TBMM Hükümeti Birinci Meclis(1920-1923) -2
Birinci Meclisin Gündemi ve Gruplar
Esasen, Birinci ve İkinci Grubun özelliklerini tespit etmek için farklı kaynaklara ve özellikle de ikinci derecede önem ifade eden kaynaklara yönelmenin bir gereği yoktur, Zira, Birinci Meclisin tutanakları her İki grubun da fikri özelliklerini ve “resmi söylemle’ aşağılanan İkinci Grup mensuplarının fikri ve düşüncelerini açıkça gözler önüne sermektedir, Bu itibarla örnek olması açısından, İkinci Grup mensuplarının inatçı olmakla suçlanmalarının ne oranda doğru olduğunu tespit etmek için, İkinci Grubun en önemli üyelerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey’ın konu dahilindeki sözlerini dikkate almakta yarar var. Hüseyin Avni Bey,saltanat kaldırılmadan önce, 24 Nisan 1920 tarihli Meclis konuşmasında şunları söyler:
“Benim maksadım sultan değildir, sultanlar bir heyuladır. Onun etrafım saracak yaldızlı üniformalı eşhas haşarattır. Ben de iman ediyorum ki hakikaten millet uyanmıştır. On beş sene evvel bu gibi sözleri ağzınıza alamazdınız. Alanların yeri zindanlardı. Fakat bugün bunların yeri şeref sandalyesidir. Heyet-i Celile pek az zaman zarfında Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu tatbike mecbur kalacaktır. Çünkü inkılâp böyle olur. Heyet-i Celile’den istirhamım, ilk geldiğimiz günden itibaren Teşkilat-ı Esasiye’yi hazırladınız, yarın tatbikatında müşkilata tesadüf edilmemek üzere, bugünden onun ruhunu ve onu tatmin edecek kanunu hazırlamanızı istiyorum. Yarın doğacak olan ve vereceğimiz milli istiklâli yalnız kendimize inhisar ettirmeyelim. Milli istiklâl bizim değil milletindir”(92)
Meclis tutanaklarında açıkça anlaşıldığı üzere, ikinci Grubun üzerinde ısrarla durduğu konu, meclis egemenliğinin giderek Mustafa Kemal’in şahsında kişisel egemenliğe dönüşmesi tehlikesidir. Yine anlaşılan odur ki,İkinci Grubun Mustafa Kemal’in şahsında karşı çıktığı durumun, esasında Mustafa Kemal’in bizzat kendisiyle de ilgisi yoktur. Onlar, otoriter bir rejimi çağrıştıran her türlü gelişmeye muhaliftirler ve dolayısıyla egemenliğin kişilere devredilmesini sert şekilde eleştirip, böylesi muhtemel bir gidişatın muhalifliğini yapmaktadırlar. Onların, O günlerin şartlarında dile getirdikleri problem; Meclis Başkanlığının,Başkumandanlığın ve Heyet-i Vekile Reisliğinin aynı kişide toplanmış olmasıdır. Bu durum, yakın geçmişte Enver, Cemal ve Talat paşaların kişisel yönetimleri de hatırlanınca, bazı milletvekillerinin zihinlerinde oldukça haklı nedenlere dayanan kuşkuların oluşmasına yol açar. Bu bazı milletvekilleri, geçmiş tecrübeleri göz önünde tutarak, bütün yetkilerin tek bir kişinin elinde toplanmasına şiddetle karşı çıkarlar. Ancak, ilginçtir, İkinci Grup üyelerinin otoriter bir rejime yönelebilecek girişimlere muhalefetleri şiddetli bir şekilde devam ederken, Birinci Grubun bazı önemli üyeleri ise kişisel egemenliğin meşruluğunu ve hatta ondan da öte zorunluluğunu ispatlamanın gayreti içerisinde olurlar.
Bunlardan İzmir mebusu Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, bir konuşmasında kuvvetler ayrımının uygulandığı ülkelerin hiçbirinin başarıya ulaşmadığından ve kısır kaldığından söz eder. Mahmut Esat Bey, görüşünü desteklemek için, solidarist korporatizmin ideologlarından Duguit’den bir aktarma yaparak görüşünü destekler: “Hukuk ulemasından Duguit diyor ki, kuvvetler ayırımı tabiatta Hıristiyanlığın teslisi gibi hayal kabilindendir. Teslis nasıl mümkün olmayan bir hayal ise, kanun alanında ve uygulamada kuvvetler ayırımı da öyle mümkün olmayan hayal olmuştur.’’(93)
Mahmut Goloğlu’nun ifadelerini esas alırsak; Mahmut Esat, o günün şartlarında Birinci Meclis’te hakim olan Birinci Grubun görüşünü dile getiriyordu. Çünkü, “Mustafa Kemal Paşa bu sırada, kurduğu Müdafaa-i Hukuk Grubu ile meclis çoğunluğunu elinde tutuyordu. Meclis Başkanlığı da eklenince meclise hakim bir durumu vardı. Ayrıca Hükümetin de tabii Başkanı idi. Başkumandandı ve bu yetki ile bütün devlet güçlerini, geçici bir süre için de olsa, elinde toplamıştı. Böyle kritik bir zamanda, bu kadar hakim durumda iken, devlet güçlerinden bir kısmını, hem de bütün yürütme yetkilerini bir başkasına veremezdi”.(94)
Nitekim, 1 Aralık 1921 tarihli toplantıda söz alan Mustafa Kemal Paşa, kuvvetler ayrılığı ilkesini şiddetle eleştiren çok uzun bir konuşma yapar.(95) Paşa, bu konuşması sırasında, kuvvetler ayrılığı görüşünü Jean Jacques Rousseau’ya atfeder ve şöyle eleştirir: “Jean Jacques Rousseauyu baştan nihayete kadar okuyunuz. Ben bunu okuduğum vakit hakikat olduğuna kail olduğum bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi ıstırap, diğeri cinnettir. Merak ettim. Ahval-i hususiyetini tetkik ettim. Anladım ki, hakikaten bu adam mecnundur ve hal-i cinnette bu eserini yazmıştır. Binaenaleyh, çok ve çok isnat ettiğimiz bu nazariye (meşrutiyet nazariyesi) böyle bir dimağın mahsulüdür”(96)
Hakimiyet-i Milliye İlkesi
Meclis tutanaklarından, İkinci Grup mensuplarının, Meclisin üstünlüğû ve yetkilerin kullanılış biçimi konusundaki hassasiyetlerini hep sürdürdükleri, Meclise ait yetkilerin Heyet-i Vekile ya da Meclis Reisince Meclis bilgisi dışında kullanılmasına sürekli tepki gösterdikleri anlaşılıyor. Üstelik muhalefetlerinin oldukça derin fikri temellere sahip olduğu görülüyor. Bu konuda Hüseyin Avni Bey’in dile getirdiği görüşler, İkinci Grupla ilgili resmi söylemi yalanlaması ve Birinci Meclis’teki tarafların gerçek yönelişlerini göstermesi açısından çok önemlidir. Hüseyin Avni Bey bir konuşmasında şunları söyler:
“TBMM’nin manevi şahsiyetine milli irade derler. O da çoğunluğun iradesine dayanır. Çoğunluğun iradesine dayanmayan iradeler, milli irade değil, şahsi iradedir. Reisin görevi, Anayasa’da diyor ki: “Meclis kararlarını Meclis adına imza eder”. Yoksa, Efendiler! bağımsız olarak bir irade, bağımsız olarak bir makam sahibi, Meclis’ten başka hiçbir kimse yoktur. Lafzân da yoktur, manen de yoktur, hakikaten de yoktur, hiçbir veçhile de yoktur. Reisin Meclis adına hareket edebilmesi için Yüksek Heyet’in kararma dayanmalı, onların oyları toplanmalıdır. O zaman, onların oylarını tebliğe memur olunmuş olur. Yoksa, Meclis Genel Kurulu adına burada bir şahsı kabul edecek bir fert yoktur. Anadolu öyle kimseyi kabul etmez”.(97)
1921 Aralık ayında gündeme gelen olağanüstü yetkili bir savaş komisyonu kurma girişimi Birinci ve İkinci Grup arasındaki görüş ayrılıklarını göstermesi açısından önemlidir. Teklif, meclis yetkilerini kullanma hak-kına sahip yeni bir organ oluşturulmasını öngörür. Bu durum, muhaliflerin tepkisini çeker ve söz konusu teklif, bir diktatörlük vesilesi olarak nitelendirilir. Konu çerçevesinde olmak üzere Hüseyin Avni (Ulaş) Bey’in 3 Ocak 1922 tarihli gizli toplantıdaki konuşmasının bir bölümü şöyledir: “Daha biz kendimizin hattı hareketini tayin etmedik. Vekiller vazifelerini ifa etmediler mi? On kişi daha ayıracağız; bu diktatörlüktür efendiler, başka bir şey değildir; bunun manası budur… Bütün milletler gibi biz de medeni bir Hükümet teşkiline çalışalım, böyle şeylerden vazgeçelim”.(98)
Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey de, İkinci Gruba mensup diğer arkadaşları gibi Hakimiyet-i Milliye” üzerinde ısrarla durur ve gereğinin yerine getirilmesini talep eder: “Hakimiyet-i milliyeden bahsediyoruz. Hakimiyet-i milliye demek, benim anlayabildiğim, hukuki teoriye girmiyorum milletin kendi hakkını, aracısız olarak, doğrudan doğruya kullanması demektir. Fakat, maalesef buna imkân olmadığı içindir ki, millet herhangi bir seçim yöntemiyle kendi işlerini yönetmek için bir meclis toplar ve onlara der ki; benim işimi görünüz, işte efendiler, hukuk teorisine göre, hakimiyet-i milliyeyi sağlamak ve uygulamak açısından bu bile cazip olmayıp, tek tek milletin bütün bireylerinin kendi hakkını kullanması zorunludur. Tam hakimiyet-i milliye yöntemi fiili olarak uygulanabilir olmadığından, zorunlu olarak millet vekillerinden oluşan şu meclisi, bu adaylık yöntemiyle tekrar ve bir kat daha kayıt altına almış bulunuyoruz. Bendeniz diyorum ki; hakimiyet-i milliyenin gerçek terimini şu Heyet bile tamamıyla uygulayamaz. Nerede kaldı ki bu Heyetin içinden seçilmiş olan beş on kişiden oluşan ve daha ufak bir zümreye bunun verilmesi.’’(99)
Buna karşılık, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, Birinci Grubun sözcüsü sıfatıyla, İkinci Grubun hakimiyet-i milliyenin kayıt altına alındığı yolundaki eleştirilerini şu sözleriyle karşılamaya çalışır: “Hakimiyet-i milliye o kadar güzeldir ki onun aşkıyla, tamamen uygulanması için onun arkasından konuştuğunuz zaman, bir serap arkasından koşar gibi olursunuz. Hakimiyet-i milliye kayıt altına girmedikçe hiçbir anlam ifade edemez, memleket anarşi haline girer”.(100)
Otoritenin Kullanımı ve İstiklâl Mahkemeleri
Gruplar arasında gerçekleşen önemli görüş farklılıklarından bir diğeri de İstiklâl Mahkemeleri konusunda açığa çıkar. İstiklâl Mahkemeleri, 11 Eylül 1920’de, “Firariler Hakkında Kanun”la, gittikçe büyüyen asker kaçakları sorununu çözmek amacıyla kurulur. Asker kaçakları o günlerin en önemli sorunlardan birisini oluşturmaktadır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında her sekiz firariden birisi idam edilerek cephelerin çökmesi önlenmiştir. Buna rağmen firarilerin sayısı gittikçe artar ve 300.000’i bulur. Meclis bu sorunu çözmek için ilk planda 8 ayrı İstiklâl Mahkemesinin kurulmasına karar verir. Bu mahkemeler sadece asker firarilerini yargılamakla ilgilenmeyecek, aynı zamanda hırsızlık, şekavet, gasp gibi can ve mal güvenliği ve kamu düzenini ilgilendiren suçlara da bakacak-lardır.İstiklâl Mahkemeleri son derece geniş yetkilerle donatılırlar. Bunun önemli bir göstergesi olarak hâlen TBMM arşivinde saklanmakta olan “İstiklâl Mahkemesi mücadelesinde sadece Allah’tan korkar” levhası oldukça önemlidi» Bu levha Ankara İstiklâl Mahkemesi yargı heyetinin arkasında yıllarca asılı durmuştur.
11 Eylül 1920’de kurulan İstiklâl Mahkemeleri görevlerine 17 Şubat 1921 Ve kadar devam ederler. Fakat, İnönü Savaşları sırasında İstiklâl Mahkemelerine tekrar ihtiyaç hissedilir. 24 Temmuz 1921’de Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat’ta yeni İstiklâl Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin zamanla görev alanını genişletmek istenir. Ancak, İkinci Grup, meclis üstünlüğü ve yetkilerin kullanış biçimi konusundaki hassasiyeti dahilinde, lstiklal Mahkemeleri’nin görev alanının genişletilmesi ve yeni istiklal Mahkemeleri kurulması konusunda oldukça gönülsüz davranır.
Konuyla ilgili olarak Birinci Gruba sert eleştiriler yöneltir 5 Ağustos I921’de Mustafa Kemal Paşa’nın Başkumandanlığa getirilmesi üzerine, istiklâl Mahkemeleri doğrudan Başkumandan olan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanır, ikinci Grup bunu “Hakimiyet-i Milliye” açısından büyük bir problem olarak görür. 14 Ocak 1922 tarihli gizli oturumda Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, geniş yetkilerle donatılan bu mahkemelere karşı çıkarak, hukukun üstünlüğünü ön plana taşıyan bir konuşma yapar.
Konuşmasında şunları söyler: “Olağanüstü önlem almak için İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. Fakat, bir zaman oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklâl Mahkemelerine verir bir şekilde, bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklâl Mahkemelerinin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı ve Meclis adına hükümler verdi. Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanız, siz mahkemeleri yaşatmak istiyorsanız, işte burada 350 mahkememiz var. Onun kudretini artırın, onun kudreti olmazsa dört mahkeme, beş mahkeme, devletin bütün teşkilatını yürütemez. İhtilâlin de hukuku var. Fakat böyle kendi oyuyla hüküm sürecek maddî ve manevî suç, zarar takdiriyle hüküm sürecek bir kuruluş dünyada mevcut değildir. Bu, dünyanın adaletine sığacak şeylerden değildir. Asker kaçakları için gerekli ise, yalnız onunla sınırlayalım. Böyle maddî, manevî zarar takdirine yetkili; genel cümlelerle, sınırsız yorum ve ters düz etmeye müsait cümlelerle verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her şeyi hüküm altına almak, her şeye hüküm vermek yetkisini artık ortadan kaldırmak, üzerimize farzdır”.(101)
İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hami (Ulukan) Bey de konuyla ilgili olarak görüşlerini dile getirir:
“Memlekette vâzıı kanun (kanun koyucu) çoğaldıkça memleket felakete, izmihlale gider. Bugün Meclis-i Âlîniz kanun vazeder ve haddi zatında vazıı kanun selahiyyetine haizdir. Kendisini Meclisi Âlînin fevkinde görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş olurlar. Bunlar hain-i vatandır. Hareketleri Meclise taarruzdur… Bunların önüne geçmek lâzımdır.
Yoksa Efendiler! Emin olunuz İstiklal Mahkemeleriyle, Hıyanet Kanu-nuyla, adam asmakla biz gayemize vasıl olacaksak emin olunuz ki bu, hayaldir… Efendiler, bendeniz eminim ve katiyen kaniim ki bugün pek masum olarak asılan vardır.,, Efendileri Meclisi Aliniz her şeye kadirdir. Düşmanla harp eder, memleketle para bulur, asker bulur Fakat Meclisi Âlîniz bir tek nefere hayat vermez. Yaptığımız nedir? Arzu ettiğimiz şey nedir? Onun için Efendiler; hayat çok yüksektir… Köyleri baykuş yuvası yapmak için mi yoksa mesut ve müreffeh bir devre açmak için mi çalışıyoruz? istiklâl Mahkemelerine de ve hiçbir kimseye de adam asmak selahiyyetini vermeyiniz. İdam cezası tavuk öldürmek değildir. Bunlar tavuk değildir, hayat çok yüksektir”(102)
Hakkı Hami Bey’in de konuşmasında değindiği üzere, İkinci Grubun temsilcisi sıfatıyla bilhassa Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri’ne başından beri karşı olduğunu, Meclise bile verilmeyen “kişisel görüşe dayanarak adam asma yetkisini”, Meclisin bu mahkemelere vermesinin kendisini hayrete düşürdüğünü söyler.
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri hakkındaki eleştirilerini şöyle sürdürür: “Efendim, birinci günden beri İstiklâl Mahkemelerinin aleyhindeyim. Bir kere TBMM’ne Allah’ın vermediği salahiyeti kendisi başkasına verdiğine hayretteyim… Memleketimiz üç İstiklâl Mahkemesiyle mi idare ediliyor? Efendiler, her kazada bidayet mahkemeleriniz vardır. Cinayet mahkemeleriniz vardır. Memleketin bir tarafında kanaati vicdaniyesiyle üç adamı idam eder, diğer tarafında hayatını idame eder. Ne güzel müsavat, ne güzel adalet (!)…
Şimdi Efendiler; bendeniz kanaatime göre bu suretle kendi hukuku adlimizin olmadığını iddia etmektir. Bu millet umüri adliyesi için iki buçuk milyon lira sarf ediyor. Mekteplere para veriyor. Mektepte okutuyor ve yetiştiriyor. Mebus olmakla her türlü evsafı aliyesi, her türlü ilmi iktisap mı eder, rica ederim. Lâlettayin üç kişiye “kanaati zatiyenizle siz hükmü verin” deyip salâhiyyet vermek, ilmi inkâr etmek milletin hukukunu tepelemek demektir. İhtilâlin de bir hukuku vardır. Her milletin her zaman bir hukuku vardır. Hüner isyan ettirmemektir… Kanun hakim olmalı. Şahısların hakimiyeti payidar olamaz… Samsun ve havalisinde 30-40 mahkememiz vardır. Bu mahkemeler ilimle mücehhezdir. Bu mahkemeler hakim hakkına bihakkın haizdir ve bu meslekte çalışan adamlardır. Bu vazifeyi meslek edinmişlerdir. Herhangi bir şahıs sanat yapamazsa, mahkemeyi de yapamaz. Bu daha incedir, daha dakiktir, daha mantıkîdir… Elinizde bir kanun vardır. Bunu seyyanen tatbikle mükellefsiniz. İçinizde hususi emel taşıyan, hükümetimizi yıkmak isteyen bu gibi kimselere kanunu cezamız gayet vasi cezalar tayin etmiştir. Bunları ehline tevdi ile mütehassisini adaletle muvafık bir şekilde tatbikata muvaffak olursanız, hükümet manası çıkar.- Yoksa onlara karşı muamele yaparsak hükümet sisteminden ayrılmış oluruz ki, millet onu bizden istemez . Millet hükümetten adalet ister. O zaman meşru vekil olduğumuzu ispat ederiz…«
Artık memlekette İstiklal Mahkemelerinin vazifelerine hitam verilmelidir, Memlekette kanunu hakim kılmalıyız.’’(103)
İstiklal Mahkemeleri savcılarına, mahkemelerin kararlarına itiraz hakkını sınırlayan ve sadece cezalandırılan suçun mahkemelerin görev alanına girip girmediği konusunda itiraz hakkı veren kanun maddesi de önemli tartışmalara yol açar. Kararlara sadece bu açıdan itiraz edilebileceğinin açıklanması üzerine Hüseyin Avni Bey karşı çıkarak şunları der: ‘’Efendiler, İstiklâl Mahkemesi deyince onu memleketin içinde bir cellat mı yapmak istiyoruz. Bir mahkeme kuruyoruz ve biz bir devletiz. Biz adalet dağıtmak için mahkeme kuruyoruz, yoksa engizisyon zulmü yapmak için heyetler göndermeyeceğiz. Onlar yanılmaz insan değildir. Onun içindir ki, savcıların şikayet hakları, hiçbir zaman dünyanın hiçbir yerinde iptal edilemez, savcıların gördükleri her türlü haksızlıklar için itiraz kapıları açıktır. Onlar için itiraz kapılarının kapanması imkânı yoktur, istiklâl Mahkemeleri şiddet gösterecek engizisyon mahkemeleri değildir. Biz bu mahkemeleri işlerinin hızlı ve daha güvenle sonuçlandırılabilmesi için kuruyoruz. Dolayısıyla, savcılar itiraz mercii olan Büyük Millet Meclisine karşı; yani o güç ve yetkiye sahip olan makama karşı “mahkeme şu noktadan adaleti uygulayamamıştır. Şu kanunun ruhunu uygun şekilde hüküm vermediler ve benim iddiam şu oldu” diye bize bildirilmesin mi? Yoksa İstiklâl Mahkemelerimin yanılmaz olduğunu mu kabul ediyorsunuz. Savcılar kanun dairesinde milletin hürriyet hakkını, yaşama hakkını koruyacaktı. Kendilerine güvenebilmek için kanun gücümüzün korunmasına memur olan savcılarımıza şikayet hakkı verilmelidir. Onlar gördüklerini söylemelidirler. Sonra bunun manasına hükümet denmez, iyi düşünüyor musunuz, efendiler! ”(104)
Tüm bunların sonucunda İstiklâl Mahkemeleri’ni Meclis’in denetimi altına alan “İstiklâl Mehakimi Kanunu”nun kabul edildiği 31 Temmuz 1922’den sonra, Heyet-i Vekile’nin çeşitli girişimlerine rağmen, muhalefetin başarılı engellemeleri sayesinde sadece Elcezir’de, o da görevi sadece asker kaçaklarını cezalandırmakla sınırlandırılan, bir istiklâl Mahkemesi kurulabilir.
Hukukun Üstünlüğü İlkesi
İkinci Grubun hukukun üstünlüğü konusundaki görüş ve kanaatleri Birinci Meclis’in önemli tartışma konularından birisini oluşturur. Bu tartışmalar bilhassa İstiklâl Mahkemeleri’yle ilgili olarak sıklıkla gündeme gelir ve bir kısmı yukarıda zikredildi. Hukukun üstünlüğü konusundaki asıl yoğun tartışmalar “Hürriyet-i Şahsi Kanunu”nun kabulü sırasında yaşanır. Kişi hak ve özgûrlûlerini güvence altına alan ve askerî, sivil memurları kanun-i sınırlar içinde davranmaya zorlayan “Hürriyet-i Şahsi Kanununun 12 Şubat 1923’te İkinci Grubun oylarıyla kabul edilmesiyle çok önemli bir yasal adım alılmış olur. İkinci Grup mensuplarına göre, kişi haklan ve bunları güvence altına alan hukuki düzenlemeler oldukça önemli ve zorunludur. Bunun gerekçesini Ali Şükrü Bey şöyle açıklar: “Bendeniz zannediyorum ki; madem ki hakimiyet-i milliye vardır diyoruz ve esas üzerine yürüyoruz, hakimiyet-i milliyenin esası kişi hakimiyeti, kişi dokunulmazlığıdır. Bunu sağlayacak şu kanun buradan çıkmadıkça bendenizce diğer kanunların hiçbirinin değeri yoktur. Çünkü hepsinin temelini bu kanun oluşturur. Bir halk hakkını muhafaza edeceğini bilmezse ve saldırganların saldırısına karşı kendini savunacak bir kuvvet ve kudret görmezse, yani o halk, hürriyet ve serbestisine sahip olmazsa, mutlaka müstebitlerin, mütegallibenin esiri olacaktır. Efendiler; biz halka benliğini vermeliyiz, halk hür olduğunu bilmeli ki kendi vicdanı doğrultusunda iş görsün. Hakimiyet-i milliye tecellisine göstermek için önce halkın hürriyetini sağlamak gerekir”.(105)
Bir Geleneğin Başlaması: Sivil Otoriteyi Tehdit
30 Ağustos 1922’de yenilgiye uğrayan Yunan orduları, bir ay içerisinde Anadolu’yu tamamen terk ederler. 3-11 Ekim tarihlerinde toplanan Mudanya Konferansı sonrasında imzalanan mütareke ile Milli Mücadele fiilen sona erer. Milli Mücadele’yi yöneten Birinci Meclis çaba ve çalışmalarının karşılığını görür ve Anadolu işgalden kurtarılır. 4 Kasım’da İstanbul Emniyet Müdürünün, Jandarma Komutanının, Belediye Başkan ve üyelerinin TBMM’nin hizmetinde olduklarını bildirmeleri; İstanbul Valisi’nin de, Refet Paşa’nın şahsında, TBMM’ne sadakatini iletmesiyle tüm Anadolu’da TBMM’nin iradesi geçerli hale gelir. 6 Kasım itibarıyla, saltanat merkezi olan İstanbul’da da TBMM’nin yaptığı kanunlar yürürlüğe girer. 17 Kasım’da Vahdettin ülkeyi terk eder.
Milli Mücadelenin bitişi ve TBMM’nin ülkede tek irade haline gelişini takip eden günlerde,26 Kasım’da,M.Kemal’e bağlılığıyla bilinen ‘’Anadolu’da Yeni Gün’’ Gazetesinde,(106)’’Yeni Bir Cidal Devri’’ ismiyle bir makale yayınlanır.Makalenin yazarı Birinci Grubun da önde gelen isimlerinden İzmir Milletvekili Yunus Nadi’dir.Millet Meclisinin egemenliğine karşı saldırgan bir dille kaleme alınan makalede,Mecliste ki bir kısım milletvekili için ‘’sultan ve padişah isteyen sefil ruhlar’’ ifadesi kullanmakta ve bu kimselerin ‘’kendi kanları içinde boğulacakları’’ifade edilmektedir.Makale ‘’yeni bir cidal devrinin açıldığını’’ bu devrin ‘’milletin kat-i hakimiyeti’’ile biteceği dile getirilmektedir.
Makalede isim verilmez. Ancak, aşağılanıp tehdit edilenlerin İkinci Grup üyeleri olduğu açıktır. Meclis bir anda karışır. İkinci Grup ûyele-ri son derece rahatsız olurlar. Meclisin iradesini çiğneyerek milletvekillerini tehdit eden zihniyete ve üstelik kendileri ilk günden itibaren saltanata açıkça karşı olmalarına rağmen saltanatçılıkla itham edilmelerine tahammül edemezler. İsmail Şükrü Bey (Afyon), yazı ile Meclise ve Meclis üyelerine saldırildiğinı, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclisi dağıtmak gibi bir niyet taşıdığını ileri sürer. Diğer bazı milletvekilleri de İsmail Şükrü Beyi haklı bulduklarını ifade ederler.(107) Necip Bey (Ertuğrul) de Yunus Nadi’nin Meclisin meşru haklarına karşı isyankâr bir tutum içerisinde olduğunu, cezalandırılması gerektiğini ifade eder.(108) Salahattin Bey (Mersin) ve 24 arkadaşı makaleyle ilgili olarak Meclis soruşturması talebinde bulunurlar. Yunus Nadi, gazeteci olduğunu ve basının hür olduğunu ifade ederek kendisini savunması üzerine; Neşet Bey (Çankırı), işlenen suçun basın suçu değil, vatan hainliği olduğunu belirtir. İsmail Şükrü Bey, soruşturma açılmaması durumunda Adliye Yetkili’nin de sorumlu olacağını savunur. Başkanlık Divanı makalenin incelenmesine karar verir ve inceleme sonunda makale de suç unsuru bulunmadığı sonucuna ulaşıldığını açıklar. Bunun üzerine Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, basın ve fikir özgürlüğünün esas olduğunu, ancak, makalede bu hürriyetin çiğnendiğini, makalenin “fikrim dışında söz söyletmem” anlayışını dile getirdiğini ifade eden uzun bir konuşma yapar. Hüseyin Avni Bey’in konuşması bazı Birinci Grup üyeleri tarafından sık sık laf atılarak kesilmeye çalışılır. Hüseyin Avni Bey, bu konuşmasında da Meclis’in üzerinde irade olmadığını ısrarla belirtir. Bunu ise, Meclis’in isterse padişahı dahi getirebileceğini belirten sözleriyle açıklar.(109)
Hüseyin Avni Bey’in, Meclisin iradesinin büyüklüğünü ifade etmek amacıyla sarf ettiği ‘’Meclis isterse padişahı dahi getirir’’sözü,Birinci Grup üyeleri için İkinci Grup aleyhinde kullanabilecekleri önemli bir malzeme olur.Meclisteki konuşmalar bir anda bu merkeze kayar.Birinci Grup’tan Celal Nuri İleri,’’katiyyen getiremez’’ diyerek müdahale eder.Hüseyin Avni Bey ‘’İsterse getirir;gücünün sınır ve sonu yoktur’’karşılığını verir.Diğer bazı Birinci Grup üyeleri de benzer suçlamalarda bulunurlar.Hüseyin Avni ‘’sözlerime ayrı bir anlam yüklemeyiniz…Saltanata ilk önce isyan eden benim arkadaşlar.Efendiler! Milli Hareket başlamadan yedi ay önce o saraya hücum ve isyan edenlerdenim.Efendiler! Hakkı hükümraniden dolayı karşıma değil o saray, herhangi bir adam çıkarsa, Yunalı, İngiliz kadar düşmanımdır, ister Paşalar olsun, istet hocalar olsun, ister hacılar olsun. Kim olursa olsun düşmanımdır. Ben vicdanımdan başka kimseden mükafat beklemiyorum. Davamı samimi olarak yürütüyorum.Sonu da öncesi de bu. Yoksa günün siyasetine bağlı olarak, her gün bir şey yazar adam değilim”(110) diyerek, ismen belirtmeden binlerini eleştiren konuşmasını sürdürür. Bu arada, Suruç’tan bir okurun gönderdiği mektubu yayınlaması nedeniyle Hakimiyet-i Milliye Gazetesini de .(111) sert şekilde eleştirir. Çünkü, Suruçlu okur ‘’ Meclis dar bir zamanda toplandı. Bunları def ediniz Paşa Hazretleri” demektedir. Bu, Meclisin üzerinde kişi otoritesini inşaya davetten başka bir şey değildir. Hüseyin Avni Bey konuşmasına devam ederken Rasih Bey (Antakya) “Padişah propagandası yapıyorsunuz” diye sataşınca, Hüseyin Avni Bey, Meclis’te o zamana kadar gerçekleşenleri özetleyen bir konuşma yapar: “Rasih Efendi! Önceki devirlerde Padişahın propagandasını siz yapıyordunuz. Benim Padişah propagandacısı olmak imkânım o kadar uzaktır ki… Padişah bu Mecliste ilk söz konusu olduğu zaman, bugün de yarın da ben tarikin kötülüklerini Padişaha ve onun etrafındaki yaldızlı üniformalı haşarata yüklemekteyim. Padişahın ve o yaldızlı üniformalı ecnebi unsuruna tabi, milletinden çıkmış, sivrilmiş, millete bela olmuşların aleyhindeyim. Benim kinim ebedidir. Açıkça bunu söylüyorum. Eğer başka türlü istiyorsanız kendi iyi niyetinizden şüphe ediniz. Dünkü felaketleri yann görmek istemem”(112)
Yunus Nadi’nin “Yeni Bir Cidal Devri” ismini taşıyan makalesinin, Meclisin iradesini zedelediği, Meclis’e hakaret ettiği gerekçeleriyle ikinci Grup üyelerince tepkiyle karşılanmasına karşılık, Birinci Grup üyelerinin “basın hürdür” veya Hüseyin Avni Bey’in “Meclis isterse padişahı dahi getirebilir” sözünü dillerine dolayarak İkinci Grup üyelerini, makalerdeki iddia dogrultusunda, padişahçı olmakla suçlamaları sırasında Yunus Nadi’nin ismi çevresinde bir gerçek açığa çıkar İsmail Şükrü Bey, öfke içerisinde makaleyi tüm meclisin huzurunda okuyunca, bir çok milletvekili açıkça sözlü tepki verir ve makaleyi eleştirirler. Bu eleştiriler sırasında Hasip Bey,Yunus Nadi’nin bir özelliğine dikkat çekerek onun daha önce Meclisi Mebusan’ı fesih yetkisini padişaha veren raporu hazırlayan kimse olduğunu belirtir ve Yunus Nadi’nin şahsında yaşanan çelişkiye dikkat çeker.(113)Yine aynı şekilde olmak üzre,Hüseyin Avni’in ‘’Meclisin isterse padişah dahi getirebilir’’sözünü dile dolayarak karşı çıkan Celal Nuri’nin çelişik durumunu Hüseyin Avni,bizzat,Celal Nuri’in yüzüne ifade eder:’’Celal Nuri Bey,mütarekeden sonra,gazetesinde,Padişahın Soğancıbaşılığı ile övünen kimsedir’’Bu söz karşısında Celal Nuri Bey’in cevabı ‘ Bunlar Osmanlı Hükümeti zamanında yazılmıştır.O vakit başka türlü yazılır mı idi?” olur.(114)
Birinci Grup üyelerinin söz konusu makale çerçevesinde açıp.» çıkan durumlarını “Bu gazeteyi savunanlar hakimiyet-i milliyenin müdafii imişler, karşı olanlar da hakimiyet-i milliyenin karşısında görünüyorlarmış’’(115) sözleriyle açıklayan İkinci Grubun önemli temsilcilerinden Hüseyin Avni Bey, Meclisin üstünde özellikle kişisel bir otoritenin olamayacağını veya Meclis otoritesinin bir kişiye devredilemeyeceğini ısrarla belirtir Meclis in, gücünü milletten aldığını ve meclise yönelik her türlü tecavüzün millete yönelik büyük bir suç olduğunu açıklar. Bu mahiyetteki konuşmalarından birisi de, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey in ölümle sonuçlanan kaybolması üzerine yaptığı konuşma olur.Hüseyin Avni Bey o konuşmasının bir bölümünde şöyle der: “Arkadaşlar! Efendiler Asırlardan beri mahkumiyetle saltanatların ve onun etrafındaki yaldızlı üniformalı kahrolası haşeratın ve onun esiri olan hainlerin mahvı ve Türk milletinin halâsı için bayrağı çektik Milletin başarısı onun hakimiyetidir.Hakimiyeti demek, onun oyunu memleket için serbest kullanması demektir Bir millet namusundan bir mebus koparır. O mebusun ağzı, kalemi o milletin namusudur. Bu namusa tecavüz eden eller kırılsın. Tecavüz arkadaşlarımıza değil milletin namusunadır”(117)
“Söz konusu makale niçin yayınlanmıştı? Amaç neydi?” bunlar, hır araştırma konusu olacak kapsamda önemli sorulardır Bunlar, Birinci Meclis teki düşünce ve ideal ayrılıklarını, düşünce çatışmalarını ve hepsinden daha da önemlisi, gizlenen fakat zamanı geldikçe açığa çıkan kişisel gayeleri irdelemeyi gerektiren sorulardır Bu araştırmanın konusu sadece Birinci Meclis olmadığı için, söz konusu soruların cevabı üzerinde durulmayacak, buraya kadar ki bazı genel işaretlerin gösterdikleriyle yetinilecektir.
Konuyla ilgili olarak Ömür Sezgin’in bir tespitini buraya almak yararlı olacaktır: “[Makalede] ciddi bir politika değişikliği söz konusudur. O güne kadar Meclisin egemenliği tartısına götürmez bir şekilde kabul edilmişken, ilk kez bu egemenlik tartışma konusu edilmekledir. Gerçi egemenliğin kaynağı olarak “millet” gösterilmekledir, ama “milletin” düşüncesini açıklamasına imkân verecek siyasi mekanizmaların mevcut olmadığı düşünülecek olursa, Yunus Nadi’nin hangi güç adına ve hangi güce dayanarak Meclisin dağıtılabileceğini ileri sürdüğü kolaylıkla anlaşılabilir. Bu güç ”ordu “dur. Saltanatın kaldırılması sırasında da, Mustafa Kemal “gerçek yöntemine göre saptanacaktır; ama belki bir takım kafalar kesilecektir” derken yine orduya dayanıyordu”.(118)
Birinci Meclisin Sonu
Mustafa Kemal, 7 Aralık 1922’de Ankara basınına verdiği bir demeçte, halkçılığa dayanan ve Halk Fırkası adını taşıyacak bir siyasi parti kurma kararında olduğunu açıklar. Mustafa Kemal bu kararını açıkladıktan bir sûre sonra, cepheyi teftiş amacıyla olduğunu bildirdiği bir ayı aşkın sürecek bir Batı Anadolu gezisine çıkar. İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Manisa, İzmir ve Akhisar’a gider. Yaptığı konuşmalardan anlaşılan odur ki, cepheyi teftiş etmek için yapıldığı bildirilen gezinin asıl amacı çok daha başkadır. Gezi tamamıyla politik amaçlar taşıyan bir plana göre şekillenir. 16 Ocak-20 Şubat tarihleri arasında gerçekleşen Batı Anadolu gezisini, 13 -25 Mart tarihleri arasında gerçekleşen ikinci bir gezi takip eder. Bu gezisinde ise Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyon, Kütahya’ya gider; buralarda toplantılara, mitinglere katılır. Mustafa Kemal, her iki gezisindeki konuşmalarında, mevcut Meclis’ten memnun olmadığının ve bu nedenle Meclis’i feshederek kendi arzusuna uygun yeni bir meclis toplamayı düşündüğünün doğrudan veya dolaylı işaretlerini verir.(119) O sıralar aklından geçen, Meclis’i yenileyerek “kız gibi bir Meclis” (120)oluşturmaktır. Kurmayı amaçladığını bildirdiği “Halk Fırkası” hakkında bilgiler verir. Toplumun tamamını temsil edecek, bütün herkesin çıkarlarını koruyacak bir fırka teşkil etmek istediğini ifade eder.
Mustafa Kemal Paşa’nm yurt gezisi programını bitirip Ankara’ya dönüşünü takiben, 1 Nisan 1923’te Birinci Gruba mensup Esad Efendi (Aydın) ve yüz yirmi milletvekilinin imzaladığı teklif ile seçiminin yenilenmesi istenir. 3 Nisan’da seçim kanununda değişikliklere gidilir, seçmen yaşı 18’e indirilir. Muslafa Kemal Paşa, 8 Nisan da parti programı niteliğinde olan “Dokuz Umde”sini yayınlar.
Nisanın ilk günlerinde peş peşe gerçekleşenler arasında en önemli gelişmeyi seçime gidilmesi teklifinin kabul edilmesi oluşturur. Esasen seçim teklifi daha önce İkinci Gruptan gelmiş fakat Birinci Grubun muhalefetiyle kabul edilmemişti. Birinci Grup, seçimi aleyhine bir durum olarak değerlendirmişti. Fakat hiç de uzun bir süre geçmeden seçime gitme teklifinin bu sefer Birinci Gruptan gelmesi son derece manidardır.
Neden böylesi bir değişim yaşanmıştı? Bu değişimin en önemli sebebinin Lozan olduğu anlaşılıyor.(121) Çünkü, Lozan görüşmeleri sırasında İkinci Grubun son derece etkili muhalefeti ile Birinci Grupta önemli bir erime görülür. Birinci Grup Lozan’da Misak-ı Milli’den taviz verildiğini ve bunun engellenmesi gerektiğini savunur. “Taviz” suçlamasına, Mustafa Kemal özellikle Musul konusunda çok ısrarcı olunursa savaşın tekrar çıkabileceği biçiminde cevap verir.(122) Bunun üzerine Birinci Gruba mensup bir çok milletvekili ikinci Gruba geçer. İkinci Grup Meclis’te çoğunluğu teşkil eder duruma gelir ve Meclis çalışmalarına damgasını vurmaya başlar.(123) Bu nedenledir ki, Hüseyin Avni (Ulaş) Meclis Birinci Başkanvekilligi’ne seçilir Seçimde Hüseyin Avni Bev 145 oy alırken,Birinci Grubun adayı Refik Saydam 110 oy alır. Gelişmelerden anlaşılan odur ki, seçimin yenilenmesi, Birinci Grup tarafından iradeyi tamamen ikinci Gruba kaptırmamak için bir çözüm olarak görülmüştür.(124)
Seçim teklifinde “resmi” gerekçe olarak, memleketi savunmak için toplanan Birinci Meclis’in bu görevini övgüye değer biçimde onurla yerine getirdiği belirtildikten sonra; Meclis’in memleketin sulha kavuşturulması ve ekonomik ilerlemeyi sağlamak gibi iki yüce sorumluluğa sahip olduğu ve bunu yerine getirebilmesi için üç yıldan beri değişen ve gelişen düşüncelerin ışığında oluşan kamuoyunun tercihlerini yansıtacak bir seçimle Meclis’in yenilenmesi gerektiği ifade edilir.(125) Teklif herhangi bir muhalefetle karşılaşmaksızın kabul edilir. Teklifle ilgili görüş bildirmek amacıyla söz alan bütün üyeler, teklifi desteklediklerini bildirirler. Çünkü, o sıralar, olağanüstü şartlarda teşkil etmiş Birinci Meclis’in, dönemin şartları gereği doğru-dürüst seçim yapılamadığı için gerçek anlamıyla halkı temsil edemediği, artık savaş bittiğine ve şartlar normalleştiğine göre halkın iradesini tam temsil edecek bir meclisin teşkil edilmesinin gerekli olduğu İkinci Gruba mensup milletvekillerinin sıklıkla ifade ettikleri bir görüştür. Bu nedenledir ki, Meclisin seçim kararı alması üzerine, Muştafa Kemal Paşa söz alır ve konuşmasına ‘’Hakimiyet’i Milliyenin” önemim vurgulayarak başlar Konuşmasını “Türkiye devletinde ve Türkiye Devletini kuran Türkiye halkında kadar tacdar yoktur, diktatör yoktur. Tacdar yoktur ve olmayacaktır.Çünkü olamaz” sözleriyle devam ettirir.Milletvekılleri konuşmanın bu yerinde ‘’kahrolsun tacdar olanlar”, “bravo’’ diye bağırarak ve “şiddetli alkışlarla’’ konuşmadaki düşüncelere aynen katıldıklarını gösterirler.Paşa, seçim kararı verilmesinin isabetli olduğunu, bu nedenle herkesi tebrik ettiğini bildirdikten sonra konuşmasını yine şıddetli alkışlar ve “bravo” sesleri arasında şu şekilde sürdürür. “Butun cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır O da Hakimiyeti Milliyedir. Yalnız bir makam vardır. O da, milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir”.(126)
Bu, İkinci Grubun tamamıyla katıldığı bir konuşmadır. O güne kadar hep muhalefeti temsil eden ikinci Grup üyeleri, bu konuşma nedeniyle memnun olurlar. Ancak ne var ki, seçim kararını takip eden günlerdeki uygulamalar çok daha farklı bir kulvarda gerçekleşir.(127)
Seçim kararı alınmasını takiben, Birinci Meclis’in feshinden sonra, Meclis grubu adına bir seçim bürosu kurulur.(128)Seçim faaliyetlerini bu büro yönetecektir. Büronun başına Mustafa Kemal Paşa getirilir. Goloğlu o günleri şöyle anlatıyor: “Ve (Birinci Büyük Millet Meclisi) diye anılan (Üçüncü Meşrutiyet Meclisi), 16 Nisan 1923 de son toplantısını yaparak dağıldı. Mebuslar memleketlerine gittiler. Mustafa Kemal Paşa da seçim işlerini yürütecek kurulun başına geçerek, adayların tespiti işini eline aldı… Birinci Grup üyeleri başlarında Mustafa Kemal Paşa olduğu halde, olanca güçleriyle seçimi kazanmanın tedbirlerini almaya, adaylar üzerinde teker teker durarak kendilerinden yana olmayanları hiçbir yerden çıkarmamaya, daha doğrusu sadece kendilerinden olanları seçtirmeye çalışıyorlardı”.(129) Kazım Karabekir’den öğrendiğimize göre, seçim komitesi TBMM tarafından kurulmuş ve Mustafa Kemal’de bu komitenin başkanlığına getirilmiş değildir. Arada önemli bir fark vardır; ‘’Bazı vekillerin de dahil olduğu bir seçim komitesi teşkil etti ve Reisliğini de kendi üzerine aldı’’.(130)
Mustafa Kemal, seçim komitesiyle birlikte çalışarak seçime katılacak milletvekili adaylarım belirler,(131) adaylar hakkında istihbarat toplar ve listeye İkinci Gruptan sadece üç kışı girebilir.“.(133)Alınan önlemler ve engellemelerle sadece İkinci Grup üyelerinin değil, aynı zamanda Ittıhaî ve Terakki den gelenlerin de seçilmesi büyük oranda önlenir. Tüm seçim çalışmaları süresince Mustafa Kemal Pasa yalnızca Birini Grup üyelerinin kazanması için büyük bir çaba harcar.(134)Seçim faaliyetleri¬nin niteliğini göstermesi açısından Tevhid-i Efkar gazetesinde çıkan bir haber son derece manidardır. 5 Mayıs 1923 tarihli Tevhidi Efkar gazetesine demeç veren ve ismi açıklanmayan bir Birinci Grup üyesi, Istanbul’daki milletvekili adaylarının da, ülkenin her yerinde olduğu gibi. Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığındaki kurulca belirlendiğini, hiç kimsenin kişisel olarak aday olmak gibi bir hakkının bulunmadığını açıklar. İsmi açıklanmayan bu şahsa, İstanbul adaylarının Müdafa-ı Hukuk Merkezi’nce belirlenip Ankara’ya bildirildiği söylentilerinin doğruluğu sorulunca şunları söyler: “Böyle bir şey olmamıştır. Esas olarak buna imkân da yoktur. Çünkü İstanbul Müdafaa-i Hukuku’na bunun için ayrıca bir yetki verilmiş değildir. Hatta belki de bize genel merkezden bazı adaylar hakkında bilgi sorulabilirdi. Bu da olmamıştır. İstanbul adayları da kesinlikle Ankara’dan ilan olunacaktır. Eğer adaylar oraya başvurmuşlarsa bunda haberimiz yoktur”.(135)
Karabekir Paşa, hatıralarında, seçim kurulunun kendisinin de katıl-dığı ilk toplantısında, Mustafa Kemal’in “millet bana güven oyu versin ve mebusların seçimini bana bıraksın” şeklinde bir görüş ortaya attığını, ancak kendisinin karşı çıkması ve bunun ağır basması üzerine bunda vazgeçtiğini söyledikten sonra şunları anlatır:
“Her taraftan kendisine en çok emniyet verenler listeye girdiler ve hatta hükümet yardımı ile seçime arz olundular. İkinci Gruptan kimse namzet gösterilmedi. Halbuki bunların çoğu İstiklâl Harbine, ilk gününden beri canla-başla hizmet etmiş insanlardı. Bu hususta aramızda biraz da münakaşa oldu. Gazi, ‘ben muhalif istemiyorum, diyerek, kendisine sözle veya yazıyla en çok sadakat gösterenleri ve Birinci Meclisle fiiliyatıyla bu emniyeti kazananları ve hemen bütün karargahının mensuplarını namzet gösteriyordu. Ben de böyle bir emre uyan bir meclisle dünyaya hakim itilaf milletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve dahilde de hürriyet mefhumunu kaldıracağımızı ve belki daha şiddetli bir muhalefete yol açılacağını söyleyerek, itiraz ediyordum”(136)
Kazım Karabekir, seçim sonuçlarına müdahale anlamında gerçekleş tirilen çalışmaları protesto ederek, önce seçim komitesinden ayrıldığını,ancak Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine kararından vazgeçerek komite içinde çalışmalarını sürdürdüğünü sözlerine ekler. Buna karşılık Heyet- i Vekile Reisi Rauf (Orbay), adayları belirleyen kurulda yer almayı reddeder. Rauf Orbay, hatıralarımla, Mustafa Kemal Paşaya fırkalar üstü kalmasının doğru olacakını tavsiye eniğini, ancak tavsiyesinin dikkate alınmadığını ancak Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine kararından vazgeçerek komite içinde çalışmalarını sürdürdüğünü sözlerine ekler. Buna karşılık Heyet- i Vekile Reisi Rauf (Orbay), adayları belirleyen kurulda yer almayı reddeder. Rauf Orbay, hatıralarımla, Mustafa Kemal Paşaya fırkalar üstü kalmasının doğru olacakını tavsiye eniğini, ancak tavsiyesinin dikkate alınmadığını belirtir; kendisinin kurulda yer almayı reddetme nedenini ise şöyle açıklar: “Bir Hükumet Başkanı olarak elbette halka şunu seçin, bunu seçin diye listeler sunup, propagandalarla, teşvikte bulunamazdım.’’(137) Kendi isteminin dışında seçim komitesine üye kaydedilen Rıza Nur ise, toplantılara birkaç kez katıldığını, ancak yapılan işleri beğenmediği için bir daha herhangi bir toplantıya katılmadığını ifade eder: “Baktım rezalet bir şey… Semtine uğramadım”(138)der.
Seçim gerçekleşir ve seçim kurulunun belirlediği listelerin dışında yer alıp da milletvekili seçilen sadece 2 kişi olur. Bunlar, Emin (Sazak) Bey (Eskişehir) ve Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey’dir (Gümüşhane). Bunlar¬dan Emin Bey daha sonra Halk Fırkası’na katılır. Liste dışı seçilip de muhalif kalan yalnızca Zeki Bey olur. Onun milletvekilliği ise tam anlamıyla bir işkenceye dönüş(türül)ür.(139)
Sonuçta(140) “İkinci Grup tasfiye edilmiş, Tek Parti yönetimine doğru yönelişte büyük bir engel ortadan kalkmış oluyordu, iyi bir organizasyonla gerçekleştirilmiş olan bu seçimler, itaatkâr, parti, başkanının elinde bir parlamento yaratacaktı”.(141) Çünkü, Kazım Karabekir’e göre “İkinci Millet Meclisi’ne girebilmek için, bilgi, emek ve seciyeyle tanınmış olmaktan ziyade, sadakat ve yumuşak başlılıkla tanınmış olmak ve türlü vasıtalarla Gazi’ye hulûl edebilmek işe yaramıştı. Sözle ve kalemle dalkavuklar, almış yürümüştü. Mektuplarla, şiirlerle Mustafa Kemal Paşa’ya bir düzine tekrarlanan sözler muayyendi: “Bizi sen kurtardın, ne emir buyurulursa ayni keramettir” ve bir sürü methiyeler… Saadet avcılığı dehşetli bir yarış halinde başlamıştı. Ve artık istiklâl Harbi’ndeki gibi fikir sahipleriyle iş birliğinden ziyade, mutavaat ve alkışa hazır bir zümreye rolleri verilmeye hazırlık var gibi görünüyordu”.(142)
1.Yazı için bkn:http://ilimcephesi.com/tbmm-hukumeti-birinci-meclis-1920-1923-1/
DİPNOTLAR
1- 19 Mart 1920 tarihli genelge şöyledir: “Hilafet ve Saltanatın merkezi olan İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali, devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını işleyemez bir hale getirmiştir. Meclis-i Mebusan bu şartlar içinde çalışamayacağını kararlaştırmış, bu kararım resmen bildirmiş ve dağılmıştır. Saltanat ve Hilafetin dokunulmazlığını ve bağımsızlığını sağlayacak tedbirleri düşünmek ve uygulamak üzere Ankara’da olaganüstü yetkilere sahip bir meclis umuru, milleti tedvin ve murâkebe etmek üzere toplanacaktır Bu davet millet adına yapılmaktadır. İstanbul Mebusan Meclisi’nden Ankara’ya gele bile cek mebuslar iştirak edeceklerdir. Bununla beraber 1876 tarihli Intihab-ı Mebusan Kanunu gereğince, yeni bir seçim yapılacaktır. Livalar seçim çevresi (Daire-i Intihabiye) sayılacak ve her livadan beş mebus seçilecektir. İki dereceli, gizli ve mutlak çoğunlukla yapılacak seçim, 15 gün içinde Meclisin Ankara’da toplanmasını mümkün kılacak sürati yapılacaktır. Seçimlerde adaylık serbesttir. Her fırka, zümre ve cemiyet aday gösterebilecekleri gibi, bağımsız olarak istenilen yerden adaylık konulabilecektir. Seçim çalışmalarının güvenlik içerisinde sûrdûrûlebilmesinden mahallin en büyük mülkiye memuru sorumlu olacaktır” (Genelgenin orijinali için bkz: Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 513,514; buradaki sadeleştirilmiş metnin alındığı yer için bkz: Aslan, TBMM Hükümeti, s. 16,17)
2. Mustafa Kemal Paşanın 21 Nisan 1920 tarihli tamiminin tam metni şöyledır (Metnin orijinali için bkz: Atatürk, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 7, s.344, 345; Atatürk, Nutuk, C.l, s.431,432: Buraya sadeleştirilmiş hali alınmıştır. Sadeleştirilmiş metnin kaynağı olarak bkz: Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, C.I1, s. 112,113):
“Telgraf: çok ivedi Ankara’ya acele yazı gönderilmesi Ankara, 21.4.1920 Kolordulara (14’ üncü Kolordu Komutan Vekilliğine), 61’inci Tümen komutanlığına, Refet Beyefendi’ye, Bütün Valiliklere, Bağımsız Sancaklara, Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey’etlerine, Belediye Başkanlıklarına
1– Tanrının lütfuyla Nisanın 23’ûncü Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2- Vatanın istiklâli, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rastlatmak- la, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’m ve namazın nurlarındanda feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Bu merasimde Câmi-i Şeriften başlayarak Meclis binasına kadar Kolordu Komutanlığınca askeri birliklerle özel tören düzeni alınacaktır.
3- Açılış gününün kutsallığını belirtmek için bu günden başlayarak vilâyet merkezinde, Vali Beyefendi Hazretleri’nin düzenleyeceği şekilde, hatim indirilmeye ve Buhari-i Şerif okunmaya başlanacak ve Hatm-i Şerîf’in son kısımları uğur getirsin diye cuma günü namazdan sonra Meclis’in toplanacağı yerin önünde tamamlanacaktır.
4 – Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bu günden itibaren aynı şekilde kilde Hatm-i Şerîfler indirilmesine ve Buhari-i Şerif okunmasına başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek, hutbe okunurken, Halifemiz, Padişahımız Efendimiz Hazretleri’nin mübarek adları anılırken, Padişah Efendimiz’in yüce varlıklarının, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak yüce Hilâfet ve Saltanat makamı ile bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Millî Mücadele’nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydanâ gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra, Halife ve Padişah’ımızın, din ve devletimizin vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı vilâyetlerinin her tarafında, hükûmet konağına gelinerek Meclis’in açılmasından dolayı resmî tebrikler yapılacaktır. Her tarafta cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerîf okunacaktır.
5 – Bu tebliğin hemen yayınlanarak her tarafa ulaştınlabilmesi için her vasıtaya başvurulacak, sür’atle en ücra köylere, en küçük askerî birliklere, memleketin bütün teşkilât ve kuruluşlanna ulaştırılması sağlanacaktır. Ayrıca, büyük levhalar halinde her tarafa asılacak ve mümkün olan yerlerde bastırılıp çoğaltılarak parasız dağıtılacaktır.
6 – Yüce Tanrı’dan tam bir başarıya ulaştırması niyaz olunur.
Hey’et-i Temsiliye adına
Mustafa Kemal
3.Hamdullah Suphi, Gûnebakan, s. 169
4.Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 617
5.Kazım Karabekir’in ifade ettiği “ruhani hava”, Birinci Meclisle, özellikle ilk zamanlar hep güçlü bir şekilde varolur. Meclisin bu özelliğine tanıklık etmesi açısından İzmit Millet vekili Mahmut Esat Bozkurt un şu açıklaması önemlidir: “Mecliste müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı”. Ancak bu ”ruhani hava” zamanla bozulur. Bozkurt ve Atay zamanla gerçekleşen değişimi şöyle anlatırlar: “Dikkate değer ki. Kurluluş Savaşları zaferle taçlandıktan sonra, Atatürk, Ankara’ya döndü, Meclis kapısı önünde resmi üniformasiyle bekleyen imam efendi, Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat, dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle: “Burada böyle şeylere lüzum yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz! Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanı ile kazandık!” dedi ve imamı kovdu” (Bozkurt, Atatürk İhtilâli, s. 146,147). Falih Rıfkı Atay, Bozkurt’un anlattığı olayı Mustafa Kemal’den duyduğu biçimiyle şöyle nakleder: “Sakarya’dan dönmüştüm. İstasyona çıkınca hocaların beni Hacı Bayram’a götüreceklerini haber verdiler. Baktım ki, Mehmetçiğin zaferini türbeye kaptıracağız. Red de edemezdim, kalabalık arasında yavaş yavaş yürüyerek bir tertip düşünüyordum. Tam Meclis’in önüne gelince, birden ayrıldım, balkona çıkarak nutuk söylemeye hazırlandım. Halk da milletvekillerine katılarak karşımda bir dinleyiciler kalabalığı toplandı. Söyledim, sonra içeri girdim. Program bu olmuştu (Atay, Çankaya, s. 365)
6.O zaman Ankara’da hazır bulunan ve törene katılan milletvekili sayısı konusunda ihtilaf vardır. Dönemin tanıkları ve araştırmacılar farklı sayılar ifade etmişlerdir. Bazıları 115 (Kansu, Erzurum’dan ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s.569,570), bazıları 120 (inan, Türkiye Cumhuriyeti ve Devrim Tarihi, s. 68; Kili, Türk Devrim Tarihi, s.57) veya diğer bazıları ise 127 (Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, s.91) milletvekilinin katılımıyla Meclisin açılışının gerçekleştiğini belirtirler.
7.Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı, s. 71
8.27 Nisan 1920’de, Meclisin Padişaha gönderdiği ve Meclisin faaliyetleri hakkında padişahı bilgilendirdiği resmi yazının bir bölümü şöyledir:
“Halife Hazretleri’nin yüce katına Halife ve pek kutsal Hakanımız Efendimiz:
İstanbul’un işgali ve bunu izleyen çok acıklı olaylar üzerine durumu inceledik ve yüce saltanatınızın haklarını ve ulusal bağımsızlığımızı savunma ve sağlamak amacıyla bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu’nun düşman salgını altında olmayan her köşesinden gelen ve ulusça olağanüstü yetki ile görevlendirilen milletvekilleri, oybirliğiyle aldıkları bir kararla yüksek katınıza bazı gerçekleri arz etmeyi kendileri için bir bağlılık ve kulluk borcu bildiler… Padişahımız… Görkemli padişahımız… Yücelerin yücesi Efendimiz… Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusuyla dolu olarak tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlantı ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü Halife ve Padişahına bağlılık olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine böyle olacağım yüce katınıza en büyük saygı ve gönül eğilmesi ile sunar” (Velidedeoğlu, İlk Mectis Milli Mücadelede Anadolu, s.85-88; Metnin sadeleştirilmiş halinin tamamı ilgili sayfalar arasında, metnin asıl biçimi ise yine aynı eserin 88-89, orjinalinin fotokopisi ise 90-91 sayfalarda yer almaktadır)
9. Her şey halife sultanın kurtarılmasına kadar geçici olacağı için, teker teker Meclis tarafından seçilecek hükümet görevi yapacak olan kurula “İcra Vekilleri Heyeti” denmiştir.Bu insanlar nazır değil, yalnızca birer vekildir.Başlarından bir reis vardır ama, bu kişi bir başbakan görünümünde değildir. İcra Vekilleri Heyeti, Meclisin bir encümeninden farksız görünümündedir. Zaten doğal başkanlığı da Meclis Reisinin elindedir” (Oral, Atatürk Milliyetçiliği, s, 136).
10.Arıkoğlu, ’‘Birinci Meclisten Notlar”, Yakın Tarihimiz, C.I, S.6, s. 203
11. Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı, s. 72
12. Gologlu, Üçüncü Meşrutiyet, s. 159; Afet İnan, Birinci Meclisteki Milletvekili sayısının 390“olması gerektiğini” yazar (İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Devrim Tarihi, s. 69).
13.Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C.I, s.339
14.Arıkoğlu, “Birinci Meclisten Notlar”, s.202,203
15. Kansu, Erzurum’dan ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.II, s.574
16. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 221
17. Tunaya, TBMM Hükümeti’nin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri, s.4
18. Çöker, Türk Parlamento Tarihi Milli Mücadele ve TBMM I.Dönemi 1919-1923, C.3; Demirci, Birinci Mecliste Muhalefet, s. 137; Frey, The Political Elite in Turkey, s. 311
19. Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, s.54
20. Altuğ, Türk Devrim Tarihi Dersleri, s. 39
21. Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı, s. 79
22. Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 183
23.Arıkoğu, “Birinci Meclisten Notlar”, s. 203;Birinci Mecliste Zabıt Memurluğu yapan H. Velded Velidedeoglu, bir mensubu olarak aralarında yaşadığı Meclisin üyelerini şöyle tanımlar: “1920’de Meclise ilk kez memur olarak girdiğimde hemen dikkatimi çeken durum, milletvekillerinin kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin başka başka ve çok değişik oluşuydu. Beyaz sarıklı, ak sakallı cübbeli, eli tespihli hocalarla; pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri; külahlı ağalar ve kavuklu çelebilerle Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, Kuvayı milliye kalpaklı gençler. Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar tek bir amaç doğrultusunda birleşmişlerdi: Vatanı kurtarmak” (Velidedeoglu, life Meclis, s.77)
24. Atatürk, Nutuk, C.II, s. 594
25. Selek, Anadolu İhtilâli, C. U, s.620
26.Atatürk, Nutuk, C.II, s. 595
27. Arıkoglu, Hatıralarım, $.225
28.Hakimiyet-i Milliye, 11 Mayıs 1337 (1921)
29.Güneş, Birinci TBMMnin Düşünce Yapısı, s. 173
30. TBMM Zabıt Ceridesi, C.10, s.299
31. Gologlu, Cumhuriyete Doğru, s. 162
32. İkinci Grubun önemli üyelerinden Hüseyin Avni Bey, İkinci Grubun oluşumunu şöyle açıklar: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı Milliyi hedef olarak benimsemişti. Bunun için çalışıyordu. Mecliste 1921 yılının Mayıs’ında, bu hedefe ulaşmak için izlenecek yolu belirlemek üzere bir grup oluştu ve Misak-ı Milliyi de ilke olarak benimsedi. Oysa o zaman bu ilke sadece bir zümrenin ilkesi olmayıp tüm milletin ilkesi idi; ona ters düşecek bir kimse yoktu. Biz grubun bu tutumunu ve vilayetlerdeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin de bu gruba bağlanmasını protesto ettik. Zira amaç bir olduğu halde, ayrımcı-lığa yol açacak, aynı ilke çevresinde “farklı cereyanların” oluşmasını istemedik. Gelecek-te “fırka” biçimine dönüşecek cemiyetlerin oluşumuna izin vermedik. Savaşın sona ermesini bekledik. Zira bir kitle biçiminde amaca ulaşmak için çalışmayı daha yararlı gördük. Tüm Meclisin ortak ve bütünlük içinde olması gerekirken; Birinci Grup’un dışına itilen milletvekilleri zorunlu olarak, aynı amaca ulaşmak için İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu oluşturdular” (Tevhid-i Efkar, 29 Nisan 1339 (1923).Hüseyin Avni Beyin bu açıklaması, Mustafa Kemal’in 1923 Ocak ayında İzmit’te gazetecilerle konuşması sırasında Grupların oluşumuyla ilgili olarak yaptığı açıklamalarla karşılaştırılırsa tarihsel gerçek daha net olarak açığa çıkmaktadır.
33.Birinci Grubun üyeleri, esasen çok farklı toplumsal kesimlere mensuplardı ve ayrıntıya inildiğinde birbirlerine göre farklı düşüncelere ve ideallere sahip oldukları anlaşılıyordu.Bu durumun grup içi birlikteliği tehdit ettiği kısa sürede anlaşıldığı için, Mustafa Kemal,“gizlice” (Gümüş, Birinci TBMM’nın Düşünce Yapısı, s. 178) grup içinde kendisine sadakatle bağlı kimselerden oluşan bir komite kurar. Komite yaklaşık 35 kişiden oluşur. Komitenin görevi; Meclisin gündemine gelecek konulan kendi aralarında tartıştıktan sonra,ulaştıkları kararları kendilerine yakın diğer milletvekillerine “telkin” etmektir. “Selamet-i Umumiye Komitesi” ismini alan bu komitenin “gizlice” teşekkülü birçok Birinci Grup üyesinin tepkisine neden olur ve bu kimseler grubu terk ederler. Fakat “Selamet-i Umumiye Komitesi” Birinci Grubun çekirdek kadrosu olarak Birinci Mecliste uzun süre faaliyetlerine devam eder. (Bkz: Erkul, “Milli Mücadele Hatıraları”, Vakit, 23 Mart 1954;Özalp, Milli Mücadele (1912-1922), C.l, s. 226)
34.Mustafa Kemal, İkinci Grubun sayısı ile ilgili olarak, 1923 yılının Ocak ayında çıktığı Batı Anadolu gezisi sırasında, İzmit’te gazetecilerle yaptığı konuşmada şunları söyler: …bu grup zaman zaman tenâkus etti [zaman zaman azaldı, çoğaldı)… 70’e kadar çıkmıştı. 74 filan vardı” (inan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir- İzmit Konuşmaları, s.59,60)
35. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, s.416
36.Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa-Milli Mücadelenin İç Alemi, s.7ı
37. Agaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s. 41, 50,51
38. Tarih-4, s. 88
39. Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, C.I1, s. 192
40. Selek, Anadolu İhtilâli, s. 625
41. Selek. Anadolu İhtilali, s. 628
42. Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, s. 388
43. Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, s. 7
44. Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünsel Yapısı, s. 383
45.Atatürk, Nutuk, C. 11. s. 653-663
46. Atatürk, Nutuk, C. II, s. 691
47. İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir- İzmit Konuşmaları, s. 58-60
48. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. I, s. 15,16
49. Agaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s.41;Birinci Mecliste zabıt memuru olarak çalışan, görevi gereği üyelerin konuşmalarını yazan, her konuşmayı görevi gereği dikkatle dinleyen ve Meclisin bütün olaylarına yakından tanık olan H. Velded Velidedeoğlu gruplarla ilgili olarak tespiti şöyledir: “Birinci Grup Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşanın yöresinde odaklaşan “Mûdafaa-i Hukuk”grubuydu. Henüz bir siyasal parti niteliği yoktu… İlerici bir görünüm taşıyordu. İkinci grup ise bir tür muhalefet partisi görünümünde olup, o da parti değildi. Belirli bir lideri de yoktu. Ama konuşmalarına bakılınca Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş), İkinci Grubun başkanı olarak görünürdü… Bu grubun oluşturan üyeler genelde tutucu bir görüşe sahiptiler. Böylece iktidar karşısında muhalefette bulunan tutucu bir siyasal partinin hükümet icraatını denetleme görevini yapıyorlardı. Kimileyin bu yüzden Mecliste sert tartışmalar olurdu. Bununla birlikte iş vatan savunmasına, Yunanlılar ve onları tekleyen Batılı devletler karşısında kararlaştırılacak tutuma gelince her iki grup tek bir topluluk halinde birleşiverirdi.'(Velidedeoğlu, ilk Meclis, s. 242).
50. Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s.45,46,47
51. İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Devrim Tarihi, s. 69
52.Orbay, Cehennem Değirmeni, C.II, s. 74; Kandemir, Hatıraları ve Söyledikleri ile Rauf Orbay, s.57
53. Yirmi Yıl İçinde Cumhuriyet Halk Partisi, s.8,9
54. Tunçay, T.C.’de Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması, s.47
55. Zûrcher, Milli Mücadelede ittihatçılık, s. 229
56. Zûrcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, s.37
57. Gevgilili, ‘”İnönü Elli Yıla Bakıyor”, Milliyet Gazete si, 12 Eylül 1970.
58.Gevgilili,CHP ve Türkiye’yi Anlama Saati”, Milliyet Gazetesi, 5 Mart 1972.
59. Ateş, Türk Devrim Tarihi, s. 165,166
60. Akın, TBMM Devleti, s. 61
61. Tunçay, T.C.’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s. 46
62. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s. 534
63. Demirci, Birinci Meclls’te Muhalefet, s. 20
64.Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, s. 27, 28
65. Tahsin Demiralay’ın bu tespiti Rauf Orbay tarafından da aynen tekrarlanır; Orbay, Cehennem Değirmeni, C. 11, s. 213
66. Demiralay, Arkada Bıraktığım Küçük İşaret Taşları, s. 102, 103
67. Kandemir, Hatıraları ve Söyledikleri ile Rauf Orbay, s. 124
68.Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 119 -122
69.Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 917
70. Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C.I, s. 27
71.Bölüm incelendiği zaman, bütün tereddütlerden uzak şekilde anlaşılan odur ki, Birinci ve İkinci Grup arasında gerçekleşen tartışmalardaki temel konu, doğrudan doğruya rejim meselesidir.Ama,gruplar arasındaki çatışma,eski/yeni düzen yanlıları arasında değil,yeni düzenden yana olup da,bu düzende yasamanın üstünlüğünden yana olanlarla,yürütmenin üstünlüğünden yana olanlar arasında gerçekleşmiştir.
72. Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili Ingiliz Belgeleri, s.96,97
73. Mustafa Kemal, Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında ittihat ve Terakki cemiyeti hakkında olumsuz söz söyletmemiş ve kendisinin İttihat ve Terakkide bulunduğunu her zaman kabul etmiştir. Mustafa Kemal, Milli Mücadele yıllarında hem İttihat ve Terakkinin gizli örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa ile ve hem de Teşkilat-ı Mahsusaya mensup ittihatçıların kurduğu Karakol örgütü ile yakın ilişki içerisinde olmuştur. Ayrıca, Milli Mücadelenin bir çok komutanı İttihat ve Terakki üyesiydi. Mustafa Kemal, Milli Mücadele yıllarında İttihat ve Terakkinin önemli destek ve yardımlarını görmüştür. Tüm bu konularda yarıntılı bilgi için bkz: Akol, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm; Ayrıca bkz: Tanör, Türkiye’de Kongre iktidarları, s. 136-139
74.Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasındaki rekabet çok eskilere dayanıyordu ve sonuna kadar da sürmüştür. Bu konuda bkz: Cebesoy ,Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 145-147
75. Villalta, Atatürk, s. 21 ve devamı; Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, C.I, s. 71 ve devamı; İrmak, Atatürk- Bir Çağın Açılışı, s.5
76. Öztûrk, Atatürk’ün TBMM Açışı ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları, s. 72; Benzer ifadeler,bildiriler ve kanunlar için bkn:Goloğlu,Üçüncü Meşruiyet,syf;149-155
TBMMGizli Celse Zabıtları, C.I, s. 9
78.Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 101
79.İlter Turan şöylesi bir tespitte bulunur: “[Milli Mücadele] Önderlerinin bile bir çoğu, harekete yeni bir devlet kurmak için değil, ülkeyi işgalden kurtarmak ve eski rejimi yeniden hakim kılmak amacıyla katılmışlardır” (Turan, Cumhuriyet Tarihimiz, Temeller, Kuruluş, Milli Devrimler, s. 56) –
80.Atatürk, Nutuk, C. II, s. 690,691
81.Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, C. 3, s.81
82.Atatürk, Nutuk, 2/718
83.Atatürk, Nutuk, C. II, s. 838
84.Nadi, Birinci Büyük Millet Meclisi, s. 38,39
85.Bkz: Nadi, Birinci Büyük Millet Meclisi, s. 39
86.Ateş, Biz Devrimi Çok Seviyoruz, s. 179
87.Bkz: Irmak, “Atatürkçülüğün ilkeleri- İnkılâpların Fikir Temelleri”, s. 498; Enginsoy, “Atatürk Biyografisinden Sayfalar”, s. 596; Kili, Atatürk Devrimi s. 228
88.“Milli sır” anlayışını savunanlar arasında Ali Fuat Cebesoy da vardır. Kendisi, bir röportajında konuya ilişkin şu açıklamaları yapar: “Anadolu’ya gelirken bana böyle söyledi [Vahdettin gönderdi, Vahdettin’in desteğini aldım vs gibi A.C.E.] diye söylediği zaman da en büyük payı da padişaha vermiş oluyor. Maksadı milleti yürütmek için. Eee mecliste seksen tane hoca var. Seksen hoca var mecliste… Ama vatanperver adamlar bunlar. Tabii bunları harekete getirmek için efendim padişahta böyle söyledi [dedil. Manası, işte padişahta bizlen beraber demek istiyor” (İfade bozuklukları metne aittir. Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, s. 354)
89.Kili. Atatürk Devrimi s. 137.138
90.Karpat. Türk Demokrasi Tarihi, s. 59
91. Mumcu. Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, s. 56
92.TBMM Zahit Ceridesi. C. 19. s. 379-383
93. TBMM Zabit Ceridesi. C.14, s.378
94. Gologlu. Cumhuriyete Doğru, s. 243
95.TBMM Zahit Ceridesi. C. H.s. 423-443
96.TBMM Zabıt Ceridesi. C. 14. s.440;
Mete Tunçay, Mustafa Kemal Paşa nın bu yorumu üzerinde durarak, Paşa nın kuvvetler avınım ilkesini Rousseauya mal etmesinin hatalı olduğuna dikkat çeker ve Rousseau’nun kuvvetler birliğini savunduğunu; kuvvetler ayırımı fikrinin ise Montesquie’den geldiğini belirtir (Tunçay, ‘Atatürk’e Nasıl Bakmak”, Toplum ve Bilim, Sayı 4, İstanbul, Kış 1978,
s.91)
97. TBMM Zahit Ceridesi. C 19, s. 101,102
98. TBMM Gizli Celse Zabıttan. C2, s.578-579
99. TBMM Zahit Ceridesi. C.21s. 285.286
100. TBMM Zabıt Ceridesi, C21, s. 303. 304
101. TBMM Zabıt Ceride.si, C.2 s. 614.615
102. TBMM Zabıt Ceridesi, C Z., C.2, s. 618
103.TBMM Gidi Celse Zabıtları, C.3, s. 608-610
104. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 22, s. 87.88
105. TBMM Zabıt Ceridesi, C. 26, s, 391-392
106.Gülmez, Kurtuluş Savaşında Anadolu’da Yeni Gün s 661
107. TBMM Zábıt Ceridesi, C.26, s. 212-214;
Mevcut bilgilerden, Yunus Nadi’nin, makalesinin bu derece tepki çekeceğini düşünmediği anlaşılıyor. Anlaşılan odur ki, tahminlerinin üstünde tepkiyle karşılaşınca, korkar ve ne yapacağını düşünmeye başlar. Bu konuda bazı bilgileri Kılıç Ali naklediyor: “Bizim o gutı aldığımız habere göre fırka içtimamda bu zevat [Ahmet Süreyya ve Rıfkı Beyleri Yunus Nadi Beye karşı nahoş vaziyet takınmağı dahi kararlaştırarak bunun için de ciddi tedbirler almışlardı. Binaenaleyh vaziyet oldukça mühim ve çok heyecanlıydı. Yunus Nadi Bey, içtima edilecek günün sabahı erken bir saatle Ankara’da Saman Pazarı’nda ikamet ettiğim evime geldi. Pek heyecanlıydı. Fırka’da ne gibi nahoş vaziyetlerle karşılaşagmdan tabii olarak endişe ediyordu. Kendini teskin ettim. Dâva onun değil, hepimizin dâvasıydı. Endişe ve heyecana lüzum olmadığını, meseleyi hakaret ve tecavüzlere meydan vermeden halle muktedir olduğumuzu söyledim. Sözlerimden memnun olmuştu. Birlikte Çankırı kapısında ikamet etmekte olan Kâzım Paşaya (Kâzım Özalp) gittik. Tesadüf bu ya. Kâzım Paşanın da o sabah güner ismindeki kızı doğmuş, kendisi pek telaşlı ve aynı zamanda sevinç içindeydi. Meseleyi Kâzım Paşa ile ayak üstünde konuştuk, sonra, onuda beraber alarak Keçiörende bulunan Maarif Vekili Necati ve Vasıf Beylere gittik, oraya arkadaşımız İhsan Beyi de çağırdık ve hep birlikte vaziyeti mütalaa ettik. Karşımızdaki zevatın haysiyet kıran herhangi bir hareketleri ve Nadi Beye yapacakları herhangi bir hücum ve hakaretleri karşısında ciddi mukabeleye karar verdik ve bu kararımızdan Çanka- yaya giderek Mustafa Kemal Paşayı da haberdar ettik. Müşarünileyh bizi şayanı hayret bir sükûnet içinde dinledi, bizi bu dâvada haklı ve tedbirleri yerinde gördü. Ertesi günü bizim tarafımızdan da bütün mukabil tedbirler alınmış ve bu yüzden mesele artık bir Yunus Nadi Bey meselesi olmaktan çıkmıştı. 30 Martta fırka içtima etti, lçtimada mezkûr makale bahis mevzuu oldu. Yunus Nadi Bey Makalesine saik olan tezahürü uzun, kanaat verdirici ifadeleriyle izah ederek yazılarından bir hakaret manasının çıkarılamayacağını söyledi. İhsan, Necati, Vasıf, Recep Peker ve diğer arkadaşlarımız uzun uzadıya makaleyi teşrih ve müdafaa ettiler” (Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarım Anlatıyor, s. 73)
108. TBMM Zabıt Ceridesi, C.26, s. 214
109.TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 45-47
110.TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 47
111. TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 47
112.TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 49
113.TBMM Zabıt Ceridesi, C.26, s. 212-214
114.TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 47
115. TBMM Zabıt Ceridesi, C.27, s. 45
116. Ali Şükrü Bey, Birinci Meclisin önde gelen, geniş kültüre sahip, aydın milletvekillerinden birisidir. Aynı zamanda İkinci Grubun seçkinlerindendir. Bu bölüm dahilinde konuşmalarından örnek olarak aldığımız pasajlardan da anlaşılacağı üzere Birinci Grubun politikalarının önde gelen bir muhalifi idi. Birinci Grubun, Meclisin üzerinde kişi otoritesinin oluşmasını sağlama yönündeki her türlü girişimini önlemek için oldukça gayretli bir fikri mücadele veren Ali Şükrü Bey bir gün aniden kaybolur. Başına kötü bir şey geldiği düşünülür ve Hükümetin konuyla ilgilenmesi istenir. Özellikle İkinci Grup üyelerinin ısrarlarına rağmen Hükümet bir süre konunun üzerine gitmez. Ali Şükrü Beyin akıbeti hakkında ciddi bir araştırmaya girişilmez. Bu süre içerisinde Ali Şükrü Beyin politik bir suikasta kurban gittiği söylentileri hem Mecliste ve hem de basında gündemi oluşturan bir konu haline gelir.
Nihayet Ali Şükrü Beyin cesedi, Çankaya yakınındaki bir bahçede bulunur. Kişisel bir muhalifi olmadığı dikkate alınarak, katilinin politik muhaliflerinden birisi olabileceği üzerinde durulur, özellikle de Meclis gizli oturumlarında Lozan Barış görüşmeleri sırasında Hükümete yönelttiği sert eleştirileri nedeniyle politik bir suikastın kurbanı olabileceği üzerinde durulur. Göründüğü kadarıyla cinayete kurban gitmesinin başka bir nedeni yoktur. Ancak katilinin kim olduğuyla ilgili somut bir isim gündeme gelmez.Bu arada. Topal Osman ismiyle tanınan ve bir zamanlar Karadeniz Bölgesinde Rumlara karşı başardı çete savaşları yürüttüğü için Mustafa Kemal Paşa tarafından ödüllendirilerek Yarbay rütbesiyle Çankaya ve Meclisi korumakta görevli muhafız alayının komutanı tayin edilen şahsın ortalıkta görülmemesi dikkatleri çeker. Topal Osman’dan kuşkulanılır ve aranmaya haşlanır. Araştırmalar sonunda Topal Osman’ın. Ali Şükrü Beyın katili olduğu anlaşılır ve bir bağ evinde gizlendiği tespit edilerek güvenlik kuvvetleri tarafından ablukaya alınır. Topal Osman, çıkan çatışmada öldürülür. Cesedi, bir müddet meclisin önünde ayaklarında asılarak ibret için tutulduktan sonra defnedilir.
Ali Şükrü Bey niçin öldürülmüştü? Bu o günün politik tartışmalarının geldiği noktayı aydınlatacak önemli bir sorudur. Konuyla ilgili ayrıntılı bir araştırma yapan Mahmud Goloğlu da aynı soruyu sorar ve bu sorunun cevabını, o zamanki Meclis ikinci Başkanı Ali Fuad Paşanın. Meclis Basımevi Müdürü Feridun (Kandemir)’in, Başbakan Rauf Beyin,Topal Osman’ı ele geçiren Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Beyin anlattıklarından ve Meclisteki oturumların tutanaklarından hareketle bulmaya çalışır. Ulaştığı sonuç şudur: “Topal Osman Ağa, Ali Şükrü Bey’i niçin öldürmüştü?… Şöyle ki; bir kere Topal Osman Ağa sadece koyu cahil bir adam değil, aynı zamanda işkence ile adam öldürmekten zevk alacak kadar yaradılıştan vahşi huylu idi. öldüreceği kimsenin soyu, dini, yaşı, kişiliği onun için hiç bir değer taşımazdı. Bu nedenle, yanında ve emrinde bulunduğu Mustafa Kemal Paşaya muhalif düşüncede bulunan, bunu açıkça söyleyen ve Topal Osman Ağanın anlayışına göre kafa tutan bir kimseyi herhangi bir emir ve işaret almaya lüzum görmeden ve gözünü kırpmadan öldürebilirdi ve böyle bir kimseyi yaşatmamak istemesi onun huyuna da uygun düşerdi.
Kaldı ki; gerçekten Mustafa Kemal Paşaya büyük bağlılığı vardı… Nitekim; Ali Şükrü Bey’i öldürmeye kalkışması bu uğurdaki ilk davranışı değildi. Mustafa Kemal Paşa ile tanıştıktan ve onun emrine girdikten bir kaç ay sonra,Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşaya muhalefet ettiklerini her nasılsa çabucak haber aldığı biri doktor, biri yüksek mühendis iki genç hemşehrisini de öldürmek istemişti. Fakat onlar. Topal Osman Ağayı iyi tanıdıkları için, Ali Şükrü Bey gibi saf davranmamışlar ve ilk fırsatta yurt dışına kaçarak canlarım kurtarmış ve yıllarca yabancı ülkelerde yaşamışlardı… Bütün bunlardan ötürü; eğer Ali Şükrü Beyi Topal Osman Ağa öldürmüşse -ki Hükümet ve Meclise göre Topal Osman Ağa öldürmüştür ve fakat Mustafa Kemal Paşa hiç bir zaman ona “suçlu” dememiş, hep “sanık” demiştir- kesinlikle diyebiliriz ki; Topal Osman Ağa, Ali Şükrü Beyi Meclisteki sert muhalefetinden ötürü öldürmüştür” (Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti, s.165,166)-
TBMM’ndeki Ali Şükrü Beyin ölümüyle ilgili konuşmalarda, özellikle İkinci Grup mensubu milletvekillerinin konuşmalarında, söz konusu cinayetin faili olarak Meclisten birisi işaretlenir. Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, sert ve Meclis iradesini ön plana çıkaran meşhur konuşmasında baginr: “Ali Şükrü’ye kıyan bilekleri keseceğiz. O bilekler, İsterse sırmalı paşa bilekleri olsun” (Velidedeoglu, İlk Meclis, s. 101 ;0 sırada Mecliste zabıt memurluğu yapan Velidedeoglu, Hüseyin Avni Beyin bu sözlerinin daha sonra yayınlanan Meclis Tutanakları Dergisinden çıkarıldığını belirtir a.g.e. s. 129). Ancak bu kimsenin ismi açıkça ifade edilmez. Bunun görebildiğimiz kadarıyla tek istisnası, o zamanlar Mustafa Kemal Paşanın gözdelerinden olan ve Lozan görüşmelerine katılan heyetle yer alan Rıza Nur’dur. Rıza Nur, Ali Şükrü Beyin öldürülmesiyle ilgili olarak şunları yazar; “(Topal Osman] şu vatana üç dört yıldır bence büyük hizmet etmiş kellesi koltuğunda çalışmıştır.
Çok ve müthiş hunhar idi… Vatan yolunda zannederek… iğfalatına kapılarak Ali Şükrü yû boğdu. Bu suretle kendi kellesini de verdi… Mustafa Kemal’e şahsi hizmeti de bü- un Tordan beri Osman’ın adamları muhafaza ediyordu… Sonra zavallıya hem cinayet yaptırdı,hem de kendi inayetini örtmek için Osman’ı kendi eli ile öldürttü. Hem de yanına sekiz adam daha arkadaş etti. Halâ Osman’a acırım. Bir gün Maliye Vekili Ferid’in odasında ve beş-altı vekilin yanında “Ben cahilim, fakat Türk’üm Müslümanım. Bu iki gayretle iyi yapıyorum diye yapıyorum. Yanlışsa doğrusunu gösterin, öyle yapayım” demişti. Bu faciayı, Osman’ı hatırladıkça hep bu sözleri kulağımda çınlar.” (Nur, Hayat ve Hatıratım, C.I1, s.386,387).
Ali Şükrü Bey’in öldürülmesini takiben Mecliste yaşanan süreç genel hatlarıyla şöyledir: Birinci ve İkinci Grup üyeleri arasındaki sert muhalefet Ali Şükrü Beyin ölümünü takiben daha da sertleşir. İkinci Grup, Birinci Grubu Ali Şükrü Beyin katiline taraftar olmakla itham ederken. Hükümette yer alan Birinci Grup mensupları da İkinci Gruba yönelik oldukça ilginç ve garip uygulamalara girişirler. Goloğlu bu gelişmeleri şöyle açıklıyor; “Ne var ki, olayın iki grup üzerindeki etkisi gün geçtikçe şiddetleniyordu. Cenazenin geçtiği yerlerde (Ali Şükrü Beyin cenazesinin Trabzon’a götürülüşü sırasında] ve özellikle Trabzon’da büyük törenler ve gösteriler yapıldı. Ali Şükrü Bey’e bağlı olanlar, toplum karşısında yaptıkları konuşmalarda olayın siyasi olduğunu ileri sürdüler ve sebep olanlara ateş püskürdüler. Birinci Grup mebusları da, Meclis çalışmalarında bütün şiddetleriyle İkinci Grubun karşısına geçtiler. Birinci Grubun Hükümetinde olduğu halde İkinci Grubun tuttuğu Diyanet işleri Bakanı Vehbi Efendi aleyhine, görevli din bilginlerine ait ödenekleri kendi seçim çevresindekilere vererek öteki yerlerdekilerini haksızlığa uğrattığı gerekçesiyle, gensoru verdiler ve “Ben kula kul olamam Tanrıya kul olayım yeter” diyen Bakanı güvensizlik oyuyla düşürdüler. Bütçe komisyonunun, Ali Şükrü Beyin ailesine maaş bağlanması hakkındaki raporuna karşı çıktılar, önce olumsuz oy verdiler.
Çoğunluk olmadığından ertesi birleşime kalınca da oylamaya katılmayarak birleşimin açılmasını engellediler. Bir daha da toplanmayarak Ali Şükrü Beyin ailesine maaş bağlanması hakkındaki teklifin kanunlaşmasını önlediler. İkinci Büyük Millet Meclisi’nde de, eskiden kalmış tekliflerden görüşülmeye değer olanlarla olmayanları ayırırken, bu teklif Birinci Büyük Millet Meclisine gelirken yolda bilinmez kişilerce öldürülmüş olan Trabzon Mebusu İzzet Efendi ile Gümüşhane Mebusu Ziya Beyin ailelerine “şehit” deyimi ile “va-tana hizmet’maaşı bağladılar.Rize Mebusu Ziya Hurşit Bey’e de ağır bir politik darbe vurarak meclis dışında bıraktılar.[Ziya Hurşit İkinci Grup mensuplarından ve Ali Şükrü Bey’i çok sevenlerdendi.] ve yerine ağabeyi Faik Bey’i ordu Mebusluğuna seçtirdiler.”Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi üyesi iken Birinci İnönü Savaşında,Kazancı sırtlarında,İkinci Süvari Grubunun safları arasında savaşa katılarak Dumaköy Batısında Kazancı Bayırında Ümidalaki Köyü çevresinde geçen düşman siperlerine Afyon Mebusu Memduh Necdet Beyin komutasında olarak ateş baskını yapan sekiz mebustan biri olarak düşmana karşı fedakarlıkla çarpıştığı” için, Ziya Hurşit Bey’e verilmek istenen özel Kurdeleli İstiklal Madalyası hakkındaki Milli savunma Bakanlığı teklifini kabul etmediler. Buna karşılık, aynı gerekçe ile başka mebuslar için yapılan teklifi kabul ettiler.” (Go- loglu, Türkiye Cumhuriyeti, s. 168, 169).
117.TBMM Zabıt Ceridesi, C. 28, s. 227
118. Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, s. 103
119. İsmet İnönü, Meclisin yenilenmesiyle ilgili düşüncelerin M. Kemal’in zihnini 1922’nin Mart ayında meşgul ettiğini ve bu konuda kendisiyle yazıştığını, “Artık Meclis ile beraber çalışmamız mümkün olmayacak, Meclisin faaliyetine nihayet verdikten sonra orduda ve memlekette hasıl olacak vaziyet hakkında mütalaan nedir?” diyerek düşüncesini sorduğunu, kendisinin de böylesi bir girişimin “şimdilik uygun” olmayacağını bildirdiğini belirtir. (İnönü, Hatıralar, C.II, s. 107,108)
120. Dönemin gazetecilerinden İsmail Habip Sevük, Mustafa Kemal’le bir röporuj için Çankaya’ya gider. Mustafa Kemal amacının “feı? gibi bir meclis yapmak” olduğunu belirtir.Bunun üzerine İsmail Habip sorara: “Demek Meclis feshediliyor?”. Bunun üzerine arala-rında şu konuşma geçer: “Nereden biliyorsun?” der gibi yüzüme baktı. “Kız gibi bir meclis yapalım da buyurdunuz da”. O sözü ağzından kaçırdığına pişman olmuş gibi görünen bir tavırla dedi ki: “Hayır, Meclis fesh olunmuyor, olunamaz. Yalnız kendi kendine tecdidi intihaba karar verecek!” ve arkasından tenbih etti “Şimdilik bunu kimseye söylemeyeceksin ha!” (Sevük, Atatürk için, C.l, s. 274)
121.“Lozan görüşmelerinin seyri İkinci Grubun gücünü artırmasına ve Mustafa Kemal Paşanın Birinci Grubun kontrolünü elinden yavaş yavaş kaçırmaya başlamasına neden olmuştu (Akın, TBMM Devleti s,. 63). Meclis’in yenilenme nedeninin Lozan olduğunu bir çok kimse ifade eder, örneğin: Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, s. 176; Genços-man, Devleti Kuran Meclis, s. 59; Göldaş, Takrir-i Sükûn Görüşmeleri, s. 77, 343.
122.Güz, Türkiye’de Bastn- İktidar ilişkileri, s.74
123. “İsmet Paşa Lozanda iken ve konferans inkıtaa uğrayıp Ankara’ya avdet ettikten sonra, Meclisteki muhalefet öyle şahlanmıştı ki, vaziyetten ürkmemek imkânı yoktu. Hatta Mü- dafaa-i Hukuk Grubu içinde dahi muarızlar peyda olmıya başlamıştı. Hükümetin işi çıkarması imkânsız bir hâl almıştı” (Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, s. 94)
124.Birinci Meclisin önemli tanıklarından H. Velded Velidedeoglu’nun Birinci Meclisle ilgili bir tespiti şöyledir: “Dışarıdan sanıldığı gibi Birinci Meclis, Mustafa Kemal Paşa’nın her dediğini yerine getiren bir “uydu Meclis” değildi. Zaman zaman üyelerden kimileri herhangi bir konuda Mustafa Kemal Paşa’nın görüşlerine karşı çıkar, Paşa konuşma kürsüsüne gelerek düşüncelerini tekrar tekrar savunmak zorunda kalırdı. Yani yetkileri bakımından diktatör niteliğinde olan bu Meclis, içişleri yönünden tam demokrat bir Meclisti” (Velidedeoğlu, ilk Meclis, s. 243).
1920-1927 dönemi çerçevesinde Basın-lktidar ilişkisini araştıran Nurettin Güz ise, Niyazi Berkes ve Ş. Süreyya Aydemir’i referans göstererek “Mustafa Kemal, Birinci Meclise tam hakim değildi. İstediklerini de tam olarak kabul ettirememekteydi” tespitinde bulunur (Güz, Türkiye’de Basın- İktidar İlişkileri, s. 69,70)
125. Bu konuda Burdur Milletvekili İsmail Suphi Beyin Meclis kürsüsünden yaptığı konuşma son derece önemlidir. Bu konuşma için bkz: TBMM Zabıt Ceridesi, 1. Devre, C.28, s. 285- 286; ayrıca bkz: Velidedeoğlu, İlk Meclis, S. 239,240)
126. Atatürk, Söylev ve Demeçler, C.l, s.328,329
127.Burada sorulması gereken bir soru vardır: Meclisin yenilenmesi isteğinin arkasında, teklif sahiplerinin gizledikleri herhangi bir amaçlan var mıydı? Bu soruya, o günlerin olaylarından anlaşıldığı kadarıyla “vardı” demek mümkün görünüyor. Hatta bir çok amacın varlığından bahsedilebilir. Yine gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla, o sıralar sürmekte olan Lozan görüşmelerinin. Meclisi feshetme kararının en önemli nedenlerinden birisi, hatta asıl nedeni (Güz, Türkiye’de Basın-lktidar İlişkisi, s. 123) olduğu anlaşılıyor. Şöyle ki: Her ne kadar Lozan Antlaşması uresmi söylem” tarafından büyük bir başarı olarak takdim edilegelmiş ise de, esasında Lozan Antlaşmasının elde edilen askeri başarının karşılığı olup-olmadığı tartışmalara son derece açık olması nedeniyle Birinci Meclis tarafından onaylanmadığını ve sert tartışmaların konusu olduğunu biliyoruz. Birinci Grup halâ tamamıyla açıklığa kavuşturulamamış nedenlerden dolayı bu antlaşmanın Meclis tarafından onaylanmasını istiyordu. Ancak, bilhassa İkinci Grup mensubu Milletvekilleri antlaşmayı çok başarısız ve Türkiye’nin aleyhine bulurlar; bu nedenle de onaylamaya yanaşmazlar. Gizli oturumlarda uzun uzadıya yapılan görüşme ve tartışmaları takiben Lozan antlaşmasının Birinci Meclis tarafından onaylanmasının mümkün olmayacağı açıkça anlaşılır. (Konuyla ilgili Mecliste yapılan Gizli oturumlardaki konuşmalar için bakınız: TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.IV)
Lozana giden heyette yer alan Rıza Nurun hatıratından öğrendiğimizie göre;Batılı Devletlerin temsilcileri Lozanda Türk heyeti tarafından kendilerine verilen bazı taahhütleri gerçekleştirecek bir Meclisin teşekkülü arzusunu taşıyorlardı, işte bu durumun Birinci Meclisin feshinde asıl önemli unsuru oluşturduğu anlaşılıyor. Konuyu Rıza Nur’un hatıralarında şu şekilde buluyoruz: “Ankara’ya döndüğümüz vakit, Meclisi, bize (Heyet-i Murahhasa)ya düşman halinde buldum. Hafî celselerde bir hafta kadar bizi tenkit ettiler… İkinci Grup Mebusları şiddetle Raufun [Rauf Orbay-Başbakan] da aleyhindeler. Ra-uf tan pek çok şikayet ediyorlar. Ve: “Bu adam bizimle ne konuşuyor, Mustafa Kemal ile ne konuşuyor, Mustafa Kemal ile ne yapıyor?” diyorlar. Ali Şükrü vakay-ı cinayetini derhal Meclisin feshi meselesi takip etti. Mustafa Kemal buna nutkunda başka türlü sebep gösteriyor. İşe tamamıyla vakıfım. Kendisine bunu gece evinde söyleyen de benim. Bu ağır bir iştir. Ama bu fikri ileri sürdüm. Çünkü önümüzde sulh mes’elesi var. Bu da hayati iştir.
Meclis muhalefeti makul şekilde değildir. Haddi mârufu geçmiş. Türlü hâdiseler olacak… Bu vakalardan konferans zarar görecek. Frenklerin zihniyetinde kuvvetli bir hükümet. Meclisi feshe muvaffak olursa, Frenkler “Ha! Hükümet çok kuvvetlidir” derler. Uslu uslu ve adetâ hürmetkârane müzakere ederler. Nitekim ikinci defa Lozan’a gidişimizde Frenk delegeleri bir kısmından “Hükümetiniz kuvvetli ve sağlam imiş. Meclisi fesh etti” sözünü işittim. Ve yine seçimleri hükümetin kazanıp kazanamayacağını da bize sordular. Ben de “Muhakkak” dedim. Nitekim, seçim hükümet lehine bitince iyice kani oldular ve müzakereye devam ettiler. O vakte kadar bir tereddüt ve intizar devresi geçirdikleri görülüyordu. Mustafa Kemal Heyet-i Vekile’yi Raufun evinde topladı. Meclisin feshini de onlara kabul ettirdi. Fırka heyeti idaresini getirmişti. Onlar itiraz ettiler. Bir iki gün içinde onları da tehdit ile razı ettirdi. Sonra fırkasını kâmilen içtima ettirdi. Bunlara da türlü vasıtalar ile feshi kabul ettirdi. Teşkiiât-ı Esasiye mücibince Meslis’i feshe kendi karar vermesi lâzımdı. İkinci Grup da Osman Ağa vak’asından derin bir surette müteessir olmuştu. Korkmuş, alıklaşmış gibi idiler. Baktılar ki rey vermeseler kendi başlarına da bir vak’a gelmesi muhtemel. Kolaylıkla razı oldular. Meclis feshedildi” (Nur, Hayat va Hatıratım, C.II, s. 365,396).
Olayların tanığı Fethi Okyar’dan hareketle Cemal Kutay ise şunları anlatıyor: “Lozan’da müzakereler çok sert ve çetindir. Türkiye Birinci Büyük Millet Meclisi, görüşmeleri adım adım takip etmektedir. Artık İkinci Grup olarak bilinen muhalefete bağlı milletvekilleri, sulh üzerinde hiç bir fedakarlık yapılmaması üzerinde devamlı ve aşırı duyarlık içindedirler… Artık bilinen şudur: Birinci Büyük Millet Meclisi, anlaşmaya varılmış taraflarıyla Lozan’ı asla tasdik etmeyecektir… [Mustafa Kemal açısından] Ortada tek çare kalmaktadır: seçimlerin yenilenmesi” (Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, s. 332-337).
Lozan görüşmeleri kesintiye uğrayınca Ankara’ya dönen heyet başkanı İsmet İnönü, Mecliste son derece sert bir havayla karşılaştığını anlattıktan sonra şöyle der: “En büyük sıkıntıyı çeken Atatürk’tü. Son günlerde Atatürk’ün idaresine karşı muhalefet şiddetlenmişti* (İnönü, Hatıralar, s. 106).
İkinci Meclisin ilk aylarında Heyet-i Vekile Reisi (Başbakan) ve dönemin en önemli tanıklarından birisi olan Ali Fethi Okyar, hatıralarında, birinci Meclisin feshedilme nedeninin tamamıyla Lozan’la irtibatlı olduğunu ifade eder: “Lozan’ın varılmış neticeleriyle kabul edilebilmesi çok güçtür. Ortada, tek çâre kalmaktadır: Seçimlerin yenilenmesi…” (Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s.333)
Kitabı, ilk olarak, 1929 yılında yayınlanan ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarına bizzat tanık olan D.V. Mikusch da, Birinci Meclisin feshedilmesini doğrudan Lozan’la irtiballandırır: “Mustafa Kemal için durum kritikti… Lausanne’a götürmüş olduğu politikası, tümüyle karaya oturmuştu. Parlamentodaki söylev savaşı dokuz gün ve birkaç gece sürdü… Muhalefet öylesine güçlenmişti ki, Mustafa Kemal’in planladığı büyük işlerin gerçekleştirilmesi, bu Millet Meclisi’yle düşünülemezdi… Verdiği kararı, her zamanki gibi, hızlı eylem izledi. Gecenin bir yansında bakanlar ve parti liderleri telefonla toplantıya çağrıldı, (Hükümetin Birinci Grup tarafından teşkil ettiği hatırlanmalıdır] gerekli şeyler hazırlatıldı. Ertesi gün genel kurula önerge verildi: Meclisin feshi ve yeni seçimler.
Önerge kabul edildi. 2 Nisan 1923’te devrim meclisi, 1920’den beri sürekli toplantı halindeki meclis, yeni Türkiye’nin birinci Millet Meclisi sona erdi. Muhalifler yeni seçimle daha da güçleneceklerini umdularsa da, hayal kırıklığına uğradıklarını gördüler. Mustafa Kemal daha önceden önlemlerini almıştı” (Mikusch, Gazi Mustafa Kemal, 339,340).
Bütün bu açıklamaları teyit etmesi açısından Mustafa Kemal’in 14 Ocak 1339 (1923) tarihinde Lozan Heyeti başkanı İsmet İnönü’ye gönderdiği 247 sayılı şifre telgrafı son derece önemlidir. Söz konusu telgrafta durum kısaca şöyle ifade edilir: “Mecliste vaziyet şimdilik tahkim edilmiştir” (Şimşir, Atatürk île Yazışmalar, s. 462).
Birinci Meclis son toplantısını 16 Nisan 1923’te yapar. Ancak bu toplantının ikinci oturumunda çoğunluk bulunamadığı için toplantı 21 Mayıs’a ertelenir. 21 Mayıs’ta da çoğunluk bulunamadığı için toplantı yapılamaz ve bir sonraki toplantı İkinci Meclisin milletvekilleriyle 11 Ağustos 1923’te yapılır. 16 Nisan-11 Ağustos arası, tarih açısından son derece önemli bir dönemi teşkil eder. Bu dönemde Lozan Antlaşması imzalanır. Mustafa Kemal, Türk Heyetinin başkanı ismet İnönü’den Antlaşmayı imzalamasını ister ve Türk Heyeti antlaşmayı 24 Temmuz’da imzalar. İkinci Meclis ilk toplantısını 11 Ağustos’ta yapar ve bu meclisin “ilk ele aldığı mesele ise Lozan Barış Antlaşmasının onaylanması (23 Ağustos 1923)” (İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, s. 128) olur. Bu son derece ilginç bir süreçte gerçekleşir.
Anlaşıldığı kadarıyla, hiç muhalefetsiz bir şekilde Lozanın Meclis tarafından onaylanmasının şüphelere yol açacağı düşünüldüğünden, bir gün önce milletvekillerine amacı gerçekleştirmeye yönelik bir rol dağılımı yapılır: Gazi, Müdafaa-ı Hukuk Grubu’nu toplar ve kimlerin leh, kimlerin aleyhte konuşacaklarının belirlenmesini ister. Bu arada bazı tipik olaylar da geçer: Lozan’ın birinci safhasında iktisat müşaviri olarak bulunan ve Duyun-u Umumiye’nin altın esası üzerinden ödenmesi felaket kararını degiştirten Mahmut Celâl Bey (Bayar) aleyhte konuşmak isteyince Gazi şu gerekçe ile önler: “Siz Hey’et’te müşavir idiniz” der… Lozan üzerindeki görüşmeler, 21-23 Ağustos günleri arasında fâsılasız sürer. Bu arada, tarihin ibreti şudur: Önceden kararlaştırılmış olsa da, tenkitler içinde, öylesine tarihsel gerçeklerle örülü olanlar vardır kı, olayların yığdığı gerçekler arasında hak kazanmışlardır: Mersin Meb’usu Ramazanoğlu Niyazi Beyin, şair Yahya Kemal Beyatlı’nın, Ordu Müftüsü Aydın Meb’usu Esad Hoca’nın Meclisi ağlatan seslenişleri gibi… Ve Meclis, 213 kabul, 14 red oyu ile Lozan’ı tasdik eder”(Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s. 336,337)
128. Arıkoglu, Hatıralarım, s. 323
129. Gologlu, Türkiye Cumhuriyeti, s. 191
130. Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 13
131. Hıfzı Veldet Velidedeoglu’nun, iki dereceli seçim yasasındaki yönteme göre yapıldığını,ancak illerdeki seçimlerin “formaliteden” öteye geçmediği belirttiği 1923 seçimleri, Halk Fırkası tarafından gösterilen adayın mutlaka seçilmesi esasına göre sonuçlanır. (Velidedeoglu, Milli Mücadele’de Anadolu, s. 246). Adaylar belirlenirken, adayın kendisine birşey sorulmamış ve hatta hiçbir bilgi verilmemiş olması, seçimin bir diğer ilginç yönlerinden birisini oluşturur.
Bu konuda Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nun anlattıkları ilginçtir. Yakup Kadri, kendisinin ve Hakkı Tank (Us)’un İstanbul’dan aday gösterileceğini düşündüğünü; ancak, İstanbul listesi açıklanınca derin bir hayrete düştüğünü, çünkü hem kendisinin ve hem de Hakkı Tarık’ın isminin listede bulunmadığını belirttikten sonra;daha sonra kendi ismini Mardin. Hakki Tarık’ın ismini ise Giresun listesinde görünce şaşkınlığını bir kat daha arttığını belirtir. (Karaosmanoglu, Politikada 45 Yıl, s. 34)
132.’Posta Telgraf Umum Müdürü Sabri Toprak Bey de seçim bürosu içtimaına sık sık çağrılıyor,mebus namzetleri hakkında malûmat toplanıyordu. Sabri Bey İttihat Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy katibi mesullügûnü yaptığından şahıslar hakkında etraflı malûmatı vardı” (Ankoğlu, Hatıralarım, s. 323)
133. Mete Tunçay bu üç kişinin isimlerini verir: 1- Ali Rıza (özdarende) Efendi (Amasya), 2- Mehmet (Dinç) Bey (Biga), 3- Rıza Bey (Kırşehir) (Rıza Bey 1926 yılında Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından idam edilir) (Tunçay, T.C.’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması, s.55)
134. Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarım Anlatıyor, s.120
135.Tevhid-i Efkâr, 5 Mayıs 1923
136.Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 138,139;’Mustafa Kemal Paşa’nın, intihap[seçim] heyetinin başında bilfiil intihap işlerine çok yakından müdahale etmesi, Meclis ve hükümetin tarafsızlığını ister istemez ihlâl ediyordu… İntihap sırasında Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ve Halk Fırkası Reisi olarak seçim işleriyle bizzat meşgul olmuş, aynı zamanda Başkumandanlık sıfatını da muhafaza etmişti” tespitinde bulunan Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir’inki ile örtüşen düşünceler dile getirir: “Yeni başlayan siyasi hayatımızda Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası’nın başına geçerek kurulacak diğer siyasi fırkalarla karşı karşıya gelmek gibi bir durum iktisap etmişti. Halbuki fırkaların üstünde tarafsız bir Devlet Reisi makamında kalabilirdi. Fakat öyle olmadı” (Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C.I, s. 344, 345)./
137. Kandemir, Hatıraları ve Söylediklerim ile Rauf Orbay, s.127
138.Nur, Hayat ve Hatıratım, C.2. s. 396
139. Zeki Beyin hatıraları 1923 seçiminin içyüzünü göstermesi açısından oldukça önemli belge niteliğindedir. Mahir İz tarafından nakledilen söz konusu hatıraların bir kısmı şöyle- dir:
“O zaman intihabat vilayetlerde ayrı ayrı yapılıyor ve kaza merkezlerinde bile birer ikişer gün fâsıla ile müntehib-i sâniler rey veriyorlardı. Bugünkü gibi bütün memlekette bir anda ve bir günde meb’us seçimi yapılmıyordu.
[Gümüşhane’de] ilk intihab Kelkit kazasına emir verildi. Süvari Seyyar Jandarma Taburu, kaza merkezini ihâta ederek Tabur Kumandanı bir müfreze ile ayrıca Belediye Dairesini çevirip kendisi de içeri girdi. Aynı zamanda Jandarma Kumandanı, kaymakam vekili de tedbir alarak Belediye dairesine dahil oldu.
Müntehib-i sâniler de tamam olduğundan Belediye Reisi Hacı Alâeddin Bey merhum ayağa kalkarak: “Büyük müsafirlerimiz biz şimdi mebus intihabına başlayacağımızdan, sizlerin Belediye Dairesinden lütfen çıkmanızı rica ederiz. Arzu buyrulur ise, yanımızdaki ufak odada oturunuz” demesi üzerine, Süvari Binbaşısı ile Kaymakam Vekili olan Jandarma kumandanı: “Biz, buraya intihabı yaptırmak için geldik, intihap bizim yanımızda yapılacak ve her müntehib-i sâninin yazdığı veyahut yazdıracağı pusulaları göreceğiz. Hükümetin istedikleri adamlardan başka hiç kimseye rey verilemez” dediler.
Bu açık ve sarih tehdit karşısında Belediye Reisi Hacı Alâeddin Bey merhum: “Efendiler, bizim elimizdeki intihap Kanununda sizlerin bulunacağına dair hiçbir kayıt yoktur ve halk da kendi vekilini kendisi seçeceğine ve buna karışanların ağır cezalara çarptırılacağına dair maddeler de vardır. Hükümet istediğini yapacaksa, daha bu ahaliyi aylardan beri köylerinden niçin tedirgin edip, bu mahsul zamanı yerlerinden oynattınız? Kaza idare Meclisi karan ile yapılır, biterdi. Biz de bu eziyetlere katlanmazdık. Ben sizi, burada bırakamam. Elimdeki kanun da bunu emrediyor.”
Binbaşı ve Jandarma kumandanı: “Biz emir aldık. Müntehib-i sâniler hükümetin gösterdiği zevata reylerini verecek. Vermedikleri takdirde biz verdirteceğiz. Başka münakaşa istemez.” diyerek kesip atarlar. Bunun üzerine Hacı Alâeddin Bey: “Madem ki böyle emir aldınız, böyle arzu ediyorsunuz, bizler de Kazâ namına Mebus intihabına iştirak etmiyoruz ve çıkıyoruz. Sizler de istediğiniz gibi oturabilirsiniz” deyip, bütün müntehib-i sânilerle beraber Belediye Dairesini terk ederek, kasaba içerisine dağılırlar. Neticenin bu hâli kesbedecegini hiç de ümid etmeyen kumandan ve kaymakam vekili hayretler içerisinde şaşırırlar, binbaşı doğruca telgrafhaneye koşup, evvelce aldıkları talimat dairesinde Mustafa Kemal Paşa’yı aramaya mecbur kalır. Bir buçuk saat zarfında irtibat temin edilerek, Kelkit Belediye Reisinin ve müntehib-i sânilerin aldığı vaziyet Mustafa Kemal Paşa ya bildirilir. Mustafa Kemal Paşa, Belediye Reisini telgraf başına çağırmalarını emreder. Reis Hacı Alâeddin Bey’i hanesinden çağırırlar. Milyonlarca insana numune olacak şekilde medeni cesaretini gösteren bu hamiyetli Koca Türk telgraf odasına girerken, Mustafa Kemal Paşa karşısındaymış gibi fesini düzeltmiş ve ceketinin önünü iliklemekle velev gıyabında bile olsa büyüğüne karşı tazimini göstermiştir.
Muhabere memuru Mustafa Kemal Paşa’ya, Belediye Reisi’nin hazır bulunduğunu ve aldığı vaziyeti haber vermesi üzerine; Mustafa Kemal Paşa: “Reise selâmlarımı söyleyiniz” demiş. Reis de bilmukabele Paşa’nm ellerinden öptüğünü bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa: “Hacı Bey! Benim size gönderdiğim mebuslara rey verecek olursanız, hem sizin ve hem de memleketiniz hakkında çok iyi olur. Ve siz de, memnun olursunuz. Zeki Bey’i biz boş bırakmayacağız. En yakın zamanda onu en büyük memuriyetlere koyacağız. Kelkit ahâlisine de selâmlarımı söyleyiniz. Tekrar ediyorum, Zeki Bey hakkında hiç merak etmeyiniz”. Hacı Alâeddin Bey: “Paşam ellerinden öperim. Bu benim elimde değildir. Halk and içmiştir. Zeki Bey Umumi Harpte bizim ölümüze tabut, dirimize beşik olmuştu. Bizi her türlü felâketten kurtarmış, harpten sonra da açlıktan ölüm tehlikesine gelen ahalinin imdadına yetişerek bize hem yiyecek ve hem de tohumluk temin etmiştir. Eğer bizi istemiyorsan, birer kağnı bir de massamız vardır. Yer gösterin gidelim. Biz vekil olarak Zeki Bey’i istiyoruz.” Mustafa Kemal Paşa: “Massa nedir? diye sual etmesi üzerine, Memur İsmail Efendi, arabaya koşulan hayvanatı sürmek için, iki metre uzunluğunda bir değneğin ucunu sokulan bir çivinin massa tabir edildiğini izah eder. Mustafa Kemal Paşa: “Binbaşı ve Jandarma Kumandanı orda mıdır?” sualine karşı da, muhabere memuru “Evet, buradadırlar Paşam” cevabını verir. Mustafa Kemal Paşa, onlara hitaben. Çekiliniz! Ve intihabı serbest bırakınız.
Bu nisbette azimkâr olan bir halka fazla tazyik yapılamaz” derler. Bunun üzerine ikindiye yakın mûntehib- i saniler Belediye Dairesinde tekrar içtima ederek iki rey muhalife karşılık bütün reyleri bana verdiler; diğerleri, birçok kimseler dağıtıldı. Bu hali haber alan Seyran jandarma kumandanı ve aynı zamanda Kaymakam Vekili, Belediye Reisi’ne gidip yalvararak, aman beni tehlikeli bir mevkie düşürmeyiniz. Reyleri şimdiden taksim edelim. Tam ve mutlak biri Zeki Bey’e diğer reyleri de Celal Bey’e, Haşan Fehmi Bey’e, Rıza Bey’e, Asım Bey’e bu dördüne taksim edelim. Reis Giriftzâde Mehmed Bey’i ancak bu şekilde iknâ edebilirler. Ve Seyran’da reyler açık açık yazılarak Reis Mehmed Beyin kontrolünden geçtikten sonra intihab bu şekilde yapılır. Dorul kazasına gelince, iki kazanın müntehib-i sânilerine müsavi olan bu daire-i intiha- biyyede Gümüşhane Jandarma Kumandam ve aynı zamanda Vali vekili olan Osman Bey, aşağıdaki telgrafı Dorul Jandarma Kumandam ve Kaymakam Vekili olana çeker:
“Dorul Kaymakam Vekâletine
İntihab hakkında Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinden alman telgrafname kazanıza da ta’mimen bildirilmişti. Telgrafnâme münderecatı dikkat nazarınıza alarak, her neye mal olursa olsun Hükümet namzetlerinin kazandırılması elzemdir.
Vali Vekili ve Jandarma Kumandanı Osman”
Güzergâhta bulunan bu kasaba en çok nüfus kesâfetine malik olup, vürud eden münte-hib-i sâniler Belediye dairesinde içtima ederler. Toplantiya jandarma kumandanı mûsellah kuvvetlerle girerek yukarıda yazılı telgrafı aynen reis ve müntehib-i sânilere tebliğ ettikten sonra muhalif bir rey verenin canlı olarak buradan çıkamayacağını da söyler.Gördün mü Hâkimiyet-i Müliyeyeti(İz, Yılların İzi, s. 406-409)
Sonuçta. Zeki Rey bütün engellemelere rağmen milletvekili seçilir ve Ankara’ya gider. Ancak hiçbir zaman takipten ve sıkıntılardan kurtulamaz, İzmir Suikastı olayına ismi karıştırılır ve yargılanır. Suçsuz bulunur,idam kurtulur. İkinci Meclisin sonuna doğru İstanbula yerleşir bu donemle ilgili anlattıklarından bir kısmı konumuzu ilgilendir mesi açısından önemlidir;
“Her birimizin peşine birer sivil memur tuttular Gittiğimiz geldiğimiz, oturduğumuz yerler, kiminle konuştuğumuz günü gününe, saati saatine tespit ediliyordu. 1927 senesi nihayetlerine doğru, yani devrenin hitamında pılıyı pırtıyı toplayarak İstanbul’a döndük.Üçüncü devreyi İntihabiyyede tabiatıyla bizleri namzed gösterecek değillerdi. Her tarafta gösterilen namzetler, bile kaydu şart Mebus olarak tayin edildiler.
Bari yakamıza bıraksalar, hayır o da yok.Evrim Katırcıoğlu Hanının yukarısında, Yeşildirek Polis Karakoluna muttasıl bulunuyordu. Sokak kapısının tam karşısındaki hanın kapısı içinde daima iki sivil memur kapımızı kontrol altında bulundurmakta, ben sokağa çıktığım vakit biri beni takip eder, diğeri haneye girip çıkanlara nezâret ederdi. Hal bu mihval ûzere devam etmekte iken, yeniden iş hayatına katılmak mecburiyeti hasıl oldu. Memleketim olan Gümüşhane’ye gitmek üzere vapura bindim. Telgraflar benden evvel bütün iskelelere ve Trabzon’a yetiştirilmişti,.. Memlekette bir hafta kaldıktan sonra bir miktar yağ tedarik edip, İstanbul’a sevk etmek üzere Kars’a gitmeğe karar verdim… Kars’tan 2300 kilo kadar tuzsuz paket yağı alarak, ambalajların da yaptırıp, bıraktım. Sıcaktaıı erimesin diye üç ay sonra sevk edeceklerdi. Bu müddeti memlekette geçirerek, malların yola verilmesini istedim. Bir kamyonla gelen yağları da alarak deniz yolu ile İstanbul’a avdet ettim, Gelir gelmez memurlar yine peşimize takıldılar.
Numuneyi bazı yağcılara inle ederek, üçer, beşer yüz kilo üzerinden fiyatça mutabık kaldıktan bir yarım saat sonra bu adamlar, nakliyat ambarına gelerek yağlan alamayacaklarını bildirdiler. Hayret ettim. “Ben size piyasadan daha ucuz veriyorum. Niçin almıyorsunuz?” dedim. Biri, eskiden beri tanıdık olduğu için: “Sana açıkça söyleyeyim ki, sizden mal alamayız. Esbabı ise, siz çıkar çıkmaz, mağazaya sivil polis geldi… polisler bizi de mimleyecekler. Bu da bizim işimize gelmez. Onun için sarf-ı nazar ettik.”
Bu yağları bizim satmamıza imkân olmadığını anlayınca komisyoncu vasıtasıyla satmağa mecbur oldum ve lâzım gelen talimatı da verdim. Ben ayrılır ayrılmaz, komisyoncuyu takibe başlarlar. Ne konuştu, ne söyledi, zavallı adam bir daha yanıma gelmeğe korkarak mektupla vaziyeti bana bildirdi. Ve bu işi yapamayacağını anlattı… Neticede yağlar acıdı. Bir zehir halini aldı. Bir kısmını makina yağı diye 25 kuruştan ardiyeciye sattım. Fazla kısmı da denize döküldü… (Durumu bir mektupla İsmet Paşa’ya bildirdim)… İsmet Paşa bu mektubu aldıktan dört-beş ay sonra, İstanbul’a vûrudunda Kâzım Karabekir Paşa ile kız kardeşinin Kadıköyü’ndeki hanesinde bir görüşme esnasında benim mektubumdan bahsederek, sözde acı lakırdılarımı tenkid edip, yağları denize dökdûğûme kani olmadığını Karabekir’e söylemiş. Karabekir’de, “Bu takip ve yağ meselesi de doğrudur. Benim de malumatım vardır” demiş. (Bu ciheti bana Karabekir Paşa söyledi). İsmet Paşa’da ”Ben takip meselesini bilmiyorum. Biz arkadaşların vicdanlarından eminiz. Bu ciheti temin ediniz” demişler. Karabekir cevaben: “Paşam, takipten nasıl malûmatınız olmaz? Biz hepimiz bir tarassut ve takip altındayız” demiş… (İz, Yılların İşi, s. 414-419)
140. Resmi söylem “in tamamen ideolojik bir yaklaşımla bu seçimi değerlendirme biçiminin en tipik örneklerinden birisini İhsan Güneş’te buluyoruz. Onun son derece ilginç yorumu şöyledir: “ikinci Grubun] siyasal yaşamı Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sona ermesiyle bitmiştir. Günümüzde kimi araştırıcılar bu bilişi bir tasfiye olarak adlandırmakta ve Mustafa Kemal Paşa’nın tek partililiğe doğru yönelişinın, dolayısıyla da Türkiye’de sivil bir demokrasinin kurulamamasının yansıması olarak nitelendirmektedirler. Ancak gözden kaçırılan bir nokta var o da seçim.
Demokrasinin en belirgin niteliği ayrı siyasal örgütlerin belirli zamanlarda, yani seçimlerde iktidara el koymak ya da ortak olmak amacıyla halkın karşısına çıkılması ve halktan yetki istenmesidir. Kendini ayrı bir siyasal güç olarak nitelendiren İkinci Grup’un, 1923 seçimlerinde örgüt olarak ya da bu grup üyelerinin ayrı ayrı adaylıklarını koymalarını engelleyen yasal bir düzenlemeye gidilmiş midir? Gidilmediği ortadadır. Tartışma, Mustafa Kemal Paşa’nın niçin bunları aday göstermediği noktasında toplanmaktadır. Niçin göstersin? Geçen süre içinde Mustafa Kemal Paşa bunları yeterince tanımıştı. Yeni Türkiye’yi 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun öngördüğü ulusal egemenliğe dayanacak bir şekilde kurmak istiyordu. Bunun için de ileri de yapacağı devrimler sırasında kendine ayak bağı olacaklara değil, destek vereceklere ihtiyacı vardı. Oysa, bu grubun Meclis üstünlüğü, milli irade adı altında geleneksel Osmanlı meşruti sistemini savunduğu saptanmıştı.
Bu grup içinde Mustafa Kemal Paşa’yı siyasi haklardan yoksun bırakmak için yasa teklifi verenler bile vardı. Kaldı ki kendini ayn bir siyasi güç olarak ifade eden, hatta program hazırlayan bir grubun üyelerini Mustafa Kemal Paşa’nın kendi grubu içinde aday göstermesi demokrasiyle, seçimin mantığıyla bağdaşır mıydı? O zamanlar seçim “güdümlü bir seçim” olmaz mıydı? Oysa bu seçimlerde her siyasal örgütün seçime girmesine, adayların örgüt içinde ya da bağımsız olarak seçime katılmasına engel oluşturulmamıştı. Kendine güvenen kişiler, Mustafa Kemal Paşa’nın adayı olmadan, bağımsız olarak seçime katılmış ve milletvekili seçilmişti. örneğin, Eskişehir Milletvekili Emin Bey, Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey gibi. Halk tarafından tasfiye edileceklerini anlayan İkinci Grupçular ne siyasal bir kimlikle, ne de tek tek bu kişilerin gösterdiği cesareti göstererek adaylıklarını koymamışlardır. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa tarafından değil, demokrasinin kuralları ile halk tarafından tasfiye edildiklerini kabul etmek gerekir” (Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı, s. 188).
141. Ateş, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, s. 61
142.Karabekir, Paşalar Kavgası, s. 141, 142;
İsmet İnönü, 9 Eylül 1963 tarihli Ulus Gazetesindeki “Siyasi Hayatımızın 43 Yılı ve CHP” başlıklı yazısında Cumhuriyet Türkiyesi’nin bu ilk seçiminden bahsederken “İkinci Grubun uzlaşmaz ve Atatürk idaresi karşısında sanılan üyelerden hemen hiç kimse (İkinci Meclise) gelmemişti” demektedir. Bundan da anlaşılan odur ki, İkinci Grup mensupları fikri muhalefetleri nedeniyle elenmesine karşılık, itaatları konusunda tereddütler bulunan fakat ikinci Gruba dahil olmayan kişiler de elenerek, tam itaatkâr bir meclis teşkil edilmeye çalışılmıştır.