Peygamberlerin ortaya koyduğu olağanüstü hâdiselere mucize denmesinin sebebi, peygamber olmayanların, bunların bir benzerini ortaya koyamadıkları içindir.
Mûcize iki kısımdır:
Biri, insanoğlunun yapabileceği hâlde yapamadığı mûcizeler. Allah Teâlâ peygamberinin hak olduğunu ve doğru söylediğini göstermek için, diğer insanları o mûcizenin bir benzerini meydana getirmekten âciz bırakmıştır. Meselâ Yahudilerin ölümü temenni edemeyişleri, bazılarına göre müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm’in bir benzerini meydana getiremeyişleri gibi olaylar böyledir.
Şerh:Yahudiler “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz”,(Maide,18) “Yahudi veya Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek”(Bakara,111) diye iddia ediyorlardı. Allah Teâlâ Peygamber Efendimize onlara şöyle demesini emretti: “Eğer âhiret yurdu başkalarına değil de, Allah katında sadece size ait ise ve siz de bu inancınızda samimi iseniz, hemen ölümü isteyin de görelim.”(Bakara,94)Ama onların böyle bir istekte bulunamayacakları âyetin devamında ve Cuma sûresinde şöyle belirtilmektedir: “Fakat onlar daha önce işledikleri günahlar yüzünden hiçbir zaman ölümü isteyemezler.Allah ise o zâlimleri iyi bilir.”
Mucizenin ikinci kısmı ise, insanoğlunun yapamayacağı, bir benzerini getirmeye gücünün yetmeyeceği mucizelerdir: Ölülerin diriltilmesi,’ asânın yılan olması, kayadan devenin çıkması,ağacın konuşması,parmaklardan suyun akması, ayın ikiye bölünmesi gibi Allah’tan başka hiçbir kimsenin yapamayacağı mucizeler böyledir. Bu mucizeler Resûlullah sallahu aleyhi ve sellemin (veya başka bir peygamberin) eliyle meydana gelse bile, gerçekte onları yaratan Cerıâb-ı Hak’tır. Peygamberin yaptığı ise, kendisini yalanlayanların bu mucizeleri göstermekten âciz olduğunu söyleyerek onlara meydan okumaktır.
En Çok Mucize Gösteren Peygamber
Peygamber Efendimiz’in eliyle meydana gelen mucizeler ile onun peygamber olduğunu ve doğru söylediğini gösteren deliller bu iki kısma da girmektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,ileride açıklayacağımız gibi, en çok ve en harikulade mûcizeleri gösteren peygamberdir. Onun mucizelerinden biri Kur’ân-ı Kerîm olup, Kur’andaki mucizelerin sayısını bin, iki bin veya daha fazla rakamla ifâde etmek mümkün değildir. Çünkü Peygamber aleyhisselâm, müşriklerden Kur’ân-ı Kerîm’in bir sûresinin benzerini getirmelerini istediği hâlde, onlar bunu bile yapamamışlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’in belagatı, yani etkili ve yerinde söz söylemesi konusunda, yetkili olan âlimler şöyle demişlerdir:
“Kur’ân-ı Kerim’in en kısa sûresi Kevser sûresidir; Kur’ân-ı Kerîrn in her bir âyeti veya âyetleri, Kevser sûresinin (âyetleri, kelimeleri ve harfleri) sayısınca mûcize ihtiva etmektedir. Kevser sûresinin kendisinde de, aşağıda açıklanacağı üzere, pek çok mûcize vardır.”
Mucizeler Kaç Kısımdır?
Resul-i Ekrem aleyhi ve sellemin mucizeleri iki kısımdır;
Kesin olarak bilinen ve bize mütevâtir olarak nakledilen mücizelerdir. Kur’ân-ı Kerîm işte bu mûcizelerden biridir. Bu mucizelerin Peygamber Efendimiz tarafından meydana getirilip ortaya konduğunda ve Resulullah’m onları delil olarak kullandığında hiçbir şüphe ve bu ümmetin büyük âlimleri arasında herhangi bir ihtilâf yoktur. Bu tür mûcizeleri kabul etmeyen bir inkâra, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bu dünyadaki varlığını inkâr etmiş gibidir ki, bu olacak şey değildir.
İnkârcılar, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah sözü olmasına ve onun delil kabul edilmesine itiraz etmişlerdir. Hâlbuki Kur an âyetlerinin ve sürelerinin sahip olduğu edebî mûcizeler inkâr edilemeyecek derecede ortadadır. Aslında o inkarcılar bunu kesinlikle biliyorlardı. Biz, bu mûcizeleri ileride açıklayacağız.
Bazı imamlarımız, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gösterdiği bütün mucizelerin, geneli itibariyle, bize mütevâtir olarak geldiğini kabul etmişlerdir. Bu mûcizeler birer birer ele alındığında kesinlik derecesine ulaşmasa bile, hepsi birden mânen ele alındığında kesinlik kazanır. Resûlullah’ın elinde herkesi hayrete düşüren şeylerin meydana geldiğinde mü’min-kâfir hiçbir kimse ihtilâf etmiş değildir; inatçıların ihtilâfı, bu olağanüstü hâdiseleri Allah Teâlâ’nın yaratıp yaratmadığı hususundadır. Mûcizeleri Cenâb-ı Hakk’ın yarattığını ve bu mûcizeleri ”Ey kulum doğru söylüyorsun!” diye Cenâb-ı Hakk’ın peygamberini tasdik etmesi anlamına geldiğini yukarıda söylemiştik.
Şerh: ‘’Kâdî Iyaz bu meseleyi, işlenmekte olan konunun baş tarafında şöyle ifâde etmişti: ‘Çünkü mucize, peygam-berlerin kendilerine inanmayanlara meydan okuması anlamına geldiği gibi, Allah Teâlâ da o insanlara: ‘Ey i kullarım! Peygamberim doğru söylemektedir, ona İtaat edin ve ardından gidin; onun gösterdiği mucizeler sözlerinin de doğruluğunu isbat etmektedir’ demiş olmaktadır.”
Peygamber aleyhisselâmın mûcizeleri hakkında nakledilen her bir haber, tek başına kesin bilgi ifâde etmese bile, onun gösterdiği bütün mucizeler birbirini desteklediği için, Efendimizin mûcizeleri kesinlik kazanmaktadır. Câhiliye devrinin ünlü şahsiyetlerinden olan Hâtim-i Tâinin cömertliği, yine Câhiliye devrinde yaşayan Antere bin Şeddâd’ın yiğitliği, tâbiîn âlimlerinden Ahnef ibni Kays’ın hilim sahibi olduğu da aynı şekilde şüphe götürmeyen bir kesinlikle bilinmektedir. Çünkü bütün târihî bilgiler Hâtim-i Tâî’nin cömertliğini, Antere’nin yiğitliğini ve Ahnef bin hilim sahibi okluğunu ortaya koymaktadır.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin gösterdiği mucizelerden bir kısmı da, birinci kısımda zikredilenler kadar kesinlik kazanmayanlardır. Bu mûcizeler de ikiye aynlır:
Onların bir kısmı, çok yaygın olan; birçokları tarafından rivayet edilen, muhaddisler, daha sonraki râviler, siyer ve tarihçiler arasında şöhret bulan mucizelerdir. Resûl-i Ekrem’in parmaklarının arasından suların kaynaması, az miktardaki bir yiyeceğin çoğalması gibi mûcizeler böyledir.
Diğer bir kısmı da, bir veya iki râvi gibi az sayıda insan tarafından nakledilen, bundan öncekiler derecesinde şöhret bulmayan, fakat bir ara ya toplandığında manen güçlenerek kesinlik derecesine ulaşan mûcizelerdir.
Mucizelerin Güvenilir Rivâyetlerle Geldiği
Ben şunu kesinlikle ifâde ederim ki, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemden meydana gelen bu tür mucizeler,mütevâtiren nakledildiği için kesin olarak bilinirler.
Ayın ikiye bölünmesi mûcizesine gelince, bunu Kur’ân-ı Kerim dile getirmiş, bu olayın meydana geldiğini haber vermiştir,(Kamer,1-2)Böyle bir şeyin Resûlullah zamanında olmadığı ancak delille reddedilebilir. Bu mucizenin, Peygamber Efendimiz zamanında gerçekleştiğine ve onu başka türlü yorumlamanın mümkün olmadığına dâir birçok sahih hadis vardır. Hadisler konusunda bilgisi bulunmayan, dine gereğince sarılmayan birtakım câhillerin sözüne bakarak bu konudaki kararımızı değiştirecek değiliz. İmanı yeterince güçlü olmayan, mü’minlerin kalbine şüphe düşürmeye çalışan zayıf akıllı bidatçıların sözlerine önem verilmez. Biz onların söylediklerini çürüterek câhil ve zayıf akıllı olduklarını ortaya koyacağız.
Resûl-i Ekrem’in parmaklarının arasından suların kaynaması, az yiyeceğin çoğalması olayları da böyledir. Bu olayları güvenilir râviler çok sayıda tabiinden, onlar da pek çok sahâbîden rivayet etmiştir.
Bu tür rivayetlerden bir kısmını, büyük bir kalabalık yine öyle bir kalabalıktan, onlar da olayların içinde bulunan çok sayıda ashâb-ı kiramdan sağlam bir senedle rivayet etmiştir. Bu mûcizeler, Hendek Gazvesi, Buvât Gazvesi,
Hudeybiye Umresi, Tebük Gazvesi gibi çok sayıda Müslüman veİslâm askerinin bulunduğu benzeri yerlerde meydana gelmiş ve şöhret bulmuştur. Ancak bu kıssaları anlatan râviye, o olayların içinde bulunan sahâbîlerden birinin karşı çıktığı, böyle bir olayın meydana gelmediğini söylediği duyulmamıştır. Bu olayları gözleriyle görmeyen sahabeler de görenlere itiraz etmemiş, duyduklarını bizzat görmüş gibi etmelerdir. O sahâbelerin, duyduklarına itiraz etmeyip susması, 0 olayı bizzat nakletmesi gibidir. Ashâb-ı kiramın, asılsız bir olay karşısında susması, bir yalanı idare yoluna gitmesi asla olacak şey değildir ” Çünkü onların kimseden bir beklentileri olmadığı gibi, hiç kimseden korkuları da yoktu. Şâyet duydukları kıssa, onların kabul etmediği, bilmediği şey olsaydı mutlaka onu reddederlerdi. Nitekim ashâb-ı kiram, bilindiği üzere, içlerinden bir kısmının rivayet ettiği ahkâmla ilgili bazı hadislere, Resûl-i Ekrem’in şemailiyle ilgili bazı rivayetlere ve Allah’ın Elçisi’nden duyduklarına aykırı olan Kur’an kıraatlerine itiraz etmiş, birbirinin içtihattaki hatâsını söylemiş, yanıldığı noktalan göstermişlerdir. Az sayıda râvinin naklettiği mûcizelerin tamamı, onları duyan sahâbelerin bu mücizeleri reddetmemesi sebebiyle, çok sayıda râvi tarafından rıvâyet edilmiş gibi kesinlik kazanmıştır.
Kötü niyetlerle uydurulan ve asılsız rivayetleri andıran «Özde mûcizeler, uzun zaman halk arasında söylenip durduktan sonra, yetkili hadis âlimleri, tıpkı diğer asılsız rivayetlerde yaptıkları gibi, bunların da sağlam bir şekilde rivâyet edilmediğini ortaya koymuşlardır.
Resul-i Ekrem Efendimiz in peygamberliğini gösteren ve az sayıda insan tarafından rivayet edildiği içki mütevatir derecesine ulaşmayan rivayetler, zamanla birbirini desteklemek sûreüyle mütevatir derecesinde güç kazanmıştır. Muhtelif zamanlarda çeşitli grupların bu mucizeleri kullanması, onları düşmanların tenkit edip asılsız olduğunu ileri sürmesi, inkarcıların gözden düşürmeye çalışması bu rivayetleri daha bir güçlendirmiş, onları yerenlerin üzüntüsünü ve öfkesini daha da arttırmıştır.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin gaybdan, eskiden olmuş, ileride olacak, âhiret hayatında meydana gelecek şeylerden haber vermesi, açıkça ve kesin bir şekilde onun peygamber okluğunu gösterir. Nitekim ünlü âlimlerimizden Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânî (v. 403/1013), kelâm âlimi Ebû Bekir ibni Fûrek (v. 406/1015) ve daha başka âlimler de böyle söylemişlerdir. Allah hepsine rahmet eylesin.
İtirazcıların Hadîs Bilgisi
Resûl-İ Ekrem’in mûcizelerine dâir rivâyetlerin haber-i vâhid türünden olduğu için kesin bilgi ifâde etmeyeceğini söyleyenlerin, hadisler ve onların rivâyeti konusunda yeterli araştırması bulunmadığını, daha çok hadis dışındaki konularla ilgilendiğini düşünüyorum. Yoksa hadislerin rivayet şekilleriyle, hadis ve şemâil kitaplarıyla ilgilenen bir kimse, daha önce de söylediğimiz gibi, mûcizelere dâir bu rivâyetlerin sahîh ve güvenilir olduğunda şüphe etmez.
Bilindiği üzere bir muhaddisin mütevâtir dediği bir hadisi, bir başka muhaddis mütevâtir kabul etmeyebilir. Meselâ insanların çoğu, duydukları bilgi sâyesinde Bağdat şehrinin var olduğunu, onun büyük bir şehir ve hilâfet merkezi olduğunu bilir. Bazıları ise, onun bu özellikleri bir yana, adını bile duymamış olabilir. Aynı şekilde Mâlikî mezhebinin fakihleri, bu mezhebe göre, ister cemaatle kılınsın ister tek başına kılınsın, namazda Fâtiha sûresi’nin mutlaka okunacağını ve ramazan ayının ilk gecesinde oruca niyet etmenin diğer günler için de yeterli olacağını, kendilerine imâmlarından mütevâtir şekilde gelen bilgilerle tereddütsüz bilirler.
Öte yandan İmâm Şafiî, oruca her gece niyet etmeyi gerekli görür; abdest alırken başın bir kısmına meshetmeyi yeterli bulur;İmâm Mâlik de, İmâm Şâfiî de kılıç ve mızrak gibi ucu demirli veya demirsiz bir âletle yapılan öldürme olaylarında kısası, abdest alırken niyet etmeyi, nikahta velînin rızâsını şart koşarlar. İmâm Ebu Hanife ise bütün bu konularda her iki imâmın da görüşlerine katılmaz. Adı geçen mezhepleri incelemeyen ve onların görüşlerine katılmayan diğer mezheplerin âlimleri ve daha başkaları bu görüşlerin hiçbirini bilmezler.
Resûlullah Efendimiz’in gösterdiği mucizeleri birer birer ele aldığımızda, inşallah bu konularda daha geniş bilgi vereceğiz.
Kadı İyaz-Şifa-i Şerif Şerhi,cild:1(Yaşar Kandemir)
0 Yorumlar