Soru : Hocam …İslam mezhepler tarihi dersinde sizden öğrendiğim şeylerin ayrıntılı tekrarını yapıyor gibiyim. Üstelik onların da ele alış üsluplarını sevdim fakat 73 fırka hadisinde mezheplerin genel tavrını ve buna karşılık Mevlana, Yunus Hacı Bektaş gibi mutasavvıfların anlayışlarını vermişler. Bu konuyla ilgili ya bir program izledim ya da bir şey okudum ama nerede? Beni hangi kitaba yada hangi Vahyin Penceresinden programına yönlendirebilirsiniz hocam?…dua ve sevgi ile..
M.İslamoğlu: Benim gönül gözü gören basiret sahibi talebem,..73 fırka hadisi senet olarak sahih ama metin olarak anlamaya ihtiyaç var. Bu hadis fırkaların istismarına uğramış. Eğer bu sözü hadis kabul edeceksek, şöyle anlamamız şart: Bu 73 fırkadan biri hariç diğerleri ehl-i kıble olan fırkalar değil, şu anda ümmetin ittifakıyla gayr-ı müslimlerin inançlarından oluşan fırkalardır. Zira dünyada ne kadar İslam dışı inanç varsa, hepsi de özünde birer İslam’dan sapmadır. Zira Allah indinde din İslam’dır ve Musa müslümandır, (1) Yahudilik islam’dan sapmadır, İsa müslümandır Hristiyanlık İslam’dan sapmadır.
Anlaşıldı mı? Vesselam (2)

Cevap

Soru sahibi umarım ki körü körüne taklidi bırakıp, ‘olmadı ve anlaşılmadı Hocam’ demeyi becerebilmiştir..Olmadı çünkü cevap hatalı :

1. İslamoğlu : Bu hadis fırkaların istismarına uğramış. Eğer bu sözü hadis kabul edeceksek, şöyle anlamamız şart: Bu 73 fırkadan biri hariç diğerleri ehl-i kıble olan fırkalar değil, şu anda ümmetin ittifakıyla gayr-ı müslimlerin inançlarından oluşan fırkalardır.


Eleştiri:
Hadisin varyantlarını hatırlayalım ;
“Dikkat ediniz! Sizden önce Ehl-i Kitap olanlar 72 fırkaya bölündüler. Kuşkusuz bu ümmet de 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si Cehennemde, biri Cennette olacaktır.”
“İsrâil oğulları 72 fırkaya ayrılmışlardır. Siz de bir o kadar fırkaya ayrılacaksınız. Biri hariç diğerleri Cehennemdedir.”
“Dikkat ediniz! Sizden önceki kitap ehli 72 fırkaya ayrıldı. Bu ümmet de 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si Cehennemde, biri Cennette olacaktır. Bu da cemaattir. Ümmetimin içerisinden bir takım topluluklar çıkacaktır ki onlar, kuduz hastalığına yakalanan bir insanın, bu hastalığın tüm damar ve mafsallarına sirayet etmesi gibi, heva ve hevesleri de onlara öyle sirayet edecektir.”
“İsrail oğulları 71 fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan birisi hariç diğerleri Cehennem’e gireceklerdir. O fırka da cemaattir”
“İsrail oğulları 71 fırkaya bölündüler. Bunlardan 70’i Cehennem’e gitti ve sadece biri kurtuldu. Benim ümmetim 72 fırkaya ayrılacak ve 71’i Cehennem’e gidecek ancak biri kurtulacaktır. Dediler ki; Ey Allah’ın Resulü o kurtulanlar kimlerdir? Resulullah: Cemaattir, cemaattir, buyurdu.”
“İsrail oğullarının başına gelen benim ümmetimin de başına gelecektir. Öyle ki onlardan birisi aleni olarak annesine gelmek istese (zina etse) benim ümmetimden de bunu yapan olacaktır. İsrail oğulları 72 fırkaya bölündü.Benim ümmetim 73 fırkaya bölünecektir. Onlardan biri hariç hepsi ateştedir. Dediler ki; O tek kurtulan millet kimdir? Ben ve ashabımın bulundukları şey üzerine olanlardır.” (3)

a. Hadiste kastedilen ümmet, ümmet-i icabettir..Hadis şarihleri bunu böyle anlamıştır.. (4)
b. İslamoğlu’nun aklına uyup hadisteki ümmeti, ümmet-i davet + ümmeti icabet olarak alalım : Bu durumda hadis metninde “sizden”, “benim ümmetim” kelimelerini anlamlandırmamız gerekecek..Acaba “siz” ile veya “benim ümmetim” ile kastedilene İslamoğlu’nun iddia ettiği gibi İslamiyet ve İslamiyetten sapan tüm dinler girer mi?

Eğer islamoğlu bütün gayrı müslimleri “Zira dünyada ne kadar İslam dışı inanç varsa, hepsi de özünde birer İslam’dan sapmadır. Zira Allah indinde din İslam’dır ve Musa müslümandır, Yahudilik islam’dan sapmadır, İsa müslümandır Hristiyanlık İslam’dan sapmadır” gerekçesiyle İslamdan sapma olarak kabul ederse bu genellemenin içine semavi/ilahi olmayan dinleri yerleştirmesi mümkün olmayacaktır..

c. Kendilerine peygamber gönderilen ümmetlerden iman edenler de etmeyenler de olmuştur. İman edenlere ümmet-i icabe (peygamberin davetini kabul eden ümmet/toplum), iman etmeyenlere de ümmet-i dave(imana davet edilen ümmet/toplum) denir. (5) “Siz” ile kastedilen has manada Allah Resulü’nün ümmet-i icabet’i olduğu anlaşılıyor..Ümmet-i davet Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in tebliğ ve davetine muhatap olan insan ve cin nevinden bütün varlıklar. (6) Bu topluluklar arasında Semavi olmayan (Batıl) Din mensupları da olduğu için bu ümmetten geri kalanını İslam’dan sapan dinler olarak tasnif etmek mümkün değildir: Çünkü bu dinler Allah tarafından gönderilmemiş­tir. İnsanların ve toplum­ların birbir­leri arasındaki ilişkileri düzen­le­mek için bazı insanlar, bir takım kurallar ve inanç kaideleri ortaya ko­yarlar. Bu ku­ral­ları kendi arzu, düşün­ce ve eğilimlerine göre şekillendirirler. İşte bu in­san­lar tara­fın­dan ortaya konulan kural­lara ilahi olmayan dinler de­nil­mektedir. Örneğin: Konfüçyanizm, Budhizm, Brahmanizm, Şintoizm, Şamanizm… gibi dinlerdir. Zamanımızda, tevhid inancını dışlayıp bazı insanları, fikir­leri, madde­leri ilahlaştıran fikir akım ve ku­rallarını da, ilahi olmayan dinler sınıfında saymak mümkündür. (7)

d. Yorumdan çıkan sonuca göre, İslamoğlu tüm islam fıkıh ve siyasi mezheplerini hadisteki kurtuluşa erencemaat” tanımı içinde ve ‘Ben ve ashabımın bulundukları şey üzerine olanlar‘ vasfına haiz olması gerekiyor. Sapık mezhepler bir yana da acaba kendisi Resulullah’ın ve ashabının yolunda mı ? Önce kendi paçasını bir kurtarsın, vakit kalırsa diğer sapık mezheplere kurtuluş/Cennet hayal etmeye devam eder.
2. a. İslamoğlu, ehl-i kıblenin tamamını kurtuluşa eren fırkaya dahil ediyor..Bol keseden Cennet ve kurtuluş dağıtmanın Allah’a karşı saygısızlık olacağı açıktır.
Çünkü Ehl-i kıble içinde hakikatten sapan gruplar vardır..Ehl-i sünnet uleması ehl-i kıbleyi, “Kâbe’ye yönelerek namaz kılmanın farziyetini kabul edenler” diye tarif etmiştir. Ali el-Kâri (1014/1606) bunun için daha geniş bir tanım yaparak şöyle der: Ehl-i kıble zarûrât-ı diniye üzerinde ittifak eden kimselerdir” (Ali el-Karı, Şerhu’l-Fıkhı’l Ekber, 139). Ehl-i kıbleyi, ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at şeklinde ikiye ayıran âlimler Mutezile, Şia, Kerrâmiye, Mücessime, Müşebbihe, Mürcie gibi bid’at mezheplerini de ehli kıbleden saymışlar; fakat açıkça İslâm’ın temel nasslarını değiştiren, bozan, reddeden Batınilik, Gulât-ı Şia, Hâriciye, Cehmiye, Bahaiye, Kadıyânilik, Ahmedlik, Nusayrilik, Dürzilik gibi fırka ve mezhepleri ehl-i dalaletten saymışlardır. Çünkü bunlar arasında mesela Hâricî Ezârika mezhebi gibi müslümanın kanını, malını, canını helal sayarak birçok müslümanı katletmiş olanlar bulunmaktadır. İslâm da tekfiri, ayrılığı, bölük bölük fırkalara ayrılmayı, cedeli, te’vili, inanç esaslarının tartışılmasını ehl-i bid’at mezhepleri ortaya atmışlardır. Bunların içinde de, dalalet ehli olanlar, hevâlarına uyanlar İslâm için en tehlikeli olanlardır. (8)

b. Mutezile, Şia, Kerrâmiye, Mücessime, Müşebbihe, Mürcie gibi bid’at mezheplerinin tümünü Cennetlik ve kurtulmuş cemaat olarak görmek ancak bedava Cennet dağıtan için mümkün olabilir..

Bu mezheplerden biri olan Mürcie hakkında 3 Muhammed kitabında Hoca şunları döktürür:

Mesela Mücessime, tipik indirgemeci aklın doğurduğu bir okuldu. Çünkü Allah hakkında referans metinlerde kullanılan el, yüz, göz, taht, oturmak, gelmek vs. gibi terimleri mecazî değil de lâfzî anlamıyla ele alıp, Mutlak Aşkın bir varlığı cisme indirgiyorlardı. Hasımlarının Haşeviyye (kabukçu) adını verdiği bir anlayış, sözlü bir söylem olan İlâhî Kelâmı, Hz. Peygamber’den sonra gerçekleşmiş bulunan yazılı mushafa indirgiyor, bu problem etrafında hayli gürültü kopuyordu.

Hiç kuşkusuz, ümmet tarihindeki en ilginç indirgemecilik örneği Mürcie idi. Bir ekol ismi olan Mürcie adının tarihimizde “iman”ı yalnızca vicdana indirgeyen bir fırka olduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?
Konuya girerken, eskilerin “indirgeme” sözcüğünün karşılığı olarak “irca” sözcüğünü kullandıklarını dile getirmiştik. İndirgemeci mantığın temsilcisi olan Mürcie, imanı sadece “tasdik”e indirgiyor, imanın alt yapısı olan bilgi ve bilinci (marifet), imanın dile getirilmesi olan ikrarı, imanın ürünü olan eylemi (amel) yok sayıyordu. Bu tasnife göre, Kur’ân’ın bir inanç problemi olarak üzerinde durduğu nifak ve münafık kategorisi yok sayılıyordu. Mürcie’nin indirgemeci yaklaşımında imanın tanımı şöyleydi: Allah’ı bilmek… Allah’ı bilene, yaptığı hiçbir kötülük zarar vermezdi. Bu indirgeme yöntemi, sadece ahlâkî davranışın temellerini yok etmiyor, aynı zamanda insanın en büyük imkânı olan imanı işlevsizleştiriyordu.

Aynı grup hakkında İmamlar ve Sultanlar kitabında ise şu cümleleri sarf eder:

Bir kesim daha vardı ki amelin imanla ne zatında, ne sı­fatında hiç bir ilgisi olmadığını savunuyordu. Kişi hangi gü­nahı işlerse işlesin onun imanına bunun hiç bir zararı olmaz­dı. Bunlar sonradan Mürcie olarak isimlendirilecekti.

Mürcie kulun çabasının faydasız olduğunu, dolayısıyla günahının da zararsız olduğunu söylüyordu. Hiç kimse için dünyada hüküm verilmez, iddiasıyla başta asr-ı saadettekiler olmak üzere münafık zümresini mümin addediyorlardı. Zulmedene “zalim” demeyi, fısk ve fücur içinde yüzene fasık facir demeyi Allah’ın hükmüne müdahale olarak görü­yor, “dünyada hüküm olmaz hüküm ahirettedir” tezini savu­nuyordu. Bu inançta olan bazıları imanı yalnızca Allah’ı bil­mek olarak tanımlıyordu. Tabi bu durumda küfür de Allah’ı bilmemek oluyordu. Bu tarife göre Allah’ı bildikleri gibi ona inandıklarını Kur’an’daki ayetlerden (Lokman, 25; Zuhruf, 8; Mu’minûn, 84-89) öğrendiğimiz müşriklerin bile mü’min safında olması gerekecekti.

Yine bu sapık inanış farziyeti tartışılmaz olan Emr bi’l-ma’ruf Nehy ani’l-münker’i fitne olarak görüyor, yöneticilere hakikati söylemeyi ‘fitne çıkarmak’ olarak niteliyordu. Zul­me başkaldıran sahabi, tabiin ve imamları “fitneci” olarak vasıflandırıyordu.

İbadetlerin toplumsal boyutlarını iptal ediyorlar; cuma, hac, bayram namazı gibi ibadetlerde tahrifat ve değişiklik yapmak için gerekirse hadis uyduruyorlardı. Zalim ve fasık yöneticilere karşı yapılan cihadı haram sayıyorlar, fitne, sa­bır, gıybet gibi İslami ıstılahları yöneticilerin işine gelir bir biçimde tahrif ediyorlardı.

Mürcie’nin sınıflarını ve inançlarını detaylarıyla anla­tan el-Milel ve’n-Nihal ve el-Fark Beyne’l-Fırak gibi kay­naklarda uzun uzadıya verilen teknik bilgileri buraya alma­ya gerek görmedik. Bize asıl lazım olan Mürcie’nin bu inançlarının sulta tarafından nasıl kullanıldığıdır…Oldukça kaypak ve eyyamcı olan bu inanış tarih boyunca her zaman müntesip bulabilmiş, bugün de yönetimlerin teşvik ve desteğiyle varlığını sürdürmektedir…Doğru.Bu kadar eyyamcı, yaltakçı bir inanışın, tüm ekollerdeki çanakçıları cezbetmesinden daha doğal ne ola­bilir? Bugün yaşayan tüm İslam mezheplerinde Mürcie’yi aratmayan tipler bol bol çıkmaktadır. Suya sabuna dokun­mayan bu tipler kendilerini hangi mezhepten gösterirlerse göstersinler temelde onların mezhebi birdir: Oportünizm. Oportünizm ise Mürcie’nin şiarıdır. Ve bu tipler gerek geç­mişte gerek günümüzde zalim ve fasık yönetimlerin en çok hoşuna giden tipler olmuştur.

**********
Dipnotlar:
(1) Kastettiği mesele şu: Vahiy geleneğine göre İslâm hem ilk hem de son dindir. Özünü Allah’ın emir ve iradesine teslimiyetin oluşturduğu ve adını da bu özelliğinden alan İslâm, son peygamberin tebliğ ettiği dinin özel ismi olmakla birlikte (el-Maide 5/3), tebliğlerinin esasını Allah’ın varlık ve birliğini tanıyıp O’nun iradesine teslim olma ilkesinin oluşturduğu daha önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin de adıdır. Nitekim Kur’an’ın bildirdiğine göre Nuh, “bana müslümanlardan olmam emrolundu” demiş (Yunus 10/72); İbrâhim’e müslüman olması emredilmiş (el-Bakara 2/131); İbrahim ve Ya‘kūb, oğullarına, “Allah sizin için bu dini seçti, o halde sadece müslümanlar olarak ölünüz” tavsiyesinde bulunmuştur (el-Bakara 2/132). Kur’an’da Benî İsrâil peygamberleri, İslâm kelimesiyle aynı kökten gelen fiil ve isimlerle Allah’a teslim olmuş kişiler olarak takdim edilmekte (el-Maide 5/44), nihayet Hz. Muhammed de kendisine, tebliğ ettiği dine inanan ilk müslüman olmasının emredildiğini ve böylece müslümanların ilki olduğunu bildirmektedir (el-En‘âm 6/14, 163; el-Mü’min 40/66). Ona ayrıca Ehl-i kitap ile ümmileri (Araplar) Allah’a teslim olmaya davet etmesi emredilmiştir (Al-i İmrân 3/20). Dolayısıyla Allah katında yegâne din İslâm’dır (Al-i İmrân 3/19) ve Hz. Âdem’den son peygambere kadar devam eden vahiy geleneğinde bütün peygamberlerin getirdiği dinin özünü İslâm, yani Allah’a teslimiyet kavramı oluşturmaktadır. Şu halde bütün peygamberler “Allah’ın dini, hak din, dosdoğru din, halis din” olarak adlandırılan İslâm’ı tebliğ etmişlerdir (Al-i İmrân 3/83; et-Tevbe 9/33, 36; ez-Zümer 39/3). Buna göre İslâm’dan başka bir din aramak anlamsız ve geçersizdir (Al-i İmrân 3/85; Taberî, III, 329-339; Fahreddin er-Râzî, VIII, 100-110).
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d230003(2) http://www.mustafaislamoglu.com/HD715_73-firka-hadisi.html
(3) http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/05/muslumanlarn-73-frkaya-ayrlacaklarn.html
Kaynak:http://ahmednazif.blogspot.com.tr/
Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce