Üçüncü sıfat istivâdır. Zira yüce Allah “Rahman arşa istivâ etmiştir”(Taha,5) âyetinde kendisini istivâyla nitelemiştir. Ashap istivâ hakkında ihtilaf etmiştir. Çoğunluk istivânın hükümranlık demek olduğunu söylemiştir. Bu takdirde istivâ kudret sıfatına varmaktadır. Şair şöyle demiştir: “Amr Irak’a istivâ etti // kılıçsız ve kan dökmeden”. Bu şiirde istivâ hâkim olmak anlamındadır. Bir başka şair şöyle demiştir: “Onlara baskın çıktığımız ve istiva ettiğimizde // Bıraktık onları yem olarak akbaba ve kuşlara”. Bu şiirde “istivâ ettik” ifadesi “hakim olduk” anlamındadır.
Şöyle denemez: Hakim olma anlamındaki istivâ yüce Allah hakkında imkânsız olan karmaşa, direnme ve baskın çıkma hissini uyandırmaktadır. Yine Allah’ın özel olarak arşa istiva ettiğinin söylenmesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü O’nun hükümranlığı her şeyi kuşatmaktadır.
Çünkü biz birinciyi, söz konusu durumları hissettirdiğini men ederek cevaplıyoruz.Nitekim “Allah işine galiptir”(Yusuf,21) âyetinde olduğu gibi “galip” kelimesi onu hisset- tirmemektedir. Evet, bazen bu şeyler hususi bir durumda hükümranlığın nispet edildiği kimsenin kendi özelliğinden dolayı düşünülmektedir.
İkinciyi ise şöyle cevaplıyoruz: Anlam, yüce olanın aşağı olan üzerinde bulunduğunu hissettirmektir. Zira vehimlerde yerleşik düşünce şudur: Arş en büyük yaratıktır. Dolayısıyla arşa hakim olan, kesinlikle diğerlerine de hakim olur. Bu, daha düşükle daha yüce olana yönelik meşhur dikkat çekmenin aksidir ve her ikisi de doğrudur. Zira üstün olan şey, bir duruma daha layıksa daha düşüğün o duruma sahip olmasından daha yücenin de o duruma sahip olduğu anlaşılacağı gibi bunun tersi de daha düşük bir duruma daha layık olduğunda anlaşılır.
‘Denilmiştir ki burada istivâ, yönelmek/kastetmek demektir. Bu durumda istiva, irade sıfatına dönmektedir. Bunun örneği, “Sonra göğe doğru istiva etti”(Bakara,29) âyetidir. Âyette “göğe yöneldi” anlamı kastedilmektedir. Fakat hu. tızük bir görüştür. Çünkü yönelme anlamındaki istivâ hakim olma anlamına gelen istilâ gibi “alâ” edatıyla değil, yönelme anlamındaki kasıtta olduğu gibi “ilâ” edatıyla geçişli hale getirilmektedir.
Şeyh Eş’ari iki görüşünden birinde istivânın ne olduğunu bilmesek bile, önceki sıfatlara raci olmayan zait bir sıfat olduğunu söylemiş ama buna her hangi bir delil getirmemiştir. Zikredilen ihtimal varken istivânın müstakil bir sıfat olduğunu kabulde zahir âyet ve hadislere dayanmak doğru değildir. Bu itimal, istivâ ile hakim olmanın veya zayıf olmakla birlikte yönelmenin kastedilmiş olmasıdır. Doğrusu, duraksamak ve bununla âyette geçen istivânın cisimlerin istivâsı gibi olmadığını kesinlemektir.
Dördüncü sıfat, yüzdür. Yüce Allah “Rabbinin yüzü bâkî olacak”(Rahman,27) ve “O’nun yüzü hariç her şey helak olacaktır”(Kasas,88) buyurmuştur, iki görüşünde birinde Şeyh Eş‘arî ile Ebû Ishak el-Isferâînî ve Selef yüzün yukarıda anlatılan sıfatlara zait sübûtî bir sıfat olduğunu kabul etmiştir. Şeyh bir diğer görüşünde yüzün varlık anlamına geldiğini söylemiş ve Kâdî Ebû Bekir el-Bâkillânî de ona katılmıştır. Bu durumda yüz, hakkında kesin bir hükmün bulunmaması ve ihtimal varken zahir naslara güvenilmemesi hususunda istivâ gibidir.
Uyarı: Yüz dilde hakikat olarak özel organ için vazedilmiştir. Ama yüce Allah hakkında bu organın kastedilmesi mümkün değildir. Yüz bizim bilmediğimiz başka bir sıfat için vazedilmiş değildir. Hatta muhatabın düşünemediği bir şey için vazedilmesi mümkün değildir. Zira vazlardan kasıt, anlamların anlatılmasıdır. O halde yüzün mecaz olarak kullanıldığı açığa çıkmaktadır. Yüzün anlaşılan ve delille sabit olan bir şeyin mecazî anlatımı oluşu ise açıklık kazanmıştır. Bu ise yüzle zâtın ve bütün sıfatların mecazî olarak kastedilmiş olmasıdır. Zira bâkî olan şey, yüce Allah’ın bütün sıfatlarıyla birlikte zâtıdır, bunun dışındakiler yok olacaktır ve bâkî değildir.
Beşinci sıfat eldir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın eli onlann eli üzerindedir”(Fetih,10), “iki elimle yarattığım şeye secde etmeni engelleyen nedir?”(Sad,75). Bu nedenle Şeyh Eşarî iki organ anlamında olmamakla birlikte zât ve diğer sıfatlar üzerine zait iki sıfatı kabul etmiştir. Selefin görüşü budur ve bazı kitaplarında Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânı de bu görüşe meyletmiştir. Çoğunluk ise iki elin kudretten mecaz olduğunu söylemiştir. Çünkü elin kudret anlamında kullanımı yaygındır, “iki elimle yarattım” sözü, yetkin bir kudretle yarattım demektir. İki kudret kastedilmemiştir.
Bütün yaratılmışlar yüce Allah’ın kudretiyle yaratıldığı halde Adem’in özellikle kudretle yaratıldığının söylenilmesi,onu şereflendirmek ve yüceltmek içindir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın bütün yaratılmışların sahibi olduğu halde “Evimi temizleyin”(Bakara,125) âyetinde Kabe’yi teşrif etmek için kendisine nispet etmesi gibidir. Yine “Benim kullarım üzerinde senin herhangi bir hükümranlığın yoktur”(Hicr,42) âyetinde müminleri teşrif etmek için özel olarak kullarım diye nitelemesi gibidir.
Mu’tezile sıfatların reddedilip hallerin olumlanması ilkesine dayalı olarak demiştir ki el, kâdirlikten mecazdır. Onların bir kısmı elin nimetten mecaz olduğunu söylemiştir. Fakat bu, çok zayıf bir görüştür. Çünkü yaratmanın ele nispetiyle uyuşmamaktadır.
Denilmiştir ki el zait bir sıfattır. Bu yukarıda geçen Şeyh ve Selefin görüşünün tekrarıdır. Bazı nüshalarda “sıfat” kelimesi yerine “sıla” geçmektedir. Buna göre “iki elimle” lafzı zait olmaktadır. Nitekim şair “Dara düştüm Misver’den yardım istedim // İmdadıma koştu, kölesi olayım Misver’in iki elinin”. Fakat bu görüş, son derece zayıftır.
El sıfatının tahkiki, ilkindeki yani yüz hakkında söylediğimiz şu tahkik gibidir: O, organ için vazedilmiştir. Organın Allah hakkında kullanılması imkânsız olduğundan anlaşılabilir bir anlamın mecazî anlatımı olarak yorumlanmalıdır. Bu anlam ise kudrettir.
Altıncı sıfat, iki gözdür. Yüce Allah “gözlerimizin önünde seyrediyor”(Kamer,14) ve “Gözümün önünde yetişesin diye”(Taha,39) buyurmuştur. Şeyh Eş‘ari bazen bunun diğer sıfatlara zait bir sıfat olduğunu bazen de onun “görme”den ibaret olduğunu söylemiştir. Buna ilişkin açıklama, biraz önce geçen açıklamadır. Buna göre Allah’a organ nispet edilmesi imkânsızdır. Bizim bilmediğimiz bir sıfatın mecazî anlatımı olması ise ifadeyi anlaşılmaz kılar. O halde onun görmenin yahut koruma ve gözetmenin mecazî ifadesi olması gerekir. Çoğul kipi ise tazim içindir.
Yedinci sıfat yan sıfatıdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Nefis der ki yazıklar olsun, Allah’ın yanındaki aşırılıklarıma”(Zümer,56). Bunun zait bir sıfat olduğu söylenmiştir. “Allah’ın yanı” ifadesiyle “Allah’ın emri” anlamının kastedildiği söylenmiştir. Nitekim şair şöyle demiştir: “Aşığın yanı hususunda Allah’tan korkmuyor musun? //Onun sımsıcak bir ciğeri ve ışıldayan bir gözü vardır”.
Şiirdeki “terakraku/ışıldayan” kelimesi, parıldamak ve hareket etmek demektir. içeceğin ışıldaması, parlaması yani gelip gitmesi demektir. Aynı şekilde gözde dolaştığı zaman gözyaşı da böyledir. Yahut cenb/yan kelimesiyle cenâb anlamı kastedilmiştir. “Onun yanına/cenbine sığındı ” sözü “onun katına ve haremine sığındı” demektir.
Sekizinci sıfat, ayak/kadem sıfatıdır. Hz. Peygamber (s.a.) uzun bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bunun üzerine Cebbâr ayağını ateşe basar da artık ateş ‘yeter yeter’ der.” Başka bir rivayette şöyle denilir: “Ta ki izzetin Rabbi ayağını ateşe basar. Bunun üzerine cehennem birbirine çekilir ve ‘senin izzet ve keremine yemin olsun ki yeter’ der”. Başka bir rivayette ise “Cehenneme ‘doydun mu’ denir. Cehennem de ‘daha yok mu’ der. Ta ki Rab ayağını cehenneme basar ve bunun üzerine Cehennem ‘yeter yeter’ der” denilir. Hadisteki Cebbâr’ı Cehennemin bekçisi olan Mâlik olarak yahut sorumlulukları yerine getirmekten geri duran kimse olarak yorumlamaya iltifat edilmez. Nasıl olur! Enes rivayetinde “Allah ayağını ateşe koyuncaya dek ateş dolmaz” şeklinde geçmektedir.
Dokuzuncu sıfat parmaklardır. Hz. Peygamber (s. a.) şöyle demiştir:
“Müminin kalbi, Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasındadır.” Başka bir rivayette şöyle buyrulmaktadır: “Bütün Adem oğullarının kalpleri tek bir kalp gibi Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasındadır. Rahman onu dilediği gibi çevirir.” Oysa Allah’a organ nispet edilmesi mümkün değildir. Yorum, iki el hakkındaki gibidir.
Onuncu sıfat, sağ eldir. Yüce Allah “gökler onun sağ elinde dürülüdür”(Zümer,67) buyurmaktadır. Bunun tevilinin tam kudret olduğu açıktır.
On birinci sıfat tekvindir. Haneftler “Ol der o da oluverir”(Gafir,68) âyetine tutunarak tekvinin meşhur yedi sıfat üzerine zait bir sıfat olduğunu kabul etmişlerdir. Buna göre “ol” sözü, hâdislerin oluşunu yani varlığını öncelemiştir ve bu sözle kastedilen, tekvin, var etme ve yaratmadır. Harıefiler şövle demiştir: Tekvin kudretten başkadır. Çünkü kudretin eseri olabilirliktir/sıhhat. Olabilirlik ise olmayı gerektirmez. Dolayısıyla oluş, kudretin eseri olamaz,tekvinin eseri ise oluştur.
Cevap: Olabilirlik imkândır. İmkan ise mümkünün zâti vasfıdır. Dolayısıyla kudretin eseri olamaz. Zira şeyin zâtından kaynaklanan özellik, başkasının sonucu olamaz. Aksine o şeyin kendinde imkânı, onun makdûr olmasının illetidir. Bu bağlamda “bu, makdûrdur, çünkü mümkündür” ve “bu makdûr değildir, çünkü zorunlu veya imkânsızdır.” denir. Öyleyse kudretin eseri makdûrun oluşu ve varlığıdır, olabilirliği ve imkânı değil. Dolayısıyla böyle eseri oluş olan başka bir sıfatın kabul edilmesine gerek kalmamaktadır.
Eğer şöyle denirse: Kudretin eseri yaptığımız olabilirlikle kastedilen şey, failin tesiri ve var etmesi anlamında fiilin olabilirliğidir, yoksa yapılan şeyin kendinde olabilirliği değildir. Yapılan şeyin kendinde olabilirliği, onun başkasıyla talîl edilmesi mümkün olmayan zâtî imkânıdır. Fakat birinci olabilirlik, faile kıyasladır ve kudretin eseridir. Çünkü kudret, fâilin makdûru olan şeyin yapma ve yapmama taraflarını eşit şekilde tercih etmesini mümkün kılan sıfattır. Dolayısıyla iki tarafın belirli olarak biri failden kudretle meydana gelmez. Aksine onun meydana gelmesi için yalnızca o tarafa taalluk eden başka bir sıfat olması gerekir. İşte bu sıfat tekvindir.
Biz şöyle deriz: İki taraftan her biri kudretin eseri olmaya elverişlidir. Fakat onlardan belirli olarak birinin kudretten çıkması için belirli bir tahsis ediciye ihtiyaç duyulur. İşte bu tahsis edici de o tarafa taalluk eden iradedir. Bu takdirde oluşun ona taalluk eden irade vasıtasıyla onda müessir olan kudretten başka bir ilkesine ihtiyaç duyulmaz. Miraç gecesini anlatan hadiste şöyle geçmektedir: “Avucunu kürek kemiklerim arasında koydu ki serinliğini göğsümde hissettim.” Şimdi Müşebbihenin yaptığı gibi Allah’a organ nispet etmek doğru değildir. Bu sebeple “Allah bildik avuçlar gibi olmayan bir avuca sahiptir” denilmiştir. Hadisteki avuçla kastedilenin yönetim olduğu söylenmiştir. Bu bağlamda “Falan falanı avucunun içine almış” denir ve bununla onu idare ettiği anlatılır.
Buna göre hadiste anlatılmak istenen şey, Allah’ın Hz. Peygamber’i idaresindeki lütufları ile Hz. Peygamber’in bu lütufların ferahlığını hissettiğini açıklamaktadır. Çünkü her türlü ferahlığa, rahatlığa ve hoşnutluğa serinlik denir. Hadislerde yüce Allah’ın azı dişleri görününceye kadar güldüğü söylenmektedir. Bunu hakiki anlamına yormak mümkün değildir. Bu nedenle Allah bizim gülmemiz gibi olmayacak şekilde güler denilmiştir. Gülmenin yorumunun, her işte iyilik ve başarı müjdelerinin açığa vurulması olduğu söylenmiştir. Bu anlamda bahçenin çiçekleri açtığında “bahçe güldü” denir. Buna göre gülmenin anlamı, hayır ve başarı müjdelerinin O’ndan açığa çıkması iken azı dişlerinin görünmesi,O’ndan olması beklenen şeyin künhünün ortaya çıkmasıdır.
Beyan ilminde behresi olan kimse, anlamın açıklığı ve haşmetini dikkate alarak ve anlamın düşüklüğünü doğuracak şeylerden yüz çevirerek zikredilen müteşabih âyet ve hadislerin çoğunu temsil ve tasvire ve bir kısmını da mecaza yorar. Sana düşen bu âyet ve hadislerde derinlemesine düşünmek ve onlara yaraşır anlamlara yormaktır. Yardım istenen Allah’tır ve güven O’nadır.
Seyyid Şerif Cürcani – Mevakıf Şerhi,(Eş’ari Kelamı) cilt:3,syf:174-184
Türkiye Yazma Eserler
0 Yorumlar