Kemalizm’in Babası:Moiz Kohen

 

Munis-Tekinalp-Moiz-Kohen Kemalizm’in Babası:Moiz Kohen

Cemiyet içerisindeki Yahudi/Mason Cephenin en kıdemli tem­silcilerinden biri de, Türk olmayan “Türkçülerden” Moiz Kohen idi. Asıl mesleği hahamlık olan Kohen, soydaşı Emmanuel Carasso’nun aksine, isim değiştirip ‘dönmeliği’ tercih etmişti. Nasıl etmeyecekti ki, “Türk’ün Ruhunu” yazan birinin adı ‘Moiz Kohen olabilir miydi? Ne kadar ‘samimi’ olduğunu göstermek için, çok sevdiği ve çalışma­larında sürekli destek olduğu Ziya Gökalp’in soyisminden esinlene­rek, adını ‘Tekin Alp’ olarak değiştirmişti. Zira Kohen, yakın arkada­şı Ziya Gökalp’i olgun bir ‘kabbalist’ olarak görüyordu.(60)

Moiz Kohen de, Cemiyef in diğer Yahudi/mason cephesinde yer alan bütün dava arkadaşları gibi, Alliance Israélite Universelle mezu­nuydu. Kohen’in Cemiyet ile tanışması, Selanik’te yayınlanan ve ateşli yazılarıyla Cemiyete en büyük desteği veren ‘Asır’ gazetesiyle başla­mıştı. Moiz Kohen, daha sonra “Yeni Asır” ismini alacak olan bu gaze­tede tam beş yıl boyunca hem yazar hem de yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Asır, Selanik’te kurulan ilk Türkçe gazete olmakla birlikte, Kosova, Manastır, Yanya hatta Bosna ve Girifte önemli bir abone kitlesine sahipti. Kohen, aynı gazetede yazan Mithat Şükrü Bileda, Ömer Naci, Ali Canip, Manyasizade Refik, İsmail Canbulat ve Aka Gündüz gibi Cemiyef in ‘Türkçü’ üyeleriyle sıkı bir dostluk kurmuştu.(61) Cemiyetle Selanik’te başlayan sıkı ilişkiler, Moiz Kohen’i meşrutiyet öncesinde bir ‘ittihadçı’ yapmıştı. O artık Selanik’teki mason ve Cemiyet toplantılarının vazgeçilmez müdavimlerinden biriydi.

Emmanuel Carasso, ihtilalin bir an önce gerçekleştirilmesi için Cemiyet in ‘örgütleme faaliyetleriyle uğraşırken; Kohen, daha o günlerde Türklere etnik kimlik’ arayışına girmiş, toplum mühen­disliğine soyunmuştu, önceleri Cemiyet’in “îttihad-ı anasır” tezini savunurken, Balkanlardaki ayrışma nedeniyle bu görüşten vazgeçip rotayı “Türklüğe” kıran Kohen, kendi ırkdaşlarım bile Türkçe ko­nuşmaya zorlayacak kadar ‘Türkçü’ olmuştu. Ancak Moiz Kohen’in sürekli ‘Türklüğe’ vurgu yapması, doğrusu düpedüz bir çelişkiydi. Zira ‘millet-i hakime’ konumundaki Türklerin “Ayrı bir millet oldu­ğu” özellikle vurgulanarak, aslında diğer milletlerin etnik kimlikleri meşrulaştırılmış oluyordu.

Üstelik Moiz Kohen’in Cumhuriyet sonrası fikirlerine bakılırsa, bunu bilinçli olarak yaptığını söylemek de mümkün. Kohen, hemen bütün yazılarında Türk-Arap ayrımını sürekli gündemde tutmuş ve İslamiyet’ten “Kara kuvvet”, “Çöl hayatı”, “Çöl kanunu”, “Arap kültü­rü”, “Gericilik”, “Esaret hayatı”, “Heyula” ve “Manevi esaret” şeklinde bahsetmişti. Dahası, Kohen İslamiyet’i “Türkün atalar ruhunu zinci­re vuran din” olarak görüyordu.(62) Moiz Kohen’e göre, Türkler İslam’ı bırakmalı ve eski ‘şaman’ inanışına dönüş yapmalıydı. Üstelik bunu söylerken de, Yahudilerin “Türklerin İslam öncesi halini çok benim­sediğini” üzerine basa basa vurgulama gereği duymuştu.

Moiz Kohen’in 1936 yılında yazdığı “Kemalizm” adlı eserinde; Türklerin İslam’ı kabul ettikten sonra özünü kaybettiğini vurgulaya­rak, ‘Arap kültürünün hakimiyetine girdiği’ tezini ısrarla işliyordu. Nitekim onun bu görüşü, yeni rejimin seçkinleri tarafından eski re­jimi karalamak için kullandıkları en önemli argümanlardan biri ola­caktı. Mesela Kohen’in “kahrolsun şeriat” sözleri, bugün çok daha cı­lız olsa bile, yakın zamana kadar bazı katı ulusalcılar ve Kemalistlerce sıkça kullanılan bir slogandı. Ayrıca ulusalcılar tarafından klişe haline getirilen “Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” görüşü de yine Moiz Kohen’e aitti. İlginçtir, Kohen Türkiye’de Arap düşmanlığını’ körük­lerken, soydaşı ve İsmet İnönü’nün Lozan’daki özel danışmanı Haim Nahum da Mısır’da Arapları Türklere karşı kışkırtmakla meşguldü.(63)

Moiz Kohen’in Yeni Asır’la başlayan Osmanlı kamuoyunu sekü- ler ‘değişim ve dönüşüme’ hazırlama görevi, Genç Kalemler, Türk Yurdu ve İslam Mecmuası gibi Cemiyet’in yayın organlarında devam etti. Yazmış olduğu makale ve kitaplarla Osmanlı sonrasında oluşa­cak yeni rejimin çerçevesini çizdi. Her şeyden önce, Osmanlı devle­tinin 1. Dünya Savaşına girmesinin psikolojik altyapısını hazırlayan en önemli kalemşörlerden biri oldu. Savaş öncesi yazdığı ve Cemiyet yönetimi tarafından çeşitli dillere çevrilen “Türkler Bu Muharebede Ne Kazanabilirler” adlı risaleyle, savaşın ana hedefinin “Turan’ı kur­tarmak” olduğunu savunuyordu. Kohen, cumhuriyet kurulduktan sonra da sıkı bir Kemalist olmuştu. Dahası, Kemalizm’in ideoloji­sini tanıtan makale ve kitaplarına bir de CHP militanlığını eklemiş­ti.(64)

İnceleyin:  Bir Dinsizlik örneği Daha!.(2)

1915’te “Türkismus und Pantürkismus”, 1928’de “Türkleştirme”, 1936’da “Kemalizm” ve 1944’te “Türk Ruhu” isimli kitapları yazarak, yeni rejimin yeni felsefesini sistemleştirme görevini üstlendi.Kohen, sadece fikrî anlamda ‘Türklüğe’ hizmet etmekle kalma­mıştı. “Türkçülüğü” özendiren çeşitli cemiyetler de kurdu. Mesela Tamim-i Lisanı Osmani Cemiyeti, 1928’de Nissim Mazliyah, Dr. Samuel Abrevaya ve Yunus Nadi ile birlikte kurdukları Türk Hars Birliği ile Türk Kültür Cemiyeti, onun düşüncelerini pratiğe döktüğü kuruluşlardı. Kohen de Emmanuel Carasso gibi Cemiyet içerisinde belki önemli bir görev almamıştı ama, hiçbir zaman derin iktidar çemberinin dışında da kalmamıştı. Mesela meşrutiyet sonrasında Cemiyet kadrolarının eğitilmesinde’ büyük rol oynadı.

Avrupa’daki partiler hakkında Cemiyete bağlı İttihad Kulüpleri nde çeşitli konfe­ranslar vererek(65) yeni rejimin kökleşmesini sağlıyordu. Aynı Kohen, cumhuriyet döneminde ise yönetici olmayan seçkinler’ içerisinde yer aldı. Bu dönemde ‘Türkçülük’ çalışmalarından ziyade Batı mede­niyetine önem veren Kohen in, Meşrutiyet sonrasında Cemiyet üye­lerine verdiği konferansların yerini, halkevlerinde tek parti üyelerine verdiği seminerler almıştı.

Politik seçkinlerin ve atanmışların halk egemenliğine üstünlüğü ya da bir başka deyişle “Halka rağmen zorbalık” Kohen tarafından sistemleştirilmişti.(66)

Tek Parti dönemindeki ceberut uygulamaları ‘kuruluş felsefesiyle’ açıklama taktiği ve vesayetin meşrulaştırılması- nı teori haline getirmek de, yine bir Moiz Kohen ürünüydü. O, “Ke­malizm” adlı kitabında vesayeti savunurken şöyle diyordu: “Millet için idare-i hükümet edilişini anlayabiliriz. Fakat millet marifeti ile idare nasıl olunur? Bugün hiç kimse milli hakimiyet prensibini inkar etmemektedir. Fakat bu hakimiyeti nasıl kullanmalı. Milletin emeli­ni nasıl keşfetmeli ve nasıl anlamalı? Halk kitleleri şekilsiz ve şuursuz değil midir? Harpte harekatı idare eden, ona kumanda eden ordu, yani asker kitlesi mi, yoksa erkan-ı harbiye zabitleri midir? Madem ki her şeyde vücudu idare eden baştır, bütün bir milletin mukad­deratının mevzu bahis olduğu siyaset işinde niçin böyle olmasın?”(67) İşte Moiz Kohen’in Cumhuriyet döneminde teori haline getirdiği bu vesayetçi bakış, aslında Cemiyet’in de temel felsefesiydi.

Soydaşı ünlü tarihçi Prof. Dr. Jacop M. Landau tarafından “Ulusal ülküyü savunan bir yurtsever” olarak tanıtılan Kohen’in, Türkiyede yeni kültür kodlarının benimsetilmesinde büyük gayretleri oldu. Mesela resmi ideolojinin yerleşmesinde psikolojik savaş aracı olarak görev yapan ve daha sonra CHP’nin resmi yayın organı haline gelen Hakimiyeti Milliye (Ulus) gazetesinde önemli görevler üstlendi. Zira Kohen, “kahrolsun şeriat” ve Mustafa Kemal’in “Türk peygam­beri” olduğu yazılarını bu gazetede yazmıştı.

Şeriatı “Çöl kanunu” olarak niteleyen Kohen, yeni rejimden duy­duğu memnuniyeti ifade ederken, asıl misyonunu da şöyle açığa vu­racaktı: “Artık 1935’teyiz. 12 senelik bir müddet zarfında yeni Türk, kendine yeni bir ruh, yeni bir ahlak, yeni bir tarih, hatta Allah’ı ar­tık ‘tanrı’ diye andığı için, diyebilirim ki yeni bir Allah yaratmıştır. Türk’ün şimdi kafası başka, serpuşu başka, alfabesi başkadır. Onun şimdi başka bir devleti, başka bir ekonomisi ve nihayet başka bir dili vardır. Fakat başka bir şey daha vardır ki, görünürde ehemmiyetsiz olmakla beraber, bu istihalelerle yakışık almıyordu. Yeni Türk, hâlâ teokrat olduğu zamana ait şarklı ve maziye raci ismi taşıyordu. Bu ismi Arabların, Acemlerin ve bütün öteki din kardeşlerinin taşıdığı isimlerin aynı idi. Yeni kafası, yeni kültürü, yeni ruhu binlerce se­nelik milli tarihe doğru ilerleyerek ırk ve kan kardeşlerine ulaşıyor. Halbuki ismi onu binlerce senelik milli tarihine ve garp medeniye­tine erişmek için kültür bakımından kendilerinden ayrıldığı Müslü­man milletler ailesine karıştırıyordu.”(68)

Moiz Kohen için laiklik, olmazsa olmazlardandı. ‘Kemalizm’ isimli kitabında laiklikten bahsederken, 11. bölüme “Kahrolsun Şe­riat Hükümeti”(69) başlığını atmayı uygun bulmuştu. Kohen’in en çok korktuğu şey, şeriat yönetiminin bir gün tekrar geri gelmesiydi. Bu yüzden CHP ilkelerinin anayasaya eklenmesini bile istiyordu: “Bir milletin müesseselerini tanzim, kanunlarını devletçi prensiplere göre takrir ettikten sonra, ferdi ve liberal tecrübelere sahne oluşunu tasavvur ediniz. Yine bir memleket tasavvur ediniz ki, teokrasi hare­ketlerinden temizlendikten ve tamamen laik esaslar üzerine tanzim edildikten sonra yeniden şeriat tecrübelerinin bazicesi olsun”(70)

İnceleyin:  Kânun Yoluyla İnkılâp (4.Yazı ve Son)

Oysa Moiz Cohen, soydaşları Ispanya’dan sürüldüğünde onla­ra kucak açan Devlet-i Aliyye’nin şeriatla yönetildiğini unutmuştu. “Ulusal ülküyü savunan bir yurtsever” olmak, şefkat dolu bir yardım­severliğe sırt çevirmekle mi olur bilinmez ama belki de ‘dönmelik’ işte böyle bir şeydi. ‘Turancılığı’ savunan bir kişinin, bir Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğunu yerden yere vurması, aslında onun gerçek derdinin Türkçülüğü savunmak olmadığının da açık göstergesiydi.

Moiz Kohen’in “Türklerin İslamiyet’i benimsedikten sonra benliklerini kaybettikleri, Arap kültürünün etkisinde kaldıkları ve İslamiyet’i ilerlemeye engel olduğu”(71) tezi, yeni nesillere Osmanlı’nın yıkılışının ‘haklı’ gerekçeleri olarak sunulması tesadüf olmasa gerek…

Sözde ‘Türklüğü’ savunup, siyonist eğilimlerden uzak durmaya çalışan Moiz Kohen, aynı zamanda koyu bir siyonistti. Ancak onun diğer siyonistlerden farkı, Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak ye­rine, Osmanlı’nın tümden ‘Yahudileştirilmesini’ savunmasıydı. Bu görüşünü, 9. Dünya Siyonist Kongresine Selanik delegesi olarak ka­tıldığında dile getirmişti. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahu- dilerin siyonist kongreleriyle Filistin’de toplaması amaçlanırken, Ko­hen bu göçlerin Osmanlı’nın farklı bölgelerine yapılmasını istiyordu.

Cemiyet’in Selanik’teki önemli yayın organlarından biri olan Za­man gazetesinde 20 Ocak 1909 tarihinde yazmış olduğu makalede, Osmanlı topraklarının çok geniş, ancak nüfusunun az olduğunu vur­gulayarak, Yahudi muhacir celp ve iskanın Osmanlı’nın geleceği için bir “Lazime-i hayat” olduğunu söylüyordu. Moiz Kohen in Yahudi cemaati arasında ‘Türkçe konuşmayı teşvik etme’ girişimi de, onun ne kadar ‘Türksever’ olduğuna bağlanıyor. Oysa bu görüş bile baş­lı başına bir çarpıtmanın ürünüydü. İspanya’dan kovulan Yahudiler Osmanlı vatandaşlığına geçmelerine rağmen, özellikle Selanik Yahu- dileri kendi aralarında hâlâ İspanyolca konuşuyorlardı. İşte Kohen in Yahudilere telkini, İspanyolca yerine Türkçe konuşmalarıydı. Yoksa İbranice’nin terk edilerek Türkçe konuşulmasının istenmesi değildi. Nitekim zaten Kohen’in bu çağrısına uyan kimse de olmamıştı.

Moiz Kohen, yazmış olduğu kitap, risale ve makalelerle yeni reji­mi benimsetip kökleştirmeyi hedefliyordu. Öyle ki 29 Mayıs – 3 Ha­ziran 1939 tarihleri arasında toplanan CHP 5. Büyük Kurultayında parti programı görüşülürken; Kazım Nami Duru, Kemalizm’in ye­terince benimsenmediğinden ve Moise Cohen’in ‘Kemalizm’ isimli kitabının okunmadığından yakınacaktı. Duru şöyle diyordu: “Ke­malizm nedir? Görüyorum ki, birçok yerlerde Kemalizm’in ne ol­duğunu bilenler yoktur. Hatta partili arkadaşlarımız arasında parti­mizin ‘Türk’ün Amentüsu sayarak onu okumuş hazmetmiş ve ona göre hareketi kendisine prensip ittihaz etmiş olanlar azdır. Mateessüf arkadaşlar bunun üzerine hiç kitap yazılmamıştır. Yalnız bir kitap yazılmıştır. Onu yazan da Tekin Alp (Moiz Kohen) isminde bir Mu­sevi vatandaşımızdır.”(72) Peki bu kadar Türk ve Türkiye ‘sevdalısı’ olan Moiz Kohen’in Paris’te son dönemlerini yaşarken vasiyeti neydi der­siniz? Söyleyelim: öldüğünde cenazesinin Türkiye’ye götürülmeme­si ve Paris’teki Yahudi mezarlığına defnedilmesi…

Murat Akan – Üst Akıl,syf:382-386

Dipnotlar:

60- Milliyet, 31 Ocak 2005.
61- Liz Behmoaras, Bir Kimlik Arayışının Hikayesi, Remzi Kitabevi, İs­tanbul, 2005, s. 15-16.
62- Süleyman Kocabaş, Vaat Edilmiş Toprak Filistin İçin Mücadele, Tür­kiye ve Siyonizm, Vatan Yayınları, 1987, s. 197-200.
63- Abdullah Akgül, Faiz ve Zina Serbestliği, Şirk Düzenidir, Milli Gaze­te, Ağustos 2013.
64- Liz Behmoaras, a.g.e, s.68.
65- Zaman, no: 290,14 Ağustos 1325/27 Ağustos 1909,s.3.
66- Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1936, s. 222.
67- A.g.e, s.72-73.
68- A.g.e, s 171.
69- Şarika Gedikli Berber, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçişte Yahudile- rin Türkiye Cumhuriyetine Uyum Süreci, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012, s. 1779-1800.
70- Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1936, s. 194.
71- A.g.e, s. 109.
72- CHP 5. Büyük Kurultay Zabıtları, Ulus Basımevi, Ankara 1939, s.86.

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir