Denize Dal Desen Dalarız
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetinde Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmemiz emredilmektedir. Allah ile birlikte Rasûlü’ne itaat etmek, mü’minlerin en başta gelen görevidir. Ayet-i kerîmeler, Cenâb-ı Hakk’ın merhametini kazanmak ve doğru yolu bulmak için Rasûlullah Efendimize itaat etmek zorunda olduğumuzu bildirmektedir (Âl-i İmrân 3/ 132; Nûr 24/54).
Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edip boyun eğmeyi emreden ayet-i kerîmelerden birinin sebeb-i nüzûlü yani ayetin inmesine sebep olan hâdise, bir sahâbinin Peygamber aşkıyla ilgilidir:
Ensâr dediğimiz Medine’nin yerlilerinden olan Abdullah İbni Zeyd veya bir başka sahâbî, bir gün Efendimizin meclisine gelip oturdu. Onun hüzünlü hâli Peygamber Efendimizin dikkatini çekti.
“Hayrola, niçin bu kadar üzgünsün?” diye sordu. Abdullah İbni Zeyd:
“Bir mesele zihnimi meşgul etti de onun için.” diye cevap verdi.
Rasûl-i Kibriyâ sahâbîsini bu kadar üzen meselenin ne olduğunu öğrenmek istedi:
“Nedir seni bu kadar düşündüren mesele?” diye sordu. Sahâbî dedi ki:
“Yâ Rasûlallah! Canımız isteyince kalkıp yanına geliyoruz. Mübarek yüzüne bakıp ferahlıyoruz. Yarın âhirette sen peygamberlerin meclisine yükselecek, onlarla beraber olacaksın. Biz ise senden, senin sohbetinden mahrum kalacağız!..”
Peygamber Efendimiz, bu Rasûlullah âşığının yanık yüreğine su serpecek yerde, mübarek başını eğip bekledi. Derken Cebrâil aleyhisselâm, sadece o âşık sahâbinin yanık yüreğine değil, daha sonraki çağlarda gelecek mü’minlerin gönüllerine bir bahar yağmuru gibi yaşama arzusu serpeleyen şu ayet-i kerîmeyi getirdi:
“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberler, dosdoğru kişiler, şehidler ve sâlih mü’minlerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)
Bu ayet-i kerîme, Allah’a ve Rasûlullah’a itaat eden kimselerin, cennette İki Cihan Güneşi’nin sohbetiyle ısınacaklarını, ayrıca Allah’ın diğer seçkin kullarına komşu olacaklarını müjdelemektedir. O bitip tükenmeyen âlemde, peygamber efendilerimizle bir arada olmak, sıddîk dediğimiz imân âbideleriyle yan yana bulunmak, o şanlı şehidlerin yakınında oturmak ve o yüksek ruhlu büyük insanların komşusu olmak Allahım ne büyük saadettir!
Peygamber’e İtaat Ne Demek?
Biliyoruz ki, Allah’a itaat, O’nun emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçınmak demektir.
Peygamber’e itaat ise, onun sünnetine uymak, tebliğ ettiği her şeyi benimsemek demektir.
Allah Teâlâ Peygamber’ine itaat etmeyi, kendisine itaatle bir tutmuştur. Peygamber aleyhisselâm’ın buyruğunu tutmayan, verdiği bir emri uygulamak istemeyen kimse, ona karşı gelmiş sayılır. Böyle bir kimsenin dinle imanla hiçbir ilgisi kalmaz.
Peygamber Efendimizin verdiği hükmü kabul etmek istemeyen bir kimseyi Hz. Ömer’in nasıl cezalandırdığını hatırlayalım:
İki kişi Nebiy-yi Muhterem Efendimizin huzurunda muhakeme edilmişlerdi. Dâvayı kaybeden adam Rasûlullah’ın verdiği hükme razı olmayıp dâvalarına Hz. Ömer’in bakmasını istedi. Bunun üzerine davalı ile davacı Hz. Ömer’in evine varıp durumu anlattılar. Onları dinleyen Hz. Ömer, biraz beklemelerini söyleyerek içeri girdi ve kılıcını kuşanıp geldi. Hz. Peygamber’in verdiği karara razı olmayan, davamızı Ömer halletsin diyen adama dönerek:
“Rasûlullah’ın verdiği hükme razı olmayanın alacağı hüküm budur.” dedi ve kılıcını indirdi. Peygamber hükmüne itiraz eden herif, kanlar içinde yere yuvarlanırken, öteki adam Rasûlullah Efendimizin yanına koştu ve olayı haber verdi.
Bu hâdiseye üzülen Efendimiz:
“Ömer’in bir mü’mini öldüreceğini sanmazdım.” buyurdu. Çok geçmeden Nisâ Sûresi’nin 65. ayeti nâzil oldu. Ölen kimsenin kanını heder eden ve Hz. Ömer’i temize çıkaran ayet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyuruyordu:
“Hayır, öyle değil! Rabbine yemin ederim ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip sonra da verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana bütün varlıklarıyla teslim olmadıkça, iman etmiş sayılmazlar.”
Sizi Öyle Görmeyeyim
Rasûlullah Efendimiz, istikbâlde olacak bazı hâdiseleri, Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla haber vermiştir. Bu haberlerden biri, Rasûlullah’a itaat etmeyen bazı kimselerle ilgili: Buna göre ileride bazı kimseler rahat koltuklarına yan gelip oturacaklar, kendilerine bir hadîs-i şeriften söz edilince, “Biz Allah’ın kitabına bakarız; onda bir şeyi helâl diye görürsek onun helâl olduğunu, haram diye görürsek onun haram olduğunu kabul ederiz.” diyeceklerdir.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine bu olayı haber verdikten sonra “Sakın hâ, sizi öyle görmeyeyim.” diye uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Şunu iyi bilin ki, Rasûlullah’ın haram kıldığı bir şey, tıpkı Allah Teâla haram kılmış gibidir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, ilim 10; İbni Mâce, Mukaddime 2).
Demek ki Hz. Peygamber’in verdiği hükümler mü’minleri bağlayıcıdır. Mü’minim diyen bir kimsenin o hükme itiraz hakkı yoktur. Bir zamanlar Hâricîler ve Râfizîler Peygamber Efendimizin verdiği hükmü kabul etmezler, her şeyi Kur’an’da aramaya çalışırlardı. Bugün de aynı zihniyete sahip kimseler zaman zaman ortaya çıkmakta ve hadisleri bir yana atarak her şeyi Kur’an’da aramaya kalkmaktadır.
Mü’min olduğunu söyleyen kimse, “Bir hüküm Kur’an’da varsa tamam, yoksa hadisler bizi bağlamaz.” diye konuşamaz. Zira şu hadîs-i şerîf böyle konuşmaya mânidir:
“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur.” (Buhârî, Cihâd 109; Müslim, İmâre 32, 33)
Bunun böyle olduğu gün gibi âşikardır. İnsan bu sonuca akıl yoluyla da varabilir. Öyle ya Allah Teâlâ “Peygamber’ime itaat edin!” buyurduğuna göre, Peygamber’e itaat etmeyen kimse Allah’a karşı gelmiş olmaz mı?
Nasıl Uygun Görürsen
Peygamber’e itaatin en güzel örneklerini ashâb-ı kirâm ortaya koymuştur. Onlar Rasûl-i Muhterem Efendimizin emirlerine kayıtsız şartsız uyar, onun öl dediği yerde ölmeyi en tabii görev bilirlerdi. Sa’d İbni Muâz Hazretlerinin sözlerinde bunun güzel bir örneğini görmekteyiz:
İslâm askerleri Bedir Gazvesi’ne giderken, Mekkeli müşriklere ait kervanın kaçıp kurtulduğu haber alınmıştı. O zaman bazı Müslümanlar Medine’ye dönmenin daha uygun olacağını düşündü. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz, ashâb-ı kirâm’ın görüşlerini almak istedi. Ensâr adına söz alan Sa’d İbni Muâz ayağa kalkarak şunları söyledi:
“Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin dinin hak olduğunu bütün varlığımızla kabul ettik. Seni dinleyip itaat etmek üzere sana söz verdik.”
“Yâ Rasûlallah! Nasıl uygun görürsen öyle yap. Biz seninle birlikteyiz. Seni hak din ile ve Kur’ân-ı Kerîm ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız…”
Rasûl-i Ekrem Efendimize böylesine derin bir imanla bağlı olan Sa’d İbni Muâz vefat ettiği zaman, Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz, “Sa’d’ın ölümüne duyduğu sevinçten Arş-ı a’lâ’nın titrediğini” haber verdi. Ona kavuşmaktan dolayı Arş-ı a’lâ’yı sevince gark eden şey, şüphesiz Sa’d’ın derin imanı, Allah’a ve Peygamber’ine kayıtsız şartsız itaatiydi. Demek ki Allah’a ve Peygamber’ine gönülden bağlanan, onların buyruklarına itaat eden kimselere kudsî varlıklar bile hayranlık duyuyor. Şu denî dünyanın bağından kurtulup âhiret yolunu tutan gerçek mü’minlere kavuşmak, melekleri bile sevindiriyor.
Peygamber’e itaatin en güzel örneklerinden bir diğerini, Efendimizin şair sahâbisi, şehid kumandan Abdullah İbni Revâha Hazretlerinde görmekteyiz. Bir gün Abdullah İbni Revâha Mescid-i Nebevî’ye gidiyordu. Mescid’in kapısına yaklaşırken Rasûlullah Efendimizin sahâbilere:
“Oturun” diye emrettiğini duydu. Abdullah birkaç adım daha atıp içeri girecek yerde, Mescid’in avlusuna çöküverdi. Efendimizin konuşmasını oradan dinledi.
Abdullah İbni Revâha’nın bu halini Peygamberler Sultanı’na anlattıkları zaman, Efendimiz onun bu davranışını takdir buyurdu ve ona:
“Cenâb-ı Hak kendisine ve Rasûlü’ne itaat arzunu artırsın.” diye dua etti.
Cehennem azabını en acı şekilde tadan kâfirler gibi, bin bir pişmanlık içerisinde “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e itaat etseydik.” (Ahzâb 33/66) diye hayıflanmak kimseye fayda vermeyecektir.
Bir kimse “Ben cennete girmek istemiyorum.” diyorsa, onun Peygamber aleyhisselâm’a itaat etmesine elbette gerek yoktur. Bunu Kâinâtın Efendisi ne güzel anlatmıştır. Buyurdular ki:
“İstemeyenler müstesna, bütün ümmetim cennete girecektir.”
Ashâb-ı Kirâm hayretle:
“Yâ Rasûlallah, cennete girmeyi kim istemez?” dediler. Şâh-ı Cihân aleyhi salevâtü’r-Rahmân Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bana itaat eden cennete girer. Bana karşı gelen cennete girmek istemiyor demektir.” (Buhârî, İ’tisâm 2)
Yâ Rabb! Bizler senin cennetini istiyoruz. Orada senin cemâlini görmeyi, Rasûlü’nün gül yüzünü seyreden bahtiyarlar mertebesine ermeyi arzu ediyoruz. Sana ve Rasûlü’ne gönülden itaat etmeyi bizlere nasib eyle Allahım!..
Prof.Dr.Yaşar Kandemir