Babayla Oğul Arasında
Ay tutulursa veya güneş tutulursa çıplak gözle göremezsiniz onu.İsle karartılmış bir camla bakarsınız ayı veya güneşi içine girdiği karanlıktan ayırabilmek için.
Bir deprem yeri sarstığı zaman, siz üzerinde sarhoşlar gibi sallanırken ne olup bittiğini pek anlamazsınız, şaşkınlıktan. Ama, uzaklardan bakan, sizin de, içinde bulunduğunuz evin de, üstünde durduğunuz taşın veya tümseğin de nasıl sallandığını görür.
Sellerin sürüklediği kuzulan, ayni sulara kapılmış insanlar değil, selin dışında kalabilmiş kişiler kurtarabilir.
Ancak önceden gemisini hazırlamış bulunan Nuh kurtarır insanları birdenbire bastıran bir tufandan.
Suya ateşle karşı çıkılmaz. Coşkun su ateş kayaların bile ilkin söndürür, sonra sürükleyip alıp götürür.
Suya suyla da karşı çıkılmaz. Çünkü: o su da öbürüne katılır ve beraber akarlar öfke kanalında.
Suya gemiyle karşı çıkacaksın. Su istese de istemese de omuzlarında taşıyacak gemiyi. Suyun üstünde suyla beraber akacaksın, sularda yuvarlananları teker teker kurtaracaksın.
Bir öfke ve kızgınlık karşısında başarı ne öfkede, ne de yalvarışta; ağırbaşlılıkta, samimi olmakta, öfkelinin derdine, o derdin özüne, gerçeğine yürekten eğilmekte.
Artık çağ, biçimci (formalist) bir hukuk çağı değil.
Çağ, insan dertlerinin, insanlık ıstırabının hukuku aştığı çağ.
Çağ, sevginin ve nefretin, sefahat ve sefaletin, samimiliğin ve hilenin, zekânın ve kurnazlığın, inancın ve inkârın, boyun eğişin ve başkaldırmanın, kölelik tiranlığın ve hürriyetin, aklın ve cinnetin, ıstırabın ’ insan ıstırabıyla alayın yarıştığı, birbirini aşmaya çalıştıkları, hukuku çok gerilerde bıraktıkları bir çağ.
Kasların sonuna kadar gergin olduğu bir çağ bu.
Teatral jestle hayat yenilemez.
Bir ateşin ortasında bir önemli kâğıt yanıyorsa, senin, ateşi itfaiye hortumuyla söndürmeye çalışmanda fayda yoktur. Belki ateşi söndürmeyi başaracaksın, ama o zamana kadar da kâğıt yanmış, küle dönmüş olacaktır. Tek çare, suyla söndürmeye çalışmak değil, ateşin içine hızla dalıp kâğıdı kurtarmakta. Zaten senin hedefin, ateşe düşmanlık değil, kâğıdı kurtarmak.
Ateşe alışmaktan, onunla dost olmaktan başka çare yoktur, yakmamasını istiyorsan ateşin. Kızgın ateşi su da söndüremez; buharlaşmış su, ateşin üzerinde, ateşi koruyan, ateşten bir perde olur. Ateşin Hazreti İbrahim’i yakam amasının sebebi, onun dost olduğunu sezmesiydi.
Dost yalvarmaz, inşam arkasından da vurmaz, hakikati söyler o kadar. Gerçek neyse onu söyler, fedakârlık gösterir, yardım eder. Hak neyse onu teslim eder, hak olmayanı da kesinlikle reddeder. Yalana ve hileye sapmaz. Korkuya düşmez. Kızgınlık ve öfkeye de kapılmaz.
Devlet, kuvvet ve kudretinin gerisinde hakikatler ve hikmetler canlı olarak durduğu sürece devam eder. Hakikatler ve hikmetler çekildi mi, dış biçimler ne kadar sağlam görünürse görünsün, o görünüş, ilk üfurüşte karagözün hayalleri gibi söner.
Çocuk babasma başkaldırırsa, baba onu tepelemez. Ona yalvarmaz da. Ta yüreğinden gelen bir hareketle baba olduğunu hatırlatır ona.
Oğulu yola getiren, ne şu ne bu, kendi oğlunun halinden acı çeken ve belki de bu acısını kimselere söylemeyen, çocuğunun bu halinden kendini suçlu gören babanın samimi ıstırabıdır.
Oğulla baba arasındaki bağdan farksızdır devletle gençlik arasındaki ilgi.
Oğul, ayağa kalkmışsa, baba, oğulu kurtarmaktan başka bir şey düşünmemelidir.
Sezai Karakoç,Günlük Yazılar 2