Yankı
Bu ramazan, Kur’an-ı Kerim’in insanlığa inişinin 1400. yıldönümüdür. Kur’an, bundan bin dört yüz yıl önce bir kadir gecesinde indi. Ve onun bize gelişinin üzerinden bin dört yüz kadir gecesi geçti. Arı, kendine gelen vahiyle nasıl peteğini örer ve balını yaparsa, müslümanlar da kendi peygamberlerine gelen vahiyle, Kur’an’dan yayılan ışıklarla eşsiz bir medeniyet kurdular. Yeryüzünde Kur’an şehirlerini yaydılar. Kur’an gerçeklerinden, Kur’an’ın sanatından, Kur’an’m sesinden insan ruhunu bir hakikat sitesine çevirmek birinci işleri oldu müslümanların.
Kur’an’ın inişiyle, dünyaya, öteki dünya da inmiş oldu. Kur’an’m aşılmaz lehimi ve kaynağıyla müslümanın ruhunda iki dünya kaynaşmış ve birleşmiş oldu.
Bin dört yüz yıldır ki, o, bizim hayat ışığımızdır, gören gözümüz, çalışan kalbimizdir.
Hayatımızın hiç bir çizgisi olmadı ki, oraya, Kur’an-ı Kerim’in tuttuğu bir ayna ve bir ışık bulunmasın. Yaşayışımızın nice çizgileri, vücuttaki kan damarları gibi, Kur’an çizgileridir.
Atalarımız, her yıl Kur’an’ı bir baştan sona okurlardı. Böylece Kur’an-ı Kerim, yavaş yavaş onlann ruhlarına geçerdi. Onun yapraklarına eğile eğile babalarımızın ve annelerimizin yüzünü bir Kur’an aydınlığı kaplardı. İşte bunun için bir müslüman daha ilk bakışta yüzünden tanınır.
Kur’anla olan bu yakınlık ve dostluk, adetâ kardeşlik, mü’minin ahlâkını, Kur’an ahlâkıyla donatır.
İslâm medeniyetinin her alanında, unsurları derleyip toplayarak kaynaklara çıkınız. Göreceksiniz ki, bu kaynaklar gide gide Kur’an’a varacaktır.
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanlığa armağan ettiği büyük bir medeniyetin ulu kitabıdır.
Tek noktası bile eskimeyen, ölmek nedir bilmeyen diri ve diriltici, içi mucize dolu kitabı.
Bin dört yüz yıldır, savaşlara onu okuyarak başlıyoruz. Zaferlerimizde, getirdiği yardımcı melekler ordusuyla en büyük pay sahibi yine odur. Zafer sonunda onun adalet ve merhametiyle esirlere ve yenilenlere insanca davranmış ve tarihimizi lekelemekten korumuşuzdur. Kendi yanlışlıklarımız veya kader gereği yenilmişsek bizi avutan ve onulmaz umutsuzluklardan koruyan, yine şanı büyük Kur’an olmuştur.
Kur’an, insana şifa, toplumlara şifa, medeniyetlere şifa ve tarihe şifa olmuştur.
Ölülerimizi son yolcu edişte ancak onunla yolcu edebilmişizdir. Ölümün dağ ağırlığını ondan başka hafifletecek zaten hangi kudret olabilir ki?
Kur’an’ın her çağa hitap eden ayn bir mucize dili var. 20. Yüzyıl da, ayin bölünmesi, mi’raç mucizelerinin, dünyacı bir yorum ve usûlle peşinde değil midir?
Her yıl gelen Kadir gecesi, Kur’an’ın mucize yüklü ağırlığıyla, arştan dünya’nın göğüne indiği kutlu gecedir. O gece okunan Kur’anlar, yukardan kâinatın üstüne inen Kur’an’a, yeryüzünden yükselen bir yankıdır.
Bin dört yüz yıldır dünya zamanın üstünde bir köpük gibi bu yankıyla çınladı durdu. Dünya kayalığı, arşa, onun yankısıyla, mahcup olamayacağı yüksek bir cevap verebildi.
İnsan, arştan gelen soruya Kur’anla arşın cevabını verdi.
Kıyamete kadar da bu cevabı verebilmemiz için,
Kur’an’ın bizi bırakmayacağına dair Allah’ın sözü vardır.
Ne mutlu meşalesi Kur’an olan bir ümmete!
Sezai Karakoç,Günlük Yazılar 2