Modern Karakter
Batı zihni/yeti/nin ve düşüncesinin Hıristiyan değerler sisteminde uzunca bir süre terbiye edilmesi bile, kaçınılmaz olarak Hıristiyanlığın modern dönemdeki statüsünü aşındıracak şekilde işliyordu. Aydınlanmadan itibaren, Batı zihninin sosyal vicdanının sürgit devam eden gelişimi, bilinçaltı önyargılarını ve önkabullerini daha gözle görülür bir şekilde kabulü ve artan tarih bilgisi, Hıristiyan dininin yüzyıllardır devam edegelen fiîlî uygulamasına yeni bir ışık tutuyordu. Bütün insanlığı sevme, bütün insanlığa hizmet etme ve bireysel insan ruhuna yüksek değer verme gibi anabaşlıklarla özetlenebilecek Hıristiyanlık buyruğu, şimdi, Hıristiyanlığın uzun bağnazlık ve şiddetli hoşgörüsüzlük tarihi (diğer halkları zorla Hıristiyan yapma girişimleri, diğer kültürel perspektifleri acımasızca bastırması, heretikleri sigaya çekip türlü işkencelere maruz bırakması, Müslümanlara karşı haçlı savaşları yapması, Yahudilere baskı uygulaması, kadınların spiritüel tecrübelerini değersizleştirmesi ve kadınları dînî otorite pozisyonlarından dışlaması, köleleştirme ve kolonyalist sömürü uygulamaları, kendi kilisesinin dışındaki herkese karşı derinlerde kök salan bir önyargıyla ve dînî bir saldırganlıkla yaklaşması) ile taban tabana zıt bir görünüm arzediyordu. Kendi standartları açısından bile değerlendirildiğinde, Hıristiyanlık, ahlâkî standartların bir hayli gerisine düşüyordu ve antik Stoacılıksan modern liberalizme ve sosyalizme kadar pek çok alternatif sistemin hiç de makul olmayan tabiatüstü bir inanç bagajı sunmaksızın aynı ölçüde ilham veren İnsanî çaba programı sunduğu gözleniyordu.
Modern Karakter
Görüldüğü gibi, Hıristiyan dünya tasavvurundan seküler dünya tasavvuruna doğru gerçekleşen bu hareket, ziyadesiyle kararlı bir ilerleme hareketiydi.Gerçekten de, sekülerizmin genel itici gücünün (Kutsal Kitap vahyi ile bilimsel farklılıklar veya çelişkiler, örgütlü dinin sosyo-politik eleştirisi, artan psikolojik kesinlik, değişen cinsel kurallar gibi) tek bir faktörde ya da bir dizi faktörde gizli olmadığı görülecekti; zira bunlardan herhangi biri, tıpkı pek çok dindar Hıristiyan için hâlen sözkonusu olduğu gibi, tartışılabilecek meselelerdi.
Oysa sekülerizm, Batı psişe’sinde çok daha genel ve köklü bir karakter değişiminin yansıması ve yansıtıcısıydı; bu değişim pek çok spesifik faktörde gözlemlenebiliyordu ama kendi genel mantığı çerçevesinde onların hepsini ihtiva ediyor ve aşıyordu. Modern karakterin bu yeni psikolojik oluşumu,yüksek Ortaçağlardan bu yana gelişmekteydi, Rönesans’ta apaşikâr bir şekilde ortaya çıkmıştı, Bilimsel Devrim tarafından keskin bir şekilde belirginleştirilmiş ve güçlendirilerek pekiştirilmişti ve sonra da Aydınlanma sırasında yaygınlaştırılmış ve perçinlenmişti.
19. yüzyıla gelindiğinde, modern karakterin oluşumu, demokratik ve sanayi devrimlerinin akabinde olgun şeklini almıştı. Bu karakterin yönelimi ve niteliği,Tanrı’dan insana, bağımlılıktan bağımsızlığa, uhrevîlikten dünyeviliğe,aşkınlıktan içkinliğe, mit ve inançtan akıl ve olguya, tümellerden tikellere,tabiatüstü güçler tarafından belirlenen statik bir evrenden tabiî olarak belirlenen gelişen kozmosa ve nihayet “düşmüş” insanlıktan ilerleyen insanlığa doğru tedrîcî ama sonunda radikal bir psikolojik bağlılık değişiminin hikâyesini yansıtıyordu.
Hıristiyanlığın genel yapısı, insanın kendi dünyasında ve kendi dünyası nın kendi kendini ayakta tutan ilerleyişinin efendisi ve hâkimi olan ve sürgit yaygınlaşan algılama biçimine ve havasına artık daha fazla uymuyordu. Modern insanın tabiî düzeni anlama ve kendi çıkarı için bu düzeni kendine boyun eğdirme kapasitesi, daha önceki Tanrı’ya bağımlı olma duygusunu aşındırmaktan başka bir işe yaramayabilirdi. Modern insan kendi tabiî aklını / zekâsını kullanarak ve Kutsal Kitabın vahyinin yardımına başvurmaksızın, tabiatın sırlarına nüfûz etmiş, kendi evrenini dönüştürmüş ve varoluşunu benzersiz bir şekilde pekiştirmişti.
Bilimsel olarak ifşa olunan tabiî düzenin bu görünüşte gayr-ı Hıristiyânî niteliğiyle de birleşince, bu yeni insan onuru ve kudreti duygusu, modern insanı,kendi seküler benine doğru sürükledi. Bu dünyanın elle tutulabilir yakınlığı ve insanın bu dünya içinde kendi anlamım bulma, bu dünyanın taleplerine cevap verebilme ve bu dünya içinde ilerlemeyi gerçekleştirme kabiliyeti, onu, aralıksız olarak uhrevî kurtuluş çabası ve kaygısı içinde olmaktan alıkoyuyor, rahatlatıyordu. İnsan, kendi dünyevî mukadderâtından sorumluydu.
Bilim, insana yeni bir iman vermişti; yalnızca bilimsel bilgiye iman değil, insanın bizzat kendisine iman.Art arda gelen -ister Locke, Hume ve Kant tarafından, isterse Darwin,Marx ve Freud tarafından gerçekleştirilmiş olsun- felsefî ve bilimsel ilerlemeler dizisini mümkün kılan ve dinin modern dünya tasavvurundaki rolünü kudretli bir şekilde bastırarak devre dışı bırakan işte bu yeni doğmakta olan psikolojik iklimdi. Geleneksel Hıristiyan tutum ve davranışları, artık modern karakter için psikolojik olarak uygun değildi.
Modern karakterin sekülerleşmesi sürecinde özellikle etkili sonuçlar doğuran şey, onun akla ola bağlılığının mâhiyetiydi. Modern zihin, sistematik olarak eleştirel yargı bağımsızlığını gerektiriyor ve bunu yüceltiyordu: İlâhî vahye inancın gerektirdiği samimiyetle teslim olma ya da papalık hiyerarşisinin kurallarına sadakatle uyma çabalarıyla kolaylıkla uyuşmayan varoluşsal yeni bir duruş sözkonusuydu burada. Prototipik olarak Luther’de, Galileo’da ve Descartes’ta dirilen modern özerk ve bireysel hüküm vermenin ortaya çıkışı, kültürel olarak gelenek tarafından güçlendirilen Kilise ve Aristo gibi dış otoritelere modern dönemin neredeyse büsbütün entelektüel olarak tâbi olmasının herhangi bir şekilde sürmesini imkânsızlaştırıyordu. Ve modern insan olgunlaşmaya devam ettikçe, onun entelektüel bağımsızlık için çırpınması daha da kesin bir nitelik aldı ve arttı.
Böylelikle modern dönemin ilerleyişi, psikolojik otorite algısı vektöründe devasa bir değişimi de beraberinde getirdi. Batı tarihinin daha önceki dönemlerinde hikmet ve otorite, karakteristik olarak -Kutsal Kitabın peygamberleri,kadîm bilgeler ve halk ozanları, klasik filozoflar, Kilise’nin havarileri ve erken dönem ”babalar”ı- geçmişte temellendirilirken; modern bilinç ise, bu gücü,artan bir şekilde, şimdi’ye, kendi eşi görülmemiş başarılarına, insan tecrübesinin evrimci öncü kolu olarak kendi ben-bilinci’ne yerleştiriyordu. Daha önceki dönemler, geriye bakarken, modern, kendisine ve geleceğe bakıyordu.
Modern kültürün karmaşıklığı, üretkenliği ve sofistikasyonu, onu, kendinden öncekilerin ötesinde bir yere yerleştiriyordu. Ve geçmiş otorite, tipik olarak aşkın ilkeyle -Tanrı, mitik tanrısal güçler, kozmik bir akıl / zekâ ile- ilişkilendirirken, modern bilincin bizatihî kendisi yegâne otorite oluyordu ve böylelikle bu gücü ihata ediyor, aşkın olanı kendi içinde içkin’e dönüştürüyordu.Ortaçağ teizmi ve kadîm kozmizmi [kozmik bakışı], modern hümanizme yer ve yol veriyordu.
Richard Tarnas – Batı Düşüncesi Tarihi 2,syf;141-144
Külliyat Yayınları