İsrailiyat Meselesi Hakkında

images-141 İsrailiyat Meselesi Hakkında

İsrailiyat denilen hususlardır ki, müslüman olmuş yahudî âlimlerinin bazı âyât ve ehadîs-i şerifleri şerh ve tefsir ve izah makamında -ilmin esaslarına ve âyet ve hadîslerin asıl mâna ve muradlarına uygun olmayan eski mâlûmatları ile- ortaya attıkları, fakat çoğu zaman hurafe-varî olan sözleri mes’elesidir.

Evet, İsrailiyat hikâyelerinin kaynak olarak menşei, tâ Resul-i Ekrem’in hayatında müslüman olan bazı yahudî âlimlerinden geldiği gibi; Abdullah bin Abbas gibi Sahabelerden meraklı ve müteharri bir kısım genç âlimler, bazı sırların keşfi hususunda mezkûr âlimlerle görüşmeleri esnasında onlardan duydukları bazı acaibli kıssa ve hikâyeleri kaydedip nakletmeleriyle de gelmiştir. Böylece İsrailiyat namı altında gelen herşey ve her mes’ele, yalandır ve hurafedir diye bir şey mevzu-u bahis olmaması lâzımdır. İsrailiyatın ekseriya hurafelisi olanları şu kısımdır ki; Benî- İsrail Peygamberlerinden nakledilip gelen, hak ve doğru olan bazı sözlerin, bir zaman sonra, Benî-İsrail’den nâ-ehil, ya da sinsî bazı âlimlerinin yaptıkları uzun şerh ve tefsirleriyle meydana gelmiş durum ile, o doğru ve hak olan haberlerin birbiri içine karışmaları neticesinde hurafeli bir tarza dönüşmesine sebebiyte verilmiş kısmıdır. Yoksa, İsrailiyatın içinde elbette lüb ve mağz mesabesinde olan bir kısım vardır ki, menşe’ itibariyle eski Peygamberlerden gelmiştir.

Amma yorumlar, tefsirler ve saire ile o hakikatlı manalar perdelenmiş, gizlenmiş ve başka bir renk almıştır.

İrailiyatın umumiyeti itibariyle, bize göre dört sınıf ve kısma ayrılması mümkündür. Bunlardan ilk iki sınıfı, eksi Benî-İsrail Peygamberlerinin ahvali ve menkıbeleri ve o Peygamberlere karşı Benî-İsrail milletinin durumları, hikâyeleri ve saireden ibarettir. Bunların içinde en doğrularını, en hakikatlı ve ders-i ibertillerini, şüphesiz en başta Kur’an-ı Kerim dile getirmiş, onları tashih etmiş ve hülâsalarını bildirmiştir.

2- Kur’an’da zikredilmeyen Benî-İsrail kıssalarından, ibretli hikâyelerinden mühim bir kısmı da, Resul-i Ekrem (A.S.M.) tarafından beyan buyurulmuştur. Bunlar ise, kısmen başta Sahih-i Müslim olarak hadîs kitaplarında mevcuddur.

3- İsrailiyatın bir derece doğru olanlarından bir kısmı da, yahudilerden müslüman olmuş olan Abdullah bin Selâm gibi gerçek Sahabîler tarafından aktarılmış olanıdır. Abdullah bin Selâm gibi gerçek Sahabîler tarafından aktarılmış olanıdır. Amma bunların içinde de muhakkık ki hurafeli ve doğru olmayanları da vardır.

4- Müslüman olmuş, ya da olmamış sair yahudî ülemasından gelen ve ekseriyeti itibariyle hurafeli olan bazı söz ve hikâyeleridir.. ve işte en çok bulandıran da bu dördüncü sınıf İsrailiyattır.

Meselâ, semavatın tabakaları hakkında, Arş ve Kürsî’nin ve melâikelerin hey’etleri hakkında ve küre-i arzın durumu ve Kaf Dağı gibi mes’elelere dair gelen şu çeşit hurafeli İsrailiyat ise, en zararlı kısmıdır. Bunlardan bir kısmı maalesef bazı Kur’an tefsirlerine ve bir kısım gayr-i ciddî olan İslâm kitaplarına kadar girebilmişlerdir.

Resul-i Ekrem’in hayatında İsrailiyat keyfiyeti

İnceleyin:  Sünnet'in Anlamının Araştırılması ve Ona İhtiyacın Açıklanması(*)

Resul-i Ekrem (A.S.M.) Medine-i Münevvere’ye gelip yerleştikten sonra, oranın ehli olan Arab Ensarlar’dan sonra; alış-veriş, ticaret, kültür, dinî mevzularda konuşmalar ve muhavereler noktasından yahudilerle münasebet çokça oluyordu. O asırda ve o mevkide, Arablara göre, kültür ve ilim erbabı, yalnız oradaki yahudiler göze çarpıyordu. Tabii ki, bu münasebetler vesilesiyle Sahabelerin kulaklarına da yahudilerden bir çok nakiller ve hikâyeler geliyordu. Bu hikâyelerden bazıları garib, acib şeylerden bahsediliyordu. Elbette ki bunlardan bazısı Resul-i Ekrem’in kulağına da gelirdi. Onun için, Resul-i Ekrem (A.S.M.) bu hususda Sahabelerini ve ümmettini ikaz ve irşad ve tâlim etmiştir.

Bu irşad ve tâlimler ise, iki merhale ve iki bölüm halinde idi:

Birinci Bölüm: İslâm dinine ait mes’elelerde, hükümlerde, ibadet ve amellerde, ne Tevrat’tan, ne İncil’den ve ne de ehl-i kitabın âlimlerinden herhangi birşeyin alınmasının, sorulmasının veya onlara uyulmasının mümkün olmayıp, büyük hata olacağını ferman eden hadîs-i şerifler şöyledir:

1- (El-Musannef – San’anî 10/212)

Meâli: Zeyd bin Eslem’den rivayet: “Peygamber (A.S.M.) ferman etti ki: “Ehl-i kitaptan herhangi bir şey sormayınız! Çünki onların kendileri dalâlettedir, hiçbir zaman sizi doğruya hidayet edemezler..”

2– (El-Musannef – San’anî 10/313)

Meâli: Abdullah bin Sâbit (R.A.) naklediyor: Ömer bin Hattab geldi, Peygamber’e dedi ki: “Benim yahudilerden bir arkadaşım vardı, ona uğradım. Bana Tevrat’tan mühim olan yerleri yazdı.. size onları arzedeyim mi?” Hazret-i Abdullah diyor: Buna Peygamber’in canı çok sıkıldı, yüzünün rengi değişti. Abdullah bin Sabit o sırada Hazret-i Ömer’e demiş: “Allah aklını alsın, Peygamber’in yüzündeki değişikliği görmüyor musun?” Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.); “Allah’a Rab olarak razı olduk. İslâmı da tek din olarak seçtik. Muhammedi de hak Peygamber olarak kabul ettik.” dedi. Bunun üzerine, Peygamber’in yüzünde sürûr alâmetleri görülmeye başlandı ve ferman etti: “Eğer şimdi Musa (A.S.) içinizde zuhur etmiş olsa ve siz beni bırakıp ona tabi’ olsanız, dalâlete girmiş olursunuz. Bütün ümmetler içinden sizler benim hissem olduğunuz gibi, ben de umum Peygamberler içerisinden sizin nasibiniz oldum…”

İkinci Bölüm: Ahkâm-ı Şeriat hakkında değil, amma sair tarihî ve kevnî mes’elelerde, Benî-İsrail ülemasının dinlenebileceğine.. lâkin onları ne tasdik edip, ne de tekzib etmek tarzında bir dinlemeye dikkat edilmesine dair vürûd eden Peygamber’in emirleri şöyledir:

Yani: “Benî-İsrail’den bazı söz ve rivayetleri dinleyip nakledebilirsiniz. Bunda bir zarar yoktur. (Sahih-i Buharî 4/207; İbn-i Hibban 8/50 ve 52, Cem’-ül Fevaid 1/59, El-Feth-ül Kebir 2/9 ve 70; Müsnedül Firdevs 2/129)

Yine başka bir hadîs: 

Yani: “Ehl-i Kitap âlimlerini dinlediğinizde onları ne tasdik, ne de tekzib ediniz! Deyiniz ki Allah’a ve Peygamberlerine iman ediyoruz.” (Şerh-üs Sünne – Begavî 1/239; Müsned-ül Firdevs 5/21 ve Buharî 3/237)

İnceleyin:  Sünnete Muhalefette Sevap Ümidi Yoktur...

İşte Resulullah’ın (A.S.M.) şu emirlerinde görüldüğü üzere, İsrailiyata karşı iki tarz yaklaşım içerisindedir. Birisi: İslâm dininin kendisine taallûk emir ve nehiy, haram ve helâli.. ve hülâsa İslâm dininin kendisine taallûk eden bütün mes’elelerinde hüküm ve emir, yalnız ve yalnız Kur’an ve menba-ı Risalet olan Peygamber’den alınacabileceğine dikkat çekmiştir.

İkinci merhalede ise: Benî-İsrail kavminden gelen pek çok Peygamberlerin iz ve eserlerinin ilim noktasından bazı kalıntılarının kalmış olabileceği imkânını nazara almış ve bu açıdan ilmin kapısını kapatmamıştır. Amma bunların alınış ve telâkki kapılarına “Dikkat” levhalarını asmıştır. Böylece İsrailiyatın her çeşidi, İslâm dini akidesinde ve ahkâm-ı Şeriatında aslâ ve kat’â değil, amma sair tarihî ve kevnî ilimlerinde bazı hurafeli yorum ve hikâyelerin -Peygamber’in müsamahalarına binaenmüslümanlarını dillerine ve sözlerine girebilmiştir denilebilir.

Bu yüzdendir ki: Gerek müslüman olmuş yahudî âlimlerinden bazı zâtlar; gerekse Abdullah bin Abbas gibi Sahabe’nin meraklıı genç bazı âlimleri; Hazret-i Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) işittikleri kısa, veciz ve cami-ül kelim bazı ilmî hadîslerin hakikatını, İsrailiyattan gelme hikâyeli ve hurafeli sözlerine tatbik ederek, çok nâdir de olsa, mânalandırma cihetine gittikleri olmuştur. Hattâ bu yüzden zamanla tefsir ile metnin birbirinden tefriki müşkilleşmiştir. Yani şu rivayetin içinde hangi kelimeler öz metin, yani kelâm-ı Nebevî, hangileri tefsir ve şerhtir bilinemiyecek duruma gelmiştir.

Büyük hadîs imamları da bu noktaları nazara almışlardır ki, bazı hadîs-i şeriflerde, Peygamber’in bizzat sözleriyle ve bazı Sahabenin şerh ve tefsirli sözlerini birbirinde ayırmaya çalışmışlardır. Bu hususta İmam-ı Suyutî’nin “El-Müderrec İle-l Medrec” isimli eserini misal için gösterebiliriz. Suyutî Hazretleri bu mevzuu, 16 büyük sahifede, misalleriyle gösterilmiştir.

İşte, kabil hadîs-i şeriflerden bir örnek olarak; İbn-i Abbas’tan sahih bir sûrette nakledilmiş şu: hadîs-i şerifidir. Gerek İbn-i Abbas Hazretleri, gerekse Vehb bin Münebbih gibi zâtların ona dair eski rivayetlere tatbik ederek yaptıkları tefsir ve şerhleri birlikte rivayet ve nakledilerek gelmiştir.

Tabii ki, bu durumda, kelâm-ı Nebevî’nin öz metni, onun etrafında yapılan şerh ve tefsirler içinde tam görülmediği vaziyetiyle, İsrailiyata müşabeheti fazlalaşmıştır. Senedi sağlam olduğu halde, zâhirde akıl hârici görünen manası itibariyle, bazı muhaddisler onu kabulde tereddüd göstermişlerdir.

Amma bu nokta dahi var ki: Muhaddislerce kabul edilmiş olan; Sahabelerin kavil, fiil ve takrirleri de hadîs külliyeti içinde dahil olduğundan, meselâ İbn-i Abbas’ın şerh ve tefsiri dahi olsa, hadîsin metniyle beraber gelmiş olması gayet normaldir. Lâkin Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi; bu kısımda, yani Sahabenin içtihad ve tefsirinde bazı hatalar düşmüş olabilir. Şayet bu hatalar kat’î şekilde tebeyyün dahi etse, ilmî bir hatadır denilir.

Abdülkadir Badıllı – Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir