Yerel Oryantalistler

mustafa-ozcan-1 Yerel Oryantalistler
Din mücedditliği için yola çıkanlardan bir kısmı süreçte din münekkidi haline geldi.  Zira kalkıştıkları iş boylarını aşıyor.  Ruh ile gidilecek makama nefis ile varmaya çalışıyorlar. Dini yenileme adında büyük bir çarpıklıkla karşı karşıyayız. Hatta çarpıklık anıtlarıyla karşı karşıyayız.  Bugünkü ilahiyatçıların bir kısmı gerçekten de din müceddidi değil din münekkidi haline geldi.  Mustafa  A’zami  gibi bir takım alimler günümüzde yerel istişrak akımının geliştiğini, serpildiğini ifade etmişlerdir.  Abdurrahman Bedevi vefat etmeden evvel  harici oryantalizmin bittiğini ileri sürmüştü.  Yerine dahili oryantalizm geçmiştir.  Dahili harici sömürgecilik tabirinde olduğu gibi.  Artık Massisgnon kıdeminde ve kademinde oryantalistlerin nesli kesildi. Yerlerine yenileri yetişmiyor.
Belki bunu İslam alimleri için de söylemek mümkün. Kimileri Suudi Arabistan’da günümüzde Bin Baz çapında Selefi alimlerin yetişmediğini, kalmadığını; nesillerinin kesildiğini ifade ediyorlar.  Bununla birlikte Mustafa A’zami gibilerin ifade ettiği gibi maalesef yerel oryantalizm çığırı ilahiyat modeliyle birlikte giderek serpiliyor.  Yerel oryantalizmi genel anlamda ittiba değil ibtida mesleğine dayanıyor.  Hatta ittiba mesleğine savaş açıyorlar. Sahabeler, muhaddisler, mezhep imamları, tasavvuf aktabı hepsi saldırılarından nasiplerini alıyorlar. Onun dışında Allah ve peygamberini de, hatta Kur’an-ı Kerim’i de tartışmaya açanlar var.
Hepsi oryantalistlerin talebeleri. Merhum Ali Fuat Başgil bu tarzda açılacak ilahiyatlardan ancak din münekkidi yetişeceğini öngörmüştü. Çığır meyvesini vermeye başlamıştır. Kompleksi baskın olanlar, hırsı ihlasından ağır basanlar,  bu yolla şöhrete ve servete konmak isteyenler oryantalistleri taklit etmeye başlamışlardır.
Aralarında onları fersah fersah aşanlar var.  Bundan dolayı günümüzde dini eğitimin tadı tuzu yok. Zira Allah ve  Resülünden kopuk ve hevaya tabi bir çığır. Bu tür yeni ilahiyatçılar her alanda sapmayı temsil ediyorlar. Sözgelimi Mustafa İslamoğlu, Eş’ariliği reddiye babından nedenselliği kabul ediyor.
Gerçi İbni Teymiye de kendisine göre yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş; Eş’ari’nin nedenselliği  reddini reddederken filozoflara yaklaşmıştır.  Eşyanın, esbabın müstakil tesirini kabul etmiştir.  Tesirde önemli olan son sözün kim tarafından söylendiği ve son kertede kimin iradesinin belirleyici olduğudur.  Bununla birlikte Eş’arilik eşyaya müstakil bir rol biçmemiştir.   Bugün ise moda tersini söylemektir.  ‘Halif turef’  reyimi baskın çıkmıştır.   Muhalefet şöhret kapısını aralar misali ilahiyatçılar Yaşar Nuri Öztürk gibi dinde indirim yaparak müşteri topluyor ve şöhret kazanıyorlar.
*
Mustafa İslamoğlu, İslamın ikinci rüknü olan hadise şüphe düşürmek ve İslami ilimler hiyerarşisindeki yerini sarsmak istiyor.  Burada hem Goldziher hem de haleflerinin ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibilerinin izinden ve çığırından gidiyor.  Kur’an hakkında lakırdıları olan Nasr Hamid Ebu Zeyd İmam Şafii’nin edile-i şer’iyenin temel basamağı olan Kur’an-ı Kerim’in yanına hadisi ilave ettiğini ileri sürmektedir.  Kur’an ve Sünneti eşleştirdiğini söylemektedir. Tevili mümkün olan bütün hadisleri de bir çırpıda yok saymakta Buhari, Müslim gibi hadis mecmualarına gölge düşürmektedir.
‘İmamlar Kureyştendir’ hadisinin takvayı esas alan naslara ters düştüğünü söylemektedir. Halbuki,  takva tek belirleyici değildir. Bu nedenle Hazreti Peygamber (SAV) Ebu Zer’e (R.Anhu) yöneticiliği tavsiye etmemiştir. Burada şahsi üstünlüklerle birlikte sosyolojik ve genel kabule mazhar vasıfları da aranmalıdır.  Takva ile birlikte sosyolojik ve siyasi üstünlük de matluptur.Kureyşilik meselesi sosyolojik bir mesele ve asabiyetle ilgilidir.  Tarihi zeminde dalgalanmaya açıktır.
Yani Kureyş’in sosyolojik üstünlüğü veya onunla ilgili bu algı kitleler nazarında değer kaybettiğinde illet düşmüş ve Kureyş’in yerini zamanın öteki Kureyşi almış olur.  Kureyş hadisi üzerinden Buhari  gibi hadis mecmualarına yüklendiği gibi aynı zamanda  diğerlerini de ilişmektedir.  Kendi mantığına göre hadisleri kritik etmektedir.  Nasr Hamid Ebu Zeyd’in yaptığı gibi İmam-ı Şafii’yi yıkarak sünnetin hucciyetini yıkmaya çalışmaktadır. Bir taşla kuş katliamı.  Hücciyyetüs Sünne olarak ifade edilen sünnetin delil oluşunu yok etmek ve ortadan kaldırmak istemektedir.
Sünnet delilini sistemli hale getiren kişinin İmam Şafii olduğunu görmekte ve onu yıktıklarında sünneti imhaya muktedir olacaklarını tasavvur etmektedirler.  Halbuki, İmam-ı Şafii meseleyi usul-u fıkıh kalıplarında sistemleştirmiştir.   Bu nedenle de hadisi devre dışı bırakmak için İmam Şafii’yi hedef alıyorlar. Böylece paradigmayı iptal etmek istiyorlar.  Onların hadisle değil el hadisle veya sünnetle sorunları var.  Bu nedenle Mustafa İslamoğlu sünnet karşıtları gibi İmam Şafii’yi hedef almış ve bunu yanlış bir temele oturtmuş ve bina etmiştir.   Hadisi edile-i şer’iyeden biri kabul ederek İmam Şafii’nin nas ile aklın çatışmasına kapı araladığını iddia etmiştir. Bu İmam-ı Şafii’ye muhalefetinin temel dayanağı olarak görülmektedir.  Elbette bu iddiası temelsizdir. Hulefa-i raşidin döneminde uygulamada hadisler esas alınmış ve bazı muallak davalarda konu hakkında hadis bilenlerin olup olmadığı araştırılmıştır.
Bunun İmam Şafii’ye dayandırmak bühtandır. Lakin uygulamanın teorize edilmesi lazımdır.  Bunu gerçekleştirenlerden birisi de İmam Şafii’dir. İmam Şafii üzerinden sünneti yıkmak isteyenler sanki onun olmayan bir şeyi ihdas ettiğini ileri sürüyorlar.
Mustafa İslamoğlu alakasız unsurları bir araya getirerek kendisine göre sonuçlar çıkarmaktadır. Bu anlamda filozof geleneğini temsil eden Kindi’nin akıl ile nakil arasında çelişme olmayacağını ifade ettiğini ve buna mukabil Cüveyni, Gazali ve Razi üçlüsünün nas ile aklın çatışmasını teorik alamda kabul ettiklerini söyledikten sonra da onların sözlerini şöyle bağlamıştır: El itibaru bilakli mutlakan. Bu mutlak bir bühtandır. Kendi uydurmadıysa bunun kaynağını göstermek zorundadır. Gazali ve Razi aklın mertebeleri ile naklin mertebelerini 5 kategoride ele almış bazı kategorilerde aklın sadaretini teslim etmiş bazlarında da naklin sadaretini teslim etmiştir (1). Yoksa en azından kategorilerden bazılarında nassın sadaretini teslim etmese filozoflara 3 temel 20 türev meselede niye karşı çıksın? Burada aklın üstünlüğünden değil nakli anlamada aklin sadaretinden bahsedilmektedir.
Gazali filozofların züccaciye dükkanına giren filler gibi bilmedikleri bir alana; mead ve gayb alanına daldıklarını ifade etmiş ve bu alanda nassı huccet kabul etmiştir. Bu alanda bazı müteşabih hadisleri tevil etmiştir.  Bununla birlikte gaybiyat alanında filozofları hadlerini bilmeye davet etmiştir. Gayb ile şahadet alemi arasındaki mukayese nasıl bizi büyük ölçüde yanılmaya götürürse nakil olmadan gaybiyat tasavvuru da temelsizdir.  Aklın bu verilere tek başına ulaşması mümkün değildir.   Burada Mustafa İslamoğlu  nakillerde tahrif yapmaktadır. Hem Gazali hem de Razi aklın mutlak üstün olduğuna falan temas etmemiştir. Sadece akıl nakil ilişkilerini mertebelere ayırarak sadaretlerini tespit veya tayin etmiştir.  Burada ortaya konan akıl ile naklin çatışması değil belki nasların anlaşılmasında tevile ihtiyacı ortaya koymaktır.  Nassın muhtevasında değil ama zahirinde akıl ile çatışma olabilir.
Dolayısıyla teville muhtevaya veya öze nüfuz edilir veya edilmeye çalışılır. Yoksa İslamoğlu’nun dediği gibi ‘imamlar Kureyş’tendir’ hadisi  İslamiyetin temel unsurlarıyla çatışıyorsa o zaman bütün hadisler akılla veya İslam’ın temelleriyle çatışmaktadır. Bu orijinal bir yaklaşım olmayıp bilindiği gibi Attilla İlhan’ın ilahiyatçı versiyonunu çağrıştıran M. Said Hatiboğlu Beyin “İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik’ tezine bir atıf ve göndermedir.  İmamlar Kureyştendir hadisi konjonktürel bir gerçeğe temas etmektedir.  Böyle gördüğünüzde işkal veya mesele ortadan kalkmaktadır. Hazreti Ömer’in ifadesiyle ilk halife seçimi nasıl felte yani kazara olmuşsa yani planlamadan olmuşsa Kureyşilik meselesi de asabiyet meselesi ve dolayısıyla sosyolojik bir şarttır.  Takva gibi dini bir şart değildir.  Hazreti Ömer’in felte dediği kazara seçim aslında Şia’nın nas ve vasiyet iddialarını da tekzip etmektedir.
Hadisleri itibarsızlaştırmakla Mustafa İslamoğlu Goldziher’in izini sürmektedir.   Macar asıllı oryantalist Goldziher eserlerinde hadis sütunlarından olan İmam Zühri’nin Emeviler namına hadis uydurduğunu ve  Mescid-i Aksa’nın faziletiyle ilgili hadislerin bu cümleden olduğunu ileri sürmektedir.  Mustafa İslamoğlu Goldziher düşkünü olduğu da eserlerinden birisinin çevirisinin çevirisini yapmış olmasıyla sabittir. Bu ondaki kompleks veya saplantıyı göstermesi açısından manidardır.  Bunu da yine yüzüne gözüne bulaştırmış tam becerememiştir. İslam Tefsir Ekolleri adıyla Abdulhalim Neccar yayınladığı çevirisinin başarılı olmadığı erbabı tarafından ortaya konulmuştur.
Bu kitapta kıraat imamlarına iftiralar vardır. Zaten çevirinin çevirisi yapılması mahzurludur. İkincisi mal bulmuş Mağribi gibi çeviri için Goldziher’in eserini çevirmesi başka bir kusurlu noktadır.   Muhammed Zahid el Kevseri Muhammed Yusuf Musa’nın çevirdiği Goldziher’in bir başka kitabı olan El Akidetü ve ş Şeria kitabının notsuz bir biçimde çevrilmesine itiraz etmiş ve bunu yapanları paylamıştır. Prof. Dr. Ali Hasan Abdulkadir ise Mustafa İslamoğlu’nun yaptığı çeviri kitapla alakalı olarak bir reddiye kaleme almıştır.   Hasan Abdulkadir Goldziher’in ilmi objektiflikten uzak olduğunu ve güvenilmez olduğuna parmak basmıştır
(http://www.ahlalhdeeth.com/vb/showthread.php?t=271330 ).
Mustafa Sıbai ise Prof. Dr. Ali Hasan Abdulkadir’in çalışmasını daha da ileriye götürmüş ve Emevilerin İmam Zühri’yi kullanması iddiasını çürütmüştür.  Hadisi tedvin görevini ona Emeviler değil Emevilerden olsa da raşid halifeler zümresine mülhak bulunan  Ömer Bin Abdulaziz vermiştir.  Bu hususta Goldziher’e reddiye yazanlardan birisi de Şamlı hadis alim Nurettin Iter Bey’dir.
Merhum Mısırlı Muhammed Gazali  El Akidetü ve’ş Şeria adlı eserine ‘Difaun ani’l Akideti ve’ş Şeria Dıdde  Metaini’l Müsteşrikin’ adlı bir eser kaleme almış ve  bu eserinde Muhammed Zahid Kevseri’nin tanıklığına başvurmuştur.  Kevseri Ezher’de bazı kifayetsiz muhterislerin önüne arkasına bakmadan Goldziher’in eserlerini Arapçaya aktardıklarını; tetkik ve tahkik zahmetine, külfetine katlanmadan ona köprü olduklarını ifade etmiştir. Kevseri bu tercümeleri yapanları Goldziher’in cazibesine kapılanlar olarak ( fatinin) tasvir etmiştir (2). Sünnetin cazibesini kaçıranlar Goldziher’in cazibesine tutuluyor, kapılıyorlar.  Bunlardan birisi de İslamoğlu’dur.
Bunlar manevi değerlerini, komplekslerine kurban veriyorlar. Keşke dar dairelerinde kalsa,  zararları kitleye ulaşmasa, bulaşmasa. Lakin bu kompleksleriyle geride yıkmadıkları bir şey kalmayacak.  Ne Allah’ın ne de peygamberin otoritesi ne de onlara ittiba edenlerin otoritesi kalıyor.  Hint Altkıtasında Kur’ancılık veya Mealciliğe karşı olduğunu söylese de Türkiye ölçülerinde veya çapında kendine göre Kur’ancılık yapmaktadır. Mevlana gibi aşktan değil de şöhretten gövdesiyle birlikte başı da dönüyor. Şöhret vadilerinde başı dönüyor.   Bu zatın hiçbir kuralı yok. Bir şeyi söyler sonra tersini yapabilir.  Öncelikli olarak nakillerde özen göstermiyor ve titiz davranmıyor.
Hadis konusunda Goldziher ve yerli müsteşriklerden Nasr Hamid Ebu Zeyd gibilerin arkasından gidiyor.  Hadis hususuna gölge düşürmeye çalışıyor. İmam Şafii ile kalmıyor Ahmet Bin Hanbel, Buhari ve Müslim de tarizlerinden nasibini alıyor. Ahmet Bin Hanbel’i sansürcülükle suçluyor. Güya zalim yöneticilerle ilgili hadisleri taramış ve bunları Müsned’inden ayıklamıştır!  Ahmet Bin Hanbel güya oto sansürcülük yapmış.  Bu iddia üzerinden hadislere kuşku ve gölge düşürüyor. Maalesef Ahmet Bin Hanbel’i bu şekilde suçladığı sırada Senai Demirci de kendisini itirazsız bir biçimde dinlemektedir.   Bu tür zatlar itiraz edilmedikçe yaptıklarını doğru ve yerinde kabul ediyorlar.
Demek ki, İslamoğlu’nun meselesi akılla çeliştiğini ileri sürdüğü birkaç hadisle ilgili değil. Hadislerin toplamıyla yani sünnetle zoru var.  Mutezile’nin zıddı olan Haşeviyeciler için hadis ideolojisi ürettiklerini söylemektedir. Bu anlamda İmam Şafii’yi nereye koyuyor?  Kendi ifadesiyle akılcı olmadığına nasçı olduğuna göre Haşeviye kapsamına giriyor. Öyleyse hadis alanında yeterince kuvvetli olmayan Gazali akla ve aklın alanına methiyeler düzse de  Haşeviye olmaktan kurtulamaz. Dolayısıyla Mustafa İslamoğlu’nun çıkarımları hiçbir usule ve tekniğe dayanmamakta zabıtsız, kuralsız işlemektedir.  Desturuz bağa girmekte ve Ahmet Bin Hanbel gibi hadis müdafilerini de sansürcülükle suçlamaktadır.  Kur’an ile hadisi eşleştirdiğini ileri sürmektedir.
Yerel oryantalizm kavramının mucitlerinden Mustafa A’zami’ye göre, yerel  oryantalistlerden öğrenecek bir şeyimiz yok (3). Kaybedeceklerimiz ise oldukça fazla.  Dini değerlerimizi ve mukaddesatımız kaybedeceklerimiz başında geliyor.  Yerel oryantalistler kompleks ile, öne çıkma merakı, hubbuzzuhur ile rezil olan adamlar zümresine girmektedir.  Yerel oryantalizm çizgisini derin bir muhasebe ile gözden geçirmeliyiz.
Mustafa Özcan
1-Neş’etü’l Eş’ariyye ve Tatavvuruha, Celal Muhammed Abdulhamid Musa, Daru’l Kitab el Lübnani, Beyrut, s:  431. Mustafa İslamoğlu’nun Razi ve Gazali ile alakalı sözlerine bak: http://www.youtube.com/watch?v=TOKt5KqoPks
2-Muhammed Gazali, Difaun an’il Akideti veş’ Şeria, s:17, Daru’l Kütüb el Hadise, Kahire
3- http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-7892-34-oryantalistlerden-ogrenecegimiz-bir-sey-yok.html
Risale Haber
İnceleyin:  Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir