Türkiye Selçukluları -Sultan I. İzzeddin Mesud Dönemi-

Turkiye-Selcuklu-Devleti Türkiye Selçukluları -Sultan I. İzzeddin Mesud Dönemi-   

Sultan I. İzzeddîn Mes’ûd

Mes’ûd Danişmendlilerin himayesinde Konya’da Selçuklu tahtına çıktı. Bir süre sonra da Bizans tahtında bir değişiklik oldu: Aleksios’un ölümü ile ye­rine oğlu II. İoannes (Yuannis) Komnenos. (1118-1143) geçmişti. Yeni İmpara­tor Ioannes de babası gibi Türklerin elindeki şehirleri geri almak istiyordu ve bu arzusunda bir ölçüde başarılı olarak Denizli ve Uluborlu’yu işgal etti. Fakat 1122 yılında bir Peçenek grubunun Tuna’yı geçerek Makedonya ve Trakya’ya sarkması, İmparator’un geri dönmesine sebep oldu.

Sultan Mes’ûd ise kayınpederi Danişmendli Emîr Gazi’nin nüfuzu altın­da olup, onun siyasetini izlemek zorunda idi. Emîr Gazî daha önce Daniş­mendlilerin hâkimiyeti altında bulunan Malatya’yı geri almak istiyordu. Nite­kim o bir fırsattan yararlanarak, beraberinde Sultan Mes’ûd olduğu halde, 13 Haziran 1124’te bu şehre hücum ederek kuşattı. Tuğrul Arslan bu kuşatmaya altı ay mukavemet gösterdi ise de, neticede Malatya’yı Emîr Gazî’ye teslim ederek Minşar Kalesi’ne çekildi (10 Aralık 1124). Böylece Malatya tekrar Danişmendlilerin idaresi altına giriyor ve Anadolu’da artık üstünlük bu Türk ha­nedanının oluyordu.

Öte taraftan Mes’ûd’un kardeşi Arap, Ankara ve Kastamonu yörelerine hâkimdi, 1125 yılında büyük bir ordu ile (otuz bin kişi) harekete geçerek Sel­çuklu tahtına sahip olmak istedi. Mes’ûd ise kardeşi Arap karşısında başarısızlı­ğa uğrayarak yardım istemek için İmparator Ioannes’in yanma İstanbul’a gitti. Mes’ûd kısa bir süre sonra tekrar Anadolu’ya döndü ve kayınpederi Emîr Gazî ile birleşerek Melik Arab’ı mağlup ve Kilikya’ya kaçmaya mecbur etti. Melik Arap kolay kolay saltanat davasından vazgeçmiyordu. Gazî ve Mes’ûd karşısın­da birkaç defa daha, şansını denedi ise de, sonunda Bizans’a sığınmak zorunda kalarak mücadele sahasını terketti (1128). Böylece Mes’ûd, Danişmendlilerin yardımı ile iki rakibi Tuğrul Arslan ve Melik Arap’tan kurtulmuş oldu. Danişmendli Emîr Gazî ise Haçlılara karşı kazandığı zaferler ile de kudretini kanıtlıyor, Abbâsî halifesi el-Müsterşid ve Sultan Sencer tarafından kendisine “Melik” unvanı tevcih ediliyordu. Ancak o bu unvanın tevcih merasimi yapılamadan öldü ve yerine geçen oğlu Muhammed “Melik” ilan edildi (1134).

Gazî’nin ölümü ile Sultan Mes’ûd büyük bir borçtan kurtulmuş oluyordu. Ayrıca damat olması sebebiyle muhtemelen miras davasına o da karışmıştı. Bu bakımdan Melik Muhammed ile arası açıldı ise de Bizans tehlikesi karşısın­da tekrar bir ittifak meydana getirdiler. İmparator Ioannes 1137 ilkbaharında büyük bir ordu ile Kilikya’daki Ermenilere karşı sefere çıktı, yolu üzerindeki Sultan Mes’ûd’a ait yerleri yakıp yıkarak Toroslara ulaştı. Bizans ordusu bu se­fer sırasında Mersin, Adana ve Mamistra (Misis)’yı süratle ele geçirdi. Ermeni Leon önce kaçarak kurtuldu ise de bir yıl sonra esir edilerek İstanbul’a götü­rüldü. Bizans için artık Suriye yolu açılmış görünüyordu. İmparator bu sefer sırasında Haçlılar idaresindeki Antakya üzerine yürüdü ve 29 Ağustos 1137’de şehir surları önüne ulaştı. Şehir kısa bir kuşatmadan sonra teslim oldu, artık Antakya bir vassal devlet olarak Bizans’a tabi idi. İmparator ertesi yıl (1138), Suriye seferine devam etti, 20 Nisan’da Halep önüne geldi, fakat şehrin kuv­vetli müdafaası karşısında kuşatmayı göze alamayarak güneye doğru yürüdü.

Nisan ayı içinde Esarib, Maaretünnuman ve Kefertâb’ı işgal ederek 28 Nisan’da Şeyzer’i muhasara etti. Neticede Şeyzer emîri Munkizîlerden Ebu’l-Asakir Sul­tan ona tabi olmayı kabul etti. İmparator daha sonra Antakya’ya döndü. Bu sırada Sultan Mes’ûd Kilikya’yı ele geçirmiş ve Adana bölgesinde faaliyet gös­termişti. İmparator ordusunun bir kısmını Selçuklu Sultanı üzerine gönderdi ise de Mes’ûd ile bir anlaşma yaparak İstanbul’a döndü (1138).

İnceleyin:  Sultan Alparslan Dönemi 1063-1072

Buna rağmen Selçukluların ve Danişmendlilerin Anadolu’daki hareketleri durmamıştı, İm­parator bunlara bir son vermek için 1139 yılı yazında tekrar Türk topraklan üzerine bir sefer tertipledi. Daha sonra Danişmendlilerin eski merkezi Niksar önüne geldi ve burayı uzun bir süre kuşattı ise de, iyi müdafaa edilmekte olan Niksar Kalesi önünde başarılı olamayarak İstanbul’a döndü (1140).

Bu sırada İmparator’un yeğeni Ioannes müslüman olmuş ve Mes’ûd’un kız kardeşi ile evlenmişti. İmparator’un bu başansızlığı Sultan Mes’ûd’un Antalya civarına kadar ilerlemesine sebep oldu. İmparator Ioannes Selçukluların bu hareketi karşısında 1142 baharında yeni bir sefer tertipleyerek Antalya (Attalia)’ya ora­dan da Kilikya’ya gitti ve 1143 Nisan’ında Toros Dağları’nda bir av sırasında kolundan aldığı bir ok yarası sebebiyle öldü.

Öte taraftan Melik Muhammed’in 6 Aralık 1142’de Kayseri’de ölmesi, Danişmendli Devleti’nin taht kavgalarıyla üçe parçalanması ile neticelenen olaylara sebep oldu. Tabii bu olaylardan en fazla Sultan Mes’ûd yararlanmış­tı. Mes’ûd Danişmendliler arasındaki mücadelede tahtın meşrû vârisi olan Zünnûn’u himaye ediyordu, önce Sivas hâkimi olan Danişmendli Yağı-basan üzerine yürüyerek onu mağlup ve adı geçen şehre hâkim oldu. Daha sonra Da­nişmendli Aynüddevle’nin idaresindeki Malatya’yı kuşattı (1143).

Ertesi yıl Sul­tan yine Aynüddevle’nin arazisinde idi. Ceyhan ve Elbistan bölgelerini kendi topraklan içine katarak “Melik” unvanı ile oğlu Kılıç Arslan’ın idaresine bırak­tı. Böylece Anadolu’daki üstünlük Danişmendlilerden Selçuklulara geçiyordu. Sultan Mes’ûd doğuda topraklarını genişletirken, Türkmenler de batıda Ege bölgesinde akınlarını sürdürdüler. İmparator I. Manuel (1143-1180) bunlara engel olmak istedi, fakat hastalığı sebebiyle yarım kalan bir seferinden sonra Sultan Mes’ûd, 1145’te îsauria (îçil)’daki Brakena (Pracana) Kalesi’ni fethetti.

İmparator Manuel’in Türkleri Anadolu’dan atmak hevesinden vazgeç­mediği görülüyor. Nitekim o büyük bir ordu ile 1146 yazında harekete geçti. Menderes bölgesini geri alarak Akşehir (Philomelium)’de karşısına çıkan bir Selçuklu ordusunu mağlup etti ve adı geçen şehre girerek burayı yaktı. Daha sonra Manuel Konya üzerine yürüdü. Sultan Mes’ûd ise Selçuklu kuvvetleri­ni Aksaray’da toplayarak savaşa hazırlandı. İki taraf Konya önünde karşılaştı. Sultan Mes’ûd’un bu savaş sırasında, büyük ve sayıca üstün Bizans kuvvetleri karşısında etkili olamadığı, Bizans’ın Konya’yı muhasara etmesinden anlaşı­lıyor.

Bu muhasara bir kaç ay sürdü. Bizanslılar Konya civarını tahrip ettiler, mezarları dahi açarak vahşice davranışlarda bulundular. Selçuklu kuvvetle­ri ise düşmanı baskın şeklindeki taarruzlar ve kurduğu pusular ile rahatsız ediyordu. Nihayet İmparator Konya’yı alamayacağını anlamış ve bu sırada Avrupa’dan İkinci Haçlı seferinin başladığını öğrenerek geri çekilmeye karar vermişti. Böylece İmparator’un Konya seferi bir başarısızlıkla neticelendi. Ancak Mes’ûd ve Manuel yaklaşan Haçlı seferi sebebiyle derhal aralarında bir anlaşma yaptılar. Bu arada Sultan Mes’ûd’un da bazı ödünler verdiği, Antalya ve İç-il bölgelerinde aldığı bazı yerleri ve Brakena Kalesi’ni Bizans’a terk ettiği anlaşılıyor (1147 baharı).

Atabey Zengî’nin 1144 yılında Urfa Haçlı Kontluğu’nu ortadan kaldırması Avrupa’da büyük bir heyecan yarattı ve yeni bir Haçlı seferinin tertiplenmesine sebep oldu. Bu Haçlı seferinin başında Alman İmparatoru III. Konrad (Conrad) ve Fransa kralı VII. St. Louis bulunuyordu. Önce Alman İmparatoru İstanbul’a ulaşmış ve daha sonra İmparator Manuel tarafından Anadolu’ya geçirilmiş­ti. Almanların emrine verilen kılavuzlar bu orduyu yanlış yollara sevkederek Türklerin eline düşürdüler. Nihayet Sultan Mes’ûd 25 Ekim 1147’de bu Alman ordusunu Doryleum (Eskişehir) civarında perişan etti. Bu durumu bizzat

İnceleyin:  Selçuklular ve Batıniler

Konrad’dan öğrenen Fransız kralı İznik’ten sonra Efes-Denizli-Antalya yolunu izledi. Fransızlar da Denizli-Antalya arasındaki yolda Türkmenlerdin hücumu ile ağır kayıplar verdiler. Neticede güçlükle Antalya’ya ulaşabilen VII. St Louis ordusunun bir kısmı ile gemilere binerek Suriye’ye geçti (1148). Özellikle geri­de Antalya civarında kalan Haçlıların perişan durumu Türklerin onlara yardım etmelerine sebep oldu. Türklerin bu iyilikseverliği karşısında üç binden fazla Hristiyanın kendi arzusuyla Müslüman olduğu rivayet edilmiştir.

Sultan Mes’ûd’un gerek Bizans ve gerekse Haçlılara karşı kazandığı za­ferler ile kudret ve şöhreti artmış, bu sebeple Abbâsî halifesi el-Muktefı (1136- 1160), hilat, sancak gibi saltanat alametleri göndererek onu yüceltmiştir. Mes’ûd daha sonra harekât sahasını doğu yönünde ve Haçlılar üzerinde yo­ğunlaştırıyordu. Nitekim Haçlı reislerinden Joscelin’in gönderdiği alay eder şekilde yazılmış bir mektup üzerine, Sultan Mes’ûd beraberinde oğlu Kılıç Arslan olduğu halde harekete geçerek Haçlıların idaresindeki Maraş’ı aldı ve Joscelin’i Tell-bâşir civarına kadar takip etti (1149). Daha sonra Sultan, ikinci bir sefer tertipleyerek Haçlıların hâkimiyetindeki Behisni, Keysun, Ayıntab, Delûk (Dulûk) ve Ra’ban şehirlerine sahip oldu (1151). Ele geçirdiği yerlerden Behisni ve Keysun’un idaresini oğlu Kılıç Arslan’a verdi.

Danişmendlilerden Malatya hükümdarı Aynüddevle’nin 1152 yılında ölmesi ve yerine oğlu Zulkarneyn’in geçmesi siyaset sahnesini yeniden ha­reketlendirdi. Sivas hükümdarı Yağı-basan, yeğeni Zulkarneyn ve annesi ile birlikte Sultan Mes’ûd’a karşı bir anlaşma yaptı. Sultan. Mes’ûd bu anlaşma­ya, harekete geçmekle cevap verdi. Önce Yağı-basan, sonra da Zulkarneyn ve annesi ona itaat ettiklerini bildirdiler. Böylece sultan bütün Danişmendlileri kendine tabi kılmış oldu.

Öte taraftan Ermeni prensi II. Thoros Çukurova’da faaliyette bulunarak Bizanslıların elindeki Tarsus, Adana, Masisa ve Anazarbos şehirlerini almış ve 1151’de Andronikos Komnenos kumandasındaki bir Bizans ordusunu mağlup etmişti. O, zaman zaman Türk topraklarına da saldırılar düzenliyordu. Sultan Mes’ûd, Bizans imparatoru Manuel’in de teşviki ile beraberinde Sivas hüküm­darı Yağı-basan olduğu halde, Ermeniler üzerine yürüdü (1153). Ermeniler dağlara çekilerek ve geçitleri tutarak Türk ordusuna hareket imkânı tanımadı­lar, fakat sultana tabi olmayı kabul ettiler. Ertesi yıl (1154), Sultan Mes’ûd tekrar Çukurova’ya ikinci bir sefere girişti ise de, o sırada çıkan veba hastalığı Selçuklu ordusunu zayıf bir duruma düşürdü. Sultan bu nedenle süratle geri döndü ve on ay sonra 1155 yılında öldü.

Geride Kılıç Arslan, Dolat (Devlet) ve Şahinşâh adlarında üç oğlu kalmıştı. Mes’ûd’un veliahdı Kılıç Arslan idi. Sultan Mes’ûd sadece Konya ve civarını kapsayan bir devleti sağlam temeller üzerine oturtup genişletmekle kalmamış, Anadolu’da Danişmendlilere geçmiş olan üstünlüğü tekrar Selçuklulara kazandırmış bir devlet adamı idi. Ayrıca devletin ilk imâr faaliyetleri de onun devrinde başlamış idi.

Kaynak:

Erdoğan Merçil – Müslüman Türk Devletleri Tarihi

Harun Selçuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir