Müslüman’ın Temel Vasfı

images-3 Müslüman’ın Temel Vasfı

Islâm insanını yetiştirmek ve örnekleştirmek Sünnet’in baş hedefidir. Binaenaleyh, herşeyden önce inançların biçimlendirdiği­ni kabul ettiğimiz giyim-kuşam konusuna Sünnet’in eğilmesi, İs­lâm kişiliğinin hayata yansıması ve kendine has sosyal çevreyi oluşturması bakımından pek tabiîdir. İslâm’ın bu noktadaki mesa­jının uygulama alanına çıkması ancak bu yolla mümkün olacaktır.

İslâm insanı”nın temel vasfı, “Allah’a kul” oluşudur. Bu vasıf, her sahada korunmaya alınmıştır. Giyim-kuşamla ilgili emirler, tav­siyeler ve kısıtlamalar da hep bu temel vasfın gerektirdiği şekil, boyut ve muhtevayı tayin eder. İslâm insanının bu ana özelliği dik­katten kaçırılacak olursa, diğer konularda olduğu gibi, giyim- kuşam mevzuunda da alınan tedbirlerin ve verilen emirlerin doğru olarak değerlendirilmesi güçleşir, hatta imkânsız hale gelir.

Meselenin özünü teşkil eden bu ana noktayı böylece vurgula­dıktan sonra sanıyorum şimdi, “Allah’a kul” olma temel vasfı için­deki müslümana sünnetin getirdiği giyim-kuşam prensip, şekil ve kısıtlamalarını belli bir sıra ile özetleyebiliriz.

 

GENEL GÖRÜNÜM

Eskiden olduğu gibi bugün de giyim-kuşam bir beceri, hatta bir “sanat” özelliği taşımaktadır. Herhangi bir sanat eseri ise; iman, ilim, fikir, ihtiyaç, konu, iklim, zevk, usûl, an’ane, zaman, mekân, malzeme, imkân, şahsiyet ve tevfik (yani ilham) gibi önemli esas ve şartlara uygunluğu oranında değer kazanır.

 

Tabiîlik, Sadelik ve Temizlik

Sünnet, böylesine bir san’at özelliği taşıyan (giyim-kuşam ko­nusunda öncelikle, erkek ve kadınların yaratılıştan sahip oldukları hususiyet ve farklılıklarını koruyacak tabiîlik aramakta, meseleye temizlik vesilesi olarak bakmaktadır. Bunun içindir ki fıtrat gereğidir, diye sıralanan on konu içinde, insan bedeninin sadece görü­nen kısımları değil, görünmeyen mahrem bölgelerin temizliğine de yer verilmiş ve azamî süre olarak 40 günlük bir vakit bile tayin edilmiştir.(bk.Müslim,Tahare,56,Ebu Davud,Tahare 25)

Sünnet, tabiî ve sade bir görünümden yanadır. Saç ve sakalların dağınıklığını, kılığın pejmürdeliğini hoş karşılamaz. Saçın-sakalın bakımının yapılması değişik olaylarla bizzat Hz. Peygamber tara­fından istenmiştir. Meselâ: Ata b. Yesâr diyor ki; “Rasûlullah mesciddeyken, saçı-sakalı birbirine karışmış bir adam çıkageldi. Rasûlullah, eliyle saç ve sakalını düzeltmesini işaret buyurdu-. Adam da düzeltip geldi. Rasûlullah (s.a.): “Herhangi birinizin şey­tan gibi saçı-başı dağınık dolaşmasından bu hal daha güzel değil mi?” buyurdu.(Mişkatul Mesabih,II,1271)

Cebrail (a.s.)’ın, ashâb-ı kiram tarafından görüldüğü; yani, insan kılığında Hz. Peygamber’e geldiği zamanlarda pınl pırıl bir görü­nüm sergilediği, saçlarının siyah mı siyah, elbisesinin beyaz mı be­yaz olduğu, üstünde-başında en küçük bir leke ve dağınıklık bu­lunmadığı Cibril hadisi’nde kaydedilmektedir.(Müslim,İman,1,5) Ayrıca Peygamber Efendimizin “Elbiselerinizi düzeltin!” emri de bulunmaktadır.(Ebu Davud,libas,25)

Yine, dağınık bir şekilde Rasûlullah (s.a.)’a gelen bir adama Hz. Peygamber (s.a.v.); “Malın var mı? Halin vaktin nasıl?” diye sor­muştur. Adamın her türlü malî imkâna sahip olduğunu bildirmesi üzerine de;

“O halde üzerinde görülsün. Allah, kuluna verdiği nimetin ese­rini görmeyi sever, pejmürdelikten hoşlanmaz!” buyurmuştur.(Mecmeuz-Zevaid,V,132) Bir başka sahâbî de Resûlullah’ın, kendisine hitaben, “Allah sana mal verince eseri üzerinde gözüksün!” buyurduğunu haber vermiştir.(Nesai,Ziyne,57)

Bu konudaki hadislerde, biri istenen (“matlûb”), diğeri istenmeyen (mezmûm”) iki zıd husus birlikte yer almaktadır:

 Birincisi: Cimriliğin ve pintiliğin terki. Hiç kuşkusuz bu, herkesin özel durumuna göre tayin edilecektir. Padişah için cimrilik sayılan,herhangi bir fakir için israf olabilir.

 İkincisi ise: Gösteriş, elbise ile tefâhur ve fukaranın kalbini kırma meselesidir. Hüner, bu iki hususu birleştirebilmektedir.

Bir başka hadiste de “Elbisesinin temizliği ve aza razı olması müslümanın, Allah katındaki üstün değerinin işareti” (Mecmau’z-zevâid, V, 132.)sayılmıştır.

Yarı-traşlı bir çocuk gördüğü zaman da Hz. Peygamber, “Ya tamamen traş edin, yahut tamamen saçlarını bırakın!” (Nesâî, ziyne 57; Ebû Dâvûd, tereccül 14.)

buyurmuş, -bizim perçem dediğimiz şekilde-, başın herhangi bir yerinde bir tutam saç bırakılmasını hoş karşılanmamıştır. Perçem ya da tepede bir tutam saç bırakmak, şeytanın görüntüsü ve bir çeşit müsle ola­rak değerlendirilmiştir. Saçı olanın ona ikram etmesi ve “arada bir” taraması tavsiye edilmiştir. (Bk. Tirmizî, libas 27).Saç ve sakal tuvaleti için ayna karşı­sında saatlerin öldürülmesine müsaade edilmemiştir.

Ayrıca “Peygamber sünneti” olan sakalın uzatılması ve bıyıkla­rın mümkün olduğu kadar kısaltılması, böylece de bunun tam ter­sini yapan müşriklere muhalefet edilmesi istenmiştir. (Müslim, tahâre 54; Buhârî, libas 64.)

Hz. Ali’nin bildirdiğine göre, kadınların saçlarını kökünden ka­zıtmaları, (Mişkât, 2, 1271.) peruk takmaları (Nesâî, Talak 13; Ahmed b. Hanbel,) yasaklanmıştır. Abdullah İbn Mes’ud (r.a.); “Allah’ın yarattığı şekli bozarak yüzlerinin, ve kaşlarının kılla­rını alan, seyrekleştiren, cildine dövme yapan kadınlara lanet eder­ken Hz. Peygamber’i dinlediğini” haber vermektedir. (Nesai, ziyne 27.)

Gözlere sürme çekilmesinin görmeyi kuvvetlendireceği ve kir pikleri besleyeceği için tavsiye edildiğini de burada hatırlamak ye

rinde olacaktır.(Ebu Davud,Libas,13)) Saç şekli olarak Hz. Peygamber’in önceleri ehl-i kitabın yaptığı gibi saçlarını tabiî istikâmetlerinde salıverdiği, müşriklere muhale­fet ettiği daha sonra ise, müşriklerin müslüman olması ve fakat ehl-i kitabın kendi dinlerinde direnmeleri gerçeği karşısında, bu şekli terkederek eski müşrik, yeni müslümanlar gibi saçlarını ikiye ayırarak taradığı ve ehl-i kitaba muhalefet ettiği bildirilmektedir.(Buhari,Libas,70)

Kadınların saçlarını belik yapmaları, deve höngüçleri gibi tepe­de toplamamaları da değişik hadis-i şeriflerde vurgulanmaktadır.

 

Cinsler Arası Farklılık

Bir defa daha altını çizerek belirtelim ki İslâm toplum hayatında kadın ve erkeğin fazileti, aslî yaratılışlarını korumalarına bağlıdır. Hilkatin ve tabiatın zıddına hareket edenler lanetlenmişlerdir. Hil­katin cinsler arasında belirlediği farkların korunması öncelikle ve ısrarla istenmiştir. Aslında cinsler de birbirlerinin hususiyetlerine bürünmekten değil, karşı cinsi kenedine özgü özellikleri içinde görmekten hoşlanırlar. Kadın-erkek çiftinin bir araya gelmesinden sağlanacak bütünlük de ancak bu takdirde gerçekleşebilir.

Bu yüzden sünnet hayalci değil, gerçekçidir. Bu sebeple de Hz. Peygamber, kendisini karşı cinse benzetmeye çalışan, birbirlerinin giyim tarzlarını benimseyen erkek ve kadınlara lânet etmiştir.(Buhari,Libas,61) Hatta o (s.a.) bu konudaki bir talimatında kendini kadınlara benze­ten erkeklerin evlerden uzaklaştırılmasını emretmiş ve kendisi de Enceşe adındaki muhannes bir şahsı bu yüzden kovmuştur. Hz. Ömer’in de ismi tesbit edilemeyen bir kişiyi aynı sebepten kovduğu bildirilmektedir.(Buhari,Libas,61-62)

Bir keresinde de Hz. Peygamber kendisine, yazılı evrak uzatan elifi, erkek eli mi, kadın eli mi olduğunu sormuş; kadın eli olduğu cevâbını alınca; “Kadın olsaydın, tırnaklarına kına yakardın!”(Nesai,Ziyne,18) bu­yurmuştur. Böylece, cinsiyet farkının gerektirdiği tabiî ve normal süsün ihmal edilmemesini istemiştir.

Ümmü Seleme validemiz diyor ki, başım örtülü iken Rasûlullah yanıma geldi ve “Bir kere, iki kere değil” buyurdu. (es-Sâ’âti, Minhâtu’l-ma’bud, I, 357, dn. 1.; Ebû Dâvûd 35.)

Yani baş örtü­sünü bir kere dolandır, iki kere değil. Aksi halde erkeklerin sarığına benzer, demek istemiştir.

Hatta cinsiyet farkının, kullanılacak koku ve parfümlerde de ko­runmasını tavsiye etmiştir: Kadınların kokularının rengi belirgin, kokusu hafif olması; erkek kokularının ise, rengi hafif, kokusu nisbeten daha belirgin olması uygun görülmüştür. (Nesâl, ziyne 32.)

Hz. Peygam­berin bizzat kendisinin renksiz misk ve anber süründüğü kayde­dilmiştir.(Nesai,Ziyne,31) Onun güzel kokuyu sevdiği de bilinmektedir. (Nesâî, işretü’n-nisâ 1)

Kadın kokularının hafif olması tavsiyesinin ne kadar yerinde ol­duğu bugün herhalde daha iyi takdir edilmektedir. Sünnet bu ko­nuda oldukça hassasiyet göstermiş, parfüm kullanmış olarak ka­dınların bilhassa yatsı namazında mescide gelmemeleri tenbih edilmiştir. (Müslim, salât 30)Sahabîlerin tatbikatı da aynı tarzda olmuştur. Bir gün Ebû Hureyre (r.a.) koku sürünmüş olarak mescide giden bir kadına rastladı ve “Ben, Resûlullah’ı (s.a.), mescide koku sürünerek gelen kadınlar, cünüblükten yıkanır gibi yıkanmadıkça Allah onların na­mazlarını kabul etmez, buyururken dinledim. Haydi şimdi evine dön!” dedi’’(Ebû Dâvûd, tereccül, 7)

Buhârî ve Müslim’in ortaklaşa rivayet ettikleri bir hadiste de Hz. Aişe validemiz şöyle demektedir: “Resûlullah (s.a.) kadınların yeni yeni çıkardıkları modaları görseydi, Benî İsrail kadınlarının mene­dildikten gibi onları mescidlerden mutlaka alıkordu.”(Buhari,Eazan,163)

Bugünkü durumda herhalde “semtine bile yaklaştırmazdı” de­mek gerekir.

Cinsiyet farkına riâyet prensibini, ipek ve altının erkeklere ya­saklanmasında da görmekteyiz. Zira bunların, kadınlar için giyim ve zînet eşyası olduğu belirtilmiştir.

Aslında altının da, ipekli elbisenin de başlangıçta Hz, Peygam­ber tarafından kısa bir süre kullanıldığı, altın yüzüğü “Bundan böy­le asla bir daha takmayacağım”,(Buhari,Libas,12) ipekli elbiseyi de “bu, takva sa­hiplerine yakışmaz” buyurarak çıkardığını görmekteyiz. Daha son­raları, parmağında altın yüzük bulunduran erkekleri avucunda ateş tutmak (gibi tehlikeli bir iş yapmakla korkutmuş, ipek giyenleri de “âhirette giyemeyeceklerini”(bk.Mirkatül,mefatih,IV,419) duyurarak “onların cennetteki giye­cekleri ipektir.”(Hacc,23) âyetinin verdiği müjdeden mahrum kalmamaları için ikazda bulunmuştur.

Altın küpe ve kolye takmaktan men ettiği bir kadının, İyi ama, bir kadın kocası için süslenmezse, kocası yanında kıymeti olmaz.” demesi üzerine Hz. Peygamber: “Öyleyse, gümüş küpe yaptırır, za’ferân yahut miskte sarartırsın!”(Nesa,ziyne,39) buyurmuştur. Bu, altının erkek­lere yasaklanmasında ahlakî sebep yanında ekonomik sebebin de mevcudiyetini göstermektedir. Zaten kadınların zînet olarak kulla­nacakları altın da öyle kilo işi olmayacaktır. Küçük parçalar halinde (mukattaa) olacaktır.

îpek elbise giyimi konusunda Hz. Peygamber ashabını sürekli denetlemiş, kimde gördüyse derhal çıkarttırmıştır. Hz. Ebû Hureyre “Resûlullah (s.a.) ipek elbiseyi takib eder, görür-görmez çıkarttırır- dı” (Mecmeu’z-zevâid, V, 140)haberini vermektedir. Damre b. Salebe, böylesi bir muamele­ye tâbi tutulanlardandır. (Mecmeu’z-zevâid, V, 137)Ashâb-ı kiram da aynı hassasiyeti gös­termişlerdir. Meselâ: Abdullah b. Mes’ud, kendi çocuklarından bi­rinin ipek bir gömlek giymiş olarak yanına geldiğini görünce; “Git, annene söyle, sana başka bir gömlek giydirsin!” diye eve gönder­miştir. (age,V,144)

İnceleyin:  Kitap ve Sünnet'e Bağlılığın Gereği

Acemler gibi elbise altına ipekli giymek, elbisenin eteklerine 4 parmak eninden daha geniş ipek bant dikmek; omuza ipek şal, flar ve kaşkol almak ve bağlamak da erkekler için yasaklanmıştır.                   ((Ebû Dâvûd, libas 8)İpek döşeme kullanmak da ipeği giymek gibidir. (Buhari, libas 27)

İpek elbise hediye edilebilir. Zira Hz, Peygamber’in Hz. Ömer ve Hz. Ali’ye ipek kumaşlar hediye ettiği, onların da hanımlarına giy­dirmelerini istediğine dair rivayetler bulunmaktadır. ( Müslim, libas 16,17,19,20)

 

ÖRTÜNME (TESETTÜR)

 

Örtünme, setr-i avret vecîbesinden kaynaklanmaktadır. Aslında da tabiî bir ihtiyaçtır. Erkek ve kadın için avret’in sınırları değişik olması dolayısıyla farklı boyutlarda ele alınmaktadır. Hz. Ömer, yeni elbise giydiği zaman; “Avretimi kapattığım, yaşantımı kendi­siyle güzelleştirdiğim bir elbise ile beni giydiren Allah’a hamdol- sun” der sonra da “Resûlullah’ı yeni bir elbise giyince böyle diyen, eski elbisesini tasadduk eden, hayat ve memâtında Allah’ın hıfz ve emânında, setrindedir” buyururken işittim, diye ilâve ederdi. Hz.Ali’nin de aynı duayı yaptığı belirtilmektedir.(Ebu Davud,Edep,3)

Câbir (r.a.) de Hz. Peygamberin “Avreti açıkta bırakan tek elbi­se ile örtünmekten(Mişkat,2,1241) nehyettiğini haber vermektedir.

İnce bir elbise giymiş olan baldızı Esmâ bint Ebî Bekr’i görünce Hz. Peygamber, başını çevirmiş ve “Ey Esma! Bulûğa erdikten son­ra kadın kısmının -yüz ve ellerine işaret ederek- şu ve şundan baş­ka bir yerinin görülmesi doğru olmaz” buyurmuştur.(Ebu Davud,Libas,31)

Öte yandan ırz ve namusun korunmasını emreden Hac Sûresindeki âyet delâlet-i vaz’iyyesi ile setr-i avret emrini öncelik­le tazammun etmektedir.(Hak Dini,5,3502)

 

Elbisenin altını göstermemesi

Durum bu olunca, giyilecek elbisenin, ilk plânda altını göster­meyecek kalınlıkta ve avret’i kapatacak büyüklükte olması gerek­mektedir. Giyindiği halde açık kadınlar, yani ince ve şeffaf elbise­lerle dolaşan kadınlar cennetin kokusunu bile alamamakla tehdit edilmiştir.(Müslim,Libas,125) Alkame b. Ebî Alkame, annesinin şöyle dediğini nak­letmektedir. Abdurrahman’ın kızı Hafsa, başında ince bir baş örtü­sü (şifon gibi bir örtü) olduğu halde Hz. Aişe’nin yanına gitti. Aişe, onun baş örtüsünü ikiye katlayarak kalınlaştırdı.”(Muvatta,Libas,6) Bir başka riva­yette de kadın elbisesinin ana vasfının “Kadının kemiklerinin iriliğini erkeklere göstermemek” olduğu belirtilmektedir.( Mecmeu’z-zevâid, V, 137-138.)

Cildi gizle- ’ meyen kumaşların altına mutlaka bu lâzimeyi yerine getirecek başka bir şeylerin giyilmesi ya da astar dikilmesi gerekmektedir. (Ebû Dâvûd, libas 36)

Bu yüzden “Elbisesi ince olanın dini de incelir” sözü meşhur ol­muştur.( Mirkâtu’l-mefâtîh, IV, 432.)

Hasta ve lohusa olanlar dışında kadınların umûmî hamamlara gitmeleri; erkeklerin de peştemalsız; hamamlara girmeleri (setr-i avret noktasından) yasaklanmıştır. (Mişkâtu’l-mesâbih, n, 1269.)

Çalışırken de setr-i avret’e kesinlikle riâyet edilmesi gerekmek­tedir. Misver b. Mahreme (r.a.) anlatıyor: Taşımakta olduğum ağır bir taşı getirdim. Üzerimde de hafif bir elbise vardı. Taş omuzumdayken ¡zarım çözülüverdi. Taşı bırakamadım ve o vazi­yette yerine kadar götürdüm. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.); “Dön, elbiseni al! Çıplak dolaşmayın!” buyurdu. (Müslim, hayz 19.)

Cadde ve sokaklarda şortla dolaşmayı, spor yapmayı ve çalış­mayı marifet sananların kulakları çınlasın…

İmam Buhârî, Kitabu’l-libâs’ın daha ilk babında; “De ki Allah’ın kulları için yarattığı (kullanımı mubah her) ziyneti ve rızık cinsinden temiz ve hoş bunca yiyecek ve içecekleri kim haram kılmıştır?”(araf,32) âyeti ve “İsraf etmemek ve gurura kapılmamak şartıyla yiyin, için, giyin ve tesadduk edin” anlamındaki muallak bir hadis ile örtün­menin iki temel prensibine işaret etmektedir. Sonra da sahabî kavli olarak İbn Abbas’ın “İsraf ve kibir hatalarına düşmediğin sürece, dilediğini ye, dilediğini giy!” sözünü zikretmektedir. (Buhârî, libas 1)

 

Kibir elbisesi

Giyim-kuşam’da örtünme ve tabiî süslenme gibi iki temel ama­ca hizmet etmeyen, gösterişe kaçan ve giyenin kibirine delâlet eden elbise “kul olma” temel vasfına taban tabana zıd düştüğü için şiddetle yasaklanmıştır. Eteklerini (veya paçasını) kibirle çekip gezen ya da yerlerde sürüyenlerin yüzüne Allah Teâlâ’nın rahmet nazarıyla bakmayacağı bildirilmiştir.(Buhari,Libas,1)

Erkeklerin eteği yarı-baldırlara kadardır. Topuklara kadar uzanmasını hoş karşılamayan Hz. Peygamber,(Mişkat,2,1250) kadınların, erkek­lerden bir arşın daha fazla uzatabileceklerini ifâde buyurmuştur.(Nesai,Ziyne,106) Bacaklarının çelimsizliği dolayısıyla uzun etek giydiğini söyle­yen bir erkeği Hz. Peygamber; “İzarının bu halindeki ayıp, baca­ğındaki kusurdan daha çirkindir!” buyurarak ikaz etmiştir.(Metalibu-l Aliyye,2,261) Hz. Peygamberin, ashabını bu konuda daima denetlediğini gösteren bir çok rivayet ve olay mevcuttur.(Ebu Davud,Libas,25)

İnsana hiç yakışmayan tavır, büyüklenmektir. Onun için kibrin zerresinin bile müslümanı büyük mahrumiyetlere duçar edeceği bildirilmiştir. İbn Mes’ud (r.a.) diyor ki; Hz. Peygamber “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremeyecektir” buyurdu. Kendisine; İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister” denilince; “Allah Cemil’dir, güzelliği sever. Kibir, hakkı beğenme­mek, şımarmak ve insanları küçümsemektir”(Ebu Davud,Libas,27) buyurdu.

Öte yandan gücü ve imkânları elverdiği halde, sırf tevâzudan dolayı lüks giyimi terkeden kişiye Allah Teâlâ’nın herkesten önce hitabedeceği ve cennet elbiselerinin en iyilerinden giydireceği müjdesi verilmiştir. (Tirmizi,Kıyame,39) Herkesin dikkatini çekecek derecede lüks el­bise “şöhret elbisesi” veya “sevb-i meşhur” giyenlere ise, kıyamette “mezellet elbisesi” giydirileceği bildirilmiştir.(Ebu Davud,Libas,4)  Şevkânî, şöhret elbi­sesini; “renginin, insanların giydiklerinin renginden farklı oluşu do-

layısıyla, insanların dikkatlerini üzerinde toplayan ve sahibine kibir ve gurur hissi veren elbise”(Neyl,2,111) olarak yorumlamaktadır.

Efendimiz’in (s.a.) en çok sevdiği elbise keten veya pamuklu kumaştan yapılmış olandır.(Müslim,Libas,33)

Hatta bir râvisi zayıf bir hadiste de elbiseyi giymeksizin kaftan ve pelerin gibi omuza almanın (irtida) Arab giyim tarzı olduğu, yorgana sanlıyormuşçasına elbiseyi giymenin (iItifa) ise iman giyişi olduğu ve Rasûlullah’ın bu ikinci tarzda giyindiği bildirilmiştir.(Mecmuuz-Zevaid,5,127)

Bir adam Abdullah b. Ömer’e; “Nasıl bir elbise alayım?” diye sordu: O! da;

“Sefihlerin seni horlamayacağı, akıllıların ayıplamayacağı bir el­bise al!” cevabını verdi. Adam;

– Böyle bir elbise kaça alınabilir? Dedi. İbn Ömer de;

“ “5-20 dirhem’e kadar alınabilir” diye cevapladı.(Age,5,135)

Hiç şüphesiz bu hadislerde, süslenmeyi hoş görmeyen, pej­mürdeliği yeğleyenlerle; süslenmekte aşırı giden, onu kibir-gurur vesilesi edinen ve başkalarını giyimi-kuşamıyla küçümsemeye kal­kanları orta bir yolda, itidal noktasında birleştirme gayret ve me­sajları verilmektedir. Yani müslümanların itidallerinin giyim- kuşamlarında da kendini göstermesi gereği vurgulanmaktadır.

 

Renkler

Elbise renkleri konusunda da hadislerde bilgilere rastlamakta­yız. Hz. Peygamberin “Beyaz elbise giymeye dikkat ediniz, dirileri­niz onu giysin, ölülerinizi de onunla kefenleyin. Çünkü o giysileri­nizin en iyisidir”(Nesai,Ziyne,89) buyurduğu kaydedilmektedir. Öte yandan bizzat

Hz. Peygamber’in, beyaz, yeşil, kırmızı çizgili elbiseler giydiği, siyah sarık kullandığı da verilen bilgiler arasındadır. Ancak dokunduktan sonra sarıya boyanmış elbiseyi erkekler için uygun bulmadığı da Abdullah b. Amr’ın Müslim’deki rivayetinden anlaşılmaktadır.(Müslim,Libas,27) Gerekçesi ise, “Kâfir giysilerindendir” diye açıklanmıştır.

Üzerinde kırmızı ipekten elbise bulunan bir kişinin selâmını Hz. Peygamber almamıştır.(Mişkat,2,1247)İmrân b. Husayn da Hz, Peygamber’in:, “Kırmızıdan sakının. Zira zinetin şeytana en sevimli olanı kırmı­zıdır”(Memeuz Zevaid,5,130) buyurduğunu haber vermektedir.

Beyazlaşmış sakalların, siyah dışında bir renge boyanması tav­siyesine de burada işaret edelim.(Nesai,Ziyne,14-15)

Abdullah İbn Abbas (r.a.) “Resûlullah (s.a.) boyası solup bozul­madıkça boyanmış elbise giymeye müsaade etti” der.(Mecmeuz Zevaid,5,129)

Elbisenin yamalı olması (mülebbed) ayıp değildir. Bizzat Hz. Peygamber yamalı elbise giymiş ve “Ben kulum, kul gibi giyinirim”

buyurmuştur.(Mirkatul Mefatih,4,417) Hz. Ömer’in 12 yamalı elbise ile halka hitabettiği(age,4,430)

de kaydedilmektedir.

 

Resimli Elbise

Sünnet, giyim-kuşamda resme yer vermez. Süslenme, sürme çekmek ve taranmak gibi tabiî şekli takviye niteliğinde olursa, bu, güzeldir. Ancak insanın bir hayvan görüntüsüne bürünmesi asla tasvib edilmez; kıyafet baloları denilen uygulamalarda görüldüğü gibi. Resimli kumaşların giyilmesi ve kullanılması da böyledir. Özellikle bu resimler insan ya da hayvan resmi olursa, yasak daha da ağırlaşmaktadır. Tasvir konusuna, “kitabu’l-libas”larda yer verilmesi güünümüzün resimli tekstil ürünleri ve bunların kullanımının 9grek meskenlerde gerekse elbiselerde yaygınlaşması karşısında ne kadar dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in “Tasvir ve köpek bulu­nan evlere meleklerin girmeyeceğini bildirerek resimli örtüleri yırt­tığı bilinmektedir.”(Ebu Davud,Libas,45)

Yine vahşî hayvan deri ve kürklerini elbise olarak kullanmak da Hz. Peygamber tarafından nahyedilmiştir.(Tirimizi,Libas,32) Bunların hayvan se­merlerinde ve arabaların döşemelerinde kullanılmaları da aynı nehy içindedir.

 

Başlıklı Giyim-Kuşam

Diğer taraftan Sünnet’in benimsediği giyim-kuşam, erkek- kadın ayırımı yapılmaksızın başlıklıdır. Sünnette başı açık olmak diye bir şey yoktur. Sadece hac ve umre için ihrama niyet edilmesi bu kaidenin dışındadır. Sair zamanlarda Hz. Peygamber, “Evde ve ev dışında daima sarık sarmıştır. Bir kalensüve (fes) üzerine 7 zir’a veya 12 arşın) arasında değişen uzunlukta sarık sarmış ve ucunu da iki omuzu arasına sarkıtmıştır.”(Tirmizi,Libas,12) Hz. Ali, Hz. Peygamberin mü­barek elleriyle başına sarık sardığını, ucunu omuzları arasına saldı­ğını ve “müslümanlarla müşriklerin farkı budur!” buyurduğunu bil­dirmektedir.(Tirmizi,Libas,42) Bir başka rivayette ise, sarığın meleklerin görüntüsü olduğuna işaret edilmiştir.(Mişkat,3,1250) Hz. Peygamber’in mi’rac’ta, melekleri sarıklı olarak gördüğü de bize nakledilmiştir.(Mecmeuz Zevaid,5,120) Hatta Hz. Peygam­ber’in sardığı sarığın başına bitişik olduğu, başı ile sarık arasında bir boşluk bulunmadığı da belirtilmektedir. Yani mevlevî kavuğu ya da fötr şapka gibi havalı şeylere sünnetteki baş örtüsünde iltifat olunmamıştır.

İnceleyin:  Şefkat - Sevgi ve Öfke irtibatı

Kadınların baş örtüleri (hımar) ise, yakalarını örtecek tarzda, birkez dolanmış olacak ve altını göstermeyecektir. Dışarı çıkarken ayrıca bunun üstüne bir de cilbab, çar, çarşaf, şal, atkı, kaftan gibi bir üstlük daha alacaklardır. Öyle ki bu üstlükleri ile yüzlerini de örtebileceklerdir. Tek gözlerinin dışarıda kalması, yürüme zarure­tine mebnîdir. Uygulamanın da böyle olduğuma dair kayıtlar bu­lunmaktadır. Hatta Elmalılı merhum, kendi annelerinin de böyle örtündüklerini, 1310’da İstanbul’a geldiği zaman İstanbul hanımla­rının iki gözlerinin göründüğünü, ancak peçe ile örttüklerini ve bir de açık şemsiye ile bu kıyafeti desteklediklerini bildirmektedir.

Hicrî 5. yılda cereyan eden Benû Kureyza savaşı sırasında Hz. Peygamber’in hissesine ganimet olarak düşen Reyhane adlı kadı­nın şu sözleri, müslüman hanımların nasıl örtündüklerini göster­mektedir: “Beni câriyen olarak muhafaza et! Ben câriye olarak kal­mak isterim. Zira, hür müslüman hanımlar gibi başıma örtü ve yüzüme peçe takınmak istemiyorum”.

Üzerine cilbab almak öylesine yerleşmişti ki, baş örtüsü (hımâr) bulamadığı için değil, cilbab bulamadığı için bayram günü musal­laya çıkamayan kadınların bulunduğu Hz. Peygamber’e bildirilince O (s.a.), “Onu da cilbabını vererek kardeşi giydirsin!” buyurarak “emanet cilbab bulduktan sonra namaza gelmesini emrediyor, “o da hımarıyla geliversin!” buyurmuyor. Bu da kadınların dışarı çı­karken bir üstlük almaları konusundaki hassasiyeti açıkça göster­mektedir.(Buhari,hayz,33)

Diğer taraftan tek nalın, ayakkabı, mest veya tokyo ile yürümek de yasaklanmıştır.(Mecmeuz Zevaid,5,139) Şayet bağlarından biri kopacak olursa, tamir edilmeli, değilse öteki ayaktaki de çıkarılarak yürünmelidir.

Fotin, bot çizme ve mest gibi ayağa giyilecek eşyanın içi giy­meden önce mutlaka kontrol edilmeli ve sonra sağ ayaktan baş­lamak üzere giyilmelidir. Özellikle kırsal kesimde bunların içine başerâtın girip gizlenmiş olması mümkündür.

Bir hadiste, “Oturduğunuz zaman ayakkabılarınızı çıkarınız” buyurulmuştur. Râvî, “Sanırım, ayaklarınız rahat eder” buyurdu, diye sebebine de işaret etmektedir.

 

Sirval

“Sirval”, şalvar ya da pantolonun bizzat Hz. Peygamber tarafın­dan pazardan alınmak suretiyle giyildiğine dair Ebû Hureyre’den bir rivayet bulunmaktadır. Hatta Ebû Hureyre’nin “-Sizde mi sirval giyeceksiniz?” sualine; “Seferde-hazarda, gece ve gündüz her za­man. Zira ben, setr ile görevlendirildim. Binaenaleyh “sirval” (şal­var) den daha iyi örtü göremiyorum!” diye cevap vermiş olduğu kaydedilmektedir. Bu, bir başka hadiste görüleceği gibi, izar (etek) altına giyilen bir sirval (uzun-geniş külot) ya da bizim şalvar dediğimiz geniş pantolon olmalıdır. Zaten sirval kelimesi ile şalvar kelimesi arasındaki paralellik ortadadır.

Bir râvisinin pek zayıf olduğu bildirilen senedle gelmiş Hz. Ali’den nakledilen şu hadis de dikkat çekicidir: Hz. Ali diyor ki; “Yağmurlu bir gün Bakî Kabristanında Rasûlullah’ın yanında bu­lunmaktaydım. Eşeğe binmiş bir kadın önümüzden geçti. Biraz ileride hayvan bir çukura rastladı, tökezledi ve kadın düştü. Rasûlullah hemen yüzünü başka tarafa çevirdi. Yanımızdakiler; “-Ey Allah’ın Rasûlü, o kadın müteservile (şalvarlı-pantolonlu) idi” dedi­ler. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Allahım! Ümmetimden şalvarlı kadınları bağışla!” buyurdu.

Hemen işaret edelim ki, buradaki sirvalin günümüz kadınlarının giydiği daracık pantolonlarla hiç bir ilgisi yoktur. Bu bağışlanma dileği, şalvar ya da ona yakın genişlikte, Anadolu kadının giydiği uzun giysiler için olsa gerektir.

 

Başka Ümmetlere Benzememek

Vahyin herhangi bir hüküm sevketmediği konularda, eski bir vahye dayalı olma ihtimalinden dolayı ehM kitaba uygun hareket etmeyi genel bir prensip olarak benimsemiş ve uygulamış olması­na rağmen,daha sonra Hz. Peygamberin sünnetinde, özellikle günlük hayatta, kılık ve kıyafette başka ümmetlere benzememek ağırlıklı bir gerekçe ve uygulama biçimi olarak yer almış bulun­maktadır.

Kendisine özgü değerlere sahip bir ümmetin tam bağımsızlığı­nın ve hatta üstünlüğünün belirmesi için de belki böylesi bir baş­kalarına benzememeye ihtiyaç vardır. Her kültürün kendine ait bir hayat anlayışı ve uygulaması olması da pek tabiîdir. Bu noktada sünnet oldukça titiz davranmakta, aslında şekilci olmamasına rağmen burada tam bir ısrar göstermektedir. Şirk kültürü izlerini taşıyan isim, giyim, şekil, biçim ne olursa olsun hiç bir şeye müm­kün mertebe müsamaha etmemektedir.

Öte yandan taklidin bir özenti ve atâlet, bir kişilikten feragat olduğu da açıktır. İslâm şahsiyetçiliğinde bu yüzden yeri yoktur. O şahsiyetçilik ki “Allah’a kul olma” temeli üzerine oturmuştur.

Bu noktayı tam olarak özüne sindirmiş bulunan ilk müslümanlar, başkalarına benzememek prensibi uyannca getirilen her değişikliğe ânında uyum göstermişler ve bunu kendilerinden sonrakilere de tavsiyede kusur etmemişlerdir. Cabir b. Abdullah (r.a.) naklediyor: Dediler ki,

“Yâ Rasûlallah! Müşrikler sirval giyiyor, fakat üzerine etek (izar) takmıyorlar.” Buyurdu ki;

—Müşrikler mest giyiyor, fakat nalın (ayakkabı) giymiyorlar.” Buyurdu ki;

*Siz hem mest giyin, hem de ayakkabı!.. (Gücünüz yettiğince sahada şeytanın dostlarına muhalefet ediniz!). (Mecmeu’z-zevâid, V, 131)

Gayr-i müslimlere benzemekle ilgili meşhur “teşebbüh” hadisi­ni Ebû Dâvûd “şöhret elbisesi” ile ilgili babta zikretmektedir”. (Ebû Dâvûd, libas 4;)

Şöhret elbisesi ve teşebbüh ile belli bir inanç ve kültürün alâmet-i farikası olan elbisenin giyilmesinin kasdedildiğine böylece işaret edilmiş olmaktadır.

Hz. Ali Kûfe’de minberden, Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu halka duyurmuştur:

“Ruhban elbisesi giymekten sakının. Zira kim ruhban elbisesi giyer veya kendini onlara benzetirse, benden değildir!”( Mecmeu’zevâid, V, 131)

Hadiste (teşebbehe ve terehhebe) benzemek veya rahibleşmek kelimeleri yer almaktadır.

Hz. Ömer de Azerbeycan’daki ordu komutanı Ukbe b. Ferkad’a yazdığı mektubta şu cümlelere yer vermektedir:

“…Lükse, safahet’e dalmaktan, müşrik elbisesi giymekten ve ipek kullanmaktan sakın!..”. (Müslim, libas 12)

Aliyyu’l-Karî de, “teşebbühten maksad, şiâr (alâmet) olandır, başka değil!” (Mirkât, IV, 431)diye kanaatini belirtmektedir. Yoksa küffar elbise­sinden hiç yararlanılmayacak diye bir esas yoktur. Zira Hz. Pey­gamber Tebük Savaşı esnasında kol ağızları dar, Rûmî bir cübbe giymiştir.(Tirmizi,Libas,30) Necaseti ortaya çıkmadığı sürece küffar elbise ve kumaşlarından yararlanılabilir.(Mirkat,4,1240)“ Ayrıca Hz. Peygamber Necâşi’nin kendisine hediye olarak gönderdiği bir çift mesti de giymiş ve on- lar üzerine meshetmiştir.(Mirkat,4,1260)

Burada dikkat edilecek husus, Ibn Haldun’un isabetle belirttiği başkalarına benzemenin sosyolojik yanılgısına düşmemektir, o özetle şöyle der:

“Nefis ve kalb, daima kavimlerine galebe çalmış ve kendi kav- mine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut ke­disine üstün gelen kimsenin galebesinin, âdet, mezheb ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebep­leri ile karıştırır. İşte bu gibi yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silâhlanmak ve bütün di­ğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir. Oğulların baba­larını örnek edinmek istemeleri, onların olgunluk ve üstünlüklerine inanmış olmalarından ileri gelir. Aynı şekilde komşu kavimlerden biri ötekine üstün ise, mağlub olan, büyük ölçüde kendisine üstün olan komşu kavme benzemeye ve onu kendisine örnek almaya çalışır. O kavmin hali ve âdeti bu yolla onlara sirayet eder.” İbn Haldun bu sözlerinden sonra kendi çağında Endülüs müslümanlarının, kendilerini yenen Gal’li hıristiyanları, giyim- kuşam ve bir çok âdet ve hallerinde taklid etmeye çalıştıklarını söyler ve canlı bir de misal verir.(Mukaddime,1,374-6)

Başka ümmetlere benzememek prensibi, İbn Haldun’un bu tesbitleri ışığı altında, bugün teknik ve sanayi açısından yenik düşmüş bulunan İslâm ülkeleri için çok daha büyük önem arzetmeiedir. Şekil, iddia edildiği gibi gerçekten önemsizse, ne­den milletler böylesi bir benzeme yanılgısına düşmektedirler? Ve yine, neden,bazı ülkeler bu yanılgılarını yasallaştırmışlardır? Hz. Peygamber in, başkalarına benzememe ilkesini henüz daha Müslümanlar için bir yenilgi-muzafferiyet söz konusu değilken ortaya koymuş olması, bu açıdan bakıldığı zaman, erken uyarı an­lamı içinde ne kadar dikkat çekicidir.

 

Giyinmek Ama Örtünememek

Bugün zaman zaman yayın organlarında, içinde bulundukları İktisadî şartların olumsuzluğunu belirtmek için “giyinmiyoruz, ör­tünüyoruz” diye beyanlara rastlamaktayız. Aslında bundan çok daha güçlü ve kalabalık bir tarzda “giyiniyoruz ama örtünemiyo­ruz!” diye dertlenmesi gereken bir kitlenin bulunduğu açık ve acı gerçektir. Bazan böylesi bir dertlenme imkânı bile bulunamamak­tadır.

Oysa, Sünnet’te her şey, Allah’a kulluk gereği olarak değerlen­dirilir. Giyim-kuşam da hamd ve senaya vesile kılınacak bir nimet kabul edilmektedir. Bu noktadan hareketle diyoruz ki, kimse İs­lâm’ın ve dolayısıyla Sünnet’in giyim-kuşam konusunda getirdiği esasları, çağ dişilik, ya da bilhassa kadınlara zulüm etmek olduğu şeklinde yorumlayamaz. Nitekim hicab âyetinin son kısmındaki “Allah’ın ğâfûr ve rahîm olduğunu” bildiren pasajın şu mânâlara geldiği bilinmektedir: “Allah ğâfûr ve rahîm olduğu için, kadınlara ezâ edilmesine râzı olmaz, tesettürü emreder. Tesettür emredildi diye kadınlar bir tazyike tâbi tutulmasın, ifrata gidilmesin. Çünkü Allah ğâfûr ve rahimdir. Tesettür emrini onlann aleyhine değil, le­hine vermiştir.’’

 

Netice

Neticeyi özetle ve Süleyman Nedvî’nin ifadeleriyle belirtecek olursak; “Zât-ı Risâlet-penâhîleri, giyim-kuşam hakkında yalnız üç hususta emir buyurmuşlardır:

1-Avret mahallini örtmeyen elbiseyi giymemek.

2-Erkeklerin kadınlar gibi süslü olmaması, kadınların da erkek­lere yakışan elbiseyi kullanmaması,

3-Kibir ve gurur verecek (ve dolayısıyla kulluğa ters düşecek) şekilde lüks elbise giyilip kuşanılmaması…”Saygılarımla

 

Siret ve Sünnet – İsmail Lütfü Çakan

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir