Abdulfettah Ebu Gudde – İslam Alimlerine Göre Zamanın Kıymeti Adlı Eserinden ‘Alıntılar’
İmam Ebu Yûsuf un ölüm Döşeğinde Bile Îlmî Müzakerede Bulunması
İşte İmam Kâdı Ebû Yûsuf, Ya’kûb ibn İbrahim el-Ensârî el-Kûfi summe’l-Bağdâdî. 113/731 yılında dünyaya gelmiş, 182/798 yılında vefat etmiştir. Allah Teala kendisine rahmet etsin. İmam Ebû Hanîfe’nin arkadaşı ve talebesi, onun ilminin ve mezhebinin yayıcısı idi. Üç Abbasi halifesinin de kadılığını yapmıştı. Bu halifeler şunlardır: Mehdi, Hâdi, Haran Reşid. İlk kez Kâdîl-Kudât (Kadılar Kadısı) diye isimlendirilen kimse odur. Kendisine ayrıca Kâdı Kudâti’d-Dunyâ (Tüm Dünya Kadılarının Kadısı) denirdi.
İşte bu büyük âlim hayatının son deminde, nefesini verip dünyasını değiştirirken bile, kendisini ziyarete gelen ziyaretçisiyle fıkhi bir meseleyi, bir kimsenin istifade etmesi veya bir talibin öğrenmesi gayesiyle müzakere etmişti. Hayatının son zaman dilimini dahi ilmi müzakere yapmadan, bildiğini aktarmadan ve de karşıdakinden istifade
etmeden geçirmemişti:
Öğrencisi Kâdî îbrâhim ibn Cerrâh el-Kûfî Sümme’l- Mısrî anlatıyor:
Ebû Yûsuf hastalandığında ziyaretine gittim. Yanına girdiğimde baygın hâlde buldum. Ayılıp kendisine gelince, “Ey İbrahim! Şu mesele hakkında ne dersin?” dedi. Ben ise, “Bu durumda bunu mu müzakere edeceğiz?” deyince, şöyle dedi: “Bir beis yok. Bu meseleyi tetkik edelim ki belki bilmeyen bir kimse öğrenip kurtulur.”
Daha sonra da şunu söyledi: “Ey İbrahim! (Hac menasi- kinde) hangi taş atma daha faziletlidir? Yürüyerek mi yoksa binekli olarak mı?” Ben, “Binekli olanı.” dedim. “Hata ettin.” dedi. “Yürüyerek.” dedim. Yine “Hata ettin.” dedi. “Allah sizden razı olsun, o hâlde siz söyleyin.” dedim. O da şöyle açıkladı:
“Dua için durulan cemrelerde efdal olan yürüyerek taşları atmaktır. Dua için durulmayan cemrelerde ise efdal olan binekli olarak atmaktır.” Sonra yanından kalktım. Evinin kapısına varmıştım ki ağlaşmaları duydum. Anladım ki vefat etmişti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.”
Müfessir Taberi’nin Vaktini Düzenlemesi
işte size müfessirlerin, muhaddislerin ve tarihçilerin piri, büyük müçtehid, İmam İbn Cerir Taberi. Allah kendilerine rahmet etsin. O, akitten istifade etmek, öğretmek, öğrenmek, yazmak veya telif etmek suretiyle zamanı değerlendirmek açısından örnek alınacak kimselerden birisi idi. Öyle ki ciddiyetle ve araştırmak suretiyle yazmasına rağmen eserlerinin sayısı ilginç bir rakama ulaşmıştır.
Allame Yâkût el-Hamevî Mu’cemu’l-Udebâ’ adlı eserinde İmam İbn Cerir Taberi için bir terceme-i hâl yazar ki bu terceme-i hâl 56 sayfadır. Keza Hatib-i Bağdâdî de Târihul Bağdâd’da onun terceme-i hâlini vermiştir. Şimdi sizlere büyük imamın terceme-i hâlinden bazı bölümler aktaracağım. Dolayısıyla burada her iki müellifin sözü birbirine katılmış olmaktadır. Evet bu iki zat şöyle demişlerdir:
Alî ibn Ubeydullâh el-Lugavî es-Simsimî, Kâdî Ebû Ömer Ubeydullâh ibn Ahmed es-Simsâr ve Ebûl-Kâsım ibn Akıl el-Verrâk’tan rivayet eder: Ebû Ca’fer Taberî arkadaşlarına der ki: “(Size) Kur’an tefsiri (yazdırmamı) ister misiniz?” Onlar da Hacmi ne kadar olur?” diye sorarlar. “Altı bin sayfa olur.” deyince, “Bunu tamamlamadan insanın ömrü biter derler Bunun üzerine o da tefsir çalışmasını altı bin kadar sayfada özetler ve yedi yılda yazdırır. Bu yazdırma 283/896’dan 290/903 yılına kadar sürer.
Daha sonra onlara sorar: “Âdem’den günümüze kadarki cihan tarihini ister misiniz?” “Hacmi ne kadar olur?” diye sorarlar O da tefsir için zikrettiği kadar bir miktar söyleyince aynı cevabı verirler O da: “innâ liliâh! Artık insanlarda ilme iştiyak kalmamış.” der. Daha sonra tefsiri gibi bunu da yaklaşık aynı miktar sayfada ihtisar eder Yeniden tasnifi ile kendisine kıraat edilmesi 303/915 yılı Rebiulahir ayının bitmesine üç gün kala, Çarşamba günü sona erer. Kitabı nihayete erdirip söylenecek sözleri noktalamayı ise 302/914 yılının sonunda bitirmiştir.
Hatib diyor ki: “Simsimt’den dinledim: İbn Cerir 40 yıl boyunca her gün 80 sayfa yazdı, öğrencisi Ebû Muhammed Abdullâh ibn Ahmed ibn Ca’fer el-Fergâni, Târihu ibn Cerir’e eklediği ve Sile diye maruf olan eserinde şöyle der: İbn Cerir’in talebelerinden bir grup buluğdan vefatına kadar yaşadığı günleri hesap ettiler. Ömrünün tamamı 86 yıl idi. Daha sonra eserlerinin sayfalarını bu ömre taksim ettiler. Her güne 28 sayfa düşmekteydi. Bu, Hâlık’ın yardımı olmaksızın bir insanın yapabileceği bir şey değildir.” Allah ne yücedir, insanların gayretleri kendilerini nerelere vardırıyor! İşte görüyorsunuz!
İbn Cerir 224/839 yılında dünyaya gelip 310/922 yılında vefat etmiştir. 86 yıl hayat sürmüşlerdir.
Buluğdan önceki dönemi çıkardığımızda, -bunu 14 yıl olarak hesap edelim- geriye 72 yıl kalmaktadır. Bu dönem zarfında her gününe 28 sayfa düşmektedir. Bu durumda, 72 yılın günlerini hesap edip her gün için 28 sayfa takdir ettiğimizde, İbn Cerir’in tüm eserlerinin yekûnu 718000 sayfa etmektedir.
Bunu hesaplarken hem Târihini hem de Tefsirini yaklaşık 6000’er sayfa olarak saymışlardır. Bu durumda her iki kitabın toplamı yaklaşık 14000 sayfa veya yaklaşık 16000 sayfa etmektedir. Târihi matbu olarak, 11 büyük cüz hâlinde elimizdedir Tefsîri de 30 büyük cüzdür. Bunların her bir cüzü bir cilt kitap tutacak çaptadır.
İmamın eserlerinin kaç tane olduğunu artık var sen hesap et. Çünkü yukarıdaki rakam çıktığında, geriye 702000 sayfa kalmaktadır.
Gerçekten de o, sahip olduğu bilgilerle, pek çok ilmi içinde barındıran bir akademi, pek çok eseri sebebiyle de âdeta bir yayınevi gibidir. O her şeyiyle benzeri olmayan eşsiz bir insandır. Kendi eliyle kâğıda bizzat yazarak telif etmiş ve böylece imbikten süzülmüş düşüncelerini ve fikirlerini insanlara sunmuştur. Eğer vakti değerlendirmeyi ve ondan nasıl istifade edip telif ile dolduracağını bilmeseydi, tüm bunları yapması mümkün olmazdı.
İbn Cerîrin talebesi ve arkadaşı Kâdî Ebû Bekr ibn Kâmil, İbn Cerîr in (Allah ona rahmet etsin) vaktinin ve işinin ne kadar düzenli olduğunu şu şekilde izah ediyor: “Yemeğini yedikten sonra sandal ağacı yaprağı ve gül suyuyla boyanmış, kolları kısa, hayş gömleğiyle uyurdu.
Daha sonra kalkardı. Öğle namazını kılar, ikindiye kadar eser yazardı.
Peşinden dışarı çıkar, ikindiyi kılardı. Namazdan sonra insanlara faydalı olmak için oturur, akşama kadar okutturur veya kendisine okunurdu. Akşam ile yatsı arasında da fıkıh ve kendi çalışmaları için otururdu. Daha sonra da evine giderdi. Aziz ve Celil olan Allah’ın muvaffak kıldığı gibi, gece ve gündüzlerini kendisine, dinine ve insanlara faydalı olmak için taksim etmişti.”
Üstat Muhammed Kurdeali Kunüzül-Ecdûd adlı eserinde İmanı İbn Cerir Taberi’nin terceme-i hâlinde şöyle der: “İlim aktarmak veya ilim almak dışında hayatının bir dakikasını bile başka şekilde sarf ettiği rivayet edilmemiştir.
Muâfâ ibn Zekeriyyâ sika bir zattan rivayet eder: “Kendisi vefatından önce Ebû Ca’fer Taberinin (Allah kendisine rahmet etsin) yanında idi. Bu ziyaretinden yaklaşık bir saat veya daha az bir müddet sonra vefat etti. Bu ziyaret esnasında Ca’fer ibn Muhammed’den gelen bir dua kendisine zikredilince, bir divitle kâğıt istedi ve duayı hemen yazdı. ‘Bu hâlde de bununla mı iştigal edeceksin?’ denince şöyle cevap verdi: İnsanın ölene kadar ilim elde etmeyi bırakmaması gerekir.” (Kunuz-ul Ecdad,syf;123)Allah Teala kendisine rahmet etsin. İlme, dine, İslam’a ve Müslümanlara olan faydaları sebebiyle ecrini kat kat versin. Âmin.
Ebû Hilâl Askeri, el-Hass alâ Talebil-İlm ve’l-İctihâd fi Cem’ih adlı eserinde şöyle der: “Ebû Bekr ibn en-Hayyât en-Nahvt (Allah kendisine rahmet etsin), tüm vakitlerinde hatta yolda bile mütalaa ederdi. Bu sebeple bazen bir çukura düşer, bazen de bir hayvan kendisine çarpardı.”(agd-s.77)
Bîrûninin Senenin İki Günü Hariç Sürekli İlimle Meşgul Olması
‘Yâkût el-Hamevî’nin Mu’cemu’l-Udebâ’ adlı eserinde, 362/ 973 yılında dünyaya gelip, 440/1048 yılında vefat eden astronomi âlimi, matematikçi, eşsiz bilge, tarihçi, filolog, edip, üstün insan, pek çok ilmi kendisinde toplayan Ebû’r-Reyhân Bîrûnî’nin (Muhammed ibn Ahmed el- Havârizmî’nin) (Allah kendisine rahmet etsin) terceme-i hâlinde şöyle denir:
“Ebû’r-Reyhân inşaat tekniğinde geniş bilgiye vâkıftı. Her konuda üstün malumata sahipti. Kendisini ilim tahsiline vermişti. Kitap telifiyle iştigal ederdi. Yaşamında ihtiyaç duyduğu iaşeyi temin için senede iki gün, yani Nevrûz (21 Mart) ve Mihricân (bayram) günleri hariç ilimlerin kapılarını açar, benzeri ve yakın meseleleri ihata eder (kapalı ve gizli yönleri yakalar), neredeyse eli kalemden, gözü tetkikten, kalbi tefekkürden ayrı kalmazdı. Bu iki günde yetecek kadar yiyecek ve maişeti temin ederdi. Senenin diğer geri kalan günlerinde ise müşkilat perdesini yüzünden kaldıran ve kapalı meseleleri kendisine açan ilim, onu bu tip işlerle meşgul olmaktan uzaklaştırıyordu.
Fakih Ebû’l-Hasan Alî ibn Isa el-Velvâlicî anlatıyor:
Nefsi gidip gelip can çekişirken, göğsü iyice daralmışken (78 yaşına ulaşmıştı) Ebû’r Reyhân’ın yanına vardım. Bu hâlde bile bana şunu sordu:
“Geçen gün, (anne tarafından) ninelerin fasid miras hesabı hususunda bana ne söylemiştiniz?”
Ben de kendisine merhamet ederek, “Bu durumda bunu mu konuşacağız? dedim. O ise: “Efendi! Dünyadan bu meseleyi bildiğim hâlde ayrılmak istiyorum. Bu, meşelenin cahili olarak ayrılmamdan daha hayırlı değil midir?
Bunun üzerine açıklamalarımı tekrarladım, o da söylediklerimi ezberledi ve bana daha önceden vaat etmiş olduğu şeyi öğretti. Ardından yanından ayrıldım. Yolda giderken (vefatı sebebiyle) yapılan ağlaşmaları duyuyordum.”
Bu dâhi imam Arapça, Süryanice, Sanskritçe, Farsça ve Hintçeyi çok iyi biliyordu. Ardında uzay,tıp, matematik, edebiyat, filoloji, tarih ve diğer ilim dallarında olmak üzere 120’den fazla eser bırakmıştır. Büyük müsteşrik Karl Edward Sachau onunla ilgili olarak şöyle demiştir: “O, tarihin tanıdığı en büyük akıldır.”
Meşhur müsteşrik George Sarton da onunla ilgili olarak şöyle demiştir: “Bîrûnî İslam âleminin en önde gelenlerinden ve dünya âlimlerinin en büyüklerinden birisiydi.”
Yatıp Uzanırken Bile Tefekkür Ederlerdi
İmam Ebûl-Vefâ ibn Akıl el-Hanbelî (Ali ibn Akıl el-Bağdâdî) hakkında Hafız İbn Receb el-Hanbelî Zeylu Tabakâti’l-Hanâbile adlı eserinde bu zatın yüklü ve zengin terceme-i hâlini anlatırken özetle şöyle der:
“431/1039 yılında dünyaya geldi ve 513/1118 yılında vefat etti. Âlemdeki faziletli zevattan, Âdemoğullarının zekilerinden biri, üstün kapasiteli ve ilim dallarında geniş bilgi sahibi bir insandı.
O şöyle diyordu: ‘Ömrümden bir saati bile boşa zayi etmem helal olmaz Dilim müzakere ve münazara, gözüm mütalaa yapmadığı durumlarda yani uzanıp yatıp rahat ederken bile tefekkür ederim. Kalkarken yazacağım şeyleri düşünmüş olarak kalkarım. Şu 80 yaşımda, ilme karşı olan hırsımı 20 yaşımdaki hırsımdan daha çok buluyorum.
Yemek için elimden geldiğince az vakit ayırıyorum. Bu sebeple ekmek yerine suyla yumuşatarak kek dilimi yiyo-rum. Çünku ikisi arasında çiğnem farkı vardır. Bunu da elde edemediğim bir bilgiyi mütalaa etmeye veya yazmaya daha çok vakit ayırmak için yapıyorum.Çünkü âlimlerin hepsinin ortak kanaati şudur: Akıllı insanların elde etmek için uğraşması gereken en değerli şey vakittir. Vakit bir ganimettir ve içindeki inşatlar servet bilinmeli, kapılmaya çalışılmalıdır. Hayatta sıkıntılar çoktur ama vakitler de Hızlı geçip gitmektedir,’
Üstat İbnu’l-Cevzi der ki: İmam İbn Akıl daima ilimle meşgul olurdu. Üstün düşünme kabiliyeti, kapalı ve ince meseleleri araştırma hasleti vardı. Funûn adlı eserini düşüncelerine ve başından geçen olaylara tahsis etmiştir.’ Çeşitli ilim dallarına ait pek çok eseri vardır. Bunlar yirmi kadardır. En büyük eseri Funûn adlı eseri olup gerçekten büyük bir kitaptır. Bunda çok kıymetli ve faydalı vaaz, tefsir, fıkıh, usûlül-fıkh, kelam, nahiv, dil, şiir, tarih, hikâye tarzında bilgiler vardır. Bu eserde aynı zamanda, başından geçen münazara ve toplantılar ile düşünceleri ve düşüncelerinin vardığı neticeler vardır. Bunları da eserine katmıştır.
Hafız Zehebî der ki: ‘Dünyada bundan daha büyük bir kitap yazılmadı. Bunu kitabın 400’üncü cildinden sonraki bir cildini gören kimse bana haber verdi.’ İbn Receb diyor ki: Âlimlerden bazıları bunun 800 cilt olduğunu söylemişlerdir. ” (Zeylu Tabakâtil Hanabile, I, 142-62; ibnu’l-Cevzi, Muntazam, IX/92. 212- 15.)Allah rahmet etsin, işte o, Funûn adlı eserinin matbu olan kısmının giriş bölümünde şöyle diyen insandır: “İmdi, vaktin kendisiyle harcandığı, nefsin meşgul edildiği ve kudreti yüce olan rabbe yaklaştırarak en güzel şey ilim talep etmektir. Bu, insanı cehalet zulmetinden dinin nuruna çıkarır. Benim nefsimin meşgul olduğu ve vaktimi kendisiyle geçirdiğim şey işte budur, ilimdir.
Âlimlerin sözlerinden, kitapların içlerinden ve ulemanın meclislerinden, faziletlilerin toplantılarından ortaya saçılan anlık güzel düşünceleri kapmak suretiyle elde edip istifade ettiğim bilgileri yazmaya devam ediyorum. Bunu yaparken, arzum, ilmin bir parçasının bana bulaşmasıdır. Çünkü böyle yapa yapa cehaletten uzaklaşıyorum. Belki de böyle devam ede ede benden öncekilerin ulaştığı bazı seviyelere ben de ulaşabileceğim.
İlim, kendisiyle iştigal eden insana hemen faydalar sağlamasa bile; vaktin kendisiyle ölüp gittiği boş şeylerden alakayı kesip atması bile yeterlidir. Allah Teala’dan bizleri sırat-ı müstakimden ayırmamasını dilerim. O bana yeter.
O ne güzel vekildir.”
İbnu’l-Cevzi diyor ki: İmam Ebû’l-Vefâ ibn Akîl’e ölüm yaklaşıp vefat alametleri baş gösterince, kadınlar ağlaşmaya başladılar. Bunun üzerine onlara şöyle dedi: ‘Elli yıl Allah adına fetva verip imzaladım. Bırakın beni de O’na kavuşacağım için sevineyim.”’
Bu büyük imam dünyadan ayrılırken, kitapları ve giydiği elbiselerinin dışında bir şey bırakmadı. Bıraktığı elbiseler sadece kefenine yetip borcunu ödeyecek kadardı. İlme olan hayırlı hizmetlerinden dolayı Allah ona rahmet etsin ve en güzel şekilde mükâfatlandırsın.
Muhterem okuyucu!
Görüldüğü gibi aklı çalıştırmak, vakti değerlendirmek, nefsi hayır ve ilme alıştırmak nasıl neticeler verdiriyor? Bu vesileyle elde edilen neticeler akılla kabul edilemeyecek kadar büyük rakamlara ulaşıyor. Oysa akü kabul etmese bık hakikat böyledir. Evet bu azim, 800 cilt kitabı ortaya çıkartıyor. Hem de dünyadaki en büyük kitap! insanlardan sadece bir fert, evet sadece Ebû’l-Vefâ ibn Akîl kendi başına bu kadarlık bir kitabı telif etmiş. Hem de bunların yamada sayısı yirmiye ulaşan başka çalışmaları da var. Bunların bir kısmı ise onar ciltten meydana gelmektedir.
698/1299 yılında vefat eden İmam Bahâuddin ıbnun- Nehhâs el-Halebi en-Nahvî (Muhammed ibn İbrahim) ne kadar güzel, ne kadar doğru söylemiştir. (Allah ona rahmet etsin). Aşağıda zikredeceğimiz şiiriyle, sürekli olarak az şeyi başka az bir şey üzerine eklemek suretiyle son derece büyük bir yekûnun meydana geleceğini beyan etmektedir. Ebû’l-Vefâ ibn Akil de görüldüğü gibi, durum aynıyla budur. Çünkü onun eserleri 800 cilttir.
Evet, Suyûtînin Buğyetu’l-Vuât adlı eserinde Bahâuddin ibnu’n-Nehhâs el-Halebi’nin terceme-i hâli verilirken şu şiiri de zikredilir:
İlim, oradan buradan toplanan,
Bir şey üstüne bir şey koymaktır.
Böyle devam eden bir insan,
Bir gün hikmete ulaşacaktır.
Çünkü sel kocamandır, lâkin Damlalardan oluşmaktadır.
Bin Fasikül Kitap Yazdı
Tezkire tu’l-Huffâz da, 541/1146 yılında dünyaya teşrif edip 600/1203 yılında vefat eden Hafız Abdulğanî Makdisînin (Allah kendisine rahmet etsin), terceme-i hâlinde şöyle geçer;
“İmam, Muhaddisu-l İslam, Takiyyuddin Ebu Muhammed Abdulğani ibn Abdulvâhid el-Makdisi el Cemmâilî sümme’d Dımaşki es-Sâlihi el-Hanbelî. Pek çok eserin sahibi Ebü Tâhir Silefi’den 1000 cüz yazmıştır. Sayılamayacak kadar eser telif etmiştir. Vefat edene kadar sürekli istinsah etmekle, eser yazmakla, hadis rivayet etmekle ve Allaha ibadet etmekle meşgul oldu.
(Öğrencisi) Ziyâ Makdisî şöyle demiştir: Zamanının hiçbir dilimini zayi etmiyordu. Sabah namazını kıldıktan sonra, bazen Kur an-ı Kerim’in kıraat vecihlerini öğretiyor, bazen de hadis yazdırıyordu. Daha sonra kalkıp abdest alıyor ve öğlen öncesine kadar Fatiha ve Muavvizeteyn’i (Felak,Nâs surelerini) okumak suretiyle 300 rekât kılıyordu Ardından biraz uyuyor ve öğleni kılıyordu. Peşinden de akşama kadar hadis rivayeti ve eser yazmakla meşgul oluyordu. Akşamleyin de oruçlu ise iftar ediyordu. Yatsıyı kıldıktan sonra gece yansına kadar veya biraz daha fazla uyuyordu.
Sonra abdest alıyor ve namaz kılıyordu. Ardından bir daha abdest alıyor ve sabah namazına yakın vakte kadar namaz kılıyordu. Bazen yedi ve daha fazla abdest aldığı olurdu. (Böyle çok abdest alması hususunda) şöyle diyordu: ‘Azalarını ıslak olunca namaz benim için daha lezzetli oluyor.Bu ibadetten sonra, sabah namazından önce biraz kestiriyordu. Onun âdeti bu şekilde idi.” Geriye kırktan fazla kitap bırakmıştır. Bu eserlerde çok kıymetli bilgiler vardır.
Tefsirini Geceleri Yazdı
1217/1802 yılında doğup 1270/1854 yılında vefat eden, Bağdat müftüsü, mûfessirlerin sonuncusu, imam, müfes-sir Alûsî (Ebû’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd ibn Abdullâh el-Alûsî) el-Bağddı de şöyle der;Her an ilminin artmasına çok hırslı idi.Faydalı bilgiler elde etmekten,şiirleri toplayıp ezberlemekten geri durmazdı.
Gündüzleri fetva vermek ve ders talim etmekle geçerdi. Gecenin başlangıç diliminde kendisinden istifade etmek isteyen bir kimse veya bir dostu ile olurdu. Gecenin sonlarına doğru tefsirinden birkaç sayfa yazardı. Gecenin sabahında yazmış olduğu bu sayfaları evinde görevlendirdiği kâtiplere verirdi. Onlar ise bunların yazım işini ancak 10 saatte bitirirlerdi. Günde 24 ders verirdi. Tefsir ve fetva ile meşgul olduğu günlerde de büyük kitaplardan günde 13 ders yapardı. Devamlı telif ile meşgul olurdu. Hatta vefat ettiği hastalığında da böyleydi.
Tefsiri, âlimlere göre diğer tefsirler arasında son derece güzel ve eşsizdir. Sadece bu tefsir onun imametini, faziletini ve ilmini ifade etmek için yeterlidir. O, tefsirini gece telif etmiştir.
Eskilerin Koca Koca Kitapları, Zamanı Hiç İsraf Etmediklerini Gösterir
Burada hocamız allame Muhammed Zâhid Kevserinin (Allah Teala kendisine rahmet etsin) bir açıklamasını sizlere nakledeyim. Bu yazısında o, diğer ilimler dışında özellikle tefsir alanında yazılmış büyük tefsir kitaplarına değinmiştir Bu eserlerin büyüklüğü yazarlarının ilme ve zamanı değerlendirmeye önem verdiklerini göstermektedir. Onlar bu hacimli eserleriyle büyük insanlar olduklarını ispat etmişlerdir. İnsan, bu kitapların kendilerini görmek bir tarafa, onlarla ilgili malumatı duymakla bile dehşete düşmektedir. Gerçekten Allah Teala’nın kullan içinde nice enteresan kimseler vardır.
Hocamız Kevser’i Makâlâtul-Kevseri adlı eserinde Kur’ an-ı Kerim’e yapılan bazı hizmetlerden bahsederken şöyle der:
İlim ehlinin Kuranın yüce manalarım parlatmak için telif etmiş oldukları eserler neredeyse sayılamayacak kadardır Bunların hepsi de tefsirlerinde rivayet ve dirayet tarzında farklı metotlar takip etmişlerdir. Ayrıca çeşitli Kur an ilimlerini ön planda tutmalarına, kendi zevk ve meşreplerine göre Kur’an-ı Mecıdin bir yönüne özellikle ağırlık vermek suretiyle de Kur’anı tefsir etmişlerdir.
Bu sadette ümmetin âlimlerinin bazı eserlerini zikretmeme sanırım okuyucu kardeşlerim müsamaha gösterecektir Bu eserler sahiplerinin onları yazarken ne kadar gayret gösterdiklerini sunması açısından güzel örneklerdir. Mesela İmam Ebûl-Hasan el-Eş’arinin Muhtezan adlı tefsiri. Makrizı’nin Hıtafta zikrettiğine göre 70 cilt imiş. Keza Kâdî Abducebbâr Hemedâni’nin Muhit tefsiri 100 fasikül imiş.
Ebû Yûsuf Abdusselâm Kazvînînin Hadâiku Zâtu Beh-ce adlı tefsiri için söylenen en küçük rakam 300 cilt olduğudur. Müellifi bunu vakfetmiş ve Bağdat’taki İmam Ebû Hanîfe Mescidine koymuştu. Daha sonra malum Moğol istilasıyla beraber, diğer pek çok eser gibi bu kıymetli eser de kaybolup gitti. Yalnız ben Hind ediplerinden birisinden, bir kütüphanenin katalogunda bunun bir parçasının mevcut olduğunu gördüğünü duydum.
Hafız İbn Şâhinin de hadisler ışığında yazdığı 1000 cüz lük tefsiri varmış. Kadı Ebû Bekr İbnu’l-Arabî’nin tefsiri Envâru’l-Fecr de 160000 sayfa civarındaymış. Bu eserin bizim memleketimizde (İstanbul ve Türkiye kütüphanelerinde) mevcut olduğu bilinmektedir. Ancak ben uzun aramalarıma rağmen bu esere muttali olamadım. Ebû Hayyân’ın hocalarından Ibnu’n-Nakib el-Makdisinin tefsiri de 100 cilde yakınmış. Bu eserin bazı ciltleri İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu tefsirlerden bazılarının bir kısım ciltleri bildiğim kadarıyla bazı kütüphanelerde mevcuttur.
Bugün elimizde bulunan tam ve en büyük tefsir (bildiğimiz kadarıyla) Tefsir-i Alât de denilen Fethul-Mennân tefsiridir.Eser, allame Kutbuddin eş*Şirâzi’ye aittir. 40 Cilttir. Birinci cildi Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye’de mevcuttur.Bu cilde bakıldığında eserinde takip ettiği metot ortaya çıkmaktadır. Eserin diğer ciltleri de İstanbul’da iki kütüphanede, Muhammed Es’ad ve (Hekimoglu) Ali Paşa’da bulunmaktadır.
el -Menhdu’s-Safi de zikredildiği gibi allame Muhammed Zâhid el-Buhâri’nin tefsiri 100 kadar ciltlik bir tefsirmiş. İslam ümmeti âlimlerinin bu geçenlerin dışında daha sayılamayacak kadar tefsirleri vardır. Hepsinin metotları farklıdır. Onların şükre değer bu hizmeti yanında; kitabı açıklayan, Kur’anda icmali geçen yerleri izah eden hadisleri toplayarak yaptıkları çalışmaları da vardır.”
Allame, fakih, usul âlimi, araştırmacı Muhammed Haşan el-Hacvi el-Fâsî el-Mağribî (Allah Teala kendisine rahmet etsin) ilginç eseri el-Fikru’s-Sâmî fi Târihi’l-Fıkhil-îslâmî adlı eserinde, çok eser yazan müelliflere temas etmiştir. Bunlar arasında İbn Cerîr’i, Îbnul-Cevzî’yi ve başkalarının zikretmiştir, İçlerinde benim zikrettiklerimin bir kısmı tekrar ediliyor olsa da -ki bunun zararı yok- onun yazısından bir parçayı aşağıya alıyorum. O şöyle demiştir:
el-Dibâcul-Muhezzeb’de geçtiğine göre, Kâdî Ebû Bekr Muhammed ibn Tayyib el-Bâkıllânî her gece 20 rekât namaz kılardı. Hafızasından 70 sayfa yazmadan da uyumazdı.
İbn Ebid-Dunyâ geriye 1000 kitap bıraktı. İbn Asâkir de Tarih’ini 80 ciltte telif etti. Suyûtî şöyle demiştir: ‘En çok eser yazan İbn Şâhîndir. 330 eser yazmıştır. Bunlardan birisi olan Tefsir 1000 cüzdür, Musned 1500 cüzdür. Keza Suyûtî şunu da söyler: ‘Bu tıpkı tayy-ı mekân gibi tayy-ı zamân işidir, İsra ve Kadir gecesinden miras kalan bir berekettir.’ Bunu (Muhammed ibn Abdurrahmân ibn Zekeriyyâ el-Fâsî) el-Minâhu’l-Bâdiye’de nakletmiştik.
İmam Ebû Muhammed Alt ibn Hazm geriye 400 cilt eser bırakmıştır. Bunlar takriben 160000 sayfa tutmaktadır. İmam Ebû Muhammed Abdurrahmân ibn Ebî Hâtim er- Râzî de geriye pek çok eser bırakmıştır. Bunlar fıkıh, hadis, tarih dallarındadır. Eserlerinden birisi olan Musned 1000 cüzdür. Bunu da (Subkî) Tabakâtu ’ş-Şâfi ’iyye’sinde zikretmiştir.
Mustedrek alâs-Sahîhaynın sahibi, Ibnu’l-Beyyı diye tanınan Ebû Abdullah el-Hâkim de 1500 cüze varan eser bırakmıştır. Tahricu’s-Sahîhayn,ilel,Emâlî, Fevâidu’ş-Şuyûh, Târihu Neysâbûr ve diğerleri eserlerinden bazılarıdır.
İmam Ebû’l-Hasan el-Eş’arinin kitapları da büyük küçük cinsinden 50’ye ulaşmıştır. Bunların çoğu batıl fırkalara reddiye konularındadır. Bu ise en zor eser yazılan mevzulardandır. Bu tip eserleri yazmak çok zaman ister.
Takiyyuddin ibn Teymiyye de 300 eser yazmıştır. Bu eserler çeşitli ilim dallarına aittir. Bunlar 50 kadar cilt içinde toplanmıştır. Öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye büyük-küçük eser cinsinden 50 cilt eser telif etmiştir. İmam Beyhaki de 1000 cüz eser telif etmiştir. Bunlar benzeri nadir bulunan cinsten kıymetli eserlerdir. Faydaları çoktur, Beyhaki 30 yıl oruç tutmuş bir insandır.
Meşhur Muhammed ibn Sahnûn el-İfrikî de fıkıh, siver tarih ve diğer ilim dallarını havi büyük eserini 100 cûz olarak bizlere miras olarak bırakmıştır. Âhkâmul-Kur’ân ve diğer kitapları da böyledir.
Fas’ta metfun, İmam Ebû Bekr ıbnu’l-Arabî el-Meâferî de büyük tefsirini 80 cüz olarak yazmıştır. Onun başka eserleri de vardır. Tirmizi, Muvatta’ şerhleri ile büyük ve küçük Ahkâmul Kur’ân kitapları gibi. Keza el-Kavâsım vel-Avâsım, el-Mahsûlfî’l-Usûl gibi. Bunlar en üst seviyede eserlerdir. Bu, az rastlanan bir durumdur.
İmam Ebû Ca fer Tahâvî de pek çok eser yazmıştır. Bir tek mesele için bile eser yazmıştır. O da şudur: Hazre-ti Peygamberin haccı, kıran mı, ifrad mı yoksa temettü muydu? Bu eserini iki sayfa olarak yazmıştır. İslam âleminde buna benzer nice çalışmalar vardır.
Ebû Ubeyde’nin (Ma’mer ibn Musennâ) çeşitli ilim dallarındaki eserleri 200’e ulaşmıştır. İbn Sureyc’in eserleri de 400’e ulaşmıştır. Kadı Fâdıl’ınkiler de 100’e ulaşmıştır. Endülüslü âlim Abdulmelik ibn Habıb’in eserleri de 1000’e varmıştır. Bunu da Nefhu’t-Tîb’de Lisânuddin Hatîb zikretmiştir.
Eserleri ciltler dolusu tutmaktaydı. Mesela Sibi ibnu’l- Cevzî’nin tarihle ilgili Mirâtuz-Zemân 40 cilt idi. Hatib’in Târihu Bağdâdi de 15 cilttir. Eğânî de 20 cilttir. İbnu’l- Esîr’in Kâmili 12 cilttir. Ebû Hanife ed-Dîneverinin Şerhu’n-Nebât’ı 60 cilde ulaşmaktadır. Arap âleminin filozofu Ya’kûb ibn İshâk el-Kindî’nin felsefe, tıp, matematik ve diğer pek çok ilimlere dair eserleri de 231’e varmaktadır.
Zikri geçen zevatın eserlerinin ciltleri 20 sayfadan 200 sayfaya kadar değişmektedir. Bunların yazı malzemesinin zor bulunduğu zamanlarda yazıldığı düşünülürse durum daha iyi değerlendirilip anlaşılır.
Sonrakilere gelince; yazma malzemesi ve imkânlar artmasına rağmen, önceki âlimler kadar eserleri yoktur.Mesela Fe’thul-Bari ve İsabe ve diğer eserlerin sahibi İbn Hacer, Zehebî, eserleri 400’den fazla olan Suyûtî gibi.Bunların eserlerinin çoğu iki veya dört sayfaya varıncaya kadar küçüktür.Suyûtî den daha da çok eser veren, Ebû’l-Feyd Muhib-buddin Muhammed Murtazâ el-Hûseynî el-Vâsıtî ez-Zebî-di el-Hanefi Nezîlu Mısr da böyledir.Ancak Şerhul Kâmûs, Şerhul-ihyâ adlı eserleri çalışmalarının azametine delildir.Bu iki eserin faydası çok geniş olmuş ve İslam âlemi bunlara ziyadesiyle rağbet göstermiş, üzerlerinde çalışarak yararlanmışlardır.’’
Ben de yazımı vakitlere dikkat eden, anları bile değerlendiren, zamandan en güzel meyveleri elde etmesini bilen âlimlerden birisi olan Ebû’l-Kâsım ibn Asâkir ed- Dımaşki’nin terceme-i hâlini kısaca vererek bitirmek istiyorum. Onun hayat hikâyesinde insandaki arzu ve istekleri harekete geçiren, uyuyanı uyandıran taraflar vardır. Simdi sizlere onu anlatacağım.
O Kadar Çok Eser Yazmıştır ki Hepsi Basılamıyor
Hafız Ebul-Kâsım ibn Asâkir ed-Dımaşkî (Ali ibn Haşan) 499/1105 yılında Şam’da doğdu ve 571/1175 yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Allah Teala kendisine rahmet Yaşamında anları bile değerlendiren bir insandı. İslam kütüphanelerine o kadar çok eser ikram etti ki bugün ilmi kurumlar (akademiler) bile bunları basmaktan âciz kalmaktadır. Oysa o, bunları tek başına yazmıştı. Evet,bunları bizzat kendi eli ve kalemi ile telif etti, inceleyerek yazdı.İlk önce bunların asıl malzemelerini topladı, daha sonra bunları özetledi, düzenleyip tertip etti. Bunun ardından, çok sağlam hafızası, geniş bilgisi, eser yazmaya ve fazlaca eser telif etmeye karşı son derece gayret ve yeteneği olduğunu gösteren, yaşayan ve konuşan birer delil olan kitaplarını insanlara sundu.
Burada sizlere onun bayat hikâyesinin bir yönünü sunacağım. Anlatırken ilim için ne kadar çok yolculuk ettiğine, eserlerinin oldukça fazla olduğuna, vakitleri ve zamanını değerlendirme hususunda son derece gayretli olduğuna temas etmekle yetineceğim.
Tarihçi Kâdî ibn Hallikân Vefeyâtu’l-A’yân adlı eserinde bu zatın terceme-i hâlini verirken şöyle der:
“Zamanın Şam bölgesi muhaddisi, Şafii fıkhının önde gelen âlimlerinden idi. Daha ziyade hadis ilmiyle meşgul oldu ve bu yönüyle meşhur oldu. Hadis toplamak için son derece gayret gösterdi. Bu sebeple onun topladığı hadis kadar hadis toplamak başkasına nasip olmadı. Hadis toplamak için çok seyahatler edip, beldeler dolaştı, yollar katetti. Pek çok hadis hocası ile görüştü. Hafız Ebû Sa’d Âbdulkerîm ibnu’s Sem’ânî ile bu yolculuklarda arkadaşlık etti.
Hadis hafızı idi. Dinine son derece bağlıydı. Hadislerin metinlerini senedleriyle toplardı. Bağdat’ta (hadis hocalarından) hadis dinledi. Sonra Şam’a yöneldi. Ardından-Horasan’a gitti. Neysabur, Herat, Esbehan ve Cibal’e de gitti. Çok faydalı eserler hazırladı. Senedleriyle beraber hadis kitapları yazdı. Hadisler hususunda çok güzel değerlendirme yapan birisiydi. Hadisleri toplamaktan ve eser yazmaktan son derece haz alıyordu. Târihu Dımaşki yazdı. Bu 80 ciltlik bir eser olup çok kıymetli bilgilere havidir. (Hatîb-i Bağdadinin) Târîhu Bağdâd’ının usulünce hazırlanmıştır.
Mısır’ın hafızı, hocamız hafız allame Zekiyyuddin Ebû Muhammed Abdulazîm el-Munziri, bu tarih kitabının bahsi geçince, bir cildini bizlere çıkarıp getirdi. Eser ve ne kadar büyük bir çalışma olduğu hususundaki konuşma uzadı da uzadı. Sonra da şöyle dedi: ‘Kanaatimce bu zat tarih kitabını buluğa erdiği günden itibaren yazmaya azmetti ve kitapla ilgili malzemeleri bu tarihten itibaren toplamaya başladı. Ancak yine de bir insanın, ders veya hadis rivayetiyle meşgul olurken, bir taraftan da şöhrete ulaşmışken (bu şöhret sebebiyle insanlar kendisine sürekli gidip gelirlerken, meselelerini arz ederlerken) böyle bir eseri telif etmesi bir ömre kısa gelir.’Gerçekten de doğruyu söylemiştir. Hayatını inceleyen kimse bu sözünün ne kadar doğru olduğunu anlar. Bir insanın fırsat bulup da bu hacimdeki bir eseri bu sürede yazması mümkün müdür? Ortaya çıkan bu eser (tarih kitabı) seçtiği bilgilerdir. Esas topladığı malzemeler neredeyse özetlenemeyecek kadar çok ve müsveddeler şeklin-de idi. Bunlardan sahih olarak seçtiklerini bir araya getirdi (ve elimizdeki eser oluştu). Bunun dışında başka güzel eserleri, faydalı cüzleri de vardır.”
Hafız Kasım ibn Asakirin eserleri 50’den fazladır. Bunlardan bir tanesi olan Târihu (Medîneti) Dımaşk, daha önce bahsedildiği gibi 80 cilttir.
Hafız Zehebî Tezkiretu ’l-Huffâz’da İbn Asâkir’in terceme-i hâlini verirken şöyle der:
“‘İmam, büyük (hadis) hafız(ı), Şam bölgesinin muhaddısi, ümmetin övünç kaynağı Ebû’l-Kâsım ibn Asâkir. Pek çok eserin ve Tarihu Kebîrin sahibi. 499/1105 yılının başlarında doğdu. 505/1111 yılında babasının ve kardeşi Ziyâuddîn Hibetullâh’ın ilgilenmesi ile hadis dinlemeye başladı. Şam’da şu hocalardan hadis dinledi… 20 yaşında iken yolculuğa başladı. Bağdat’ta hocalardan hadis dinledi. Mekke’de, Kûfe’de, Neysabur’da, Esbehanda, Merv’de ve Beratta da pek çok hocadan hadis dinledi. 40 beldeden, kırk hocadan birer taneden kırk hadislik) el-Erbeûnu’l-Buldânıyyeyi hazırladı. Hocalarının sayısı 1300’dür. 80 küsur tanesi de kadındır.
Kendisinden pek çok insan hadis rivayet etmiştir. Bunlardan birisi de yolculuklarda arkadaş olan Ebû Sa’d es- Sem’âni’dır. (Zehebi daha sonra eserlerini sayar. Bunlar 50 ve yakındır). Çeşitli ilim dallarına dair bilgilerini yazdırmak için 480 meclis (oturum) tertip etti. (Her yazdırma meclisi bir eser telif etme mesabesindedir).
Oğlu muhaddis Bahâuddîn Kâsım şöyle demiştir: ‘Allah rahmet etsin, babam cemaate ve Kur’an okumaya devam eden bir insandı.. Her cuma bir hatim bitirirdi. Ramazanda ise her günde hatim bitirirdi. (Şam Camii’nin) doğu minaresinde itıkâfa girerdi. Çok nafile ibadet eden, zikir ehli insandı. (Şaban ayının) ortasındaki geceyi ve bayram gecelerini ihya eder, ibadet ve zikir ile geçirirdi. Giden her vakit hususunda kendi nefsini muhasebeye çekerdi.40 yıl, yani hocaları kendisine rivayet ve hadis nakli için icazet verdiği andan itibaren sadece hadisleri bir araya getirmekle ya da rivayet etmekle meşgul oldu. Gezerken ve yalnızken bile bu hâl üzere idi.
Hafız Ebûl-Alâ Hemedânî de şöyle der: ‘Ebû’l-Kâsım îbn Asâkır’e, ateş gibi yanan ve son derece iyi kavrayan zekâsından dolayı “Ateş Meşalesi” denmekteydi.’ Ebû’l- Mevâhib ıbn Sasrâ da der ki: ‘Ona, ‘Efendimiz kendileri gibi bir kimse gördüler mi?’ diye sordum. Bana şöyle cevap verdiler:
– Böyle söyleme. Çünkü Allah Teala Kur’an’ında şöyle ferman ediyor: ‘Kendi nefislerinizi temize çıkarmayın.’ Böyle deyince ben de dedim ki: ‘Fakat Allah Teala şöyle de buyurmuştur: ‘Amma rabbinin nimetini söyleyip anlat.’ Bu sefer şöyle cevap verdi: ‘Bir kişi benim gibi bir kimseyi gözlerinin görmediğini söylerse doğru söylemiş olur.’
Ebû’l-Mevâhib daha sonra şöyle der: ‘Ben de derim ki: Onun gibisini görmedim. Onda toplanan şu güzelliklerin bir başkasında toplandığını da görmedim: 40 yıl boyunca hep aynı yol üzere devam ederdi. Bir özür olmadıkça sürekli birinci safta yerini alırdı. Ramazan ayında ve Zilhicce’nin 10 gününde itikâfa girerdi. Kendisinde mal ve binalar edinme yönünde bir arzu ve istek yoktu. Bu düşünceyi nefsinden atmıştı. İmamet ve hitabet gibi makamlardan yüz çevirmişti. Teklif edilince de kabul etmemişti. Kendini emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i ani’l-munkere vermişti. Kınayanın kınaması onu Allah yolundan alıkoymazdı
3– imam Tacuddin Subkî de Tabakatuş Şafiyyetul Kubra adlı eserinde Ibni Asâkir’in terceme-i hâlini verirken şöyle der;
Büyük imam, ümmetin hafızı Ebû’l-Kâsım ibn Asâkir.Dedelerinden ismi Asâkir olan birini bilmiyoruz fakat bununla meşhur olmuştur Kendileri Allah Resulünün sünnetinin yardımcısı ve hızmetçisiydi. Muasırı olan hadisçilerin imamı, seçkin hadis hafızlarının sonuncusu, hadis talep eden öğrencilerin konaklayıp uğradığı kişi idi.
Kendisini çeşitli ilim dallarına verdi. İlim ve amel dışında bir şeyi arkadaş edinmiyordu. Nihai gayesi hep bu iki-siydi. Öyle kuvvetli bir hafızası ve zabtı vardı ki en küçük bir şeyi bile kaçırmıyordu. Elde ettiği bilgileri öyle sağlamlaştırırdı ki bu özellikleri onu kendisinden öncekilerin üzerine çıkarmasa bile aynı seviyeye taşımıştı. O kadar geniş ilmi vardı ki bununla zenginleşmiş ve tüm insanları kendisine muhtaç bırakmıştı.
Pek çok insandan hadis dinledi. Hocalarının sayısı 1300’dür. 80 küsur kadından da hadis dinlemiştir. Irak’a, Mekke’ye, Medine’ye hadis talebi için yolculuklarda bulundu. Acem beldelerine de gitti ve Esbehan, Neysabur,Merv, Tebriz, Miyhene, Beyhak, Husrevcird, Bistam, Damegan, Rey, Zencan, Hemedan, Esedabad, Cey, Herat, Bven, Beğ, Buşenc, Serahs, Nukan, Simnan, Ebher, Merend, Huvçy, Cerbazekân, Muşkân, Ruvzaver, Hulvan, Erciş gibi şehirlerde hadis dinledi.
Ayrıca Enbar, Rafika (Silvan), Rahabe, Mardin, Maksin ve diğer pek çok beldede ve farklı yörelerde hadis dinledi.Bineğini hep uzak sahralarda yürütür, evinden sürekli ayrı kalırdı. Devamlı yalnız yaşardı. Kendisine dost olarak takvayı edinmişti. Öyle bir azme sahip idi ki hedeflediği bilgilere ulaşmayı büyük bir derece olarak kabul ediyordu.
‘ Hocası Hatîb Ebul-Fadi et-Tûsî onunla ilgili olarak şöyle demiştir: Bugün onun dışında bu lakabı hak eden birbaşka kimse bilmiyoruz,’ Bu sözüyle, (yüz bin hadisi her yönüyle bilen, hadis ilminde iyice derinleşmiş manasına gelen) hafız’ lakabını kastetmekteydi. İbnu’n-Neccâr da şöyle demektedir: ‘Zamanındaki muhaddislerinin imamıydı. Hıfz ve ezberlediğini sağlamlaştırmada, hadis ilimlerini kamilen bilmede, güvenilirlikte, seçkinlikte, güzelce tertipli eser hazırlamada üstatlık ona aitti. Bu iş onunla son buldu.’
İbnu’n-Neccâr şunu da der: Hocamız Abdulvahhâb ibn Emin’in şöyle dediğini işittim: ‘Bir gün Hafız Ebû’l-Kasım ibn Asâkir ve Ebû Sa’d ibn es-Sem’ânî ile beraberdim. Hadis almak ve hadis ravilerine uğrayıp onlardan hadis işitmek için gidiyorduk. Yolda böyle birisiyle karşılaştık. Ibnus-Sem’ânî, bir hadis cüzünü okuması için o zattan durmasını rica etti. O da çantasında işitmiş olduğu hadislerin bulunduğu cüzü aramaya başladı fakat bir türlü bulamadı. Bulamayınca da cam sıkıldı. Bunun üzerine İbn Asâkir, es-Semaniye sordu: ‘İşitmiş olduğu o cüz hangi cüzdür?’ O da İbn Ebî Dâvûd’un el-Ba’s ve’n-Nuşûr cüzüdür. Bu zat o cüzü Ebû Nasr Zeynebî’den dinlemiş.’ dedi. Bunun üzerine İbn Asâkir, ‘Üzülme!’ dedi. Daha sonra o cüzün tamamım veya bir kısmım hıfzından es-Sem’ânî’ye okudu.
İbnu’n-Neccâr der ki: ‘Tamamını veya bir kısmım’ şeklindeki şüphe hocamız Abdulvahhâb’dan kaynaklanmaktadır..
Onunla ilgili olarak, Üstat Muhyiddîn en-Nevevî bizzat kendisinin yazdığı yazısında şöyle demiştir: ‘Şam bölgesinin hafızıdır. Hatta tüm dünyanın hafızıdır. Mutlak olarak imam, sika (güvenilir) ve sebt (sağlam) bir zattır.’
Oğlu Hafız Ebû Muhammed Kasım naklediyor: ‘Babam pek çok kitabı(n okunuşunu, kıraatini) dinlemişti. Ancak bunlardan bir kısmını yol arkadaşı Hafiz Ebû Ali ibn el-Vezir istinsah ettiğinden dolayı kendisi istinsah etmemişti. Çünkü Ibnu-l-Vezirin istinsah ettiklerini baham istinsah etmiyor, babamın istinsah ettiklerini de İbnu’l-Vezir istinsah etmıyordu, Bir gece ay ışığında camide bir arkadaşıyla konuşurlarken şöyle dediğini duydum: ‘Hadis peşinde o kadar gezdim ama sanki hiç gezmemiş gibiyim, bir sürü eserlere ulaştım ama şimdi hiç ulaşmamış gibiyim. Çünkü yol arkadaşım İbnu’l- Vezir’ın benim de kıraatlerini dinlediğim Sahibul-Buhâri, Müslim, Bey bakînin kitapları ve diğer âli (birinci elden, az ravili) senedli cüzlerle buraya geleceğini hesap ediyordum ancak Merv e yerleşip orada ikamete başladı. Yûsuf ibn Fârevâ el-Ceyyâni ve Ebû’l-Hasan el-Murâdînin de buraya gelmesini ümit ediyordum. Fakat Ebû’l-Hasan bana diyor ki: ‘Belki Şam’a gelirim, oradan da ülkem Endülüs’e dönerim.’ Velhasıl bunlardan hiçbirinin Şam’a geleceğine ümidim yok. Bu durumda büyük kitapları, mühim ve âlî (birinci elden, az ravili) cüzleri tekrardan elde etmek için üçüncü kez yolculuklara çıkmam gerekecek.’
Birkaç gün geçmeden arkadaşlarından birisi çıkageldi ve kapısını çaldı. ‘Ben Ebû’l-Hasan el-Murâdîyim. Geldim.’ dedi. Babam karşılamak için dışarı çıktı, sonra buyur edip evinde misafir etti. Ebû’l-Hasan rivayetleri dinlenilmiş kitaplarla dolu dön sepetle gelmişti. Babam buna çok sevindi. Kıraatlerini dinlemiş olduğu eserlere, yorulmaksızın kolayca ulaştığı için Allah Teala’ya şükretti. Çıktığı yolculukların semeresi olarak bunlar ona yetti. Hemen kitaplara yöneldi. Bir kısmını kendisi istinsah etti, bir kısmını da ettirdi, Ve nihayet maksadına ulaştı. Eline aldığı bir cüz sanki dünyanın malını elde etmiş gibi sevindiriyordu onu. Allah Teala rahmet etsin. O’ndan razı olsun.
Abdulfettah Ebu Gudde – Zamanın Kıymeti (Otto Yayınları)
Çeviri:Enbiya Yıldırım