Hazreti Musa Asası Gibi
Hazreti Musa ve âsası arasındaki bağın, bir dâvanın kuvveti ve zafere gidişi bakımından oldukça aydınlatıcı bir hikmet demeti olduğu kuşkusuzdur. Hazreti Musa elinden bırakır bırakmaz âsa canlanıyor ve müthiş bir canlılıkla, büyücülerin sihirli değneklerine saldırıyor. Fakat Hazreti Musa, elini ona dokundurur dokundurmaz âsa tekrar eski uysal halini adıyor. Bir mucize, sadece görünüşünden ibaret değildir. Görünüş, mucizenin fizik yanıdır. Bir de, onun anlamlar içinde uzayan bir arka plânı vardır. Âsa, Hazreti Musa’nın elinde bulundukça, vahye, inanca, İlâhî aşka olan susuzluğunu giderebilmektedir. Bu yüzden sakin, sessiz ve kendini aradan çıkarmışçasına yokluğa batıktır. Fakat Hazreti Musa, onu elinden bırakınca, vahyden ayn düşmenin acısıyla şahlanmakta ve tekrar o sonsuzluk kaynağından içmek için önündeki yol engellerini devire devire ilerlemektedir. O kaynağa dönüşün en büyük engelleri putlardır. Putların koruyucuları büyücüler ve büyücülerin silâhları olan sihirli değneklerdir. Âsa kendi sahibine dönünceye kadar bunlarla savaşacak ve bunları yutacak ve eritecektir. Fakat Hazreti Musa’nın eli değer değmez, âsanın öfkesi yatışmakta ve âsa kaynağa döndüğünü idrak etmektedir. Onun vazifesi bitmiştir ve esas vazifenin yanında bir dinlenmededir.
Âsa, hakikati araştırma ve imana yönelmenin sembolü gibi, bin bir şüphe ve inkânn sembolü olan büyücü değneklerini ortadan kaldıra kaldıra kaynağa dönmektedir.
Bir açıdan da, âsa vahyi, büyücülerin değnekleri de inkâra ve şüpheci aklın delillerini sembolleştirir. Akıl, vahye karşı ne kadar kuşku ve inkârla başkaldırırsa başkaldırsın, direnirse dirensin,sonunda yenilir ve baş eğer.Nitekim müneccimler de sonunda gerçeği kabul ederek Hz.Musa’ya dönerler.Sonunda zaferi inanç kazanmıştır.
İlimle vahyin karşılaşması da, bu diyalektik içinde cereyan eder. İlmin vahye karşı çıkan tutumu sonunda susar ve gerçek ilim adamı, sonundu dinin Önünde eğilir. Aklın ve ilmin ilk karşı koyuşu, arınarak saflaşmak ve tam imana, dönüşsüz ve kesiksiz inanca varmak içindir. Yoksa, gerçek ilim, dinle, vahiyle sürekli barış halindedir.
Hattâ onun eşyaya doğru uzanmasından doğmuştur.
İnkâra çağlarda ortaya atılan inanç düşünceleri, Hazreti Musa’nın âsası gibi, ne kadar inkâr, şüphe ve tereddüt varsa onu yenecek, eritecek ve yok edecektir,
Hazreti Musa’nın âsası, Peygamber’in yanındayken sürekli bir ışık içinde ve bölünmez bir güvenlik alanındadır. Fakat o, Peygamber’den ayrılınca, karanlıklar, şeytanlar arasında kalmış gibi ayağa kalkmakta ve karanlıklarla, şeytanlarla vuruşa vuruşa ışığa doğru ilerlemektedir.
Hazreti Musa’nın büyücülerle savaşı, bir nevi, tarihin sembolü bir sahnedir. Her müslüman, sahibinden ayn düşmüş bir âsa gibi, etrafını çeviren zulüm, inkâr ve umutsuzlukla savaşa savaşa iman bütününe doğru yol almalıdır.
Müslüman, mucizeleri «evvellerin masalları» gibi dinlememeli, onları yaşamalıdır. Onlar nasıl geçmişte yaşanmışsa, sürekli olarak her müslümanın hayat akışında da anlamlarıyla sürüp gider.
Büyücülerin değnekleri, cıvanın akıcı gücü ve sıcaklığın genişletme özelliğiyle kımıldıyorlardı. Hazreti Musa’nın âsası ise, ruh kudretiyle, vahyin verdiği bir aşk ve heyecanla hareket ediyordu. Onunla diri ve canlıydı.
Hazreti Musa ile büyücülerin karşılaşması, bir bakıma da Allah inancı ile, Islâmla materyalizmin karşılaşmasıydı.
Gören göz ve düşünen insan, çağındaki karşılaşmaları da bu örneğin ışığı altında görür ve düşünür.
Sezai Karakoç,Günlük Yazılar 2