Ehl-i sünnetin Sahâbe ve Hulefâ-i Râşidin Hakkındaki İnancını Açıklama
Üçüncü nokta, Ehl-i sünnetin sahâbe ve hulefâ-i râşidin hakkındaki inancını açıklama hususundadır. Bil ki; insanlar, sahâbe ve hulefâ-i râşidin konusunda bazı açılardan ileri gitmişlerdir. Bazıları onları aşırı överek imamların günahsızlığını (ismet) iddia etmiş, bazıları da sahabeyi kötüleme konusunda dilini serbest bırakıp eleştiriye kalkışmıştır. Sen asla bu iki gruptan olma ve itikadda orta yolu takip edenlerin yoluna gir!
Bil ki, Allah’ın kitabında muhacir ve ensâr hakkında övgüler almaktadır. Resûlullahın (s.a.s.) onları çeşitli ifadelerle övdüğüne (tezkiya) dair haberler tevatür derecesine ulaşmıştır. Onun (s.a.s.) “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtulursunuz”(Beyhaki, el-Medhal, s. 162-3) “İnsanların en hayırlısı benim asrımda yaşayanlardır, sonra da onları takip edenlerdir”(Buhârî, “Fezâilu’l-Ashâb”, 1) sözleri bunlardandır. Sahâbenin her biri hakkında özel övgü ifadeleri vardır ki bunları burada nakletmek uzun sürer. Bu nedenle onlar hakkında bu inancı taşıman ve hüsn-i zanna aykırı olan olayların nakledilmesinden dolayı sû-i zan etmemen gerekir.
Bu rivayetlerin çoğu taassup nedeniyle uydurulmuştur ve aslı yoktur. Nakil ile gelenlerin te’vili ise mümkündür. Onların aklın almadığı bir konuda hata ettiklerini ve yanıldıklarını mümkün görmek ve fiillerini -her ne kadar isabetli olmasa da- hayra niyetlenmeleri dışında yorumlamak mümkün değildir. Bunlar içinde en meşhur olanı, Hz. Muaviye ile Hz. Ali (r.a.) arasındaki savaş ve Hz. Âişe’nin (r.ah.) Basra’ya gitmesidir. Bu olayda Hz. Âişe’nin fitneyi söndürmek istediğini ancak işin [sonuç itibarıyla] kontrol edilemez bir boyut aldığını düşünmek gerekir. Çünkü işlerin akıbetinin başlangıçta arzu edildiği gibi gerçekleşmemesi ve kontrol edilemez bir noktaya varması mümkündür. Hz. Muaviye hakkındaki zan ise yorumdan ve onun yürütmekte olduğu işlerden kaynaklanır. Bunun dışında anlatılanlar ise tek yolla gelen (âhâd) rivayetlerdir ve bunların doğrusu ile yanlışı karışmıştır. İhtilaflardan çoğu, bu işlerle uğraşan, Râfizîlerin,(*) Haricîlerin(**) ve gereksiz işlere girenlerin uydurmalarından kaynaklanır. O halde doğruluğu ispatlanmayan haberlerin tümünü inkâr etmek, sabit olanların ise te’vili yolunu aramak gerekir. Bunu yapamadığında ise “Muhtemelen (bu rivayetin) benim bilmediğim bir te’vil ve açıklaması vardır ancak ben şu an bunu bilmiyorum” demelisin!
Bil ki; şu an sen, Müslüman biri hakkında su-i zan etmek, onu eleştirmek ve bundan dolayı yalancı durumuna düşmek ile bir Müslüman hakkında hüsn-i zan etmek ve dilini eleştiriden alıkoymak arasındasın. Mesela bundan dolayı hata ettiğini düşünsek de Müslümanlar hakkında hüsn-i zanda hata yapmak, onları kötülemede isabet etmekten daha emniyetlidir. Mesela bir kimse ömrü boyunca îblis’e, Ebû Cehil’e, Ebû Leheb’e ya da kötü insanlardan birine lanet etmekten kaçınsa, bunun ona bir zararı olmaz. Ancak bu kimse, yüce Allah katında suçsuz olduğu bir konuda bir Müslümanı kötüleyerek hata etse helâka maruz kalır. Bilakis insanlar hakkında bilinen şeylerin çoğunu söylemek doğru değildir. Çünkü şeriat, gıybet edilen kimse hakkında doğru bile olsa, gıybeti yasaklamıştır ki buna riayet etmek gerekir. Her kim bu konuları anlarsa ve onun mizacında gereksiz işlere meyletme özelliği yoksa, susmayı, tüm Müslümanlar hakkında hüsn-i zan etmeyi ve selef-i sâlihînin tümü hakkında övgü ile konuşmayı tercih etmesi gerekir. Sahâbenin tamamı hakkındaki hüküm budur.
Râşid halifelere gelince, onlar da diğer insanlardan faziletlidir. Ehl-i sünnete göre onların fazilet sıraları, imâmetteki sıraları gibidir. [Onların] bu yeri “Falanca falancadan daha faziletlidir” sözümüzdür ve mânâsı, âhirette Allah katındaki yerlerinin yüce olmasıdır. Bu ise sadece yüce Allah’ın bildiği ve Resûlü’nün de O’nun bildirmesiyle vâkıf olduğu gaybî bir husustur. Şeriatın sahibi olan peygamberden, [aralarındaki] faziletin bu sıraya göre olduğuna dair kesin bir nassın mütevâtir olarak geldiğini iddia edemeyiz.
Bilakis rivayetler, sahâbenin tamamı hakkında övgü ifade etmektedir. Peygamberin onları övmesinin inceliklerinden yola çıkarak fazilet hususunda bir tercih hükmü ortaya koymak ise câhilce bir işe kalkışmak ve Allah’ın istemediği bir şeyi yapmaktır. Ayrıca, zâhirî amellere bakarak bir kişinin Allah katındaki faziletini öğrenmek de aynı şekilde güçtür ve bunun amacı karanlığa taş atmaktır. Nice insanlar vardır ki, dış görünüşleri itibarıyla haram işlemektedirler, ancak Allah katında öyle bir yerdedirler ki, kalplerinde O’ndan başkası yer almaz. [Onların asıl] karakterleri içlerinde gizlidir. Bunun gibi zâhirî ibadetlerle bezenmiş nice insanlar da vardır ki, içlerinde gizlenen kötülükten dolayı, Allah’ın öfkesini kazanmışlardır, insanların içlerindeki sırları yüce Allah’tan başkası bilemez.
Faziletin vahiy, Peygamberden gelen haberlerin ise işitilerek bilindiği kabul edildiğinde, sahâbenin fazilet konusundaki farklılığına işaret eden [haberleri] işitmesi en uygun olan insanların, sürekli onunla (s.a.s.) birlikte bulunan kişiler olduğu da [anlaşılır.] Ayrıca onlar Hz. Ebûbekir’in (r.a.) hilafette önde geldiği hususunda icma etmişlerdir. Sonra Hz. Ebûbekir (r.a.) Hz. Ömer’i (r.a.) tayin etmiş,ondan sonra gelen Hz. Osman (a.s.) ile ardından Hz. Ali (r.a.) üzerinde icma edilmiştir. Allah hepsinden razı olsun. Onlardan herhangi birinin herhangi bir maksatla, Allah’ın dinine ihanet etmesi düşünülemez. (Sahabenin) bu konudaki icmaları faziletteki derecelerini gösteren en güzel delildir. Bu nedenle, Ehl-i sünnet bu fazilet sıralamasına inanmış ve ardından bu husustaki rivayetleri araştırmış, sahâbenin ve icma sahiplerinin bu sıralamaya dayanmasını bilmelerini sağlayan delilleri bulmuşlardır. İşte imâmetin hükümleri konusunda kısaca anlatmak istediğimiz hususlar bunlardır. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
(*)Râfizîlik, Şîa’yı nitelemek için kullanılan isimlerden biridir.
(**)Hâricilik, İslâm tarihinde özellikle iman-amel ilişkisi konusundaki aşırı fikir ve uygulamaları üe tanınan ilk siyasî ve itikadî mezheptir.
İmam el Gazzali – İtikadda Orta Yol (Klasik yay.)