Keşke Tesellisi
Günlerden bir gün, Musa bin Müslihiddin Efendi zikir meclisine katılmak ve sohbetini ilk defa dinlemek üzere Sümbül Efendi’nin dergâhına gider. Bir direğin arkasına oturur ve Sümbül Efendiyi dinlemeye koyulur. Duydukları ne şimdiye kadar dinlediği âlimlerin sözlerine ne de okuduğu kitapların yazdıklarına benzemektedir. Sohbet boyunca gözlerinden ve kalbinden kat kat perdeler kalkar ve içinde ışıklı bir âlemin uyandığını hisseder. Sohbet esnasında dünya ve âhiret, gözüne başka türlü görünmeye başlar. Halden hale geçmekte ve hiç hissetmediği duygular yaşamaktadır.
İşte tam bu sırada Sümbül Efendi kendisini dinleyenlere, “Söylediklerimi anlıyor musunuz?” diye sorar. Kimseden ses çıkmayınca yine kendisi cevap vererek “Hayır kimse anlamıyor ama direğin dibinde oturan anlıyor, çünkü şimdi ben yalnız onun için konuşuyorum” der. Müslihiddin Efendi, şaşkınlık ve korku içinde kalır. Onun orada olduğunu ve konuşulan bu derin meseleleri anladığını Sümbül Efendi nereden bilmiştir? Efendi yeniden konuşmaya başladığında artık anlatılanlardan o da bir şey anlamaz olur, kelimeleri duyamaz hale gelir. Bir ara tekrar Sümbül Efendi’nin sesiyle irkilir: “Bu söylediklerimi siz anlayamazsınız, direğin arkasındaki de anlayamaz, çünkü şimdi yalnız kendim için konuşuyorum.”
Müslihiddin Efendi kendinden geçip olduğu yere yığılır. Şeyhin emri ile onu alıp huzura getirirler, uzun bir eğitim faslından sonra genç medreseli hırka giyer ve çileye soyunur.Bir gün Sümbül Efendi dervişlerine bir soru sorar: “Âlemi siz yaratmış olsaydınız nasıl yaratırdınız?” Bu soruya kimi, kötülüğü yeryüzünden kaldırırdım, kimi, sefaleti istemezdim, bir başkası, kış mevsimini getirmezdim, bir başkası da, ibadet etmeyecek kimseleri yaratmazdım, diye cevap verir. Sıra Müslihiddin Efendi ye geldiğinde o “Her şey merkezinde efendim, ben olsam hiçbir şeyi yerinden oynatmazdım. Âlem mümkün âlemlerin en iyisidir.Burada her şey güzel ve her şey mükemmeldir” diye cevap verir.
Bu cevaptan memnun olan Sümbül Efendi, “öyleyse senin adın bundan sonra Merkez Müslihiddin olsun’’ der. O zamandan beri adı Merkez Efendi olarak bilinir, kabriyse Zeytinburnu semtinde Merkez Efendi türbesi adıyla anılmaktadır.Kâinat ve içindekilerin şu anki halinden daha güzeli, daha efdali yoktur. Her türlü kusur ve noksanlardan uzak olan Rabbimizin ilim, irade ve kudret gibi diğer bütün sıfatları da mükemmel ve eksiksizdir. İlahi sıfatlardan biri olan ‘irade’ sonsuz alternatifler arasından seçimler yapmaktadır.
Şu andaki kâinat ilahi iradenin seçimlerinden biri olduğu için; şimdi ve her zaman olabileceği en ideal halindedir. Kâinat içerisindeki en mühim varlık olan insana gelince, başına gelmiş her türlü musibeti de hesaba katarak diye-biliriz ki, her insanın yaşadığı hayat da en ideal hayattır. İnsanın başına daima her şeyin en iyi versiyonu, en gerekli hali gelmektedir; bir derece daha üstünü olamayacak şekilde en güzel şeyler olmaktadır.Düne kadar bu böyleydi, yarın da böyle olacaktır.Rabbimiz için geçmiş de, gelecek de aynıdır.
O, olmuş ve olacak olanı bilir. İlahi düzlemde geçmiş nasıl sona ermişse, gelecek de öyle sona ermiştir. Bu yüzden kâinatta keşke yoktur. İnsan kendi kader kitabını henüz okumamış olduğundan, musibet karşısında çabayla mükelleftir ve onlardan kurtulmak için elinden geleni yapmak zorundadır. Gelecek açısından olmasa da, gelip çatmış bir musibet açısından ‘keşke’ kelimesi bir değer taşımamaktadır.Kaderde olduğu için yaşanan acılar cihetiyle ‘keşke’ ifadesi mahzurlu görülmüştür. Efendimiz (sav)’Başına bir musibet geldiğinde ‘keşke şöyle yapsaydım da böyle olmasaydı deme. Bilakis ‘Allah böyle takdir etmiş.
O dilediğini yapar de. Çünkü ‘şayet, keşke’şeklindeki ifadeler, şeytana kapı aralar” buyurmuştur (Müslim, Kader, 34, îbn Mâce, Mukaddime, 10). Hz. Mevlana, “Gökten yeryüzüne ne yağmış da, yer kaçıp kurtulabilmiş ‘Sizi topraktan yarattık’ ayetini unutur da Haktan gelene öfkelenirsin. Topraksın, arştan gelenden kaçamazsın. Toprak gibi razı ve mütevazı ol” buyurur (Mesnevi, Cilt 3).Keşke şöyle olsaydı, bu sorunlar olmazdı diye düşünürüz. Ancak öyle olsaydı, musibetin gerçekleşmeyeceğinin garantisi yine de yoktur. Olmasaydı, diye düşündüğümüz şeyin olmaması belki de başka konuda bir musibetle neticelenecekti. Akla şu soru gelebilir: Başa gelecek musibetler kaderde yazılıysa, insanın ondan kurtulma çabası ve hatta duasının ne anlamı kalacaktır?
Bu noktada kader ve levh-i mahfuz hakikatlerini ayırmak gerekmektedir. Rabbimiz duayı da, sadakaları da, çabaları da musi- betler üzerinde etkili kılmış, ancak hangi halimizin musibetlere ne kadar etki edeceğinin bilgisini de kendisinde mahfuz tutmuştur. Kuryân bu hakikati şöyle dile getirir: “Herhangi bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Bütün bunlar, Allaha göre, elbette pek kolaydır” (fatır, 11). İşte bu son bilgilerin kayıtlı olduğu yer Levh-i Mahfuzdur. Levh-i Mahfuz insanla aktüel olarak ilişkili bir tecelli alanı değil, bilakis Rabbimizin ilminin kendisine dönük yanıdır.
“Olayların arzu ettiğiniz gibi olmasını beklemeyin.Zaten oldukları gibi olmalarım arzulayın’—Epiktetos
Mecit Ömür Öztürk – Dervişin Teselli Koleksiyonu,syf.146-148