Veli Kimdir ?,Avam ve Havas Var Mıdır ?,Basiret Nedir ?

indir-121 Veli Kimdir ?,Avam ve Havas Var Mıdır ?,Basiret Nedir ?

Bunu belirttikten sonra Velî kimdir, konusuna geçelim : Âyet-i Kerîmelerde olsun, Hadîs-i şeriflerde olsun Velî nasıl ve kim olarak anlatılıyor. Bunu şunun için gündeme getiriyoruz : Özellikle sûfîyeye, evliyaya karşı çıkanlar, şunu iddia ederler : “Biz Kelime-i Şehadet getirdikten sonra hepimiz Allah’ın velî kulları oluruz. Dolayısıyla siz ayrı bir veli tanımını nereden çıkarıyorsunuz ? Bir de müslümanların içerisinden ayrı bir sınıf, evliyaullah (Allah’ın veli / dost kulları) diye bir grup çıkarıyorsunuz. Geri tarafı da avam mı oluyor, nereden çıkarıyorsunuz”, diyorlar. Bu şekilde iddia edenler, Kur´ân-ı Kerîm’e nasıl bakıyorlar ben anlamıyorum. Ya da hadis-i şerîf okumuyorlar mı ? Hayret ediyorum gerçekten. Kur´ân-ı Kerîm’e yada Peygamber Efendimiz Aleyhi´s-Salâtu ve´s-Selâm’ın hadis-i şerîflerine baktığımız zaman, çok açık vaziyette Allah’ın velî kulunun tarif edildiğini görürüz. Öncelikle, insanların bir kısmının havas, bir kısmının da avam diye ayrılması doğru mu, meselesini öne alarak konuyu işleyelim. Yine Müzzemmil sûresi yirminci ayette, sahabenin dahi avam ve havasının olduğuna işaret var. Yani bizleri geçtik, güzide toplum olan, tarihte tek sefer gelmiş olan sahabe toplumunda bile havas ve avam vardı. Yani manen ileri derecede özel mevki kazananları vardı. Bir de bu mevkiin dışında kalanlar vardı.

Bakınız ayette ne diyor:

إن ربك يعلم أنك تقوم أدنى من ثلثي الليل ونصفه وثلثه وطائفة من الذين معك
“Şüphesiz Rabbin biliyor ki sen gecenin üçte ikisinden biraz az , yarısında ve üçte birinde kalkıp namaz kılıyorsun. Seninle birlikte olanlardan bir grup da (kalkıp namaz kılıyor)”. Sahabe demek ki hepsi gece ibadetine devam eden kişiler değildi. Bir taife, bunu yapıyor. Bir de şunu örnek verelim.
Mesela sahabenin en faziletlisi Hz. Ebu Bekir’dir. Bunda şüphe yok, icma var. Dört halife, en ileri gelenlerdendi. Aşere-yi mübeşşere dediğimiz cennetle müjdelenen on kişi, en önde olanlardandı. Ve bu arada bir de mesela Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşi var idi. O da sahabî idi. Sonradan iman etti. Şimdi Hz. Ebu Bekir’le Vahşi’inin fazileti aynı mıydı? Elbette herkes, her akıl sahibi der ki, bu iki insanın fazileti aynı değildi. İşte biz, Hz Ebu Bekir gibi olanlar havas, Vahşi gibi olanlar avamdan idi, diyoruz. Bunu ayırmada gayet rahatlıkla hareket edebiliyoruz. Öyleyse insanların bir kısmının salihlerden olması, evliyâullahdan olması, diğer büyük bir kesimin de avamdan olması çok normaldir. Hepsini aynı grup olarak görmemiz doğru değildir. Şimdi geliyorum Velî kimdir, meselesine.

Âyet-i Kerîmede
ألا إن أولياء الله لا خوف عليهم ولا هم يحزنون الذين آمنوا وكانوا يتقون
“Dikkat edin Allah’ın Velî kulları, onlar ne üzüntü duyacaklardır. Ne de endişe edeceklerdir (rahat ve emin olacaklardır. Allah’ın Velî kulları) o kimselerdir ki iman etmişlerdir, bir de takva üzere yaşıyorlardır” (Yunus suresi, 62,63). İddia sahipleri “Ben Kelime-i Şehadet getirdim, haramdan da iyi kötü sakınıyorum. Ben de Allah’ın velî kuluyum”, diyorlar. Dolayısıyla “Kelime-i Şehadet getiren her müslüman Allah’ın velîsidir”. Halbuki ALLAHın veli kullarının kim olduğunu açıklayan hadis-i kudsi, veliyi böyle tarif etmiyor.

İnceleyin:  Tasavvuf Nedir ve Kaynağı Nedir ?

Bakın hadis-i kudsi ne diyor :
من عادى لى وليا فقد آذنت له بالحرب …
“Kim benim velî bir kuluma ( dostuma ) düşmanlık yaparsa, bilsin ki ben ona savaş açmış bulunuyorum. Kişi farzlarla bana yaklaştığı kadar başka hiç bir şey ile bana yaklaşamaz. Kişi ondan (farzlardan) sonra nafile ibadete devam eder eder nihayet ben onu severim. Ondan sonra da artık ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür. Benden ne isterse veririm” (Buhari, Rakaik (Rikak) : 38 ; İbn Mace, Fiten: 16).
İşte hadis-i şerîfin ifade ettiği gibi insan, nafilelerde ilerleye ilerleye öyle bir makama geliyor ki o artık Allah ile görüyor, Allah ile duyuyor, Allah ile yakalıyor, Allah ile tutuyor, Allah ile yürüyor. O kişinin görmesi de, işitmesi de, tutması da, yürümesi de Allah’ın özel yönlendirmesi ile olur.

FATİH KUT: Peki Hocam nasıl oluyor?

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Basiret denilen şey bununla hasıl oluyor. Nasıl oluyorsa oluyor işte. Gördüğünüz gibi hadis-i kudsi ALLAHın veli kulunu, Allah ile işiten, Allah ile gören, Allah ile tutan, Allah ile yürüyen… kul olarak tarif ediyor. Bu makamda Basîret (firaset) denen şey ortaya çıkıyor. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin çok güzel bir yorumu var bu konuda: Diyor ki “Allah ile gören göz haramı görmez olur” (Kitabu’r-Ruh, Firaset ve zannın farkı bahsi). Yani gözünün önüne haramı koysanız bile onun gözü o haramı görmez. Bu nasıl olur ? Gayet kolay, nasıl ki bilgisayarlara bir filtre konduğunda istenmeyen mailler oradan içeriye geçemiyorsa, Cenâb-ı Hakk da onun gözünün önüne manevi bir filtre koyuyor. Haramlar oradan içeriye geçmiyor ya da kulağına bir filtre koyuyor, manevi bir süzgeç koyuyor, haram sesler oradan içeriye girmez oluyor. İşte Allah ile görenler, Allah ile işitenler, Allah ile tutanlar, Allah ile yürüyenlerdir Allah’ın velî kulları. Kim de bunlara düşmanlık yaparsa hadîs-i şerifin ifadesine göre, Allah o düşmanlık yapana savaş ilan ediyor. Bundan dolayı diyorlar ki salih insanlara düşmanlık edenlerin akıbetlerinden korkulur. Son nefeste bunların iman dışı, İslam dışı, kafir olarak ölmelerinden endişe edilir diye kitaplarımız yazar.

FATİH KUT: İlginç aslında.

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: İlginçtir, çünkü Allah’ın velî kuluna düşmanlık yapan bir insana Allah düşmanlık yaparsa, savaş ilan ederse o insanın akıbeti, o dedikleri kötü sonuç olacaktır. Bunu tekrar toparlayacak olursak, demek ki her iman eden kişi, Allah’ın velî kulu değildir. Allah’ın velî kulları imandan sonra takva üzere yaşayanlar, farzları eksiksiz yapanlar, haramlardan kâmil anlamda uzak duranlar, bu arada nafile ve zikir hayatında önemli dereceler kat edip bunun sonucunda Allah’ın sevgisini kazananlar ve bütün uzuvları, gözleri, kulakları… Allah ile işleyen insanlardır. İşte bu insanlarda feraset, basiret denen şey meydana gelir. Firaset, sezgi gücü dediğimiz şeydir ki kalb gözü diye de ifade ediliyor. İnsanın başında gözü var, bir de kalb gözü vardır. O kalb gözüne basiret deniliyor. Kalp gözü bizim başımızın üzerinde bulunan gözler gibi fiziki şartlara bağlı olarak gören gözler değildir. Fiziki şartları aşarak gören gözlerdir. Mesela biz ışık olduğu zaman görürüz, karanlıkta göremeyiz, belli mesafedekileri görürüz, uzaktakileri görmeyiz. Bu, fiziki şartlardır. İşte gönül gözü, kalp gözü bu şartlara bağlı değil. Gönül gözü / basiret / firaset bu şartların ötesini de görür. Bir de insanın mesela içinden ne geçirdiğini, ne düşündüğünü göremeyiz, bilemeyiz ama gönül gözü onu görür.
Basiretten biraz daha bahsedeyim: Yine İbnü’l- Kayyim’in ismini anacağım. “Kitabu’r-Ruh” adlı eserinde “Feraset ile Zannın farkı” diye bir başlık atmış. Feraset ve kanaatın farkı. Yukarıdaki hadis-i kudsiyi verip îzâhını yaptıktan sonra der ki, “Feraset yanılmaz, iç dünyada ne derse doğrudur. Çünkü feraset sahibi olan insanın gözü Allah ile görüyor, Allah da yanlış göstermez veya feraset sahibi olan insanın kulağı günah söz ve ses duymaz. Çünkü kulağa, Allah işittiriyorsa ona Allah günahı işittirmez.” Ondan sonra da İbn Kayyim şu örneği veriyor : Diyor ki İmam Muhammed ile İmam Şafii Mescid-i Haram’da oturuyorlarmış, sohbet ediyorlarmış. Kapıların birisinden bir insan içeri girmiş. İkisi de bakmışlar, biri “bu adam demircidir, demirci olduğunu seziyorum” demiş. Öbürü de “Ben de bu adamın marangoz olduğunu seziyorum” demiş. Haydi gidip adama ne iş yaptığını soralım bakalım, demişler. Adama; ne iş yaptığını, mesleğin nedir, diye sormuşlar. Demiş ki adam, “Marangoz idim, şimdi demircilik yapıyorum”.
Yine Mevlana’dan bir beyit vereceğim Bence Mesnevi’nin taç beyti, bu beyittir. Diyor ki Mevlana :
“Dîde-i tu çûn dilem râ dîde şud
İn dil-i nâdîde ğark-ı dîde şud”
Ya Rabbi! Senin gözün benim gönlüme göz olur olmaz bu basiretsiz gönül tümden basiret oluverdi” (Mesnevi : 4087. beyit). Yani bu gönül Ya Rabbi seninle görür hale geldikten sonra, artık görmediği bir şey kalmadı. Ortadan duvarlar kalktı, mesafeler kalktı, fiziki şartlar kalktı, gönül gözü her şeyi görüyor, diyor. Yine kendisi bu durumun bizler tarafından iyi anlaşılması için şunu ekliyor : Sen gözünü yumup uyuyorken, rüyadayken birçok olağanüstü şeyler görüyorsun da gözün açıkken niye görmüyorsun ? Acayip gelmiyor mu sana (Mesnevi, 6183.beyit). Rüyada gözün yumuk gördüğün şeyin, gözünü açtığında daha fazlasını görmen gerekirken niye görmüyorsun ? Yani bu basiretin niye kapalı ? Niye uykuda, rüyada gördüğünü, uyanıkken görmüyorsun ? Rüyada diyelim ki, Peygamberimizi gördün, uyanıkken niye görmüyorsun?
Yani basiret, nafilelerde ilerlemiş olan insanlara Cenâb-ı Hakk’ın verdiği özel bir ikramdır, bir hediyedir. İşte bu ikrama nail olanlara velî denilir. Her Kelime-i Şehadet getiren velî değildir. Veliler, havastır; öbürleri avamdır.

İnceleyin:  Hakkı İçin veya Yüzü Suyu Hürmetine Diye Dua Etmek

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir