Mutluluk Dereceleri
Allah’ın, kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin.(Nisa,32)
….
Bil ki mutluluk dereceleri, ya ruhî, ya bedeni veyahut da haricî olurlar. Ruhî mutluluklara gelince, bunlar iki çeşittir:
Ruhanî Mutluluklar, Herşeyin Örnek Şekli Olan Sıfat İledir
Birincisi: Nazarî kuvvetle ilgili olandır ki, bu tam bir zeka mükemmel bir anlayış, kemmiyyet ve keyfıyyet bakımından, başkasının bilgilerinden fazla olan bilgidir.
İkincisi, amelî kuvvetle ilgili olandır ki, bu da hareketsiz olma ile yolunu şaşırıp taşkınlık arasında olan iffet ile, hiddet ile korkaklık arasında olan şecaat ve aptallık ile bozgunculuk arasında orta bir yer olan amelî hikmeti kullanmaktır, İşte bütün bu hallerin hepsinin toplamı, adaleti meydana getirir.
Bedenî mutluluklara gelince, bunlar sıhhat, güzellik, zevk ve güzellik içinde uzun bir ömür yaşamaktır Haricî mutluluklar ise, bir kimsenin sâlih evladlarının, akrabalarının, dostlarının ve yardımcılarının çok olması: eksiksiz bir yetki sahibi olması; sözünün nafiz, insanlar tarafından sevilen, onlar arasında güzel bir şekilde yâd edilen ve sözü tutulan bir kişi olmasıdır.
İşte bu, bütün mutluluklara bir işarettir ki, bunların bir kısmı fıtrî olup, kesbin bunlarda bir tesiri söz konusu değildir; bir kısmı ise kesbîdir, sonradan kazanılır. Bu kesbî olan yok mu, insan bunu iyice düşündüğünde, bunu da sırf Allah’ın bir bağışı ve atiyyesi olarak görür. Çünkü sebeplerde, engelleri ortadan kaldırmada ve gerektiricı sebepleri meydana getirmede bir tercih bulunmamaktadır. Aksi halde, say ve gayretin sebebi müşterek olmuş olur.
Mutlulukları elde etmek ve matluba ulaşmak ise ortak olmamış olurdu.
İşte Cenâb-ı Hakkın, kendileriyle insanların bir kısmını diğer bir kısmını üstün kıldığı mutlulukların çeşitleri bunlardır.
Üçüncü Mesele
İnsan, çeşitli faziletlerin diğer bir insanda bulunduğunu müşahede edip, kendisini bu faziletlerin hepsinden ya da büyük bir kısmından mahrum görünce, bu durumda kalben kederlenir, zihni karışır, sonra da kendisinde şu iki hal meydana gelir:
a) Bu kimse, o mutlulukların o insandan zail olmasını temenni eder.
b) Ya da, bunu temennî etmez de, onunki kadar bir mutluluğun kendisi için de bulunmasını temennî eder. Bunlardan birinci hal, mezmûm ve kötü olan bir haseddir. Zira, âlemin müdebbiri ve yaratıcısı olan Allah’ın ilk gayesi, kullarına ihsanda bulunup onlara cömert davranarak, adeta sağanak halindeki yağmurlar gibi, onlaraikram ve ihsanlarını dökmesidir.
Binaenaleyh, kim bunun zail olmasıni isterse, o kimse sanki Cenâb-ı Hakk’ın âlemi yaratıp mükellef varlıkları halketmesindeki ilk maksadı hususunda Allah’a itiraz etmiş olur. Yine çoğu kez o kimse, kendisinin bu nimetlere o insandan daha lâyık olduğuna inanır. Ki bu da, Allah’a bir itiraz ve O’nun hikmetini bir ta’n olur.
Bütün bunlar ise insanı küfre ve bid’at karanlıklarına düşüren, kalbinden iman nurunu silip süpüren şeylerdendir. Hased, dinî bakımdan bir fesada sebep olduğu gibi, dünyevi bakımdan da fesadın sebebidir. Çünkü bu durum sevgiyi, muhabbeti, dostluğu sona erdirir ve bütün bu halleri, onların zıddına dönüştürür.
İşte bu sebeplerden dolayı, Cenâb-ı Hak kullarını bundan nehyederek, “Allah’ın, kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaphğı şeyleri temenni etmeyin” buyurmuştur.
Bil ki bu hasedi nehyetmenin sebebi, dinlerin temel kaidelerinin farklılığına göre farklılık arzetmektedir. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaât mezhebine göre Cenâb-ı Hak, “Ne dilerse, hakkıyla yapandır” (Burûc, 16); “O, yapacağından mesul tutulmaz, fakat insanlar mesul olurlar” (Enbiya. 23)
Binaenaleyh, O’nun yaptıklarına itiraz edilemez, O’nunla münakaşa etmeye hiçkimsenin takati yetmez, her şey O’nun yaratmasıdır; yapmasının nedeni-niçini yoktur. Neden, niçin diye sorulam Bu böyle olunca, bütün kîlukâl kapıları tıkanmış ve itiraz yollan merdûddur
Mutezile mezhebine göre, itiraz yolları da kapanmıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Allâmu’l-guyûb” (gaybleri hakkıyla bilen)dir.
Binaenaleyh O, mahlukatının yararına otan bütün faydalı şeyleri ve hükümlerdeki incelikleri eksiksiz bilendir.
İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, ‘ Eğer Allah (bütün) kullarına (aynı seviyede) bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı’ (Şûrâ, 27) buyurmuştu.
Bu her iki izaha göre de,mutlaka her insanın Allah’ın kaza ve kaderine razı olması gerekir.
İşte bundan ötürü, bir hadis-ı kudsîde şöyle buyurulmuştur: “Kim benim kaza ve kaderime teslim olur, belâlarıma sabreder ve nimetlerime de şükrederse, onu sıddik olarak kaydederim. Kıyamet gününde onu, sıddîklerle beraber hasrederim. Kim de benim kaza ve kaderime rıza göstermez, belâlarıma sabretmez ve nimetlerime de şükretmezse, o kimse benden başka bir Rab arasın..”
İşte, o nimetlerin o kimseden zail olmasını temenni eden kimse hakkında söylenebilecek söz bundan ibarettir.
İbn Sîrin’in Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet etmiş olduğu şu hadis de bunu teyid etmektedir. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber; “Bir kimse, (din) kardeşinin talip olduğu kıza talip olmaz (olmasın); kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmaz (yapmasın); bir kadın da, yerine geçmek için, kız kardeşinin boşanmasını istemez. Çünkü ona rızık veren Allah’tır” buyurmuştur.
Bütün bunlardan maksat, hasedden iyice sakındırmaktır. Ama bu nimetlerin kardeşinden zail olmasını istemez, aksine bir o kadar da kendisinin olmasını isteyen bir kimse olursa, bunu caiz gören âlimler bulunmaktadır. Ancak, muhakkik âlimler bunun da caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü o nimet, çoğu kez dinî bakımdan o kimse hakkında bir mefsedet, dünyevî bakımdan da bir zarar olur.
İşte bu sebepten dolayı muhakkik âlimler, “Bir kimsenin: “Allah’ım, bana falancanın evi gibi bir ev; falancanın karısı gibi bir karı nasib et” demesi caiz olmaz, aksine “Allah’ım, bana dinim, dünyâm, âhiretim ve maişetim konusunda hakkımda uygun olan şeyleri ver” demesi gerekir” demişlerdir.
İnsan çoğu kez düşündüğünde, kullarına bir öğretme olsun diye, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerim’de zikretmiş olduğu, “Ey Habbimız, bize dünyada da iyi hal ver, âhirette de iyi hal ver ve bizi o ateş azabından koru” (Bakara, 201) şeklindeki duadan daha güzelini bulamaz.
Katâde, Hasan el-Basrî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Hiç kimse, mal temennisinde bulunmasın.. Sa’lebe hakkında olduğu gibi, belki de onun helaki o maldandır…”
İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu âyette “Allah’tan fazlını isteyin” ifadesinden kastedilen de budur.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 8/7-8