Şecaat Hakkında

SerhulAhlak-Taskopru7 Şecaat Hakkında

 

Şecaat erdemininkiler on bir şubedir. Birincisi, ruh yüceliği, dört şeyi, gelirin giderden fazla olması demek olan mal biriktirmeyi, yani zenginliği; zenginliğin zıddı olan fakirliği, beden ya da sıfatlar bakımından büyüklüğü ve bir de beden ya da sıfatlar bakımından küçüklüğü önemsiz görmektir Kişi sayılan bu dört şeyi önemsiz gördüğünde nefs için uyumlu olan ve olmayan şeylerin üstesinden gelmeye muktedir hale gelir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “De ki: Dünya menfaati önemsizdir ’ (Nisâ, 4/77). Hz. Ali der ki: “Ruhunu yücelten arzuları hakir görür.” Ruh yüceliği bir erdem olduğuna göre onun da iki tarafının olduğu ortaya çıkar. Bunun tefriti, yu­karıda sayılan dört şeyi büyütmek, ifratı, sayılan şeyler dışında kendi varlı­ğını ve kendi varlığı dolayısıyla bahşedilen büyük nimetleri hakir görmektir.

 İkincisi, himmeti yüce tutmaktır. Bu, dünyanın mutluluğu ve bedbahtlığına aldırmamaktır. Yani, dünyalık güzelliklere sevinmemek ve helak edici olanlara varıncaya kadar hoş olmayan dünyalıklara karşı da sı­kıntı duymamaktır. Allah Teâlâ Firavun un “Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım’’ (Tâhâ, 20/71) sözüne Hz. Mûsanın kavminin cevabını şöyle anlatmaktadır: “Onlar: Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz’’ (Şuarâ, 50/26) Bir başka yerde de: “Dediler ki: Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin” (Tâhâ, 20/72) [dediklerini haber vermiştir]. Himmeti yüce tutma bir erdem olduğuna göre onun tefriti dünyanın mutluluğuna ve bedbahtlığına aldırmaktır. Bunun ifratı varlık, bilgi ve bunların benzeri büyük nimetlere karşı kayıtsız olmaktır.

 Üçüncüsü metanetli olma olarak da adlandırılan sabırlılıktır. Bu, acı ve korku veren şeylere, tehlikeli durumlara karşı dayanma gücüdür.

Bu, öncekiyle beraber birincinin alt dalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Nice peygamberler vardır ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu hal­de savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever” (Âl-i İmrân, 3/146). Sabırlılık erdemdir, tefriti kaygı içinde olmadır, ifratı deli cesaretidir.

 Dördüncüsü soğukkanlılıktır. Bu, nefsin metanetini koruma me­lekesiyle birlikte korku veren şeyler karşısında endişe duymamasıdır ki böylece kişi öldürücü durumlarda endişeye kapılmaz ve ondan düzensiz fiiller çıkmaz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile dene­riz. {Ey Peygamberi) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz, derler” (Bakara, 2/155). Ürkeklik ve köpürmenin, bu erdemin iki tarafı olduğu gizli değildir.

 Beşincisi hilimdir. Bu, öfkenin alevlendiği andaki sükûnettir, ger­ginliğin terkidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rahmânın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığın­da (incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler)” (Furkân, 25/63), “Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav’’ (Müminûn, 23/96). Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle demiştir: “ Gerçek pehlivan rakibini yere çalan değildir. Bilakis gerçek pehlivan öfkelendiğinde nefsine hakim olan kimsedir-”(Buhari,Edeb,102) Hilmin rezilet tarafları serserilik anlamındaki öfke taşkınlığı ve hamiyetsizlik mânâsındaki tepkisizliktir.

 Altıncısı ölçülü olmaktır. Bu, din için olan düşmanlıklar ve sa­vaşlarda teenni ile davranmaktır, buna düşünceyi elden bırakmamak da denilir. Bu son üç erdem sabrın alt dallarıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın (Bakara, 21190). Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Düşmanlıkta aşırıya kaçan günah işler.” Bunun rezilet tarafları teenniyi elden kaybetmek ve korkaklıktır.

Yedincisi tevazudur. Bu, fazilet sahipleriyle mal ve mevki bakı­mından kendinden aşağıda olanları kendinden üstün bilmektir. Bunun şartı, riya için değil de Allah için erdemler ve yetkinlikler hususunda kendi mertebesini onların mertebesinin altına yerleştirmektir. Bu erdem, büyük ve küçük olmayı önemsiz görmeye râcidir. Dolayısıyla bu durumda tevazu, ruh yüceliğinin alt dallarından biri olur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sana uyan müminlere (merhamet) kanadım indir” (Şuarâ, 26/215). Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah için mütevazi olanı Allah yükseltir.’’(Müslim,Birr,69) Hz. Ali (r.a.) der ki: “Müminin süsü tevazudur.” Bilmelisin ki bunun aşırı uçları kibir ve dalkavukluktur.

 Sekizincisi gayretliliktir. Bu, güzel bir şekilde yâd edilmeyi gerekti­ren büyük ve önemli şeylere ulaşma isteğidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar (Müminûn, 23/61). Bunun iki tarafi hayırlı işlere karşı tembel olmak ve herkese üstün olma çabasıdır.

 Dokuzuncusu yüklenmedir. Bu, nefsin güzel işlerde yorulma­sıdır. Nefsin yorulması için güzel bir şekilde yâd edilmeyi kazanma isteği olmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz ’ (Ankebût, 29/69), “Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda Ona varacaksın (İnşikâk, 6/84). Bunun aşırı uçları iyilikleri elde etmede tembel­lik göstermek ve bütün güzelliklerin kendisinin olmasını isteyecek kadar tamahkârlığı ileriye götürmektir ki bu da imkânsızdır.

 Onuncusu namusu korumadır. Bu, kişinin ailevî ve dinî değer­leri töhmetten korumasıdır. Bunda da bir önceki erdemde geçtiği gibi bir istek olmalıdır, böylece bu son iki erdem yürekliliğin neticeleri durumunda olmaktadır. Resûl-i Ekrem (a.s.) buyurmuşlardır ki: “Töhmet mevkilerinden kaçının?(Suyuti,Camiul Kebir,1,817) Bunun tefriti kıskançlığın eksikliği iken ifratı, kişinin eşini ihrama girmekten korumak için hacca gitmesine engel olması gibi, kıskançlığın dinin teşvik ettiği bir konuda tutuculuğa yol açmasıdır.

 On birincisi yumuşak kalpliliktir. Bu, başka insanların başına gelen acılara üzüntü duymaktır. Fakat bu erdemi gösteren kişiden söz ve fiillerini zora sokan bir dengesizlik çıkmamalıdır ki, üst erdem olan şeca­atin uzantıları şecaatle çelişir duruma düşmesin. Yumuşak kalplilikten kastedilenin, sıkıntıya uğrayanın sıkıntısını ortadan kaldırma isteğine karşılık geldiği gizli değildir. Böylece yumuşak kalpliliğin şecaatin bir şubesi olduğu da ortaya çıkmaktadır. Aksi halde yumuşak kalplilik edilgi, şecaat de etki kategorisine dâhil [olacaktır].

Kategori farklılığı ise birinin, diğerinin türü olmasını engeller. Oysa şubenin anlamı onun, bir türü olmasıdır. Resûl-i Ekrem (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, müminlerin tek bir vücut gibi olduklarını görürsün! (Bu vücudun) bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımları da uykusuz kalıp ateşler içinde onun ızdırabını duyarlar”(Müslim,Birr,66) Yumuşak kalpliliğin iki tarafı, intikam isteğiyle öfkeye kapılma ve başkasının çektiği eziyetten korku duymaktır.

 Bilmelisin ki bazı filozoflar, şecaatin müellifin zikrettiğinden başka bir alt türü daha olduğunu söylemişlerdir. O da affedici olmaktır, bunun­la gücü olduğu halde intikamı terketmeyi kastediyorum. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “ öfkelerini yutarlar ve insanları affederler” (Âl-i îmrân, 3/134), “Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir” (Şûrâ, 20/42), “ Onları affet ve size selam olsun de” (Zuhruf, 43/89). Hz. Peygamber de (a.s.) şöy­le buyurur: “insanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, şayet zulmederlerse biz de zulmederiz, diyerek her hususta başkalarını taklit eden kişiler olmayın! Lâkin kendinizi, imanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparlarsa zulmetmemeye alıştırın!’’(Tirmizi,Birr,63) Kim infazına (gereğini yapmaya) gücü yettiği halde öfkesini yenerse, Allah onun kalbine, güven ve iman doldurur” (Süyûtî, el-Câ’mius-sağır s. 541.)

 Bilmelisin ki affetmenin şecaatin türlerinden olması, intikam alacak bir güce sahip olmasından dolayıdır ve intikamı terketmek de ancak rahmet duygusunun onu alıkoyması iledir. Aksi takdirde sadece intikamı terketmek olsa idi bu, şecaatin zıddı olan korkaklığa dahil olurdu. Affın iki aşırı ucu, intikamcı olmak ve dinin hukukuna bile riayet etmeden bağışlayıcı olmaktır.

 İffetinkiler de şecaatin alt erdemleri gibi on birdir. Birincisi hayâ-dır. Haya, nefsin dinen, aklen ve örfen çirkin olan fiilleri işleme kor­kusuyla kendisini alıkoymasıdır. Dinen çirkin olan, yapıldığında cezayı mûcib kılan şeydir ve bunların dine nisbet edilme sebebi aklın bunları bilme  yolunun olmamasıdır. Bunları işleyen kimseye “günahkâr” denilir. Çirkin fiillerin İkincisi, insan tabiatına uymayan ya da aklî bakımdan bir çirkin­liği gerektiren fiillerdir ve bu anlamda bunlar hakkında hüküm verecek olan yalnızca akıldır, o sebeple bunlar akla nispet edilmiştir. Bunları işleyen kimseye “deli” denilir.

Çirkin fiillerin üçüncüsü, işleyenin yerildiği fiillerdir. Bunlar ancak ilgili örfü bilenlerin vâkıf olacağı fiillerdir ve dolayısıyla bu örfe nispet edilmiştir. Buna yeltenen kimseye “ahmak” denilir. Hayâ sahibinin bu vasıfların varlığından uzak duracağı ve bu tür işlerden yüz çevirmekte imanın hayâya yardım edeceği açıktır. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) “Hayâ, imanın bir şubesidir’’(Buhari,İman,5) buyurmuştur ki kastedilen, hayânın imanın neticelerinden biri olduğudur. Yine Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“İnsanların peygamberlik sözlerinden elde ettikleri hakikatlerden birisi şudur: Utanmıyorsan dilediğini yapın’’(Buhari,Edep,78) Hz. Ali (k.v.) şöyle der: “İnsanlar hayâ elbisesi giyenin kusurunu göremez.” Hayânın da iki tarafının olduğu açıktır, hayânın ifratı korku ve pısırıklık, tefriti ise yüzsüzlük ve arsızlıktır.

 İkincisi sabırlılıktır. Bu, nefisin kötü arzulara tâbi olmaktan korunmasıdır. Yîice Allah buyurmuştur ki: “Buna (bu güzel davranışa) an­cak sabredenler kavuşturulur” (Fussilet, 41/35), “Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en ¿özeliyle mükâfatlarım vereceğiz * (Nahl, 16/96). Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Sabır üzere ol. Bedende başın yeri ne ise imanda  da sabrın yeri odur.”

Bilmelisin ki sabrın iki türü vardır, biri istenmeyene karşı sabırdır, diğeri ise istenen şeye sabırdır. Sabrın bu şekildeki tasnifi, Hz. Ali’den (k.v.) nakledilmiştir. Buna göre sabrın birinci kısmı şecaatin alt dallarındandır ve bu metanet kavramıyla belirginleşmiştir. Sabrın ikinci kısmı ise iffetin alt dallarındandır. Müellif bu farka işarete etmek için birincide elem ve korku veren şeylere karşı direnme ifadesini, İkincide kötü arzulara tâbi olma ifadesini zikretmiştir. Sabrın da iki tarafı vardır, tefriti şehvetperestlik, İfratı da ruhban hayatı yaşamadır.

İnceleyin:  Selçuk Kütük - Endişeye Mahal Yok ''Alıntılar''

 Üçüncüsü arzuları dizginlemektir. Bu, şehvet alevlendiğinde nefsin sükûneti elden bırakmamasıdır. Bunun için de metanet melekesi­nin hâsıl olması gereklidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme” (Hicr, 15/88). Bunun da iki tarafı vardır, tefriti azgınlık, ifratı şehevî duyarsızlıktır.

 Dördüncüsü malını temiz tutmaktır ki buna “hürriyet” de deni­lir. Bu, herhangi bir itibarsızlığa düşmeksizin ve başkasına da zulmet-meksizin malı kazanmaktır. Eserin bazı nüshalarında alçalma anlamında “hevân” kelimesi geçer ki doğrusu burada olan şeklidir. Zira bu kelimeyle bu erdemin tefrit tarafının olumsuzlanması kastedilmiştir ki tefriti, kazan­cın, namusa leke sürme ve kişiliği ayaklar altına alma neticesine yol açan adi işlerden temin edilmesidir. Bunun gibi “zulmetmeksizin” sözü de bu­nun ifratını olumsuzlamak içindir. Bu ise hâneye giren kazancın temizliğine işarettir.

Bu erdemde yapılan harcamanın da temiz olmasına işaret etmek  lazım geldiğinden müellif dedi ki ve nezâhet, bir de onu güzel yerlerde harcamaktır. Bu aynı zamanda cimrilikle savurganlık arasındaki orta bir durumdur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin bir ip alıp da bir demet odun bağlayarak getirip satması ve böylece Allah Tealanın o kulun şerefini şuna buna yüz suyu dökmekten esirgemesi, elbette ister versinler ister vermesinler insanlardan dilenmesinden hayırlıdır’’(Buhârî, “Zekât”, 50)

Hz. Ali (r.a.) demiştir ki: “Bana, dağ tepelerindeki bir kayayı yarmak insanlara minnet etmekten daha hoş gelir.”, “Kendisini değersiz gören, helalinden kazanan, vicdanı temiz, ahlâkı güzel olan, malının fazlasını infak eden ve lüzumundan fazla konuş­mayan kimseye müjdeler olsun!” Nezâhetin iki tarafi vardır, ifratı harcarken  savurganlık ve kazanırken haksızlık, tefriti kazanmaktan aciz olmak ve har­carken cimrilik etmektir.

 Beşincisi kanaattir. Bu, harcamaları yeterli miktarda ya­pıp orta yollu olmak ve yiyecek, giyim kuşam gibi gereçlerde sade olmaktır. Bunun özü, gelir ve gideri dengeleyebilmektir. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman olan, yeterli geçime sahip kı­lman, Allahın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”( Müslim, “Zekât”, 125)

“ Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur”'(Buhari,Rikak,15),”Allah’ın sana verdi­ğine razı ol ki insanların en zengini olasın”(İbn Mace,Zühd,24) “Kanaat tükenmez bir maldır” sözü de Hz. Ali’nin sözlerindendir. Yine Hz. Ali (r.a.) şöyle der: “Mülk olarak kanaat, nimet olarak da güzel ahlâk yeter.” Müeyyidüddın et-Tuğrâî  ise şöyle demiştir:

“Kanaat hâzinesinin üzerine titrenilmez, onu korumak için yardımcı ve dosta ihtiyaç da olmaz.”

Kanaatin de iki tarafı vardır, mal tutkusu tefritidir, geçim temininde açlığa bile yol açabilen tembellik ifratıdır.

 Altıncısı vakardır. Bu, nefsin istenilen şeyleri elde etmede teenniiçinde olmasıdır. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Acele şeytan­dan, teenni Rahmândandır’’(Tirmizi,Birr,65), “Bir kimse teenni ile hareket ederse isabet eder veya isabet edeyazar. Kim de acele ederse hata eder veya hata edeyazar’’(Taberani,Mucemul Evsat,3,259) Çünkü işlerde teenni ile hareket etmek, doğru görüşün ortaya çıkmasına sebeptir,dolayısıyla bu, Rahmânın ilham ettiği şeylerdendir, acele ise bunun zıddıdır ve o da şeytanın ilhamlarındandır. Vakarın da iki tarafı vardır, acelecilik tefritidir, acizlik de ifratıdır.

 Yedincisi uyumluluktur. Bu, nefsin bir güzele ulaştıran şeylere hüsn-i kabul ile boyun eğmesidir, bu güzel şey dinen, aklen ya da örfen  olabilir. Buna “itaatkarlık” da denilir. Bunun özü nefsin sayılan türdeki fi­illeri kolaylıkla yapabilmesidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ona yumuşak söz söyleyin (Tâhâ, 20/44), “Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi” (Âl-i îmrân, 3/159). Tevrat’ta ise şöyle geçer: “Uyumluluk her hikmetin başıdır.”

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “ Uyumluluktan mahrum olan hayırdan mahrum olur”(Müslim,Birr,74), “Şüphesiz Allah refiktir, uyumlu olmayı sever”(Müslim,Birr,77) Katı yüreklilik ve kabalık tefrit bakımından, hayır demekten aciz olmak ise ifrat bakımından bu erdemin iki tarafıdır.

 Bilmelisin ki bazı bilginler iffetin şubelerini on iki yapmış, uzlaşıyı da bunlardan biri olarak saymış ve onu, nefsin görüşlerin çeliştiği durum­larda gücü yettiği oranda hoşgörülü davranması şeklinde tanımlamışlardır. Ancak bu da nihayetinde uyumluluk erdemine tâbi olduğundan -Allah rah­met eylesin- müellif ona yer vermemiştir.

 Sekizincisi hâl ve gidişçe iyi olmak, yani iyi bir yol üzere olmaktır.Bu, nefsin kendisini yetkinleştirecek şeylere rağbet etmesidir. Bu eğer din kurallarına göre ise ne âlâ, yok eğer akıl ve örf temelinde ise böyle bir yo­lun dine aykırı olmaması gerekir. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

“ Hâl ve gidişçe iyi olmak, teenni ve itidal peygamberliğin yirmi dört cüzünden biridir ”(Tirmizi,Birr,66) Bunun da iki tarafı vardır, iyi sayılan şeylerden geri durmak tefri­tidir, ifratı da iyi sayılan şeyleri elde etmede zihnin hinlik yapmasıdır.

Dokuzuncusu vera‘dır. Bu, din, akıl ve mürüvvede örtüşen güzel fiillere sıkı sıkıya tutunmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Gerçek­ten müminler kurtuluşa ermiştir; onlar ki, namazlarında huşû içindedirler, (…) işte, asıl bunlar vâris olacaklardır” (Mü’minûn, 23/1-2, 10). “İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar ’ (Rûm, 30/44). “Vera’dan daha güzel bir sığınak yoktur.” sözü Hz. Ali’nin sözlerindendir. Veranın da iki tarafı vardır, günahkârlık tefritidir, ruhbanca yaşam da ifratıdır.

 Onuncusu düzenliliktir. Bu, işlerin maslahatların gereğine göre takdir edilip bunun gerektirdiği sıraya göre uygulanmasıdır. İşlerden maksat, yaşamın sürdürülmesini sağlayan şeylerdir. Bunların takdir edilmesi ile kastedilen, bu işlerin külli faydalara göre tasavvur edilmesidir. Bunların sıraya konulması ile kastedilen ise külli bakışın kişiye beliren küçük faydalar halinde uygulamaya konmasıdır. Hz. Ali (r.a.) demiştir ki: “Ölçülü ol ama kısıcı olma”, “Tedbir gibi akıl yoktur.” Düzenliliğin tefriti ihmalkârlık, ifratı pimpiriklik şeklinde iki tarafı vardır.

On birincisi cömertliktir. Bu, verilmesi gerekli olan şeyi, verilmesi gerekli olana verilmesi gerektiği şekilde vermektir. Bağış ile sarfedilen yerin niteliğine dikkat edilmelidir ki ikisi arasındaki uyum gözetilmiş olsun. Yine bağış yapılan yerin hakedişine göre bahşedilen  miktara da dikkat edilmelidir ki böylece ikisi arasındaki uyum gözetilmiş olsun. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız 9 (Bakara, 2/110), “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır 9 (Bakara, 2/261), “Allah yolunda harcayın. (…)  ‘’Yaptığınızı güzel yapın; Allah güzel yapanları sever’’ (Bakara,195)

Resûl-i Ekrem de (a.s.) şöyle buyurur: “Cennet cömertlerin yurdudur’’, “Cömert câhil bana cimri âbidden daha sevimlidir’’, “Her gece iki melekten biri, ‘Ey Allahım, infak edene sen bir bedelini ver’’ der, diğeri de ‘’Ey Allah’ım, sen infak etmeyenin malına telef ver’’ der. Hz. Ali (r.a.) der ki; “Dar elle ihsan edene  bol elle ihsan edilir.” Cömertliğin tefriti cimrilik, ifrati da savurganlık olmak üzere iki tarafı vardır.

İnsan nefsinin erdemlerinden olan adalet diğer erdemleri, yani hikmet, şecaat ve iffetten ibaret olan üç erdemi birleştiren erdemin adıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever ’ (Hucûrât, 49/9), “Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davramş)tır” (Mâide, 5/8), “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği emreder ’ (Nahl, 16/90).

Resûl-i Ekrem (a.s.) ise şöyle buyurmuştur: “Aranızda adaletli davranmakla emrolundum!’’ Hz. Ali der ki: “Adaletli bir yaşantı taşkınlıkları yok eder.” Adaletin cinsi konumundaki erdemler, sayılan üç erdemdir, onun alt erdemleri ise sayılamayacak kadar çok ve sınırlandırılamayacak miktardadır. Fakat müellif alt erdemlerin en belli ve açık olanlarını zikretti. Ve onun, yani adaletin, sayıları on dört olan alt erdemleri vardır.

İnsan nefsinin erdemlerinden olan adalet diğer erdemleri, yani hikmet, şecaat ve iffetten ibaret olan üç erdemi birleştiren erdemin adıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever ’ (Hucûrât, 49/9), “Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davramş)tır” (Mâide, 5/8), “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği emreder ’ (Nahl, 16/90). Resûl-i Ekrem (a.s.) ise şöyle buyurmuştur: “Aranızda adaletli davranmakla emrolundum!’’ Hz. Ali der ki: “Adaletli bir yaşantı taşkınlıkları yok eder.” Adaletin cinsi konumundaki erdemler, sayılan üç erdemdir, onun alt erdemleri ise sayılamayacak kadar çok ve sınırlandırılamayacak miktardadır. Fakat müellif alt erdemlerin en belli ve açık olanlarını zikretti. Ve onun, yani adaletin, sayıları on dört olan alt erdemleri vardır.

 İlki dostluktur, bu müellifin önce herhangi bir çıkarın karış­madığı, yani kendisi için istediğini dostu için de istediği sözüyle açıkladığı, sonra ve iyi şeylerde başkasının öne alındığı ile kayıdadığı halisane sev­gidir. Zira halisâne sevgi, ancak neticesi sayesinde görünür olan içsel bir durumdur ve o netice de daha önce sözü edilen isârdır ki isârın anlamını daha önce öğrenmiştin. Müellifin burada iyi şey ile muradı maldır. Nitekim “Eğer bir hayır bırakacaksa (…)” (Bakara, 2/180) âyetinde geçtiği gibi “hayır” mal anlamında, “O, hayır sevgisine aşırı derecede düşkündür” (Âdiyât, 100/8) âyetinde hayır sevgisi ise mal sevgisidir.

İnceleyin:  Erdemleri Korumanın 4 Yolu

Müellif [hayr kelimesini] malın sı­nıflarını dikkate aldığından dolayı çoğul zikretmiştir. Dostluk (sadakat) ile halisâne (sadıka) kelimeleri arasındaki farkı bilen kimse, kısır döngüye dü­şüldüğüne dair bir soru yöneltmeyi aklına getirmez. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullan kardeş olunuz”(Buhari,Edeb,57-58) “Nerede benim celâlim için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireyim’’(Müslim,Birr,37) sözü de kutsi hadislerdendir.

Şu da Hz. Ali’nin sözlerindendir: “İnsanların en acizi, dost edinmekten aciz olandır. Ondan daha acizi ise, kazandığı dostları kaybedendir.” Bilmelisin ki adalet; hikmet, şecaat ve iffetin birleşmesinden ibaret olduğundan adaletin alt erdemlerinin ifrat ve tefritleri bu erdemlerin zıtlarıdır. Öyle ise bunlar için diğerlerinin alt erdemlerinin her biri üzerinde düşün.

 İkincisi kaynaşma, gündelik hayatın idaresiyle ilgili yardım­laşıp fikir birliği etmektir. Bu, onun bir gereği olan istişareye dayanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, gönüllerinizi kaynaştırmıştı ve Onun nime­ti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz (Al-i lmrân, 3/103). Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ruhlar toplu bir cemaattirler. Onlardan birbirleriyle tanışanlar ülfet ederler?(Buhari,Enbiya,1) Hz. Ali de der ki: “Mümin, ülfet eden ve kendisi ile ülfet edilendir.”

 Üçüncüsü vefa, üç otorite olan din, akıl ve örf nazarında kötü sa­yılmayan hususlarda paylaşımcılık yolunu tutmak ve ortakların ev, mal ve nesepte ahitlerini korumasıdır. Yüce Allah şöyle buyurur: “ Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir’ (Isrâ, 17/34),

“Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim sözünü yerine getirir ve kötü­lükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever” (Al-i lmrân, 3/76).

 Dördüncüsü sevilme çabası, gereğini yaparak kendisi gibi olan­ların ve faziletli kişilerin, sevgisini kazanma isteğidir. Bu, güzel karşılama vb. insanların sevgisini gerektiren, özetle herkese uygun olan şeylerle olur. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “İnsanların sevgisini kazanmak aklın yarısıdır” (Kelebazi,Bahrul-fevaid,syf;159)Hz. Peygamberin sözlerinden biri de şudur: “ Kardeşini güzel bir yüzle karşılaman iyiliktendir”(Buhari,Edebül Müfred,s;114)

 Beşincisi iyiliğe karşılık verme, yapılan bir iyiliğe aynıyla veya daha fazlasıyla karşılık vermektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın yahut aynı ile karşılık verin” (Nisâ, 4/86). Hz. Peygamber de (a.s.) “Kime bir iyilik yapılmışsa ona bir karşılık versin, eğer buna gücü yetmezse iyilik yapanı hayırla ansın, çünkü kişi kendisine iyilik edeni hayırla andığı zaman ona teşekkür etmiş olur.” buyurmuştur.(Hanbeli,Müsned,XII,142)

 Altıncısı ticarî dürüstlük, malî muamelelerde adaleti, yani hak­kı hukuku gözetmektir. Allah Teâlâ buyurmuştur ki: İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!’ (Mutaffifîn, 83/1-3). Yine Yüce Allah “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin’ (Bakara, 2/188), ve bir başka âyette de “ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin (Hûd, 11/85) buyurmuştur.

 Yedincisi hakkı güzellikle ödeme, kişinin üzerinde olan hakların karşılığını vermede pişmanlığı ve başa kakmayı terketmektir. Başa kak­ma, “Ve başa kakmak ve incitmek suretiyle yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkar­mayın’ (Bakara, 2/264) âyetiyle dinen, “Başa kakma yapılanı yıkar.” sözüyle de aklen kötülenmiştir. Pişmanlık da böyledir, zira yapılan hayırdan pişman­lık duyma mürüvveti yok eder. Hakkı güzellikle ödemenin övülüyor olması şu âyet iledir: “İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?’ (Rahmân, 55/60).

 Sekizincisi sıla-i rahim, kişiye dünyalık getirisi olan iyi şeyleri yakın akrabalar ile paylaşmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur. “ Onlar Allahın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetenlerdir’ (Ra‘d, 13/21), “(…) jyakın­lara, sevdiği maldan harcar” (Bakara, 2/177). Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle buyurur: “Ey insanlar! Selamı yayın, yemek yedirin ve akrabaları gözetin.”'(Tirmizi,Er’ime,45) Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah’a yapılan ibadetlerde akra­balık ilişkilerini sürdürmekten daha çabuk sevabı verilen hiçbir şey yoktur.”(Kuzai,Müsnedüş Şihab,2,27)

 Dokuzuncusu merhametli olmaktır ki bu, bir mazluma ulaşmasın diye hoşlanılmayan şeyleri insanlardan uzaklaştırmaya gayreti hasret­mektir. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz karde­şinin aynasıdır; öyleyse onda bakana eziyet verecek kötü bir hal görürse, onu gidermeye çalışsın ’(Tirmizi,Birr,18), “Mümin müminin aynasıdır, onu düşünürek ihtiyacını giderir ve onun durumuna tahammül eder”(Ebu Davud,Edep 49) Yine Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin. ‘’(Ebu Davud,Edep,58)

 Onuncusu arabuluculuktur, bu, arayı düzeltmek, her iki tarafı da gözeterek insanlar arasındaki düşmanlıkları ortadan kaldırmak suretiyle arayı bulmaktır. Allah Tealâ şöyle buyurur: “Kardeşlerinizin arasını düzel­tiri’ (Hucûrât, 49/10), “ O halde Allah’tan korkun, aranızı düzeltin’’ (Enfâl, 8/1), 5 bir başka âyette de “ Onların fisıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen(in fisıldaşması) müstesna’’ (Nisâ, 4/114) [buyurmuştur].

 On birincisi tevekkül, insan gücünün yetmeyeceği şeylerde ça- balamayı bırakmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter” (Talak, 65/3), “Eğer müminler iseniz ancak Allah’a tevekkül edin” (Mâide, 5/23). “İnsan gücünün yetmeyeceği şeyler” ile kaste­dilen, sebeplerin sonuçlandır. Şöyle ki sebepler insan gücünün sınırları dâ­hilinde olan şeyler zümresindendir, imkân ölçüsünde sebeplere başvurduk­tan sonra sebeplerin sonuçlarını Allah’a havale etmek, işte tevekkül budur. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) “Deveyi bıraktım ve Allaha tevekkül ettim” diyen bir bedeviye şöyle demiştir: “Önce deveni bağla, Allah’a öyle tevekkül eti'(Tirmizi,Kıyame,60)

Bu hadis göstermektedir ki tevekkül sebeplere başvurmayı terketmek değildir, aksine bazen sebeplere riayet etmemek, yasaklanır. Tevekkül, olağan sebeplere başvurduktan sonra sebeplerin sonuçlarını Allah’a havale etmektir, zira, âdeten sonuçlar sebeplerini izlese de sebeplerine uymayabilir.

Şayet, sonuçların sebepleri izlemesi daimî ise sonuçların sebeplere uymama­sına “olağandışılık” denilir. Şayet izleme çoğunlukla ise sonuçların sebeplere uymamasına “nadirât” denilir. Eğer sebep-sonuç ilişkisindeki uyumsuzluk azlıkla gerçekleşiyorsa buna da “olağanlık” denilir. Tevekkülün hakikati üzerine bu söylediklerimiz, çoğunluğun görüşüdür.

Allah’ın kendilerini koruduğunun dışındakiler tevekkülün hakikati hakkında yanılmıştır, bu korunanlar da sayıca azdır. Çünkü eğer tevekkül sadece olağan sebeplere başvurup sonuçlarını yaratıcısına havale etmek olsaydı Eş’arîlerin tümü, hat­ta meslek sahipleri ve tâcirler tevekkül eden iyi insanlar olurdu ve tevekkül tek tek birtakım seçkin kullara mahsus olmazdı. Aksine tevekkül, başlangıç seviyesindekiler için sebep olarak vehmedilen şeylerde derinleşmekten geri durmaktır, bilgide derinleşenler için ise zannî sebeplerin terkedilmesidir.

Sonuca dair kesin sebeplere gelince bunlar hiçbir durumda terkedilmez, aksine bunları terk etmek, şayet üç şeyden, yani can, mal ve namustan bi­rinin mutlak sûrede zarara uğramasına yol açarsa, ahmaklık, çılgınlık hat­ta günah olur. Tevekkülün tahkiki derecede açıklamasını Risâletuş-Şifâ es edvâi’l-vebada yaptık.

 On İkincisi teslimiyet, Allah Teâla’nın emrine boyun eğmek ve açık bir şekilde insanın tabiatına ve maslahatına uymayan hususlarda iti­razı bırakmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullen­medikçe iman etmiş olmazlar’’ (Nisâ, 4/65).

 On üçüncüsü rıza, nefsin başına gelen musibetler ve elden kaçırdığı iyi şeyleri bir etkilenme olmaksızın hoş karşılamasıdır. Bazen “Bir etkilenme olmaksızın” ifâdesinin telafi amaçlı olarak ilave edildiği söylenir,ancak gönül hoşnutluğu itirazı terketmek şeklinde açıklanırsa buna ihtiyaç vardır. Çünkü bu anlamda gönül hoşnutluğu, etkilenme olmamaktan geri kalabilir ve bu durumda rıza olmaz. Evet, gönül hoşnutluğu nefsin arzuladı­ğı şeye muhalefet etmemek şeklinde açıklanırsa bu, etkilenmenin olmaması­nı gerektirir. Fakat müellif birinciyi tercih etmiştir. “(Allah bunu) elinizden  çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır’ (Hadîd, 57/23).

 On dördüncüsü kulluk, Allah Teâla’yı ve peygamberler, evliyâ ve imamlar gibi ehlullahtan olanları yüceltmek ve O’nun şer‘î emirle­rine uymak ve şer‘î yasaklardan da uzak durmaktır. Bil ki ilimleriyle âmil  olan âlimler de Allah’ın ehlindendir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdular: “Ehl-i Kuran Allah’ın ehli ve O’nun has kullarıdır.’ (İbn Mace,Mukaddime,16)Alimlerle kastedilen tefsir ve hadis âlimleri olup bunlarda olan şeyleri uygulayanlar ve iyiliği tavsiye edip kötülüğü engelleyenlerdir, hükümdarların ve devlet başkanlarının yarenleri olan kötü âlimler değil.

Allah Teâlâ kulluk hakkında şöyle buyurmuştur: “O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et’’ (Zümer, 39/2), “Ve sana yakîn” yani ölüm “gelinceye kadar Rab bine kulluk et’’ (Hicr, 13/99) Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’a itaat edin. Peygam­beri ve sizden olan ulul-emre (idarecilere) de itaat edin” (Nisa, 4/59). Ayrıca  bilinmelidir ki ibadetin afeti riyadır ve ondan kaçınmak lazımdır. Nitekim Allah Teâlâ “İnsanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler” (Nisâ, 4/142) buyurmuştur. Hz. Peygamber de (a.s.) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ, içinde zerre ağırlığında riya olan bir ameli kabul etmez.” Hz. Ali (r.a.) da şöyle der: “Riyâkârın dört alâmeti vardır. Yalnız iken tembel,beraber iken gayretlidir, övüldüğü zaman daha fazla çalışır, yerildiği zaman çalışmasını azaltır.” En iyisini Allah bilir.

Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşköprülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir