Öz mü Kabuk mu?

ceviz Öz mü Kabuk mu?

Esas muhafaza edeceğimiz anlamdır, ruhtur fakat özü kabuktan ayrı düşünemeyiz. Öncelik ve sonralık da veremeyiz. Bir bütündür. Esas olan özdür, kabuk özü korumak içindir. Kabuk  olmazsa öz zayi olur. Bu yüzden, kabuğu temsil için üretilmiş sembolleri de muhafaza etmek gerekir. Diyelim ki siz, Islâm tasavvufunun hilâfet makamlarıyla ilgili bazı rûhânî tecrübeler  elde edersiniz. Bunun dıştaki sembolizmi olarak da başınıza bir taç giyersiniz. Dersiniz ki, bizim alâmetimiz bu. Biz de eyvallah deriz, itiraz etmeyiz. Ama siz kendinizi tanıma yolunda çaba sarf etmezseniz, sağa sola tevhid saçmak, birlik saçmak yerine tefrika dağıtırsınız. Sağa sola ikilik, üçlük, beşlik, ayrılık gayrılık,senlik benlik saçarsanız başınızdaki tâcın boyu beş metre olsa,  sardığınız sarık üç yüz metre olsa ne fayda! Yunus Emre’nin o  melâmet neşesiyle “Dervişlik olaydı taç ile hırka” demesi, çarşıda pazarda satılan bir kumaş parçası olsaydı, biz de alır, başımıza takar ve insan-ı kâmil olurduk, anlamında. Yoksa hırka yoktur, takke boştur, anlamında değil.

 

Sûfilerin Yöntemi İçten Dışa Doğrudur

Demek ki tarihte de günümüzde de bazı insanlar, bazı formlar giymek suretiyle “Ben oldum/’ diyebilmekteler ya da tam tersi “Ben oldum.” demek için bazı formları çıkarabilmekteler. Burada sûfîlerin yöntemi, tamamen içten dışa doğru bir bakış açısıdır, iniş, tecelli içten dışa doğrudur. Çıkış, dıştan içe doğrudur. Dolayısıyla bir şeye hükmedebilmemiz için onun dıştaki görüntüsünden içine doğru bakarız. Buna tasavvufta, sîrettensûrete geçiş, denir.

Sûretten sîrete, sîrettensûrete iniş çıkışlar söz konusudur. Ama İlâhî göz, yukarıdan aşağıyadır yani sîrettensûrete doğrudur. Allah gözüyle olaylara bakmak istiyorsanız, içten dışa doğru ba­kacaksınız. Kul gözüyle nazar ettiğimiz zaman, biz olaylara hep dıştan içe doğru bakarız. Böyle de bakmak zorundayız, çünkü biz o İlâhî dereceleri henüz elde edememişsek zâhirle, gördüğümüzle hükmetmek durumundayız. Bu çok doğaldır.

İnceleyin:  Kadınların,Uhrevi Hayatlarını Dünya Malı Uğruna Berbat Edecek Ortamlardan Uzak Durmaları Farzdır

 

İyiliğin ve Kötülüğün Kalıcılığı

Gördüğümüzle hükmetmek, içten dışarıya bir geçiş olduğunun da göstergesidir. Kemâli elde etmek bir saatlik, iki saatlik hadise değildir, onda devamlılık şarttır. Yani siz bir gün, bir saat veya beş saat çok iyi bir insan olun. Çok iyilikler yapın, çok ibadetler edin ama sonra bırakın. O beş saatin feyzi size hemen tesir etmez. Eğer iyi bir insan olmak istiyorsanız, iyiliğin sizde oturması ge­rekiyor. Oturması için de devamlılık lazım. Devamlılık olunca, o şey artık sizin kimliğiniz haline geliyor. Kötülük için de bu söz konusudur. Onun için İslâm’da bir kötülüğü, bir günahı, yasak bir şeyi bir kere yapmışsamz ve onun akabinde de pişmanlık duymuş, özür beyan etmişseniz, o kötülük sizde çok yer etmez. Ama günahlarda ısrar edilirse, o zaman “aura yırtılması” denilen fizik beden yıpranması gerçekleşmektedir.

 

Allah’ı Anlayacak Tek Varlık İnsandır

Nasıl bir bebek, anne karnında bir su, bir zar içindeyken dün­yaya gelebilmek için o zarı yırtmak durumunda kaldıysa, her insan, doğduktan sonra da bir zar, bir fanus içinde yaşamaktadır. Bu “aura” dediğimiz bir koruma alanıdır, bir zırhtır. İnsan o alanı düşünceleri, niyetleri ve eylemleriyle besler, bir renk verir. Arifler baktıkları zaman, insanların etrafındaki zarla o kişinin hangi hal üzere olduğunu görürler. İşte o zarı yırtmamak gerekiyor. O zar, koruyucu bir zar. İnsan manevî bir varlık, kutsal bir varlık, Allah’ın bir emaneti. Allah’ın bahşettiği en mükemmel varlık,insan. Allah’ı anlayabilen tek varlık. Bu büyük bir imtiyaz veriyor insana. Allah, insanı nasıl sevmesin ki! Allah insana müştak, Allah insanı çok seviyor. Allah insana meylediyor. Neden meyletmesin ki? Varlık planında Allah’ı anlayabilecek tek insan. O’na dost olabilecek yegâne varlık insan. Zaten kendine dost olsun diye yaratmış bizi. Ama biz yaramazlık yapmışız, haylazlık yapmışız, o ayrı bir şey. O seninle konuşmak istiyor, seninle beraber olmak istiyor, biz ise başka işlere dalıyoruz.O da diyor ki: Yapma böyle. “Ahdine sadık ol. Baştan seninle nasıl anlaşmıştık, nasıl konuşmuştuk? Söz vermiştin öyle değil mi? Belâ, demiştin, tamam demiştin, eyvallah demiştin ama şimdi sözünde durmuyorsun”… “Akitlerinizi, sözünüzü yerine getirin’’ der Kur’ân-ı Kerîm.

İnceleyin:  Modern Müslümanın En önemli Problemi Kimlik Arayışından Uzaklaşmasıdır

 

Mahmud Erol Kılıç,Tasavvuf Düşüncesi

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir