Tevbenin ve Allah’a yönelmenin başlangıcı

Tevbenin-Ilk-Adimi-272013-1874-598 Tevbenin ve Allah'a yönelmenin başlangıcı

Ebu Cafer Muhammed b. Musa ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:

Ben dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, Allah’a varan yolun başı nedir?”

Dedi ki: “Allah’ın bildirdiği şekilde Allah’a dönmektir.”

Ben: “Peki, Allah’a dönmenin manası nedir?” dedim.

O: “Tevbedir delikanlı!” dedi ve ekledi: “Bak, Said b. Cübeyr; ‘Allah tevbe edenler için çok bağışlayıcıdır.'(isra, 17/25) ayetindeki ‘tevbe edenler’ kelimesinin anlamının, Allah a dönenler’ olduğunu söylemiştir.”

Bunun üzerine ben, “Tevbe nedir?” diye sordum, şöyle cevap verdi: “İşlenen kötü fiillerden pişmanlık duymak, bir daha böyle bir şey yapmamaya, günahta ısrar etmemeye, tevbeyi bozmamaya azmetmek, günaha götürecek sebeplerden korkup uzaklaşmaktır. Çünkü Allah şöyle buyurur: ‘Onlar yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler*’ (Al-i imran, 3/135)

Sonra şöyle sordum: “İnsan tevbeye nereden başlama­lıdır?”

Şöyle cevap verdi: “Önce günahı işlemeyi terk etmelidir, içinden geçen günah arzusunu temizlemelidir, insanlarla ve

Allah’la olan ilişkilerinde münafıklık yapmamalıdır, başkalarına yaranmak için her türlü görüşe evet dememelidir, haklıya hakkını teslim etmeli, zulme karşı durmalıdır, Allah’a ve kullara karşı tüm görevlerini yerine getirmelidir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar ve bunu beyan edenler müstesna. İşte bunları bağışlarım. Evet, ben çok bağışlayıcıyım, merhamet sahibiyim(Bakara, 2/160)

Dedim ki: “Peki sonra ne yapmalıdır?”

Dedi ki: “Rızkını ıslah etmeli, helal yoldan kazanmalıdır; çünkü helal rızkın dindeki konumu, başın vücuttaki konumu gibi önemlidir. Baş sağlıklı ise vücut da sağlıklı olur. İşte bunun gibi, nzık helal olursa insanın dini de sahih olur delikanlı!Uzuvlar Allah’a itaat ile arınıp temizlenir.”

Dedim ki: “Peki ya sonra?”

Dedi ki: “Geçmişte yapılan kötülüklere ve kaybedilen se­vaplara üzülmek ve geleceği ıslah etmeye bakmak gerekir. Yani geçmişte yapılan hatalara pişman olmak ve gelecekte günah işlememeye çalışmak gerekir. Geçmiş günahların afft için dua etmek, o günahlara yönelik arzulan kalpten silip atmak, helal olmayan şeyleri bir daha yapmamaya azmetmek, işlenmiş olan haramlar için pişmanlık duymak ve Allah’tan af dilemek gerekir.İnsan bu şekilde devam ettiği sürece, özrünün ve tevbesinin kabul edileceği kimseler arasına girmesi umulur.”

Dedim ki: “İnsanı tevbeye yönelten şey nedir? Ne zaman artık tevbe etmem gerektiğini, tevbe etmenin benim için farz olduğunu anlayacak ve tevbede geç kalmaktan korkar olacağım?”

Dedi ki: “Allah’ın tevbe etmeyi farz kıldığını O’nun kitabından öğrendiğinde bunu yaparsın, nitekim tevbenin farz olduğu şu ayetlerde açıkça beyan edilmiştir:’Ey İman edenler! Topluca Allah’a tevbe ediniz. Böylece umulur ki kurtuluşa erersiniz.'(Nur, 24/31), ‘Ey İman edenler! Nasuh bir şekilde (samimiyetle) Allah’a tevbe ediniz’ (Tahrim, 66/8)

Delikanlı! İnsan kendisine tevbenin farz olduğunu Yüce Allah’ın ayetlerinden anlamadıktan sonra en hikmetli vaazlardan bile nasiplenemez. Şu ayeti hiç duymadın mı: ‘Tevbe etmeyen­ler var ya! İşte onlar zalimlerin ta kendileridir., (Hucurat, 49/11)

İşte bu ayetler sana tevbeyi farz kılmakta ve eğer tevbeden geri kalırsan zalimlerden olacağını bildirmektedir. Bu yüzden gerçek kul, tevbeyi kendisine zorunlu kılar ve ondan geri kalmanın korkusunu hep hisseder.”

Dedim ki: “Peki bu tevbe isteğini bende güçlendirecek olan şey nedir?”

Şöyle cevap verdi: “Ölümün çok yakın olduğunu, ecelin aniden gelip yakalayacağını, Allah’tan isteyeceğin şeyleri istemeden öleceğini her daim düşünmek ve günahta ısrar etmiş bir şekilde Allah’ın huzuruna çıkanlara verilecek azabın korkusunu her daim hissetmek tevbe isteğini güçlendirir. Bak, Lokman evladına nasıl nasihat veriyor: ‘Evladım! Sakın tevbeyi erteleme, unutma ki, ölüm insana ansızın geliverir.’

Bundan başka sendeki tevbe arzusunu kuvvetlendirecek üç haslet daha vardır:

Birincisi; geçmişteki günahlarını hatırlamak, şehvetleri terk etmek ve yeme içmeyi azaltmak,
İkincisi; hep ölümü hatırlamak ve bütün kalbinle Allah’tan dilediğin şeye yönelmek,
Üçüncüsü ise bütün bunlan hep hatırda tutmaya ve yap­maya çalışmaktır. Bunlar sana tevbe etme yönünde güçlü bir tesir bırakacaktır.”

Bunun üzerine: “İnsanı tevbeye yönelten ve gaflet uyku­sundan uyandıran şey nedir?” diye sordum.

“Allah’ın azabından her zaman korkmak ve onun vaat ettiği ödülü hep ümit etmektir. Çünkü Allah kullarını korku ve ümit vererek kendisine davet etmiştir, onlara cehennem azabını bildirerek korku vermiş, cennet nimetlerini sayarak ümitlerim artırmıştır. İşte kulu durumunu göden geçirip ıslah etmeye ve kendisî için, en iyi olana yönelmeye sevk edecek şey budur.’ diye cevap verdi.

Dedim ki: “İnsanın tevbesinde sadakat sahibi olduğunun alameti nedir?”

Dedi ki: “Tembellik ve oyun-eğlence içinde geçen ömre hayıflanmak, tevbesinin kabul edilip edilmediği konusunda her daim endişe içinde olmak, amellerini sadece Allah rızası için yapmak ve bunlarla beraber; bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendisine dar geleceği ve Allah’tan başka sığını­lacak hiçbir makam olmadığın anlayacağı gün gelmeden önce her zaman hüzünlü ve boynu bükük halde olup hevadan ve günahlardan kaçarak devamlı surette salih amel işlemeye gayret etmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur. ‘Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’ın azabından yine O’na sığınmak­tan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hâllerine dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.’ (Tevbe, 9/118)İşte sadakat ile tevbe eden kimsenin özellikleri bunlardır.”

Dedim ki: “Bundan başka?”

Dedi ki: “Evet, bundan sonra kalbinden başlamalıdır. Allah’ın kendisine tevbe imkânı nasip etmiş, kendisini buna muvaffak kılmış olmasından dolayı şükrü kalbinden eksik etmemelidir. Böylece kalbi hep Allah nzası için amel etmeye yönelir. Hatta belki de tevbe ile kalbine dolan bu ferahlık, tevbeye başlarken hatırında tuttuğu bu nimetleri itiraf ediyor ve şükrünü eda ediyor olmanın verdiği bir ferahlıktır.”

Dedim ki: “İnsan tevbede bu dereceye ulaştığı zaman yapması gereken başka bir şey var mıdır?”

Dedi ki: “Evet, asla müstağni kalamayacağı bir şey vardır; O da Allah’ın kendisine icabet edip tevbe etme imkânı bah­şetmiş olmasına karşı şükürdür.”

 

2.Fetret (Gevşeklik)

Dedim ki: “Peki tevbeden sonra en gelir?”

Dedi ki: “Fetrete dönmek, gevşekliğe düşmek gelir.”

Dedim ki: “Allah sana rahmet etsin, fetrete dönmenin ilk adımı nedir?”

Dedi ki: “Hevanm isteklerinin yeniden ortaya çıkması ve nefsinin ona icabet etmesi sonucunda, çaba ve gayreti terk etmenin verdiği ruh ile fetret haline girip gevşekliğe düşmendir.”

Dedim ki: “Bu gevşeklik insana böylesine yoğun bir şe­kilde nereden gelir?”

Dedi ki: “Kaçırdığı İlahî nimetler hakkındaki bilgisinin azlığından, Allah’tan kendisine gelen devasa nimetleri azım­samasından.”

Dedim ki: “Peki be gevşeklik insanı nereden yakalar?”

Dedi ki: “Kalbin dünya vadilerine girip dolaşmasından, her şeyin kolay ve ruhsat yanma meyletmesinden yakalar. İşte o zaman insan fetrete meyleder, gaflet onu kuşatır ve kendisine esir eder.”

Dedim ki: Allah sana merhamet etsin, fetretin belirtisi nedir? Kalp bunu anlayabilir mi?”

Dedi ki: “Evet, anlayabilir delikanlı! Fetretin başı tembellik­tir. Eğer vazifelerine riayet ederse bu tembellik yok olur gider, aksi takdirde tembellik gittikçe artar ve nihayetinde yerini yas ve mateme bırakır. Eğer bu durumda iken Allah korkusu kendisine galip gelip de onu bu halde kurtarırsa ne ala, aksi takdirde bu tasa hali artar ve İlahî emirlere itaat etmekten uzaklaşmaya dönüşür. Eğer bu durumda iken kalbindeki salih niyet onu ıslah ederse ne ala, aksi takdirde bu uzaklaşma gittikçe artar ve nihayetinde hakkı terk etmiş avare dolaşan ve doğru yoldan iyice kopmuş biri olur çıkar. Allah cümlemizi böyle durumlara düşmekten muhafaza eylesin.

Neticede bu duruma düştüğünde Allah korkusunun egemenliğinden çıkar ve kendisini emniyet içinde hissetme ve halinden memnuniyet duyma durumuna geçer. Böylece hataları, günahları onu helake sürükleyecek kadar genişler, çoğalır, artık alenen günah işlemeye başlar, halinden mem­nuniyet ve kendini beğenme durumu onu rezil perişan eder. Bütün bunlar insanın kendi nefsini çok fazla hesaba çekme­mesinden kaynaklanır.”

 

3.Nefis muhasebesi ve Hevanın kalpten temizlenmesi

” Allah sana merhamet etsin, muhasebe nedir?” diye sordum.

“Aklın harekete geçip nefsi kontrol etmesi, onun hıyanetine karşı nefsi muhafaza etmesi, eksiğini fazlasını incelemesidir” şeklinde cevap verdi.

Dedim ki: “Biraz daha açık bir şekilde anlatır mısınız?”

Dedi ki: “Yaptığın her işi şöyle bir gözünün önüne getir­melisin: bunları ne için ve kimin için yaptığını düşünmelisin? Eğer bu amelleri Allah için yapıyorsan devam edersin, aksi takdirde o amelden vazgeçmelisin. Bu durumda seni hevaya sürüklediği ve bu sonuca getirdiği için nefsini kınamalı, ceha­letini yüzüne vurmalı, aklın karşısında ne kadar rezil rüsva halde olduğunu beyan etmelisin. Böylece nefsinin sana düşman olduğun anlarsın; çünkü seni yaratanından uzaklaştıracak olan kötü fiillere çağırmış bulunmaktadır.”

İnceleyin:  Zühd ve Manaları

Dedim ki: “İnsanı muhasebeye yönelten şey nedir?”

Dedi ki: Kusurların ve noksanlıkların korkusundan, ihmallerin utancından ve daha fazla ilahi rıza kazanma arzu- sundan kaynaklanır. Nitekim ortaklar birbirini herhangi bir ihmal veya zarar ortaya çıkmasın ve kar oranı artsın, sermaye çoğalsın diye kontrol eder, hesaba çekerler. Zünnûn-ı Mısrî (vf. h. 245) ibadet ehli bir kadına, ‘İlahî rızaya daha fazla nasıl ulaşılır?’ diye sormuş ve ‘nefsi kontrol ve muhasebe etmekle’ şeklinde cevap almıştır.’’

Dedim ki: “Peki, Hz. Ömer’in, ‘Mizana çekilmeden önce nefsinizi mizana çekiniz’ sözünün anlamı nedir?”

Dedi ki: “Bunun anlamı; nefsi zerre kadar dahi olsa bâtıla meyletmesine firsat vermeyecek şekilde hesaba çekmek
demektir.”

Dedim ki: “Muhasebe’nin bize kazandıracağı şey nedir?”

Dedi ki: “Basiretin artar, fetanetin gelişir, marifetin genişler.Tabi bütün bunlar kalbini ne kadar teftiş ettiğine bağlıdır.”

Dedim ki: “Kul nefsini muhasebe konusunda nasıl güç kazanır?”

Dedi ki: “Üç haslet ile:

Birincisi; kendisini tamamen muhasebeye vermesini engelleyen şeylerden ilişkisini kesmektir. Çünkü kendisini
günahları konusunda hesaba çekmek isteyen kimse kalbini diğer meşguliyetlerden arındırır.

İkincisi; muhasebeden umduğu şeyi elden kaçırma korkusu ile hareket etmesi ve kendi irade ve ihtiyarı ile sadece muhasebeye yönelmesidir.

Üçüncüsü ise; Hz. Peygamberin;’Mü’minin önem vermesi gereken dört vakit vardır. Bunlardan biri nefsini muhasebe edeceği vakittir…’ sözünde buyurduğu gibi muhasebede kusur ettiği mevzularda Yüce Allah tarafından hesaba çekilmekten korkmasıdır.”

Dedim ki: “Kalpler neden nefis muhasebesinden geri durur?”

Dedi ki: “Şehvet ve hevanın galebe çalmasından dolayı.Çünkü bu ikisi ilim, nazar ve beyana (düşünmeye, anlamaya ve gerçeğin ortaya çıkmasına) engeldirler, bu yüzden de insanı nefis muhasebesinden geri bırakırlar, nazarı köreltirler. Artık nefis, istek duyacağı bir güzellik veya kaçınacağı bir çirkinlik göremez olur.”

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, bana insanı nefis muhasebesinden alıkoyan hevadan bahset”

Dedi ki: “Heva; nefsin şehvetlere tutkun ve rahata meyilli olmasıdır. Şehvetler ne kadar çoğalırsa nefis o kadar zaafa uğrar ve gitgide heva oraya hâkim olur.”

Dedim ki: “İşlediklerine karşı nefsimi nasıl cezalandırı­rım?”

Dedi ki: “Onu istediklerinden uzaklaştır, haşyet kamçı­sıyla ve her yaptığı işte devamlı kontrol ederek onu cezalar­dır, evradını kat kat artırarak onu zorla, meşakkatini artır, lezzet ve gıdasını azalt keyif aldığı şeylerden onu uzak tut. İlahî tehditlerle onu sıkıştır ki, senin gözetiminin gücü onun kibrinin gücüne üstün gelsin. İşte bunu başardığın zaman ey delikanlı, nefsin boyun eğecek, kibrine son verecek, şerrinde vazgeçecek, yaratıcısına doğru yola koyulacaktır.” Muvaffa­kiyet Allah’tandır.

 

4.Düşmana (Şeytana) karşı müdafaa ve muhalefet

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, nefis ve hevaya karşı muhalefeti açıkladın, şimdi de insanı, düşma­nına, yani şeytana karşı muhalefet etme konusunda güçlen­direcek şeylerin neler olduğunu söyler misin?”

Dedi ki: “Düşman olan şeytana karşı mücadelede en güçlü ve etkili sebep, Allah’ın onunla mücadele ve muhalefet etmeyi bizlere farz kılmış olmasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır:”Şeytan sizler için apaçık düşmandır, o halde siz de onu düşman belleyin.” (Fatır, 35/6);”Kim şeytanın adımlarını iz­lerse bilsin ki şeytan insana hep kötülüğü emreder.”(Nur, 24/21)

İşte bu ayetler, Yüce Allah’ın bizlere şeytanla mücadele etmeyi emrettiğinin delilleridir ve bu farziyet, ona karşı mü­cadelede seni güçlendirecektir. Çünkü Allah’ın sana emrettiği şeyi yerine getirmemenin korkusu her daim içinde mevcut olacaktır.

Görmez misin ki, Allah sana şeytana muhalefet ve düş­manlık etmeyi, onunla savaşmayı emretmiştir. Bu durumu biliyor olman seni ona muhalif olma hususunda kuvvetlendi­recek, ona olan öfkeni artıracak, nefsini ondan muhafaza etme gayretini çoğaltacak, seni yoldan çıkarmasından ve bildiğin yahut bilmediğin bir şekilde seni nefsinin meylettiği şeylere sürüklemesinden, Rabbinin katındaki değerini düşürmesinden, imanını zayıflatmasından, düşmanınla mücadelede sadakatini azaltmasından duyduğun korkuyu büyütecektir.

Dedim ki: “Bana düşmanıma muhalefet etme, onun ves­veselerini savma hususunda yardım edecek olan hal nedir? Bunu biraz açıklar mısın?”

Dedi ki: “Allah’ın buyurduğu şeylere çağıran ile şeytanın isteklerine çağıran arasındaki farkı iyi anla ve hangisinin uyulmaya daha layık olduğunu bir düşün! Seni helak olmana, uzun yaşamın boyunca nefsini telef etmene, maişet ve kazanç hususunda seni yoran, yıpratan ve seni fakirlikle korkutup kuruntulara düşüren şeytana uyman mı daha hayırlıdır; yoksa ezelî vahdaniyetinde seni unutmayan, başından beri sana büyük nimetler ihsan eden, ebedi-ezelî ilminin gaybı içerisinde seni iman ile şereflendiren, seni cennetine, fazl-ı keremine, sonsuz ihsanına ve sana olan nimetini tamamlamaya çağıran Yüce Allah’ın çağrısına icabet etmen mi daha hayırlıdır?

Şeytanın bütün istediği, seni su-i zannıyla, ümitsizliğiyle, şüpheleriyle ve hileleriyle, boş kuruntularıyla aldatmak, nefisinin isteklerini yerine getirmeni sana hoş göstermek ve böylece seni Rabbinden, Mevla’ndan, efendin olan Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor:’Şeytan onlara amellerini süsleyip güzel gösterdi ve onlan doğru yoldan alıkoydu.’ (Nem, 27/24)

Evet, o seni Mevla’ndan uzaklaştırmak, Allah’a ve O’nun nihai nimetlerine varan dosdoğru yoldan saptırmak ister, sana şüpheler ve vesveseler ilga eder, içindeki sekînet ve huzuru alır, yerine ıstırap ve sıkıntı verir, ciddiyet ve vakarını alır, yerine gevşeklik ve malayanilik verir.

Allah’a olan güvenini, O’nun vaadine olan itminanını alır, seni hırsa boğar, başına fakirlik korkusunu ve bitmez tükenmez arzulan sarar, Rabbinin vaatleri hakkında su-i zatı ptmpnp sebep olur, niyetini bozar, azimetini, kararlılığını kırar, tevbeyi hep ertelemene ve Allah’ın istediği şeyleri yapma hususunda gevşek ve duyarsız davranmana sebep olur. Neticede o, senin, Mevlan olan Yüce Allah katında rezil rüsva olmanı ister.

İşte onu bu şekilde tanır, sana düşman olduğunu iyice beller ve gerektiği gibi onunla mücadele edersen ondan tiksi­nirsin. Hatta bu marifetin sana verdiği ‘şeytan nefreti’, onu dış görünüşü ile görecek olsan sende uyanacak olan tiksintiden bile daha fazla olur. Artık onunla herhangi bir şekilde uzlaş­maktan ve bu sebeple İlahî azaba maruz kalmaktan korkar hale gelirsin.”

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, insan nasıl olur da kendisine düşman olan bir varlığın davetini kabul eder? Nasıl olur da kendisini helake sürükleyen varlığa itaat eder?”

Dedi ki: “Gaflet yüzünden tabii ki! Zira insan aslında inan­cında dolayı şeytana muhalefet ediyor iken gafleti nedeniyle furû konularda ona uyar. Nitekim iman etmekle her insan şeytana düşman olmuş, ona buğz etmiş olur. Ona düşman olmaya inanmış, onun nasihatini kabul etmemeye, vesvese ve fitnelerine icabet etmemeye ahd etmiş olur. Bunlar asıl olan iman meseleleridir. Ama iş ayrıntılara, fiırûât konularına gelince, işte insan orada gaflete düşer ve şeytanın isteklerini kabul eder, onun çağrılarının pek de zararlı olmadığını dü­şünür. Zira heva ona baskın çıkmış, gaflet onu esir almıştır. Artık bu furûât konularında şeytanın egemenliğine girdiği için hep ruhsatlara sarılır ve gitgide basireti körelir. Oysa iman konularında ona muhalefet etmektedir.

Böyle bir tehlikeden kurtuluşun yolu, şeytana her zaman muhalefet etmek, onun aldatmasına karşı hep uyanık ve dikkatli olmak, en ufak haramlara dahi düşmemek için azami dikkat ve gayret göstermekten (vera’dan) geçer.”

……

11.Akıl ve özellikleri

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, akıl nedir?”

Dedi ki: “İnsanlar bu hususta ihtilaf etmişlerdir.”

Dedim ki: “Senin cevabın nedir?”

Dedi ki: “Akıl Allah’ın kalplere yerleştirdiği basiret nurudur. Kul onun sayesinde, kalbine gelen düşüncelerin hak olanlannı bâtıl olanlarından ayırt eder, düşmanının, yani şeytanın ve nefsinin vesveselerini fark eder ve kulluğunu yaparken nelere riayet etmesin gerektiğini bilir.”

(Dedim ki):“Akıl insanın kazandığı, elde ettiği bir şeydir, isteyen herkse onu elde eder, o halde akim bu bilgisi nereden geliyor? Beni şu hususta aydınlatınız: Akıl Allah tarafından mı verilir, yoksa kul kendisi mi onu kazanır. Ayrıca akıl kadim/ezelî midir yoksa yaratılmış mıdır?” diye sordum.

Dedi ki: “Yüce Allah akıllan yaratmış ve kullarına taksim etmiştir. Neticede akıl, Allah’ın kalbe yerleştirdiği bir İlahî lütuftur. Dolayısıyla kalp bu ilahı lütuf sayesinde Allah’tan ilim öğrenir, aklı sayesinde en güzel İlahî lütuflara mazhar olur ve onun sayesinde ciddiyetle çalışıp gayret eder ve rızkını kazanır.”

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, Akıl nedir söyler misin?”

Dedi ki: “Evet delikanlı! Akıl, doru sözün doğruluğunu, yanlış sözün yanlışlığını gösteren bir özelliktir. O bir cisim veya duyu değildir. Gözle görülmez. Fakat insan gözle gördüğü cimin varlığını anladığı gibi gözle görmediği ‘tabiat’m varlığını da anlar. Nitekim insan ‘midem bulanıyor’ veya ‘içim kuruyor’ dediği zaman ona ‘bu senin vücudunun tabiatından gelen bir şeydir’ denilir. Evet delikanlı! İşte bunun gibi insanın dili ve konuşmaları de aklının varlığına işaret eder. Eğer konuştuğu şeyler doğruysa ona ‘akıllı’ derler, yok eğer konuştukları yanlışsa ‘ahmak’ derler. Demek ki dil/konuşma, insan bedeninde bir nurun var olduğunu göstermektedir. İşte bu nur, akıldır.”

İnceleyin:  Kitab ve Sünnet İcmaen Tefsir Edilmiştir

Dedim ki: “Anladığım kadarıyla siz aklın bedende bulunan bir hal olduğunu, fakat sınırının olmadığını söylüyorsunuz.”

Dedi ki: “Evet, ama aklın sınırı olarak beden vardır ya, daha başka sınıra ne hacet!”

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, akıl artar ya da eksilir mi, yoksa olduğu gibi mi kalır?”

Bunun üzerine bana şöyle dedi: “Aferin sana! Baban seni çok güzel eğitmiş, hem güzel bir edep ve terbiye kazandırmış hem de küçük yaşta birçok meseleyi öğretmiş, imdi; bilesin ki akıl bizatihi yaratılmış bir huydur ve iki türlüdür. Birincisi huy şeklinde olan, yani Allah tarafından verilmiş olan akil, İkincisi ise tecrübe ile edinilen akıldır, insan ikinci aklını/tec­rübelerini birinci aklıyla, yani Allah’ın verdiği akıl ile kazanır. Diğer taraftan Allah’ın verdiği aklın ne olduğunu da tecrübe sayesinde, yani kazandığı aklı ile idrak eder.”

…..

19.Sabır
Dedim ki: Allah sana merhamet etsin, sabır nedir?”

Dedi ki: “Sızlanıp şikâyet etmeyi bırakarak Allah’ın razı olacağı şeyleri yapmakta kararlı ve sabit olmaktır. Bunu açıkla­mak üzere Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Rablerinin rızasını umarak sabah akşam dua edenlerle birlikte sen de sabret! (Kehf,18/28). Tabiin âlimlerinden Mücahid bu ayeti tefsir ederken şöyle demiştir: Sabret demek kendini tut demektir. Burada sabrın anlamı, nefsi ubudiyet makamında tutmak, hapsetmek ve bu arada şikâyet ve sızlanmayı kesmektir. Çünkü şikâyet ve sızlanma sabrın tam tersidir. Nitekim ‘kul sızlanmayı kesti’ dediğin zaman, onun artık sabırda ubudiyet makamına varmış olduğunu ifade etmiş olursun.”

Dedim ki: “Sabır neye karşı olur?”

Dedi ki: “Üç şeyde sabır söz konusu olur: Allah’a itaat etme konusunda sabırlı olmak, Allah’a isyan etmeme konusunda sabırlı olmak ve dünya musibetlerine karşı sabırlı olmak.”

Dedim ki: “Sabırlı olma konusunda beni güçlendirecek olan şey nedir?”

Dedi ki: “Birçok şey vardır.”

Dedim ki: Bazılarını söyler misiniz?”

Dedi ki: “Birincisi, Allah’ın sana sabrı farz kılmış olmasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:’İçinizden sabredenleri ve cihad edenleri ortaya çıkarmak üzere sîzleri imtihan edecek ve sözlerinizi doğruluğunu sınayacağız.'(Muhammed, 47/31)

İkincisi, sabır karşısında elde edeceğin sevabın ne kadar büyük olduğunu bilmektir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: ‘Sabretmelerine karşılık onlara cennet ve ipek giysiler bahşetmiştir.” (İnsan, 76/12)

Dedim ki: “Peki nasıl sabredeceğim? Hangi sebeple sabredeceğim? Sevap ümidiyle sabretme haline ne zaman ulaşırım?”

Dedi ki: “Şu ayeti hiç duymadın mı?:’Musa ona, ‘Bildiğin dosdoğru ilimden bana öğretmene karşılık sana tabii olayım mı?’ dedi. O ise: ‘Sen benimle beraber olmaya sabredemezsin, hakkında bilgi sahibi olmadığın şeylere nasıl sabredebilirsin ki?’dedi.(Kehf, 18/66-68). Neticede ne için sabrettiğini bilmezsen, sabrın sıkıntılarına tahammül edemezsin.”

Dedim ki: “Peki sabnn sıkıntılarına ne zaman katlanabi­lirim, bu sıkıntılar ne zaman gözümde hafifleşir?”

Dedi ki: “Allah’ın vereceği sevap için sabrettiğini ve sab­redenlerin Allah katındaki değerinin ne kadar üstün olduğunu bilsen, bu bilgi kalbinde yer etse işte o zaman sabra tahammül edersin, bütün o sıkıntılar gözünde küçülür, hepsinin üstesin­den gelmek sana kolay gelir. Bütün uzuvların gönüllü olarak Allah’a itaat etmeye başlar ve bundan lezzet alır.”

Dedim ki: “Hangi manevî/batınî ilimler sabır gücünü artırır?”

Dedi ki: “Kalp ile ahireti müşahede ilmi ve yakîn nuru sabrını artırır. Nitekim Sahabeden Hz. Harise şöyle demiş­tir: ‘…sanki Rabbimin arşını ayan beyan görüyor ve ona bakıyordum, sanki cennet ehlinin nimetler içindeki halini ve cehennem ehlinin çektikleri azabı apaçık görüyordum. Bu sebeple artık gündüzleri su içmekten ve geceleri uyumaktan bile imtina ediyorum.”

Dedi ki: “İnsan nasıl olur da uzun süren zorluklara, meşak­katlere katlanır ve bütün bu zorlukların acısını hissetmez?”

Dedi ki: “Bu sık sık olur, zira İlahî heybet kalbe yerleşir ve marifet orayı kaplarsa işte o zaman kalp, Allah’a yakın kimse­lerin makamlarına ulaşacağına ve bütün gayretleri ile ibadet eden kimselere verilen İlahî lütuflara nail olacağına dair kesin inanç ile aydınlanır. Sonra İlahî kudretin gücü ve yaratılıştaki mükemmellik karşısında hayrete düşer, sonra düşünceler kalbini kaplar,nihayet içine düştüğü bu şaşkınlık, hayret, marifet ve yalan sayesinde bütün yorgunluğunu unutur, artık kendisini yoracak şeyleri düşünmeye bile firsat bulamaz. Zira kalp gözüne inkişaf etmiş olan şeyler o kadar muazzamdırlar ki, artık başka bir şeyi düşünemez olmuştur.”

Dedim ki: “Daha iyi anlayabilmeme için bir örnek vere­bilir misiniz?”

Dedi ki: “Yusuf kıssasını bilmez misin? Nitekim Mısır Azizinin kansı o kıssada şöyle demişti: ‘Çık onların karşısına. Kadınlar onu görünce şaşkına döndüler ve ellerini kestiler. Ve dediler ki: ‘Aman Allah’ım! Bu insan değil, olsa olsa yüce bir melektir.’ (Yusuf, 12/31)

Delikanlı! Görmez misin ki, kadınların kalpleri ve akılları, Yusufu ansızın karşılarında görünce şaşkına dönmüşler ve farkına varmadan ellerini kesmişler, bunun acısını bile duymamışlardır. Ancak bu hal geçince acıyı hissetmeye baş­lamışlardır.

İşte bunun gibi insanın kalbi de Allah’ın kudret ve nimetleri karşısında şaşkına döner ve acılarını unutur, sıkıntılarını his­setmez hale gelin çünkü ilahî azametin, kudretin ve nimetlerin büyüklüğü bu acılan hissetmesine engel olur.”

Dedim ki: “Peki sabrı kuşanmak nedir?“

Dedi ki: “Sabn kuşanmak nefsi zorluklara, acılara, hoşlan­madığı şeylere zorlamaktır. İnsan bunu yaparak sevap kazan­mak ve günahlarını temizlemek ister. Sabırlı kimsenin amacı, ibadet ve itaatlerin en ileri derecesini yerine getirmektir.

Sabrı kuşanan insan birçok acı ve kederle karşılaşır, sab­reden kişi ise artık bu acı ve ıstırapları hissetmez olmuştur. Artık onun amelleri, her şeyi hoş karşılama ve güzel düşünme anlayışına dayalıdır.“

Dedim ki: “Sabır ve sabrı kuşanma arasında bir başka hal de var mıdır?“

Dedi ki: “Evet, bu ikisi arasında ‘nimetlenme’ denen bir hal vardır.“

Dedim ki: “İnsan böylesine zor bir halde iken nimetlenme ne demektir?“

Dedi ki: “Kul sabrı kuşandığında Allah onun bu uzun gayretini bilir ve ona ahirette sabırlı kimselerin ulaşacağı makamları bildirir. Böylece o kul, sabra devam etmenin tadını hisseder, ibadet ve itaatin değerini anlar ve bu durumun Allah tarafından kendisine ihsan edilmiş bir nimet, bir lütuf oldu­ğunu kavrar. İşte bu noktada marifet ile nimetleri mülahaza etme hali bir araya gelir ve kalp, bu nimetlerin sevinci ile dolar. İşte bu hal de onu, sabrı kuşanma makamından sabır makamına yükseltir.

Dedim ki: “Sabır hali üzere olanlar hep aynı mıdırlar, yoksa aralarında derece farkları var mıdır?”

Dedi ki: “Elbette vardır, bazıları diğerlerinden daha faziletlidir.“

Dedim ki: “Peki bu farklılık nereden kaynaklanır?“

Dedi ki: “Akıllarının ve himmetlerinin farklılığından kaynaklanır delikanlı! Düşünsene, bir adama yorucu bir iş karşılığında belli bir ücret verilse, diğer bir adama ise aynı iş karşılığında bunun iki katı ücret verilse ve bir diğerine de kat kat daha fazlası verilse ne düşünürsün? Bunların üçünün de aynı işi yaptıklarını mı düşünürsün?”

Dedim ki: “Nasıl yani? Biraz daha anlatsanız?”

Dedi ki: “Bunlardan her biri, alacağı ödülün büyüklüğünü bilmesine bağlı olarak işinde ciddiyet ve sabırla çalışacaktır. İşte sabır makamında bulunanlar da böyledir. Bunlar bu makama yerleştiklerinde, Allah’ın vereceği sevap ve ödül hakkındaki marifetlerine göre birbirlerinden farklılık arz ederler, buna bağlı olarak da sıkıntılara ve zorluklara katlanma güçleri farklılaşır.”

Dedim ki: “Sabrımı artıracak bir hal anlatır mısınız?”

Dedi ki: “Sen sıkıntılara katlanıp sabrederken Allah’ın sana nazar etmekte olduğunu, onun gözetiminde olduğunu bilmen seni bu hususta güçlendirecektir. Nitekim rivayetlere göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur:’Zorluklara katlananlar, benim rızam için sıkıntılara tahammül edenler benin ilmim ve gözetimim dâhilindedir. Onların amellerini zayi edeceğimi yahut onları unutacağımı mı sanırsın?! Nasıl böyle yaparım! Ben ki kerem ve ihsan sahibiyim, benden yüz çevirenlere bile ihsan ederim. Bana yönelmiş olanlara nasıl olurda ihsan etmem?!

Dedim ki: “Allah sana merhamet etsin, Sabır yolu çok az insanın yürüyebileceği zor bir yoldur. Bana bu yolda yürürken güç verecek bir hal tarif etseniz.”

Dedi ki: “el-Hakîm’in şu sözünü duymadın mı?;

Razıyım, yeter ki beni kızdıracak şey,

Rabbimi razı eden bir şey olsun, ondan da razıyım,

Günlerim sabırla geçiyor ki sonu hayırlı olacaktır,

Sabır tıpkı adı gibi sabırdır.

Dedim ki: Kul, sabır halinden sonra hangi makama geçer?”

Dedi ki: “Rıza makamına.” ,

 

Haris el Muhasibi – Tevbenin İlk Adımı,syf;49-59 , 79-81 , 99-105

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir