Sünnette Bayram
عَنْ أَنَسٍ قَالَ قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَلَهُمْ يَوْمَانِ يَلْعَبُونَ فِيهِمَا فِي الْجَاهِلِيَّةِ فَقَالَ : إِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَدْ أَبْدَلَكُمْ بِهِمَا خَيْرًا مِنْهُمَا يَوْمَ الْفِطْرِ وَيَوْمَ النَّحْرِ
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medineyi teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin Câhiliyye döneminde oyunlar oynadıkları iki bayramı vardı. Bunu görünce Nebî Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah tebâreke ve teâlâ size (bu) iki bayrama karşılık daha hayırlılarını, Ramazan ve Kurban bayramlarını verdi.” [1]
İnsan iki halde, sevinç ve sürûr, üzüntü ve keder hallerinde bu kulluk ve itidal çizgisinden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bayram, birinci halin yani sevinç ve sürur halinin toplumca hatta bütün bir ümmetçe paylaşıldığı, dolayısıyla, neşenin yanında tehlikenin de arttığı bir ortamı ifade etmektedir.
Kulluk çizgisi
Müslümanın temel vasfı Allah’a kul olmak’tır. İslam, insana Allah’a kul olma yolunda yardımcı olacak bütün tedbirleri getirmiştir. Onun yaratılıştan sahip olduğu özelliklerini dikkate alarak hidayet’i bulması ve hidayet üzere devam etmesi için en tabii ve fıtri yani uygulanabilir tekliflerde bulunmakta ve itidal çizgisinden ayrılmadan onları gerçekleştirmesini istemektedir.
İnsan iki halde, sevinç ve sürûr, üzüntü ve keder hallerinde bu kulluk ve itidal çizgisinden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bayram, birinci halin yani sevinç ve sürur halinin toplumca hatta bütün bir ümmetçe paylaşıldığı, dolayısıyla, neşenin yanında tehlikenin de arttığı bir ortamı ifade etmektedir.
Oysa önemli olan tehlikeli ortamlarda kendine has temel nitelikleri koruyabilmektir. Bu sebeple de sevinç ve üzüntü hallerinde kulluk çizgisi’nin kaybolmaması İslam’ın öngördüğü ana hedef olmaktadır.
Bayram ile ilgili rivayetlerin hadis kitaplarımızın “ibadet” bölümlerinde bayram namazı konusunda yer almış olması bu kulluk çizgisi ve çerçevesini göstermektedir. Sünnetteki uygulama da aynı şekilde kulluğun sevinç-üzüntü hallerinde asla unutulmaması gerektiğini hatırlatıcı hatta çerçeveleyici biçimde şekillenmiş bulunmaktadır.
Tespiti
Hadisimiz iki dinî bayramın nasıl ve ne zaman tespit ve tes’id edildiğine dair bilgi vermekte ve aynı zamanda Müslüman bayramlarının “daha hayırlı” olduğunu belgelemektedir. Hicretin ikinci yılı Şaban ayında oruç farz kılınmıştı. O sene Ramazan’ında oruç tutulmuş ve bayram yapılmıştır. Demektir ki, bayramların tesbiti ve yaşanması hicri ikinci yılı Ramazan bayramıyla başlamıştır.
Hadisimiz, İslam’ın gerçekleri asla inkar etmediğini, ıslaha ihtiyaç duyulan noktalarını ıslah ettiğini göstermektedir. Beşeri ihtiyaçları kulluk çizgisine en uygun şekilde karşılamanın yollarını göstermek İslam’ın temel karakteri olan ıslahatçılığının gereğidir. İslam’ın beşeri konulara yaklaşımı devrimci değil ıslahatçı yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, inkara değil, onarım ve yönlendirmeye dayanır. Buna eğitici tavrı demek de mümkündür. Esasen Sevgili Peygamberimiz kendisinin lanetçi değil, davetçi ve muallim olduğunu açıkça beyan buyurmuştur. [2]
Uygulaması
Bayram, bayram namazı ile başlar. Yani Müslümanın -her şeyi gibi- bayramı da kulluk temeli üzerinde yoğunlaşır ve o çizgiyi takip eder. Çünkü her şey Müslümanın mutluluğu içindir.
Bayram namazına -yürümeye gücü yetenler için- yürüyerek gitmek sünnettir. Hz. Ali’den nakledildiğine göre O, “Bayrama yürüyerek gitmek sünnettendir” demiştir. Ömer İbni Abdulaziz de “Bayrama yürüyek gitmeye gücü yetenleriniz yürüsün” tavsiyesinde bulunmuştur. [3] Cabir İbni Abdullah radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Nebiyyi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazı için namazgâha giderken ve dönerken başka başka yollar seçerdi. [4]
Bayram namazına giderken Allahu ekber diye tekbir getirilir. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den nakledildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bayramlarınızı tekbir getirmek suretiyle şenlendirin, süsleyin!” buyurmuştur. [5] Ayrıca Hz. Peygamber, Ramazan Bayramında namaza çıkmazdan önce mutlaka tek sayıda (bir, üç-beş gibi) bir kaç hurma yerdi. [6] Kurban Bayram’ında ise namazdan dönmedikçe bir şey yemezdi. Beyhakî’nin rivayetinde (namazdan dönünce) Kurbanın karaciğerinden yediği açıklaması bulunmaktadır.
Bayram namazını sahrada, namazgâhta kılmak, mescidde kılmaktan efdaldir. Tabii mevsim müsait olduğu yani yağmur-kar olmadığı takdirde. Mescid-i Nebevî, Mescid-i Haram hariç bütün mescidlerden faziletli iken Hz. Peygamber bayram namazlarını hep namazgâhta kıldırmıştır. Dört mezhep imamı da bayram namazının sahrada kılınmasından yanadır. Sadece Şâfi, eğer câmi herkesi alacak büyüklükte ise, camide kılınabileceği görüşündedir.
Müslümanların senede iki bayramı vardır. Bütün belde halkı, – kadını-erkeği, çocuğu ile- hep beraber Allah’a yönelirler, aynı şeyleri yapıp aynı kelimeleri söylemekte birleşirler. Bir imamın arkasında namaz kılar, tekbir-tehlil getirir, içten dualar ederler. Sanki onlar bir tek kalptirler. Allah’ın kendilerine verdiklerine birlikte sevinirler. Bayram, işte bu takdirde bayram olur.
Hz. Peygamber, hiç bir istisna yapmadan kadınların da bayram namazına çıkmalarını emretmiştir. Hatta elbisesi olmayan hanımların komşularından emanet elbise alarak gelmelerini tavsiye etmiştir. [7] Dahası var, namaza mani özrü bulunan hanımların bile namazgâha çıkmalarını emretmiş ve “Hayr’a ve Müslümanların dualarına iştirak etsinler” buyurmuştur. Bu uygulama, bayramdan beklenen manevi olduğu kadar maddi ve sosyal sonucun, yani “birbirine kenetlenmiş güçlü bir toplum”un teminine yöneliktir.
Bayram’da silah taşınmaz. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram günü silahla dolaşmayı yasakladı.” [8] Düşman korkusu olmadıkça ve dikkatsizlik sebebiyle başkalarına
zarar verme ihtimalinden dolayı silah taşınması yasaklanmıştır. Eğer düşman saldırısından endişe ediliyorsa, silah taşınabilir. Havf namazında bayram da olsa silah taşınır.
Bayramda yeni-temiz elbise giyilir. Abdullah İbni Abbas radıyallâhu anhümâ, “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram günleri kırmızı bir kaftan giyerdi” demektedir. [9] Bayramlık elbiseler bayram günü sabah namazına giderken giyilir. İbni Ebî Şeybe’nin Musannef’inde [II,163], sahabilerin bayram günü sabah namazını bayramlık elbiseleri ile kıldıkları anlatılmaktadır. Namaza çıkmazdan önce yıkanmanın sünnet olduğuna dair de rivayetler bulunmaktadır. [10]
Bayramda sevinçli görünmek (ızhar-ı meserret) dinin şeâirinden yani İslam’ın belirleyici özelliklerindendir. Bundan kaçınmak, hele hele bayramı bir takım nefsî isteklerin gerçekleştirilmesi için fırsat olarak kullanmak, deniz sahillerinde, turistik gezilerde geçirmek, toplumdan kopmak bu dinî gereğe riayet etmemek demektir. Bayram, toplumdan kopma, yalnız kalma anlamında tatil değildir. Din kardeşleriyle birlikte sevinme, onlarla bütünleşme fırsatıdır. İçinde ma’siyet bulunmayan, günaha vesile olmayan oyunlar ve seviyeli eğlenceler ile sevincini ızhar etme günüdür. Def çalarak oynayan iki kızcağızı gören Hz. Ebû Bekir, “Rasûlullah (sav)’ın evinde şeytan düdüğü, hem de bayram gününde?” diye müdahalede bulunmak isteyince Sevgili Peygamberimiz;
“Ey Ebû Bekr, her toplumun bir bayramı, sevinç günü vardır, bu da bizim bayramımızdır (dokunma)!” buyurmuş, meşru eğlencenin Müslümanların da hakkı olduğunu duyurmuştur. [11]
Hz. Peygamber, bayram sevincini ashabıyla paylaşmaktan, onları sevindirmekten hoşlanırdı.
Bayramda hediyeleşmek ve tebrikleşmek bir başka güzelliktir. Hediyeleşmek sevgi ve muhabbet bağlarını kuvvetlendirir.
Dinî bayramlarımız, toplumun tümüyle sevinmesini sağlayıcı sosyo-ekonomik tedbirleri bünyesinde taşımaktadır. Ramazan Bayramından önce verilen zekat, bağış ve yardımlar ve özellikle bayram namazından önce verilmesi gerekli Fıtır sadakası; Kurban bayramında ise Kurban etlerinin üçte ikisinin fakir ve eş-dosta dağıtılma tavsiyesi, karşılıklı ziyaretler sebebiyle toplumca ve topluca sevinme imkanları ve zeminidir. Toplumun belli ve sınırlı kesimlerinin sevinmesine imkan hazırlayan anlayış ve uygulamalar asla dinimizce tasvib ve tavsiye edilmemektedir. Bayram, toplumca yaşandığı ölçüde bayramdır. Bu sebeple bayramların bu toplu huzur ve sevinç günleri şeklinde kutlanmasına herkesin katkıda bulunması gerekmektedir.
Bayramda hediyeleşmek ve tebrikleşmek bir başka güzelliktir. Hediyeleşmek sevgi ve muhabbet bağlarını kuvvetlendirir. Ancak, bu konuda gösterişe kaçmak suretiyle insanları zor durumda bırakmamaya da dikkat etmek gerekir. Bayram ziyaret ve hediyeleri aileler için ekonomik sıkıntılara vesile olmamalıdır. Herkes kendi imkanı ölçüsünde hediyeler vermelidir. Aksi halde bayramdan kaçma, toplumdan uzaklaşma başlar. Bu ise, bayramın teşriindeki hikmet ve amaca ters düşer.
Ayrıca bayram ziyaretleri ve ikramlarında da meşru sınırlara dikkat etmek gerekmektedir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerekir.
Netice olarak, bayram günleri sınırlı, kayıtlı, mes’eleli, ilkeli kulluk ve toplu sevinç günleridir. Baştan sona fıtri sınırlarla çerçevelenmiş ve donatılmış günlerdir. Müslüman da üzüntüde olduğu gibi sevinçte de inanç esaslarının gereklerine son derece saygılı davranma sorumluluğundadır.
Ödül Günü
Hadisçi Taberânî’nin el-Mu’cemu’l-kebir’inde naklettiği bir rivayette Ramazan bayramı için “O ödül günüdür. Bugün gökyüzünde de ödül günü diye isimlendirilmiştir” denilmektedir. Bu müjdenin bayram namazından çıkanlara melekler tarafından verildiğine de dikkat çekilmektedir. [12]
İlahi ikram günü demek olan bayramlarda topluca ve toplumca sevincimizi arttırmak, hadisimizin “daha hayırlı” diye tanıttığı bu güzel günlerimizin hayrından daha büyük ölçüde yararlanmak demektir.
Dipnotlar:
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 103, 178, 235, 250; Nesâî, İydeyn 1. Ayrıca bk. A. Naim, Tecrid Tercemesi, III,157
[2] Müslim, Birr 87. Ayrıca bk. İbn Mâce, Mukaddime 17
[3] Bk. İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, 162-163.
[4] Buhârî, İydeyn 24
[5] Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 197.
[6] Buhârî, İydeyn 4, Muvatta, İydeyn 6
[7] Bk. Buhârî, İydeyn 20; Müslim, İydeyn 12
[8] Abdurrezzak, Musannef, III,289
[9] Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 198.
[10] Bk. Abdurrezzak, Musannef, III, 308-310
[11] Bk. Müslim, İydeyn 16
[12] Bk. Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 201
Prof.Dr. İsmail Lütfi Çakan