İlmin Üstünlüğüne Dâir Aklî Deliller

ilim-696x465 İlmin Üstünlüğüne Dâir Aklî Deliller

İlmin üstünlüğünü gösteren aklî delillere gelince bunlar da çoktur:

1) İşler dört kısımdır:

a) Aklın razı olduğu fakat şehvetin razı olmadığı işler.

b) Şehvetin razı olduğu, fakat aklın razı olmadığı işler.

c) Hem aklın hem de şehvetin razı olduğu işler.Ve;

d) Aklın da, şehvetin de razı olmadığı işler.

Birincisi, dünyadaki hastalık ve kötülüklerdir.

İkincisi, bütün günahlardır.

Üçüncüsü, ilim;

Dördüncüsü ise cehalettir.

Buna göre ilmin cehalet karşısındaki durumu cennetin cehennem karşısındaki durumu gibidir. Akıl ve şehvet cehenneme razı olmadıkları gibi cehalete de razı olmazlar. Akılla şehvet cennete razı oldukları gibi ilme de razı olurlar. Buna göre cehalete razı olan kimse mevcud bir ateşe razı olmuş; ilimle meşgul olan kimse de hazır bir cennete dalmış demektir. İlmi cehalete tercih eden herkese “Cennette durmayı alışkanlık haline getirdin. Onun için gir cennete” denilir. Cehaletle yetinen kimseye de “Cehennemde durmayı alışkanlık haline getirdin. Onun için cehenneme gir” denilir.

İlmin Cennet, cehaletin ise cehennem olduğuna şu delalet eder: Lezzetin kemali sevgiliye ulaşmada, elemin kemali ise sevgiliden uzaklaşmadadır. Yaralamak, şüphesiz acı verir; çünkü yaralamak, bedende birbiriyle kaynaşmış cüzlerden birini diğerinden ayırır. Kaynaşmaktan maksat, cüzlerin bir arada bulunmasıdır. Bu yaralama, bu bütünlüğün kaybolmasını gerektirince, böylece o sevilenin de gitmesini ve uzaklaşması neticesini verir. Bu da muhakkak ki, elem verici bir hadise olur. Ateşle yakmak, yaralamaktan daha fazla acı verir; çünkü yaralamak ancak belirli bir parçanın diğer parçadan uzaklaşmasını ifade eder. Ateş ise, bütün parçaların içine nüfuz edip dalar. Böylece ateş, bütün cüzlerin birbirinden uzaklaştırılmasını gerektirir. Ateş ile yanmadaki ayrılıklar daha şiddetli olunca, oradaki acı da çok çetin olur.

Lezzete gelince, bu sevilene vasıl olmaktan ibarettir. Buna göre yeme lezzeti bedene uygun düşen yiyecekleri almadan ibarettir. Bakma lezzeti de böyle meydana gelir. Çünkü görme kuvveti, görülen şeyleri idrak etmeye düşkündür. Bu sebeble görülen şeyleri idrak etmek görme kuvveti için bir lezzettir. Böylece bununla, lezzetin sevilen şeyi idrak etmekten; elemin sevilmeyen şeyleri idrak etmekten ibaret olduğu ortaya çıkmış olur. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki idrak ne kadar şümullü ve ne kadar güçlü olur ise idrak edilen şey de ne kadar şerefli, ne kadar mükemmel, ne kadar temiz ve ne kadar kalıcı olursa, bunu idrakten elde edilen lezzetin de daha kıymetli ve daha mükemmel olması gerekir.

Şüphesiz ilmin yeri ruhdur. Ruh bedenin en kıymetli unsurudur. “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur, 35) ayetinin tefsirinde izahı geleceği gibi, aklî İdrakin en derin ve en kıymetli idrak olduğunda şüphe yoktur. Şüphesiz malum (yani bilinen şeyler de) kıymetlidir. Çünkü malum, alemlerin Rabbi olan Allah Teala ile O’nun, melekler, felekler, unsurlar, cansızlar, bitkiler, ve hayvanlardan müteşekkil mahlukatı ve bütün ahkâmı, emirleri ve yüklediği mükellefiyetlerdir. Bunları bilmeden daha yüce hangi malum vardır.

Böylece ilmin kemalinin ve lezzetinin üstünde başka bir kemal ve lezzet; cehalet bahtsızlığının ve onun noksanlığının üstünde başka bir bahtsızlık ve noksanlık olmadığı ortaya çıkmış olur. Bu söylediklerimizin doğruluğunu şu da göstermektedir: Birimize ilmi bir mesele sorulduğunda eğer onu bilir ve doğru cevab vermeye muktedir olursa bundan dolayı sevinir ve sürür bulur. Eğer onu bilemezse utancından başını yere eğer. Bu, ilimden hasıl olan lezzetin, tadın, lezzetlerin en mükemmeli, cehaletten hasıl olan şekavetin (bahtsızlığın) da bahtsızlıkların en ilerisi olduğuna delalet eder.

Burada ilmin üstünlüğünü gösteren başka naslar (ayet ve hadisler) da var. Fakat biz onları daha önce zikretmeyi unuttuk. Burada onları zikretmemize bir mani yoktur.

1) İlk nazil olan ayet:”Yaratan Rabbinin adı ile oku. O, insanı bir alakadan yaratmıştır. Oku. Senin Rabbin, kalemle (yazı yazmayı öğreten) kerem sahibidir. İnsana bilmediğini o öğretti”‘(Alak, 1-5) ayetleridir. Bu ayetler arasında tenasübün gözetilmesi gerektiği söylenmiştir.

Buna göre: ayeti ile: âyeti arasında ne münasebet vardır?

Buna şöyle cevab verilmiştir: Bu ayetler arasındaki münasebetin vechi şudur: Cenab-ı Hak insanın, alaka olan ilk durumunu zikretmiştir. Bu alaka (yani ana rahmine tutunan meni zerresi) en değersiz şeydir. Yine Cenab-ı Hak insanın son durumundan bahsetmiştir ki bu insanın alim olma durumudur. Bu da en yüce mertebedir. Bu tertib ile sanki Cenab-ı Hak şöyle demiştir: Ey insan sen ilk durumunda en değersiz derecede idin de son durumunda derecelerin en şereflisine ulaştın. Bu en şerefli dereceye ulaşmak, ancak ilmin en şerefli derece sayılmasıyla mümkündür. İlimden daha şerefli birşey olsaydı bu makamda onun zikredilmesi daha uygun olurdu.

İnceleyin:  Muhyiddin İbn Arabi – Rahmetün Mine’r-Rahman – Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri cild:1-2-3-4-5 (Notlarım)

2) Cenab-ı Hak; “Oku. Senin Rabbin kalemle (yan yazmayı) öğreten kerem sahibidir” {Alak, 5) buyurmuştur. Usul-ü fıkıhta, bir hükmün bir vasfa dayanması, o vasfın hükmün illeti olduğunu hissettirir. Bu, Cenab-ı Allah’ın “ekrem” olma vasfına ilmi vermesiyle müstehak olduğuna delalet eder. Eğer ilim başka şeylerden daha şerefli olmasaydı, onu vermek başkasını vermekten daha şerefli olmazdı.

3) Cenab-ı Allah: “Allah’dan ancak alim kullan hakkıyla korkar”(Fatır. 28) buyurmuştur. Bu ayette, ilmin faziletine delalet eden birçok husus vardır;

a– Ayet cennet ehli olan bir guruba delalet eder. Bu böyledir, çünkü, alimler Allah’dan korkanlardandır. Kim de Allah’dan korkarsa cennetliklerden olur. O halde alimler cennet ehlindendir. Âlimlerin haşyet ehli olduklarını (Allah’dan korktuklarını):” âyeti gösterir. Haşyet ehlinin cennet ehlinden olacaklarını da: Onların Rableri katındaki mükafaatları, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Allah bunlardan razı olmuştur, bunlar da O’ndan hoşnûd olmuşlardır. İşte bu (mükafaat) Rabbinden korkanlara mahsustur.”(Beyyine, 8)ayeti ile; “Rabbisinin huzurunda durmaktan korkan kimseler için iki cennet vardır “(Rahman, 46) ayeti gösterir.

Buna Cenab-ı Allah’ın şu hadis-i kutsisi de delalet eder: “İzzetime ve Celalime yemin ederim ki hiçbir kuluma iki emniyeti veya iki korkuyu aynı anda vermem. Eğer o dünyada benden emin olur (korkmazsa), kıyamet günü onu korkuturum. Eğer dünyada iken benden korkarsan kıyamet günü onu emin kılarım.” Bu delilin iki önermesini akılla isbat etmek mümkündür. Allah’ı bilmenin Allah’dan korkmayı gerektirdiği meselesinin izahına gelince, bu böyledir. Çünkü bir şeyi bilmeyen kimsenin o şeyden korkması imkansızdır. Sonra bir şeyin sadece zatını (varlığını) bilmek ondan korkmada yeterli olmaz. Bununla beraber üç şeyi daha bilmek gerekir:

a) Kudretini bilmek. Çünkü hükümdar, halkının kendi çirkin işlerine muttali olduklarını bilir ama onlardan korkmaz. Çünkü o, onların buna karşı çıkmaya kudretleri olmadığını da bilir.

b) Bildiğini bilmek. Çünkü hükümdarın malından çalan kimse, onun kudret sahibi olduğunu bilir. Ancak onun, kendisinin ona ait maldan çaldığını bilemeyeceğini de bilir de hırsızlığından dolayı ondan korkmaz.

c) Hüküm sahibi olduğunu bilmek. Çünkü hükümdarın emrindeki kimse, onun kendisini menetmeye kadir olduğunu, kendisinin çirkin fiillerini bileceğini bilir. Ancak O’nun, kendisinin uygunsuz fiillerine göz yumacağını Dildiği için, bunlardan dolayı hükümdardan korkmaz. Ama hükümdarın, Kendisinin kötü işlerine muttali olduğunu, kendisini men’ etmeye kadir olduğunu ve uygunsuz fiillerine göz yummayan bir hüküm sahibi olduğunu bildiğinde, bunlar o kimsenin kalbinde korkunun meydana gelmesine sebeb olur.

Böylece kulun Allah’dan korkması ancak, Allah’ın herşeyi bildiğini, -herşeye kadir olduğunu, hoş olmayan ve haram olan şeylere razı olmayacağını bildiği zaman hasıl olur. Bu sebeble de korkunun, Allah’ı bilmenin ayrılmaz arkadaşı olduğu ortaya çıkmış olur. Biz, korkunun cenneti elde etmenin sebebi olduğunu söyledik. Bu böyledir, çünkü kul için dünyevi bir lezzet meydana gelir, bu lezzet emr-i ahi’nin aksine olur ve kul da bunu isteyerek yaparsa, bu fiil hem bir zarar hem de bir faydayı ihtiva etmiş olur. Akl-ı selim üstün olan tarafın diğer tarafa tercih edilmesi gerektiği hükmünü verir. İnsan imanının nuru ile bu dünyevi lezzetin, ahiretteki elem karşısında çok önemsiz kaldığını bilince, bu iman bu dünyevi lezzetten kaçmasına sebeb olur ki işte bu haşyet (korku)’dir.

Yine insan haram olanı bırakıp vacib olanı yaptığında sevaba ehil olur. Nakli ve akli delillerle, Allah’ı bilen kimsenin, Allah’dan korktuğu, Allah’dan korkanın ise cennetliklerden olduğu böylece ortaya çıkmış oldu.

İnceleyin:  Peygambere Mahsus Sıfatlar

d) Ayetin zahiri ancak alimlerin cennet ehli olduğunu gösterir. Çünkü lafzı hasr (ancak, sadece) manası ifade eder. Böylece bu ayet, ancak âlimlerin Allah’dan korktuğuna delalet eder. İkinci olarak zikredilen “Bu Rabb’inden kimseyedir “(Beyyine, 8) âyeti de cennetin Allah’dan korkanlar için olduğuna delalet eder. Cennetin Allah’dan korkanlar için olması, başkaları için de olmasını nefyeder. Bu sebeble bu iki ayet birden cennet ehlinin sadece alimler olduğunu gösterirler. Birinci ayette şiddetli bir korkutma vardır. Çünkü Allah’dan korkmanın, Allah’ı bilmenin ayrılmaz bir vasfı olduğu sabit olmuştu. Buna göre Allah’dan korkmamak, Allah’ı bilmemeyi ifade eder.

Bu incelik de Allah’a yaklaştıran ilmin O’ndan korkmayı gerektiren ilim olduğu hususunda senin dikkatini çeker. Bir de, ne kadar ince ve ne kadar derin olursa olsun, Allah korkusu vermeyen hertürlü ilmî mücadele, kınanmış ilimlerdendir.

e)Âyet “Allah ancak âlim kullarından korkar” şeklinde, İl lafzının merfû, lafzının mansub olmasıyla da okunmuştur. Bu şu demektir. Şayet Cenâb-ı Hakk’ın saygı duyması caiz olsaydı, o ancak âlimleri sayardı. Çünkü onlar caiz olanla caiz olmayanı bilirler. Cahil ise bu ikisini birbirinden ayıramaz. Bu nedenle cahile ne değer verilsin, hangi iltifat yapılsın. Ayetin bu şekilde kıraatine göre, alimlere son derece kıymetli ve yüce bir mevki verilmiştir.

4) Cenab-ı Allah De ki: Ya Rabb ilmimi artır”{Taha.114)  buyurmuştur. Bu ayette ilmin kıymetine, yüce mertebesine ve Allah’ın onu çok sevdiğine en kuvvetli delil vardır. Çünkü Allah Teala, Peygamberine başka şeyi değil de bilhassa ilmini artırmasını istemeyi emretmiştir. Katade de şöyle demiştir. “Eğer bir kimse az bir ilimle yetinseydi Allah’ın Peygamberi Hz.Musa (a.s.) yetinir de (Hızır a.s.’a), “Sana doğru yol olarak öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tabi olayım mı?”(Kehf, 66) demezdi. 5) Hz. Süleyman, dünyevi her türlü mülke sahibti. Hatta O, “(Ya Rabbi),benden sonra hiç kimseye layık olmayacak bir mülk bana nasib et” (Sad. 35) demişti. Sonra O, kendisine verilen bu mülk ile iftihar etmemiş, fakat ilmi ile iftihar etmiş ve “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve her şey verildi” (Neml, 16) diyerek kuşların dilini bilmekle öğünmüştü.

Hz. Süleyman (a.s)’ın bu ilimle iftihar etmesi güzel olunca, mü’minin alemlerin Rabb’ini bilmesi ile iftihar etmesi daha yerindedir. Bir de Hz. Süleyman ilmini, “Bize her şey verildi” ifadesinden önce söylemiştir. Cenâb-ı Allah da onların durumlarının iyiliğinden bahsederken önce ilmi zikrederek:”Davud’u ve Süleyman’ı da (hatırla). Hani onlar ekin (meselesi) hakkında hüküm veriyorlardı. Hani kavmin davarı (gece ekin) içinde yayılmıştı. Onların hükmünün biz şahidleri idik. Biz onun (fetvasını) hemen Süleyman’a öğretmiştik. Zaten biz, herbirine hüküm ve ilim vermiştik” (Enbiya, 78-79) buyurmuştur. Allah Teâla bundan sonra dünya ile ilgili şeylerden bahsetmiştir ki bu da ilmin daha kıymetli olduğunu gösterir.

6) Bazıları, hüdhüd kuşunun son derece zayıf olmasına ve gayet ileri bir azarlanma durumunda kalmasına rağmen Süleyman (a.s.)’a “Ben senin bilmediğin birşeyi biliyorum “(Neml 22) demişti. Şayet İlim en şerefli şey olmasaydı, hüdhüd Hz Süleyman (a.s.) ‘a: meclisinde nasıl bu şekilde söz söyleyebilirdi. İşte bundan dolayı değersiz bir adamın, ilim öğrendiği zaman, hükümdarlar yanında sözü geçen bir kimse olduğu görülür.

7) Hz.Peygamber (s.a.s.) “Bir saatlik tefekkür, altmış senelik ibadetten daha hayırlıdır” buyurmuştur. Tefekkürün böyle üstün görülmesinin iki sebebi vardır:

a) Tefekkür seni Allah’a ulaştırır. Halbuki ibadet seni Allah’ın mükafaatına ulaştırır. Allah’a ulaştıran şey ise, Allah’dan başka şeye ulaştırandan daha hayırlıdır.

b) Tefekkür kalbe ait bir iştir, taat ise uzuvların işidir. Kalb azalardan daha kıymetlidir. Buna göre kalbin ameli azaların amelinden daha şereflidir. Bu izahımızı, Cenab-ı Allah’ın “Beni zikretmek (anmak, düşünmek) için namaz ta”(Taha, 14) ayeti de te’kid eder. Allah, bu ayette namazın kalbin zikrinin vesilesi olduğunu bildirmiştir. Gaye ise vesileden daha kıymetlidir. Bu sebeble bu, ilmin daha kıymetli olduğunu gösterir……

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 2/275-284.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir