Türkiye:”Korkular Cumhuriyeti”

korkular-1 Türkiye:''Korkular Cumhuriyeti''

Korku, hayatın korunması için ilahi kudret tarafından insanlara verilen bir duygudur. Yerli yerinde kullanıldığı zaman insanoğlunun zararlılardan korunmasını sağlar. Korku duygusunun kontrolden çıkmış şekli, psikolojik bir rahatsızlıktır.

Ne yazık ki ülkemizde hem ferdi hem toplumsal korkular kontrolden çıkmış vaziyettedir. Devlet kendi halkından, halk devletinden korkuyor. Ülkedeki kurumlar bile zaman zaman birbirinden korkuyor.

Türkiye, Hristiyan-Müslüman ayırımı yapmaksızın bütün komşularından korkuyor. Irak’tan, Suriye’den, İran’dan, Ermenistan’dan, Rusya’dan, Yunanistan’dan korkuyor. Öte yandan Osmanlı Devleti dönemindeki “düvel-i muazzama” (üç büyük devlet: Rusya, İngiltere Fransa) korkusu yerine şimdi genel olarak bir Amerika ve Batı korkusu vardır.

Devlet soldan korkuyor, sağdan korkuyor, İslamcıdan korkuyor; farklı etnik gruplardan korkuyor; tarihten korkuyor, coğrafyadan korkuyor.

1970’li yıllardan itibaren hepimiz komünizmden korkuyorduk. Enver Hoca’nın 2 milyonluk, bugün bile sefil olan Arnavutluk’unun bile bize rejim ihraç edeceğinden korkuyorduk. Marks’tan, Engels’ten, Lenin’den, Mao’dan, Nazım Hikmet’ten hatta kitaplardan korkuyorduk.

1990’lı yıllardan itibaren Komünizm korkunç olmaktan çıktı. Korku menümüze yeni bir şey ilave edildi: İslâmî Fundamentalizm. Bunun bizdeki adı, 200 yıldan beri “irtica” idi. Bu sefer irticadan, sarıktan, sakaldan, cüppeden, takkeden, başörtüsünden korkmaya başladık.

Bu ülkede korku bir paranoya haline geldi. Korkulacak bir şey olmadığı zaman mevhum bir şey yaratıp ondan korkuyoruz. Mahallede hırsızlardan söz bile edilmiyorsa mahalle bekçisinin bir önemi kalır mı? Bekçinin öneminin devam etmesi için yoksa bile mahallede hırsızların dolaştığını yaymak lazım! Vural Savaş’ın popüler ve sürekli gündemde kalması için mutlaka birşeylerin olması lazımdı. Koruculuk sisteminin ne kadar büyük bir nimet olduğunun tescili için terörün devam etmesi lazım!

Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik açıdan çok önemli bir coğrafyada yer aldığını biliyoruz. Bu önemine binaen güçlü bir orduya ve düşmanlarını caydıracak tedbirlere sahip olmasından daha gerekli ve tabii bir şey olamaz. Ne var ki sürekli olarak içerde ve dışarda “teyakkuz” durumunda olmakla bu teyakkuzu bir vehimler yumağı haline getirmek farklı şeylerdir.

İnceleyin:  Bu Ülkeyi Tanımak…

En kötüsü, bir süreden beri bu ülkenin insanları biribirinden, korkuyor. Tıpkı Sultan II. Abdülhamid dönemindeki gibi akıllara durgunluk veren bir jurnalcilik mekanizması işliyor. Milletvekili olarak hergün onlarca imzasız mektup alıyorum. Bu mektupların % 90’ı şu veya bu müdürü, amiri veya memuru itham eden, onlara çeşidi yaftalar yapıştıran mektuplardır, işin ilginç yanı her dönemin hassasiyetine ve moda yaftasına göre ithamlar değişiyor. 1970’lerde birine “komünist” damgası vurdunuz mu o kolay ko-lay iflah olmazdı. 1978’deki Humeyni devriminden sonra en tehlikeli yafta, “Humeynici” idi. 1980 ihtilalinden sonra yaftaların hemen hepsi borsada alıcı buluyordu. Çünkü 12 Eylülü yapanlara göre, solculuğun her çeşidi, ülkücü-milliyetçi, bütün dinî tarikatlar, cemaatler, cemiyetler, vakıflar hasılı hepsi muzırdı.

1983’ten sonra siyasi, idari, ekonomik rakiplerinizi alt etmenin en kestirme yolu, ona PKK’cı veya PKK sempatizanı damgasını vurmaktı. Bugünlerde reytingi en yüksek yafta “mürteci” yaftasıdır.

Bir sûre önce bir gazetede şovmen Beyaz’ın bir açıklaması vardı. Beyaz, Türkiye’de evlenmek istemediğini çünkü doğacak çocuklarının devlet korkusu ile büyümelerini istemediğini söylüyordu.

Eğer bu ülkede Beyaz gibi bir şov adamı iliklere sinmiş bir devlet korkusundan söz ediyorsa siyasetle uğraşan, okuyan, yazan, ülke meseleleri üzerinde şu veya bu cenahta kafa yoran insanların vay haline!

Bir ülkede suçsuz, masum bir vatandaş devletten veya kendisi gibi insanlardan korkuyorsa bu durum hayra alamet değildir. Bakınız Tevfik Fikret, Sultan II. Abdülhamit dönemi istibdadını anlattığı Sis isimli şiirinde,

Ey savlet-i evham ile bitâb-ı tahassüs

Vicdanlara temdit edilen gûş-ı tecessüs

diyordu. Yani “ey vehimlerin sürekli saldırıları sonucu duygusal düşünmekten yorgun düşmüş, vicdanlara uzatılan hafiye kulağı”. O gün de insanların ne yaptığı ne söylediği önemli değildi. İnsanların vicdanî kanaati bile mahkum olmalarına yetiyordu.

İnceleyin:  Bir Başka Açıdan Atatürkçülük

Eğer, birinin vicdanî kanaati otoriteyi elinde tutanların dünyasına tıpa tıp uymuyorsa o insan makbul değildi. Aradan geçen bir yüzyılı aşkın zamana rağmen bugün ülkede câri olan aynı şey değil midir? İşin kötüsü bugün bu durumu mısralara dökecek bir Fikret de yok.

Halk Ozanımız Karacaoğlan,

Harami var diye korku verirler

Benim ipek yüklü kervanım mı var?

derken de sanki bugünü anlatıyordu. Geçim sıkıntısı altında inleyen memura, işçiye, esnafa, köylüye, özetle ülke nüfusunun ezici çoğunluğuna bu yetmiyormuş gibi bir de korku pompalamanın ne âlemi var.

Onurlu insanlar belki ekmeksiz yaşar ama hürriyetsiz asla. Korkuların, vehimlerin, jurnallerin, gelecek endişesinin şekillendirdiği bir dünyada, mükellef sofralarda beslenerek yaşamaktansa hür ortamlarda, korkulardan ve gelecek endişesinden arınmış olarak çok daha mütevazı şartlarda yaşamak tercih edilir.

“İnsan” kelimesi Arapça’daki “ünsiyet” mastarından türemiş bir kelimedir. İnsan, birbirine muhtaç, birbirine alışık, birbiriyle barışık demektir. Ünsiyet’in zıttı vahşettir. Kendi cinsinden olanları yemekle beslenen canlılar, sadece hayvanlardır. Bir metrekarelik toprakta birbirine taban tabana zıt özelliklere sahip, biri zehir, diğeri panzehir yüzlerce çeşit bitki yaşar; birbirine zarar vermeden, biri diğerini imha etmeden… Bundan dolayıdır ki gönüller sultanı Yunus Emre, bakın yeryüzüne geliş sebebimizi nasıl dile getiriyor:

Ben gelmedim da’vi için

Benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir;

Gönüller yapmağa geldim.

Gözlerde korkunun değil, ümidin ve sevginin parıldadığı bir Türkiye özlemiyle… Türkiye “korkular” Cumhuriyeti’nden Türkiye “sevgiler” Cumhuriyeti’ne yelken açmanın zamanı çoktan geldi, geçiyor bile.

Hüseyin Çelik – Türkiye’de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar, 180 – 183 s.

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir