İslam ve Batı Toplumlarında Cinsellik Tasavvuru
Burada karşımıza çıkan temel kırılma noktalarından biri de cinsellik meselesidir.Batı dünyasında 1960’li yıllarda başlayan cinsellik devrimi ve ‘cinsel özgürleşme’ hareketi, geleneksel inanç kalıplarını derinden sarsmış ve yeni cinsellik tasavvurlarının ve ilişki biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Cinsel özgürleşme hareketi ile birlikte evlilik öncesi cinsel ilişki, çıplaklık cinselliğin dışa vurumu, homoseksüellik ve kürtajın yasallaştırılması yaygın hale gelmiştir. Cinselliğin bir iktidar aracı olarak kullanılmasına baş kaldıran feminist hareketler, kadın bedeninin metalaştırılmasını, kadının özgürleşmesi önündeki en büyük engellerden biri olarak görmüştür. Bu, kadının ataerkil baskılara karşı özgürlüğüne kavuşması anlamında aynı zamanda kapitalizme karşı verilen bir mücadele olarak kurgulanmıştır. Fakat paradoksal bir şekilde, kadının özgürleşmesi söylemi aynı zamanda kapitalist tüketim biçimlerinin içselleştirilmesi ve kadın bedeninin sofistike bir meta haline gelmesi sonucunu doğurmuştur. Cinsellik devrimini bir üretim ve tüketim ilişkisi olarak gören modern kapitalizm, kısa sürede yeni araçlarını devreye sokmuş ve farklı dozlarda bir pornografi kültürünü satılığa çıkarmıştır. Amerika’da 1953’te çıkmaya başlayan Playboy dergisi, pornografik kapitalizmin öncülüğünü üstlenmiştir. Cinselliği, müstehcenliğe indirgeyen modern kapitalist pornografi, kadının bedeninin kurtarılmasını amaçlayan cinsellik devrimini tepe taklak ederek cinselliği alınıp satılan bir meta haline getirmiştir. Bu tür yayınların modern Batı toplumlarında ortaya çıkması bir tesadüf olmasa gerektir.
Bu kısa arka planı akılda tutarak, modern cinsellik söylemlerinin İslâm ve Batı toplumlarının ilişkisini nasıl etkilediğine kısaca bakabiliriz. Cinselliğin Islâm toplumlarında bir tabu olduğu tezi sıkça dile getirilir. Kadının örtünmesinin temsil ettiği ve görünür hale getirdiği bu tabu inancına göre, Müslüman toplumlar cinselliği eve hapsetmek süretiyle onu baskılamakta ve böylece cinsel özgürleşme imkânından kendilerini mahrum etmektedir. Burada özellikle cinselliğin dışa vurumu temel nokta olarak öne çıkmaktadır: Cinselliğimizi dışa vurduğumuz oranda özgürleşiriz.
Oysa bu kabulün yanlış bir temele dayandığını görmek zor değil. Cinselliğin müstehcenlik üzerinden kurgulanması ve özgürlüğün bir dışavurum ve dışsallaştırma olarak tarif edilmesi, modernitenin gerçekliği ‘görünme’ olarak temellendirmesinin bir uzantısıdır. Gerçekliğin görünür olana (fenomenlere) indirgenmesi, özgürleşmenin ve gerçekleşmenin (;realization) de dışsal ve görünür vasıtalar üzerinden tanımlanması sonucunu doğurur. Oysa hakikatin ve gerçekliğin görünür olan şeylerden ibaret olmadığını hem klasik felsefe, hem modern bilim, hem de çağdaş sanat ve edebiyat açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Cinsel özgürlüğü ve gerçekleşmeyi, cinsel arzuların dışa vurumu olarak tanımlamak, modernitenin temel paradokslarından biridir.
Burada bir çelişkiye daha işaret etmek gerekir. Modern toplumların temel değerlerinden biri ‘mahremiyet’ (privacy) olduğu halde, bu ilke Müslüman kültüründe bir gerilik, baskı ve ilkellik olarak takdim edilmektedir. Böylece Batı’da kutsal kabul edilen bir değer -kişisel hayatın mahremiyeti-, Müslüman birey ve toplumlar söz konusu olduğunda bir kenara bırakılmakta ve hatta bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır. Batılı cinsellik tarzlarını ve ilişkilerini mutlak bir değer olarak ortaya koyup buna uymayan bütün örnekleri mahkûm etmek, ancak hegemonik bir yaklaşımın sonucu olabilir. Kadının özgürleşmesini hedefleyen feminist hareketlerin başörtüsü ve genel olarak örtünme konusunda takındığı negatif tavır, bu ironik durumun dikkat çekici örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Oryantalist bakış açısının temel takıntılarından biri, Müslüman mahallesinin bir şehvet ortamı olarak kurgulanmasıydı.
Daha önce ele aldığımız üzere, Islâm kadınına ve erkeğine bitip tükenmek bilmeyen cinsel arzular, şehvet, tecessüs ve fantezi gözlüğüyle bakan cinsel oryantalizm, bir tarafta Islâm’da cinselliğin olmadığını yahut bastırıldığını iddia ederken, diğer yanda her şeyin bir cinsellik ve şehvet aracı olarak kullanıldığını ve araçsallaştırıldığını ileri sürer. Kadın, bu araçsallaşmanın en önemli unsuru olarak takdim edilir. Oysa kadın bedeninin araçsallaştırılması ve metalaştırılması, din yahut gelenekten ziyade kapitalizmle ve modern tüketim kültürüyle ilgili bir sorundur. Cinselliğin pornografik bir dışa vurum olarak vulgarlaştırılması, cinsel kimliklerin özgürleşmesini değil, alenîleşmesi ve metalaşması sonucunu doğurmuştur.
Islâm kültüründe cinselliğin olmadığı yahut bastırıldığı iddiası şüphesiz cahilce ve ön yargılı bir değerlendirmeye dayanıyor. Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın insanları kadın ve erkek olarak yarattığını (Fâtır 35/11, Şûrâ 42/11), diğer canlıların da farklı cinsler halinde yaratmasının pek çok hikmetinin bulunduğunu ifade eder (Taha 20/53-53, Yâsin 36/36). Bütün canlıların kadın ve erkek olmak üzere “çiftler” {ezvâc) halinde yaratılmış olması, varlık düzeninin temel ilkelerinden biridir. Buna göre, kozmik düzenin kendisi çiftlerin buluşması, birleşmesi ve birbirlerini sevmesi eylemi üzerine kuruludur. Bu manada dengeli bir toplum ve medeniyetin inşası da dengeli bir cinsel hayatın yaşanması ile yakından ilgilidir.(23)
Öte yandan kadın ve erkek cinsleri aynı zamanda feminen ve maskülen olmak üzere farklı prototipleri temsil eder. Varlık düzeninin aslî bir unsuru olan bu prototipler, tahakküm edici bir hiyerarşiye değil, bütünleyicilik ilişkisine sahiptir. Cinsler arasındaki farklar temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaz ve bir cinsi diğerine karşı kayırmaz. Nitekim Kur’ân, cinsiyet ayrımı yapmaksızın insanlar için en yüksek değerlerin iman, erdem, bilgi, doğruluk, iffet, takvâ, sadakat, merhamet ve mağfiret olduğunu söyler (En‘am 6/132, Zömer 39/9, Mücâdile 58/11).
Klasik tefsir, hadis ve fıkıh literatüründe cinsellik konusunda geniş bahisler vardır. Bu kaynaklarda cinsellik meşru ölçüler çerçevesinde tartışılmış, mutlu, tatminkâr ve iffetli bir cinsel hayatın şartlan detaylı bir şekilde ele alınmıştır. İslâm, cinselliği insan hayatının doğal bir parçası olarak görmüş ve sadece üreme ve neslin muhafazası için değil, aynı zamanda eşler arasında bir yakınlaşma ve sevgi ilişkisi olarak tecviz ve teşvik etmiştir. Kur’ân, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin meşrûiyet, saygı, sevgi ve iffete dayandığı ilkesine atıfla “Onlar sizin elbiseleriniz, siz de onların elbiseleri durumundasınız.” (Bakara 2/187) der. Zina ve fuhuş bu ilkeyi ihlâl ettiği için yasaklanmıştır.(24)
Dolayısıyla sorun cinselliğin var olup olmadığı meselesi değil, ne şekilde var olduğu, nasıl dışa vurulduğu ve mahremiyetin nasıl korunduğu meselesidir.Islâm’da önsellik konusunda Batı basınında ve feminist çevrelerde yapı- lan tartışmalar, bu noktaları tamamen ihmal etmekte ve konuyu geniş ve mukayeseli bir çerçeveden efe almak yerine ötekileştirme yoluna başvurmaktadır.
İbrahim Kalın,Ben,Öteki ve Ötesi(İnsan yay.),syf;426-429
Dipnotlar:
23. Abdelwahab Bouhdiba, Sexuality in Islam (London: Saqi Books, 2012), s. 7 vd.
24-Hayati Hökelekli,”Cinsiyet”,TDV İslam Ansiklopedisi,Cilt 8,s.21-24