazmış. Bizde malesef, Tanpınar’ın fragment kitabı hariç bu: irtifa ve kesafette bir edebiyat tarihimiz yoktur! Hachtmann beyde, kelimeler bir nevi yürüyüşe çıkıyor; karanlık dalgalara, bendlere, peşin hükümlere ve sisli fikirlere şedit tekmeler savurarak..
Ekrem Tahir – Yarı Türk,Hitabevi yay.syf.159-166
Dipnotlar:
77 Eric Voegelin, Die Krise. Zur pathologie des Moderrıen Geistes. Hrsg. Peter J. Opitz. München. 2008. S 195-291. Son derece düşündürücü ve fikirleri sanki bir tedaî ormanını mündemiç etmiş gibi.
78 Bizler millet olarak müslüman olduğumuzdan ve asla biyolojik bir ırkçılığa temayül gösteren, böyle bir ruha sahip millet olmadığımız için, Yahudi ve Batı’lıların çarpık “Turan” görüşü bizi fazla etkilemedi. Ama biz bu iki görüşün tartışmaları ışığında ve neticelerinin 20. asırda boy attığı siyasi sonuçlarını, bir kez olsun ciddi olarak gözden geçirmeliyiz-
20.asır Comte ve bu iki mitlerle örgülü mefhumun çocuğudur: Faşizm ve siyonizm. Gökalp öncesi ve sonrası takipçileri Gökalp gibi, budala ve hıncahınç cahil ve birer ümmidiler.
79 Leo Spitzer, Otto Hachtmann, Zeitschrift filr Französische Sprache una Literatür, 1914, s. 157-165.
80- Bernhard Hurc (Hrsg.),Leo Spizers Briefe an Hugo Schuchardt, Berlin,2006,s.226
81 Jean-Paul Sartre, Was ist Literatür? Ein Essay, Hamburg, 1988, s. 18.
82- Friedrich Schlegel, Kritische Ausgabe, Hrsg. Emst Behler und Hans Eichner, KA II, Paderbom, 1967, s. 207
83 Otto Hachtmann, Ottomar Enking.Zu seinem fünfzigigsten Geburtstage,Dresden, 1917, s. 3.