İbn Arabi – Futuhat-ı Mekkiye,cild:6 Notlarım

0000000277217-1 İbn Arabi - Futuhat-ı Mekkiye,cild:6 Notlarım

Hacer-i Esved’in Siyahlığı

Tirmizî, İbn Abbas’ın şöyle dediğini aktarır: Hz. Peygamber şöyle der: ‘Hacer-i esved cennetten sütten daha beyaz bir halde inmişti. Âdemoğlunun günahları onu karartmıştır., Ebu Isa şöyle der: Hadis, hasen-sahih hadistir.

Âdem’in hatası olmasaydı, dünyada efendiliği ortaya çıkmayacaktı. Hata Âdem’i efendi yapan ve ona seçilmişliği kazandıran şeydir (İbn Arabî burada siyah anlamındaki sevd ile efendi anlamındaki seyd kelimeleri arasında anlam ilişkisi kurmaktadır.) Öyleyse Adem’in hatası nedeniyle cennetten çıkması, onun efendiliğini ortaya çıkartmak içindi. Hacer-i esved cennetten çıkarken beyaz idi. Cennete döndüğünde de, sayesinde başkalarından farklılaştığı ve Hakka yakınlık elbisesinin üzerinde göründüğü bir izin onun üzerinde kalması gerekir. Allah onu ‘Hakkın sağ eli’ konumuna yerleştirmiştir. Söz konusu el Allah’ın Adem’in çamurunu yoğurduğu eldir. ‘Ademoğullarının hataları onu karartmıştır.’ Başka bir ifadeyle, onu öperek kendisini ‘efendi’ haline getirmişlerdir.

Renkler arasında efendiliği gösteren renk, siyahtır. Allah Hacer-i esvede siyah rengi giydirmiştir. Bunun amacı, Adem’i efendi yaptığı gibi, dünyaya çıkışıyla onu da efendi yaptığını öğretmektir. Adem’in yeryüzüne inişi -uzaklaşma değil- halife olmak demekti. Hz. Peygamber, Hacer-i esved’in siyahlaşmasını Âdemoğullarının hatalarıyla ilişki-lendirmiştir. Nitekim Âdem’in efendiliği ve seçilmesi de onun hatasıyla gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle hataları sebebiyle Ademoğullarına bu taşa secde edip onu öpmeleri ve kendisiyle teberrük etmeleri emredildi. Bütün bunlar, hatalarına karşı insanlar için bir kefarettir. Hacer-i esvedin efendiliği bu nedenle ortaya çıktı. ‘Âdemoğullarının hatası Hacer-i esvedi kararttı’ sözünün anlamı budur.

Futuhat-ı Mekkiyye,cilt:6 – İbn Arabi

—————————-

Kabe

Halil İbrahim(a.s) Kabe’yi yaptığında Rabbi kendisine binanın üstüne çıkıp insanlara haccı bildirmesini emretmişti. Bu emre karşı İbrahim ‘Rabbim! Sesimin ulaşması mümkün müdür ki?‘ deyince Allah kendisine ‘Senin görevin çağırmak, ulaştırmak benim işim‘ demiştir. İbrahim şöyle nida etmiştir: Ey insanlar! Allah’ın bir evi vardır, onu haccediniz!‘ Râvi şöyle der: ‘Allah bu nidayı kullarına duyurur: Bir kısmı çağrıya icabet ederken bir kısmı icabet etmez. İnsanların bu çağrıya icabet etmeleri, kendilerine yöneltilen ‘ben sizin rabbiniz değil miyim‘ nidasına karşı ‘belâ (Evet Rabbimizsin)’ sözüne benzer. Allah insanları kendilerine karşı tanık tutup ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?‘ dediğinde onlar buna olumlu karşılık vermişlerdi.

Nitekim bu olumlu karşılığı, Hakk‘ın ‘duyma gücü‘ haline geldiği kullar duyabilir. Çağrıya olumlu karşılık verenlerin bir kısmı hemen Hakk‘ın davetine icabet eder. Onlar, iyiliğe koşanlar ve imkân oluştuğunda haccın hemen yerine getirilmesi gerektiğini düşünenlerdir. Bir kısmı ise, davete icabette ağırdan alıp belli bir zamandan sonra harekete geçenlerdir. Bunlar, imkân olduğunda bile haccın zamana bırakılabileceğini düşünenlerdir. Buradan, farkında olmaksızın, hacdan yerine getirdikleri kısmı yerine getirirler. Çünkü Allah onları dünya hayatında çıkardığında bu müşahedeyi onlara bildirmemişti. ‘Onlar ahiretten habersizdir’

İnceleyin:  Ahlak Türleri ve Kısımları

Allah’ın bu çağrısına icabet edenlerden bir kısmı icabeti yineleyen bir kısım ise yinelemeyenlerdir.İcabeti yinelemeyenler, bir kez hac eden insanlardır. Yineleyenler ise, imkân ölçüsünde hac yapanlardır. Böyle bir insan her hac edişinde bir farz sevabı alır. Şâri’ hacda telbiyenin yinelenmesiyle buna dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: ‘Leb-beyk, Allahümme lebbeyk, lebbeyk! (Buyur Allah’ım! Buyur! Buyur!) Senin ortağın yoktur lebbeyk! Hamd, nimet ve mülk sana aittir. Senin ortağın yoktur, Lebbeyk! Gerçek ilahsın.’ Haccı bildirmek üzere, beş kez telbiyenin getirilmesi, onu beş vakit namazdaki ezana benzetir. Beş vakit ezanın her birisine olumlu karşılık verilir, çünkü ‘Peygamberin göz aydınlığı namaz idi.’ Vardığımız bu görüşü, hacdaki tehlilin zorunlu olarak namazın ardından emredilmiş olması destekler.

—————————-

Hz. Peygamber minberde Cuma hutbesi okurken, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in elbiselerine ayakları takıla döküle kendisine doğru geldiğini görmüş. Hz. Peygamber hemen minberden inmiş, onları alarak tekrar minbere çıkmış ve hutbesini okumaya devam etmiş. Acaba, bu davranışı Peygamberin halinde bir eksiklik olarak mı görürsün? Hayır! Yemin olsun ki, hayır! Bilakis bu davranış, onun marifetinin yetkinliğinin sonucudur; çünkü Hz. Peygamber, baktığı her göz ile gördüğü gibi baktığı herkeste ‘görmeyen körlerin farkına varmadığı’ şeyleri görürdü. Onlar, bu gibi fiiller söz konusu olduğunda ‘keşke Peygamber bunları yapacağına Allah ile ilgilemeydi’ diyenlerdir. Hz. Peygamber ise, Allah’tan başka hiçbir şey ile ilgilenmemiştir.

—————————-

Ebu Yezidde ‘azapla duyduğum hazdan başka’ (seni istemiyorum) demişti. Burada azap sözüyle acının varlığını kastetmişti. Çünkü bir şeyle elem duymak onunla haz almakla çelişir ve bu ikisi, bir yerde bir araya gelmez. Bu, acı sebebinin varlığı esnasında hazzı taleptir. Böyle bir şey, tıpkı İbrahim’in (as.) ateşi örneğindeki gibi, harikulade bir olaydır. İbrahim’in ateşi görünüşte ateşti, fakat İbrahim’in bedenini yakmamış, İbrahim de onun acısını duymamıştı. Ateş İbrahim için ‘serin ve selametli olmuştu.’

Bu nedenle İbrahim’in şükretmesi gerekti, çünkü sabretmesi gereken bir acı ortada yoktu. Öyleyse sabır, her zaman, belaya karşı olabilir ve bela acının varlığıdır. Şükür ise, her zaman nimete karşı olabilir. Nimet, bir yerde hazzın varlığıdır. O halde kulun şükretmesi ‘nimet’ diye isimlendirilen şeye karşıyken sabır ‘acı’ diye isimlendirilen belaya karşıdır.

İnceleyin:  Futuhat-ı Mekkiyye’den Bazı Fıkhi Hükümlerin Zahir-i ve Batın-i Yorumları -2

—————————-

Puta tapanlar bir konuda bizimle ortaktır: Bu konu, bizim de Allah’a zât olması bakımından değil, ilah olması bakımından tapmamızdır. Biz bu ismi (İlah) isimlendirilenine gerçek bir isim olarak verdik. O da, gerçekte Allah’tır ve O’ndan başka ilah yoktur. Gerekeni gereğiyle ilişkilendirdiğimizde ise, ‘mutlu bilginler’ diye isimlendirildik. Puta tapanlar ise, bedbaht cahillerdir, çünkü onlar ‘ilah’ ismini (gerçek) isimlendirileninden başkasına vermiş ve yanılmışlardır. Onlar ismin kulları olduğu gibi isimlendirilen de yanıltıcıdır. Böylece bizim ile puta tapan arasındaki fark ortaya çıktı.

Biz cennet diye isimlendirilen ve sekiz kapısı olan yere yerleştirileceğiz.. Sekizinci kapı, isimlendirilenine ismi gerçek anlamda verebilmektir. Cehennem ise, yedi kapıdır, çünkü sekizinci kapı,ismi isimlendirilenine vermektir.Cehennemdekiler ise,onu isimlendirilenine vermemişlerdir.Onlar,kendi isimlendirilenini görür.İsim kendilerinini(müsemma) aramak üzere onlardan uzaklaşmıştır. Böylece ismi hak eden, ‘ilah’ ismini alır ki o da, Allah’tır. Puta tapanlar da, dünyada bilmedikleri şeyi ahirette öğrenir, fakat bu bilgi, fayda vermez.

—————————-

Mutlu, başkasından öğüt alan kimsedir. Akıllı ise, kullarında uyguladığı hükümlerinde Allah’a itiraz etmeyen kişidir. Bu yönüyle akıllı insan, arzusunun hükmüne uymayacağı gibi yönettiği kimselere de arzusunun hükmüne göre davranmaz. Bu konularda Allah’ın bir hükmü ve idaresi vardır. Çünkü Allah duymayı, itaat etmeyi ve ‘yöneticilere itiraz etmemeyi’ emretti. Allah bunu bir emir yapmıştır, çünkü hükümdarın adil olması, hem bizim hem onun lehinedir; zalim olması ise, bizim lehimize, onun aleyhinedir. Öyleyse biz, her iki durumda da kârdayız ve mutluyuz. Allah, bizi mutlu yaptıktan sonra kullarında yarattıklarında yaptığı işler bize bir zarar vermez.

—————————-

Arif şöyle der: ‘Ağlayayım diye beni acıktırdı.’ Arif sabır gücünü kendisinde bulsa bile, zayıflık kulluk ve saygı mertebesine koşar, çünkü bütün güç, Allah’a aittir. Bu nedenle kendisine ulaşan bir belayı kaldırmasını Rabbinden ister ya da -belanın gerçekleşme imkânı varsa- kendisini ondan korumasını ister. Böyle bir davranış, kadere razı olmayla çelişmez. Çünkü bela, kaza değil, takdir edilen şeydir. Böyle bir insan kadere razı olurken kaderin gereği olan şeyin karşılığında Rabbine dua eder. Bu durumda ise, hem razı olan hem de sabreden olur. İşte bunlar, Allah’ın kendilerini övdüğü sabredenlerdir.

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir