Tashihe muhtaç tutumlar

rihle_dergisi_tasavvuf_var13395068600_h890456 Tashihe muhtaç tutumlar

Gerek tarih içinde gerekse günümüzde Tasavvuf pek çok çevre tarafından tenkit ve hücum konusu yapılmıştır. Ancak bunların Tasavvuf ve ehli üzerin­de yıkıcı bir etki yapmadığı müsellem bir hakikattir. Özellikle günümüzde Tasavvufa asıl büyük zararın,”içeriden”geldiğini üzülerek müşahede ediyoruz.

Bilhassa uydurma hadisler konusunda, İlm-i Hadis’te behresi olan Tasavvuf büyüklerinin ikaz­larını hiçe sayarak, hatta “Kim benim üzerimden bilerek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazır olsun”tarzındaki ikaz-ı Nebevi’yi kulak ardı ede­rek kitaplarında, sohbetlerinde, va’zu nasihatlerin­de bol bol uydurma hadis nakleden insanların bu tavrının Tasavvuf ehlinden beklenen yüksek hassa­siyetle örtüştürülmesi mümkün değildir.

Birçok Tasavvuf büyüğünün, aslı bulunamamış veya senedinde hadis uydurmakla itham edilmiş yalancı ravilerin bulunduğu rivayetlere eserlerinde yer verdiği bilinen bir husustur. Onların bu hadisle­rin uydurma olduğunu bile bile böyle bir tasarrufta bulunduğunu söylemek kesinlikle doğru değildir. Bunun sebebi, onların, Hadis sahasına bu sahanın otoritesi olmalarını sağlayacak kadar mesai sarf etmemiş olmasıdır, özellikle kendilerinden önce­ki Tasavvuf büyüklerinin eserlerinden istifadeyle kitap yazanlar, o müelliflere olan hüsn-ü zanları sebebiyle, bu eserlerdeki rivayetleri ayrıca araş­tırmaya gerek duymaksızın eserlerine almışlardır. Tıpkı İmam el-Gazzâlî’nin EbûTâlib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb’undaki rivayetler hakkında yaptığı gibi… Burada, “İmam el-Gazzâlî, eserine o rivayet­leri uydurma olduklarını bile bile almıştır” demek mümkün değildir. Dolayısıyla İmam el-Gazzâlî bu noktada mazurdur. Ama o rivayetlerin uydurma olduğu bugün ayan-beyan ortaya çıkmışken, onları eserlerinde, sohbetlerinde “Efendimiz (s.a.v) buyur- muştur ki…”diyerek -sahih hadismiş gibi- naklet­mek kesinlikle caiz değildir.

Ancak ne yazık kİ günümüzde bazı erbab-ı tasav­vuf’tan bu tarz fiiller sadır olabilmektedir.

Şurası açık ki, o rivayetleri “hadis” diye nakletmek Tasavvuf’a herhangi bir fayda sağlamıyor. Tam tersine. Tasavvuf ve ehli hakkında olumsuz kanaatlerin giderek daha geniş halk kitlelerine yayılmasına ve  hâkim olmasına sebebiyet veriyor.

İnceleyin:  Hakîkat-i Muhammediyye

 Keza rabıtanın, “İlahî ve zatî sıfatlarla muttasıf (…) bir şeyhe kalbi bağlamak…’’,olarak ifade edilmesi de bu çerçevede zikre değer bir diğer arızadır. Eğer buradaki “İlahî ve zatî sıfatlar” ifadesiyle, Yüce Allah (c.c)’a mahsus İlahî ve zatî sıfatlar kast ediliyorsa, bunun Tevhid’e aykırı olduğu açıktır. Tevhidin 5 esasını anlatırken, bunlardan birisinin “sıfatlarda vahdaniyet” olduğunu vurgulayan büyük muta­savvıf Abdülganî en-Nâblusî şöyle der: “Bundan murad, (…) Yüce Allah’ın, sıfatlarından her birinde mislinin, nazirinin ve benzerinin olmamasıdır. (…) Yüce Allah’ın sıfatlarından herhangi birisinin ken­disinin veya mislinin bir başkasında bulunması im­kânsızdır…”

ez-Zehebî, ed-Dimyâtî, el-Hekkâri, el-Alâî, Ebû Hayyân, Alâuddîn Moğoltay, İbnu’l-Muhakkın, el-lrâkî, el-Enbâsî, Burhânuddîn el-Halebî, Ibn Nâsıriddîn, es-Sehâvî… gibi -aralarında Hadis âlimlerinin de bulunduğu- zahir ulemasına hırka giydiren mürşidlerin ve onların elinden hırka giyen mezkûr ekâbir-i ulemanın ve burada isimlerini zikredemediğimiz sayısız alimin dünyasında bu tarz amaların bulunmadığını söylemek hakikatin ifade­si olacaktır.

Rihle Dergisi,Tasavvuf Sayısı

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir