Sünneti inkâr etmek ve Kur’anla yetinme meselesi!

3470-mumluk-m Sünneti inkâr etmek ve Kur’anla yetinme meselesi!

Daha hicri ilk asırda Haricîler eliyle başladı sünnete mesafeli olma akımı. Kur’an’ı yanlı ve yanlış yorumlayan Haricî mantığına karşı Hz. Ali, onlara “sünnetle gidin”, tembihinde bulunmuştu. Sonradan dini öğrenen, “Hâkimiyet Allah’ındır” ayetini slogana dönüştüren bu zihniyet, sünnete dayanmayan Kur’an anlayışıyla Hz. Ali’yi hunharca katletti.

Daha sonra hadislere karşı saldırı batılı oryantalistlerden geldi. İslam kaynaklarıyla fikrî ve amelî planda irtibat sorunu yaşayan Müslümanlar, Batı dünyası karşısında hazırlıksız yakalandı. Kadim geleneğin müntesibi olan İsrailoğullarının başlarına gelen zillet ve meskenet yani tüm dünya insanları tarafından horlanıp itibarsızlaştırma ve akıl tutulması hali Avrupa’nın sanayi devrimi sonrasında Müslümanlara sirayet etti. Dünyaya hâkim zihniyet taşeronları sayesinde önce rakiplerini kötü gösterdi, sonrada bilgi kaynaklarını kirletti. Ardından da “geçmişiniz karanlık, gelin bize dâhil olun.” telkininde bulundu. Sünnetin, Hz. Peygamberden iki yüz yıl sonra tarihi kurgu roman olarak yazıldığını, hadislerin tespitinin sonradan olduğunu, bu yüzden gerçeği ifade etmediğini iki asırdan beri söyleyen batılı araştırmacılara Muhammed Hamidullah Hoca, sahabe döneminde hadislerin yazıldığını, Hemmâm b. Münebbih’in hadis sahifelerini küflü kütüphanelerden çıkartarak ispatladı.

Sünnet deryasının Batılılar tarafından kirli olduğu düşüncesi, hadislerin sonradan uydurulduğu fikri, artık yerlilere ihale edildi. Nihayet Osmanlı yıkıldı, hilafet kurumu lağvedildi ve âlimlerin sayısı azaldı. Yaşanan hayatın sorunlarına, geri kalmışlığımıza çareler arandı. Tekrar ayağa kalkmanın imkânları araştırıldı. Sonrasında Mısır’da bu durumu aşmak için Muhammed Abduh ve talebeleri tarafından, İslam’ın temel kaynakları, asrın idrakine (!) arz edilerek yeniden okunmaya başlandı. İslam, teknik yönden güçlü olan Avrupalı karşısında, görücüye çıkmış bir gelin gibi şirin gösterildi. Mucizeler, akla uygun hale getirilip bilimsel argümanlarla anlatıldı; Ebabil kuşları mikrop, Musa as.’ın asasıyla denizin yarılma hadisesi de o esnada denk gelen med ve cezir olayı olarak yorumlandı. O zamana dek itibar görmüş ne kadar anlayış varsa hepsi çöpe atıldı, tedavüle yenileri konuldu. Ancak yorumlar bir yere geldi ve dayandı. Çağın gereklerine iman eden yeni yetme bu ulema, Kur’an üzerinde serbest hareket etmelerini kısıtlayan, keyfi yorumlarına ayak bağı olan hadisleri, yollarına engel teşkil eden bir taş gibi görerek kaldırıp atma cüretini gösterdi.

Peygamberlik müessesesi, bir de Hindistan’da kendilerini Kur’an Ekolü/Kurâniyyun olarak takdim eden kişiler tarafından tekrar gündeme taşındı ve sünnetin dindeki yeri inkâr edildi. Bu hareket, işgal ettikleri yerleri fikri planda da ifsat etmeden çıkmayan Hint Kıtasına giren İngilizlerin eliyle tasarlandı. Dinin esaslarını kaldırmaya yönelik projenin ürünü olan bu hareket, hadisleri tartışmaya açtı. “Kur’an bize yeter” düşüncesini işleyen bu akım, kurucusu Seyit Ahmet Han tarafından yeniden formüle edildi. Ümmetin aklı karıştırıldı. İngiliz bir şirketin eliyle yıllarca sömürülen sosyal, siyasal her alanda İngilizlere yetki veren Kur’an Ekolü nedense Rasülullah’a yetki sınırlaması getirdi. İngilizler, bu düşünceye sahip olanları devlet kademelerine yerleştirdi ve Oxford Üniversitesinde eğitim (!) alma imkânını sağladı. Peygambere itaat etmenin günümüz için yöneticilere itaatten ibaret olduğunu ve devleti idare edenlerin dinde reform yapabileceklerini söyleyen bu kişiler, cennet ve cehennemin temsîlî olduğunu, aynı zamanda cehennemin de ebedî olmadığını ifade ettiler. Bine yakın âlim, Kur’an Ekolü’nün diğer mimarlarından olan Ahmet Pervîz’in mürted olduğunu ilan etti.

O topraklarda yetişen âlimlerden Mevdûdî, ‘Sünnetin Anayasal Konumu’ adlı çaplı eseriyle, bu çarpık, din dışı zihniyeti eleştirerek sünneti müdafaa etti. Bu akım Hint kıtasının bir meselesi olmaktan çıktı, bütün İslam coğrafyasına yayıldı.

Her dönemin fitnesi farklıdır. Bu çağın Müslümanlarının fitnesi de peygamberi postacı olarak görüp “no’lacak bu hadislerin hali” edasıyla ortaya konulan hadis inkârcılığıdır. Hadislerin reddi öyle bir hal aldı ki neredeyse çevremizdekilere hadis söylemeye korkar olduk. Daha hadisi söylemeden ilk taarruz “Hadis sahih mi?” diyerek gerçekleştiriliyor. Gerçi sahih hadisin şartlarına dair bir soru sorulsa alık alık bakanlar, bu hallerine rağmen Buhârî’yi, Müslim’i, Zehebî’yi de beğenmiyorlar. Bize bu durumda Hz. Peygamberin yaptığı “Ya Rabbi! Bizi dinimizden yaralama.1” duasını yapmak düşüyor.

Her geçen gün bir hadisin daha uydurma olduğu(!), sağ elle yemenin sünnet olmadığı, salavat getirmenin bid’at olduğu, Kur’an’da yer almadığı için bin yıllık yanılgı olan kadınların hayızlı iken oruç tutabileceği… haberleri basın ve yayın yoluyla duyurularak halk üzerinde kafa karışıklığı oluşturuldu. Başlangıçta Allah’ın Rasülü’ne iman etmeden de imanın geçerli olup cennete girilebileceği hezeyanlarına “tedrici iman” kılıfı geçirerek dinin ana dinamikleri üzerinde sarsılma yaşatıldı. Gerçek İslam’ın “Kur’an İslam’ı” olduğu söylenerek hadislere itibar edilemeyeceği ön yargısı oluşturuldu.

İnceleyin:  Sünnete Sarılmayı Gerekli Kılan Amiller Nelerdir?

Tahribat dünyalık olduğu zaman yerine yenisi bulunur. Ancak yozlaşma dinden başlarsa nübüvvet kurumuna karşı iki tarihî sapma önümüze çıkar: Maddeci Yahudiler, Ruhçu Hıristiyanlar. Maddeci Yahudiler peygamberlerinin varlığını bizzat ortadan kaldırarak, ruhçu Hıristiyanlar da içini boşaltarak risaleti ilga etti. Günümüz Müslümanları ise her ikisini de yapmaktadır. Bir taraftan resmî kurumların eliyle, hadislerin içi boşaltılarak yeniden tasnif edilip piyasaya servis edilmek istenirken, diğer taraftan da müçtehitliğe soyunan, meşhur üstadlar(!) bu kadar mevcut hatırı sayılır hadis kitaplarına rağmen “İçime sinen, tavsiye edebileceğim bir hadis kitabı yok.” diyebiliyorlar. Bilgi hatalarıyla ve kaynak yetersizliğine rağmen kendi kitaplarının eleştirilmesine tahammül gösteremeyip buna rağmen çok satılmasını isteyenler, hadis kitaplarını bir çırpıda reddediyorlar. En basit insanlara ve görüşlere saygılı, Aristo mantığıyla, Hegel’in teziyle, Kant’ın ahlâkıyla ve Pozitivist felsefeyle kafaları iğdiş edilmiş olanlar, Hz. Peygamberin sünneti denince tüyleri diken diken olup sanki din elden gidiyor hassasiyetiyle sünneti ve hadisleri kabulde kılı kırk yarıyorlar.

“Görmediğimiz Allah’a inanmayız” diyen materyalist Yahudilik ile ‘akla yatmıyor’ deyip hadis mirasını yıkma eğilimini gösteren kişiler arasında fark olmadığı gibi aynı şekilde İsa as.’ın şeriatını tahrif eden Pavlosizm ile hadisleri Kur’an’a arz edip, kendince ‘Kur’an merkezli(!) çarpık bir din anlayışı icat etmek isteyenler arasında da çok fark yoktur. Maalesef Rasulullah’ın sahih sünnetiyle yol bulamayan, işlerine gelince uydurma hadislere bile sımsıkı sarılan bu kişilerin zihniyeti, şu uyduruk rivayete dayanmaktadır: “Size benden bir hadis geldiğinde, bunu Kur’an’a arz edin. Eğer bu hadisin aslını Kur’an’da buluyorsanız hadisi alın, değilse reddedin.” Hâlbuki bu asılsız rivayetin, selef hadis âlimlerince ittifakla İslam düşmanları tarafından uydurulduğu ifade edilmiştir. 2“Allah’ın kitabına uyduğu sürece siz de Rasule uyun” diye ne bir ayet ne de bunu ifade eden bir hadis vardır.

Buna mukabil,…

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” 

Nisâ sûresi:80

…ayetiyle Rasul’e itaatin, Allah’a itaat etme anlamına geldiği vurgulanır. Ayrıca hadisleri hangi Kur’an’a arz edeceğiz; on dokuz yalanı üzerine Tevbe Suresinin son iki ayetini inkar eden Edip Yüksel’in Kur’an’ına mı yoksa Yasar Nuri’nin çağdaş yorumlu Kur’an’ına mı, ya da Esed’in mealinin neredeyse aynısı diyeceğimiz İslamoğlu’nun Gerekçeli Meali’ne mi?!

Televizyonların karşısında akademik yüksek payelerine dayanarak makam ve mevki sahibi bazı kişiler, bir takım uygulamaların Kur’an’da olmadığı gerekçesiyle hadisleri reddediyorlar. Hâlbuki peygamberimiz bakınız ne diyor:

 “Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir benzeri olan (sünnet de) verildi. Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size: “Sadece şu Kur’an’a uymanız gerekir. (Bilmeyiz. Biz sadece Allah’ın Kitabında bulduğumuza uyarız.3) Kur’an’da olanlar helâl, olmayanlar haramdır/başka kaynağa ihtiyacınız yoktur.” demesi pek yakındır. Dikkatli olun! Allah’ın elçisinin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir. Dikkatli olun! (Kur’an’da olmadığı halde) size evcil eşek eti haram kılındı.”4 

Abdullah b. Mes’ûd, “Allah, saçına saç ekleyen ve yüzündeki kılları alana lânetlemiştir.” der. Bunun üzerine bir kadın “Allah’ın kitabını okudum, ama senin dediğini göremedim.” deyince Abdullah b. Mes’ûd:“Eğer sen okusaydın onu görürdün. Allah Teâlâ’nın…

 “Peygamberin, size getirdiklerini alın uygulayın; yasakladığı şeylerden de uzak durun. “

Haşr:7”

… âyetini hiç okumadın mı? Kadın, “Evet” deyince İbn Mes’ûd “ İşte Rasûlullah (s.a.) (Kur’anda olmadığı halde) bunları da yasaklamıştır.” 5 Abdullah b. Mesud ganimetler hakkında inmesine rağmen bu ayeti hayatın her alanına uyarlayarak daha geniş açıdan yorumlamıştır.

Allah’ın basiretini aldığı bir de şeytanı yol arkadaşı yaptığı kişi, “Bize Kur’an yeter.” ya da “Hz. Peygamberin sadece tebliğ görevi vardır; dinde kanun koyma yetkisi yoktur.” şeklinde sözler sarf etme cesaretini gösterdiler.  Şu ayetlere rağmen:

“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberleri arasında (peygamberlik gerçeğini inkar ederek) ayırım yapanlar, ‘Bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederiz’ diyerek, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya, onlar gerçek anlamı ile kafirdirler.” (Nisa Suresi: 150)“Kim de kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!”

 (Nisa Suresi: 115) 

Hâlbuki Kur’an’ın şu beyanıyla sünnetin vahyin kontrolünde dinde hüküm koyma yetkisi olduğu açıktır:

“Onlar adını ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları şu okuma- yazması olmayan ümmî Peygamber’in izinden giderler. O (Peygamber) onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz şeyleri helâl, pis şeyleri de haram kılar, omuzlarındaki ağır yükümlülükleri, boyunlarındaki zincirleri kaldırır.”

Araf Suresi: 157

Sünnetin yapı taşı olduğuna inanan İmam Evzâî’ye, sünnetin önemini ifade etmek üzere, “Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.6 sözünü söyleten o dönemin hadislerini hiçe sayan kişilerdir. Bu şekilde söylemekten kaçınan İmam Ahmed, “Böyle söyleyemem. Ama sünnet Kur’an’ın kapalı olan ve anlaşılmayan yerlerini açıklar.” demiştir.7

İnceleyin:  İmam Gazali'ye Göre Ahad Haber ve Haber-i Vahidle Amel Etme Gerekliliğinin İspatı

Sünnetin güncel hayata o denli tesir etmesine ve her konuda peygamberden bahsedilmesine şaşıran bir gayri müslim, “Neredeyse tuvaleti bile peygamberinizden bir sözle anlatacaksınız!” demesi üzerine, Selmâni Farisi, Hz. Peygamberin tuvalet adabıyla alakalı olarak kıbleye dönmemesine, taharetin nasıl yapılacağına dair sünnetten alıntı yaparak açıklama yapar.8 Çünkü Rasulullah’ın sünneti, sadece geçmişi ilgilendiren tarihi olay değil, her konuda hayata müdahale eden nebevî bir ilke, ferdî ve toplumsal huzuru sağlayan bir dünya görüşüdür.

İşte bu sebeple “Mutarrif b. Abdullah, ….

“Bize Kur’an’dan bahsedin hadisten değil” diyen kimseye, “Biz hadisi Kur’an’a tercih etmiyoruz. Hadisleri anlatmaktaki amacımız Kur’an’ı en iyi bilen (Rasulullah’ın) bildiklerini söylemektir.9

…uyarısında bulunmuştur.

Birçok gerekçelerle sünneti görmezlikten gelip hayattan devre dışı etmeye çalışanlar, yaşamadıkları sünneti önce eleştirdiler; sonra da yaşanmaz deyip inkâr ettiler. Sünneti reddedenlerin arkasındaki gerçek, sünnetin değişen dünyaya kafa tutup ayak uydurmayışıdır. Kaldı ki Kur’an’ın toplumsallaşmış hali olan sünnet, kişileri ve toplumları çağın her türlü soysal, siyasal, ahlakî ve eğitim alanında sapmaların karşısında durup gerçek kimliğine dönmesine imkân vermektedir.

Hz. Peygamberin sünnetinin dışında yeni İslamî arayışlar ve yorumlar sadece bir ütopya olup şeytanın sağdan yaklaşmasıdır. Değişen dünya değerlerine iman, kendimizi inkârdır. Ayrıca değişimi bir iksir gibi görmek, hayra yormak,  erdem değildir. İşin doğrusu,  değişimi Kur’an ve sünnete göre ele alıp değerlendirmek ve hayata uygulamaktır.

Sünneti evrensel bütünlüğü içinde düşünmek ve onu her hareketimizin çıkış noktası olarak kabul etmek, kendi içimizde tatmin edici bir yoruma kavuşturamadığımız sünnet verilerini hemencecik reddedivermekten bizi kurtaracağı gibi onların da geçerli olabileceği yöre ve dönemlerin olabileceği fikrine ve rahatlığına ulaştıracaktır. Bu da İslam kültürü demek olan sünnet’e dair hiçbir bilgi ve belgenin zayi olmaması demektir.10

Kendi kutsallarına “la” diyemeyip hadislere gelince “illallah” deyip yaka çırpanlar şu ilahî mesajla karşı karşıya geleceklerdir:

“O gün zalim kimse (üzüntüden) elini ısırıp şöyle der: ‘Keşke, peygamberle birlikte aynı yolu tutsaydım. Ah, ne olurdu, falancayı dost edinmeseydim.  Zikir/Kur’an bana geldikten sonra, o saptırdı beni Kur’an’dan. Şeytan, insan için bir rezil edicidir.”

Furkan Suresi: 27-29

Sonuç olarak, ekran karşısında din öğrenme yerine klasik Buhârî okumalarını, Riyaz derslerini tekrar ihya edelim. Anlamadığımız hadisleri kendisine soracağımız, hadis usulünü de ruhunu da kavratacak bir sünnet mütehassısıyla beraber kapsamlı hadis okumaları gerçekleştirelim. Hadisleri Kur’an ve sünnet bütünlüğünde okuyalım.

——————————–

  1. Tirmizî, 3502.
  2. Şevkâni, el-Fevâid: 278; el-Mekâsıdü’l-Hasene: 36.
  3. Ebû Dâvud: 4605
  4. Ebû Dâvud: 4604; İbn Mâce, Mukaddime 2, (12); Tirmizî: 2663, 2801; Müsned:6/8.
  5. İbn Kesir: Haşr suresi 7. Ayetin tefsiri.
  6. Şevkani, İrşadül-Fuhul: 33
  7. İbn Abdilber, Câmiu Beyani’l-İlm: 192.
  8. Müslim, Tahare 5758
  9. İbn Abdilber, Câmiu Beyani’l-İlm: 563.
  10. İsmail Lütfi Çakan, İslami Yapılanmada Sîret ve Sünnet: 242.

İBRAHİM ÖZTÜRK,İLKAMDERGİSİ

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir