Mehmed Feyzi Efendi’nin İlimler ve Ulema Hakkındaki Sözleri

MfeyziEfendi Mehmed Feyzi Efendi'nin İlimler ve Ulema Hakkındaki Sözleri

İlim Dallarıyla ve Âlimlerle İlgili Sözleri

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın (müçtehit âlimlerin) kâide-i mukarreresi (yerleşik kuralları) altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.”

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur.Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..”

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı” diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!”

(9)- Dünya’nın Yuvarlaklığı:

Namaz içinde kıbleye teveccühün şart-ı dâim oluşu, arzın kürevî oluşuna delâlet eder.

(19)- Mesâil-i Dîniyye:

Mesâil-i dîniyyenin usûlen olsun, furûan olsun hepsinin derin hüccetleri, bürhânları ve parlak felsefeleri vardır; basit gösterenler yanılıyorlar.

(23)- Kulaktan Âlim Olmak:

Sohbet-i Nebeviyye berekâtıyla o ümmî kavim kulaktan âlim oldular; Nûr-u Nübüvvet’le sıvarıldılar.

(30)- İrşâd:

Kur’an’ın irşâdından, Ehâdîs-i Nebeviyye’nin irşâdından, ulemânın irşâdından başka çâre yoktur.

(639)- Fetret Devri ve Çoban Hikâyesi:

Çoban hikâyesi fetret devrine aittir. Fetret devri olmayınca, cehil özür olmaz; öğrenmek lâzımdır. Fetret devrinde dahi, dünya ricâlullahtan boş değildir.

(31)-Kur’an’ı Anlamak:

Kendi bildiğimize Kur’an’dan ve Hadis’ten mânâ çıkaramayız; onunla amel edemeyiz. Ancak ulemânın kâide-i mukarreresi altında mânâ istihrâc edip, ona göre amel etmeliyiz.

(41)-Tekrarın Güzelliği:

Aynı mevzuları tekrar tekrar söylüyorum ama tekrara da ihtiyaç var.

(49)- Âlemler:

Cisim âlemi Arş’da tamam olur. Arş’a felek-i atlas diyorlar. Arş’ın fevki âlem-i emirdir. Orada icat, maddeden müddet zarfında değildir. Arş’ın altı cisim âlemidir. Arş, bütün avâlimi ihâta etmiştir.

(57)- Hareket:

Güneşin hareketinden harâret; harâretinden de câzibe hâsıl oluyor. Güneş, câzibesi ile yıldızları tutuyor. Kamer, Cenâb-ı Hakk’ın“Mübîn” isminin mazharıdır. 28 menzili bir ayda dolaşıyor.

(61)- Seyr-i İlim:

Seyr-i ilim Kur’an’la başlar; yine Kur’an’la nihayet bulur. Kur’an’ın meânî-i adîdesi vardır. Hakâikı, bitmeyen, tükenmeyen deniz dalgaları gibidir.

(818)- Efdaliyyet Dereceleri?

Sohbetin bereketi çok fazladır. Bu sohbet bereketiyle ashâb-ı kirâm, ümmetin en fazîletlisi oldular. Enbiyâdan sonra nâsın efdali, başta Ebû Bekir (r.a.) Efendimiz olmak üzere, hulefâ-i râşidînve alâ merâtibihim diğer ashâb-ı kirâmdır. Ondan sonra, kibâr-ı tâbiîn ve müçtehitlerdir. Daha sonra, evliyây-ı izâm hazerâtı gelir.

(844)- İlim Korur:

İlim insanı bütün kötü şeylerden korur. Allah’ı bilen, O’ndan en çok korkandır. Allah’ı bilmeyen ise, O’ndan ne korkacak?!..

(845)- Talebe Olarak Ölmek:

İnsan, talebe olarak hayatını devam ettirir ve öyle kabre girerse, Allah kıyâmete kadar onun ilmini tamamlar.

(846)- İlmin Kendine Has Zevki:

İlmin de kendine mahsus bir zevki vardır.İmâm-ı A’zâm Efendimiz: “Eğer sultanlar, bizim içinde bulunduğumuz, ilimden aldığımız zevki bir bilseler; üzerimize ordular gönderirler de elimizden alırlardı”diyor. Ama ne çâre!.. Anlayamadıkları için zevki başka yollarda arıyorlar!

(847)- İlmin İzzetini Muhâfaza:

İlmin izzetini muhâfaza için vakar; neşr-i ilim için hilim ve sabır lâzımdır. Aynı zamanda, sözünün tutulması için de ilmi ile âmilolmalıdır.

(848)- Talebenin Fâsık Olması:

Talebeliğinde fıska meyyâl olan kimse, ya genç yaşta ölür veya kıyıda-köşede kalır; hiçbir sözü îtibâra alınmaz!

(859)- Eski Felsefeciler:

Eskiden felsefeciler semânın hark ve iltiyâmını kabul etmezlerdi; semâvâtın kıdemine kâildiler. Bunun için Mi’râcmeselesinde inkâra gitmişlerdir. Şimdi mâdem atom keşfolundu, bizim âkîdemizi bi’l-mecbûriye kabûl etmeleri, tasdîk etmeleri lâzımdır. Kabul etmiyorlar, yine diretiyorlar! Sonra da kaba-saba yoğun adamlar, tonlarca yüklerle küre-i kamere gittiklerini iddia ediyorlar! Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin ruhunun çıktığı makama engel olmayacak derecede letâfet ve nûrâniyet kesbetmiş vücûd-i şerîflerinin Mi’râcını niye inkâr ediyorlar?!..

(860)- Uzaya Gidenlere Tavsiye:

Onlar çalışsınlar da, melekûtu görecek bir gözle çıksınlar! O zaman, Beytü’l-İzzet’deki kütüphaneyi ziyaret etsinler! Oradaki Kur’ân’ın bir sahîfesinin fotoğrafını alsınlar! İşte o vakit müslümanlar onları nasıl alkışlayacaklar bakalım!..

(867)- Sadece Bilgiye Güvenmemek:

İbn Sinâ felç oldu; ilmine güvenerek kendini tedâviye ne kadar uğraştı ise muvaffak olamadı, ilmi fayda vermedi. Kasîde-i Bürdesahibi İmam-ı Bûsirî Hazretleri de felç oldu. Fakat o Peygamberimizden şefaat istedi. Rüyasında Peygamberimiz onu meshetti; bir anda felç illetinden kurtuldu, eskisinden daha sağlam oldu!

(870)- Bazı Din Adamları:

Bazı din adamları bid’atlarla uğraşıyorum diye, dinin furûâtının incelikleriyle o kadar meşgul oluyor ki, beri tarafta adam namaz kılmıyor,  içki içiyor, kumar oynuyor!.. Hâsılı en kuvvetli farzları terkedip, en şiddetli haramları işliyor da görülmüyor! Nerde dal-budak mesâbesinde meseleler varsa onlarla uğraşılıyor!

(886)- En Güzel Meslek?

En güzel meslek talebeliktir. Talebelik, ölünceye kadar devam etmelidir.

(887)- Günâhlar İlmin Feyzine Engel Olur:

Sefehât ve günâhlardan son derece kaçınmalıdır ki feyiz gelsin. Feyiz olmayınca ilminin başkalarına tesiri olmaz.

(888)- Kabirde Talebeliği Devam Eder!

Tâlib-i ilim olarak ölen kimsenin talebeliği, aynen kabirde de devam eder. Derslerinden geri kalan, tekmil olunmayan kısımlarımuallim melekler vâsıtasıyla tamamlar. İlim tâlibinin, berzah hayatında da tekâmülü devam eder.

(68)- Müezzinler ve Âlimler:

Müezzinler ümenây-ı ümmettirler. Âlimler ise ümenây-ı rusüldürler.

(69)- Esrâr-ı Şerîat:

Esrâr-ı Şerîat inkişaf etmedikçe vâris-i Nebî olunmaz. Esrâr-ı Şerîat’a, müctehitler alâ tarîk’il- istinbat; evliyâ da alâ tarîk’il-keşf ulaşırlar.

(70)- Müfessirlerden Beyzâvî’ye Ta’rîz:

“Ehl-i Sünnet’im” dediği halde mühim bir müfessir, lillezîne ahsenû’l-husnâ ve ziyâdeâyetindeki[1] “ziyâde” kelimesini ilk tevcih olarak: vemâ yezîdühüm ale’l-mesûbeti tefaddulen diye tefsir ediyor!…[2]

(72)- Günü Gelince Hakikatların Zuhûru:

Hakikatler mahcûb değil, muhtecibtir. Zamanı gelince o hakikat, üzerindeki peçeyi atıverir.

(83)- Ulemâya Hürmetsizliğin Cezası:

İlme, ulemâya hürmet edilmeye edilmeye bu hale geldik. İlimden, ulemâdan uzak kalanlara Allah Teâlâ şu belaları musallat eder: a)- Başlarına bir zâlimi musallat ederb)- Adı bilinmedik hastalıklar verir c)-İşlerinde kesat ( bereketsizlik ) olur d)- En kötüsü ve en dehşetlisi de, şek üzere ölürler.

(95)- Ehl-i İlim ve İrşâdı Birbirinden Sormamak:

Bütün ehl-i ilme ve ehl-i irşâda ihtiram ediniz,sevgi gösteriniz. Fakat, birini diğerinden sormayınız. Çünkü, umduğunuz cevabı alamazsınız.

(97)- Zamanımızda:

Zamanımızda, “câze-yecûzü”’yü bilen, allâmeliğe; azıcık kalbi harekete gelen de irşâda kalkıyor!

(98)- Farzdan Evvelki Farz:

Farzdan evvel farz: İlim; farz içinde farz: İhlastır.

(102)- Hidâyet Lambaları:

Ulemâ hidâyet misbahlarıdır.

(103)- Âlimleri Gıybet:

Ulemâyı zem ve gıybet edip de felâh bulan yoktur.

(104)- Selefin Âdeti:

İnceleyin:  Zaman Kafesinin İçinde İnsan

Selef-i sâlihîn, çocuklarını ilme-ulemâya teslim etmezden evvel, geçimini temin edecek terzilik, saatçılık ve hattatlık gibi bir sanat öğretirlermiş. Tâ ki, ilmi dünyaya âlet etmesinler.

(106)- Osmanlı Türklerinin İlme ve Ulemâya Hürmeti:

Âl-i Osman, değil ilme-ulemâya, kisve-i ilmiyyeye dahi ta’zîm etmiştir. Bu hürmet ve ta’zîm, ne Abbâsîler’de ne de Emevîler’de vardır.

(107)- Lüzûm ve İltizâm:

Lüzûm başka, iltizâm başka… Ulemâmız: “Lâzımı mezheb, mezheb değildir” demişlerdir.

(108)- Ulemâmızda İnsan Sevgisi:

Esas insan sevgisi ulemâmızdadır. Onlar daima, ümmeti kurtarıcı tarafı iltizâm etmişlerdir.

(121)- Cumhûra Muhâlefet:

Cumhûra muhâlefet kuvve-i hatadan ileri gelir.

(143)- İlme Nazar:

İlme nazar, nâfile ibâdetten efdaldir. Çünkü, ilmin menâfii teaddî eder. İbâdetin menâfii ise kendine râcîdir.

(144)- Bu Yara ve Belâların Sebebi:

Bu yaralar hep ilmi ve ulemâyı terzîlden kaynaklandı.

(146)- İlm-i Nâfi’:

Herhangi bir ilim, takvâya mukârin ise ilm-i nâfîdir. Yoksa, ilm-i gayri nâfîdir.

(147)- Mikroplar:

Mikroplar umûmî yerlerde kümelenir. Câmilere mikrop girse de, zikrullah nûru ile istihâle olur.

(171)- Bu Din:

Bu dîn-i mübîn-i İslâm, sağlam ve temiz ellerden gelmiştir bizlere. Alâ merâtibihim hepsine ihtirâm etmeli.

(181)- Sofiyyenin İlmi:

Sofiyyenin ilmi, hâldir; kâl’den ibâret değildir.

(182)- İlmin Evveli Ve Sonu:

İlmin evveli acıdır; sonu ise çok tatlıdır.

(191)- İbn Sînâ:

İbn Sînâ, çok mâlûmât sahibiydi; ayaklı kütüphane gibiydi. Fakat mârifetullâhta Yûnûs Emre’ye yetişemedi.

(192)- Kastamonu’da 1943 Zelzelesi:

1943’deki zelzelede bu hapishânede idim.[3]O zamanlar hapishânede gece saat 12’den sonra ışıklar sönüyordu. Zelzele sırasında koğuşta yeşil bir nûr zuhûr etti. O karanlıkta birbirimizi gördük. Zelzelenin sebebini sonradan öğrendim: 580 cilt kitabımı[4]evden kum arabalarıyla karakola almışlar. Karakolda da rasgele yığmışlar. Paspas yaparlarken kitaplara kirli ve paslı suları sıçratarak hürmetsizlik yaptılar. Onları bu halde görünce yüreğim parçalandı. Anladım ki, gazab-ı İlâhî ve anâsır hiddete gelmiş.

Allah Teâlâ bu milleti gazabıyla helâk etmesin. Âmin…

(193)- Âdem (a.s.)’a Bildirilen İlimler:

Bütün lisanlar, fenler ve ilimler Âdem (a.s.)’a bildirildi. Âdem (a.s.)’ın terakkîsi ilimle, ta’lîm-i esmâ ile oldu. Enbiyânın mizâc-ı şerîfleri üstün olduğu için, terakkîleri de def’aten olurdu.

(196)- İlim Gıdadır:

Aklın, kalbin, rûhun, sırrın hafînin, ahfânın gıdası ilimdir.

(301)- Faydasız İlim:

İlim haşyet ister. Haşyete mukârin olmayan bir ilim, ilm-i gayri nâfidir. Faydasız ilimden Rasûlullah (s.a.) Efendimiz Allah’a (c.c.) sığınmıştır.

(316)- Kanâatın Güzel Olmadığı Yer:

Rızk-ı sûrîde iktisad, kanâat güzeldir. Rızk-ı mânevîde ise güzel değildir.

(302)- İlmin Taalluku:

İlim sıfata taalluk eder; zâta değil.

(322)- Usûlü’d-Dîn Âlimlerinin Tefriki:

Ulemâ-i usûli’d-dîn, lüzumla-iltizâmı; mezheble-lâzım-ı mezhebi tefrik ettiler.

(327)- Ekâbirin Eserleri:

Ekâbir, eserlerini Fahr-i Âlem’e tasdik ettirir.

(331)- Müsellemât ve Fer’iyyât:

Dinin yüzde doksanı müsellemâttır. Yüzde on mesele fer’iyyâtır. İctihâdât-ı ulemâ bu yüzde on meselede cârîdir.

(332)- Âlimlere Karşı Edeb:

Ulemâyı rencide etmek, terzil etmek câiz olmaz. Bazı hataları varsa, munsıf hareket etmek lâzım. Tamamıyla tahtıe etmek[5] câiz değildir.

(351)- Merak:

Merak, ilmin hâcesidir.[6]

(365)- Tufeylî Bilgilerin Anlatılması:

Ulemânın, halka tufeylî mâlûmât sunmaları, anlatmaları, alâmet-i âhir zamandandır.

(344)- Mâneviyâta Hürmetsizlik Olur!

Maddiyatta şiddet peydâ etmiş, gabî ve kaba kimselere, mâneviyyâtın inceliklerinden bahsetmek, mâneviyyâta hürmetsizlik olur.

(524)- Devlet Hazinesinde Âlimlerin Hakları Vardır:

Ulemânın, ganâimden, beytü’l-malden hisseleri vardır. Burada verilmez ise âhirette alacaklar.

(527)- Âlimlerin Türleri:

Ulemâ-i makbûlîn üç nevîdir:

a)- Âlim-i billah b)- Âlim-i bi-emrillah c)-Hem âlim-i billah, hem âlim-i bi-emrillah. Hepsi de verese-i enbiyâdır.

(560)- Kur’ân’ın Her Harfi:

Her harf-i Kur’ân’da, Kur’ân yazılıdır. Her harf-i Kur’ân’ı hayattar bilmeyen, âlim değildir. Müçtehitlere bu sır zâhir oldu. Onun için müçtehitlik en büyük makamdır.

(561)- Fütühât’ın Hatmi:

İmâm-ı Şa’rânî: “Fütühât-ı Mekkiyye’yi günde iki buçuk defa hatmederdim” diyor.

(554)- İlâhî Tâlim:

İlâhî tâlimin dâru’l-fünûnu  takvâdır.

(555)- Faydasız İlim:

Takvâya mukârin olmayan ilim, ilm-i gayr-i nâfidir.

(571)- Râsih Âlimlerin Duâsı:

Ulemâ-i râsihûnun duâsı: Rabbenâ lâ tuziğ gulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh inneke ente’l-Vehhâb.[7]

(586)- Ulemâya Kıymet Vermek:

Biz ulemâmıza, ilminden-fazlından dolayı kıymet veririz, ihtirâm ederiz.

(549)- İrşâd Nasıl Olmalıdır?

İrşâd, insan hilkatine, fıtratına uygun ve tedrîcî olmalıdır.

(595)- Şer’î Istılahların Farklı Oluşlarındaki Hikmet:

Farz, vâcip, sünnet, haram, mekrûh gibi şer’î ıstılahlar, Cibrîl (a.s.)’ın vahyi aldığı makamlardan dolayı değişiyor.

(605)- Ruh Hakkında Bilgi:

Rasûlullah Efendimize ruhun mâhiyeti bildirildi. Bunun için kendisi ruhu bilirdi. Ama ifşâ etmediler. Bilmek, hemen ifşâyı gerektirmez.

(610)- Tesâdüf Yoktur:

Rast geldi, tesâdüf etti denmez; tevâfuk etti denir. Tesâdüf diye bir şey yoktur. Her şey Allah Teâlâ’nın ilm-i irâdesiyledir.

(618)-Derviş Olsaydım:

Eğer derviş olsaydım, dîvâneliği kabul edecektim. Ama talebe olduğumdan ve izzet-i ilmiyyeye zarar vereceğinden, kabul etmedim.

(616)- Tokat Yemek:

Tokat yemeden terbiye görülmez.

(621)- Şahsıma Yapılan Haksızlıkları Helâl Ettim:

Benim yüzümden ne dünyada, ne de âhirette kimseye zarar gelmesini istemem. Şahsım nâmına neler yaptılarsa hepsini helâl ettim. Ama ilme ve ulemâya ait haklara karışamam.

(661)- Geri Kalmışlığımızın Nedeni:

Maddî sahada geri kalmışlığımız, âyât-ı tekvîniyyeyi ihtiva eden kitâb-ı kebîr-i kâinâtı iyi okuyamadığımız; îcâd kanunlarına göre uygun şartlar altında çalışamadığımız içindir.

(657)- Mârifetin Ölçüsü:

Mârifet takvâ ölçüsündedir. Müminin dâru’l-fünûnu takvâdır.

(442)- Peygamberlerden Sonra Derece Kimindir?

Enbiyâdan sonra derece ulemânındır. Ulemâ için mahşerde minberler kurulacak; enbiyâdan sonra kendilerine şefâat hakkı verilecek.

(451)- Muhammed (s.a.) Ümmetinden Maksat:

Hiçbir ümmet, peygamberlerinin kelamlarını, ümmet-i Muhammediyye gibi senedâtıyla, an-aneleriyle muhâfaza edememiştir. Ümmetten murâd, ulemâdır; itibar bu kısmadır. Diğerleri tufeylîdir.

(452)- İhânet Eden Âlimler:

Ulemâ -dünyaya meyletmedikçe, mansıp-makam peşinde koşmadıkça, ümerâ kapılarına devam edip dalkavukluk yapmadıkça- ümenây-ı rusuldürler. Aksi takdirde, rusül hâinleri olurlar.

(453)- İttifâk-ı Ulemâ:

İttifâk-ı ulemâ, hüccet-i kâtıadır.

(466)- Din İlimlerinde İhtisas:

Her meslekte olduğu gibi, ulûm-ı dîniyyede de rusûh lâzım, ihtisas lâzım.

(480)- Câmilerin İmârı:

Câmilerin îmârı ibâdetle, zikirle, ilim taallüm etmekle olur.

(513)- Mâverâünnehr Ulemâsı:

Semerkant, Taşkent, Buhârâ… tâ Serhend’e kadar olan yerlerdeki ulemâya ulemâ-i Mâverâünnehr denir. Onlar i’tikatta Mâturîdî; amelde Hanefî mezhebindedirler ve çok mazbutturlar.

(672)- Yumuşaklıkla ve Isındıra Isındıra İrşâd Etmek:

Ben yapamam dedirtinceye kadar güçleştirmemek, zorlaştırmamak lâzım. Nasihati, irşâdı, ısındıra ısındıra, okşaya okşaya, ünsiyet ettire ettire, rıfk ile, tekâmül-i tedrîcî düsturuna riâyetle yapmalıdır.

İnceleyin:  Bilgi Kaynağı Olarak Akıl

(673)- Her Müminin Vazifesi:

İlmi, ulemâyı ve âsâr-ı ilmiyyeyi i’zâz, her müminin vazifesidir.

(674)- Kimlere Buğz Edilmez?

Mümine, âlime, ulemâya buğz câiz değildir.

(717)- Basîret Nûruna Erişme:

İnsan takvâ nisbetinde; kalbinde fehim, gözünde basîret nûruna erişir ve ilâhî tâlime mazhar olur. Müminin dâru’l-funûnu takvâdır.

(729)- Evvelâ İlim Lâzım!

Bilgisiz, ne dünya olur; ne âhiret! Evvelâ ilim lâzım. Farzdan evvel farz ilim; farz içinde farz, ihlâstır.

(737)- Nezâketle Uyarmak:

Emr-i bi’l-ma’rûfu nezâketle yapabilirse yapacak. Evvelâ kendinden, çoluk-çocuğundan, akrabasından başlayacak. Yapabildiğini yapacak; yapamadığını da Hak’dan niyâz edecek.

(220)- Sultan Fâtih:

Sultan Fâtih, Peygamber (a.s.)’ın meth-ü senâsına mazhar oldu. Altı lisan bilirdi. Çok büyük âlimdi, müfessirdi. İctihâd mertebesine çıkmıştı. Kâmûs-u Arabî’yi ezbere bilirdi; ezberinden ulemâya arz etti.

(222)- Risâle-i Nurları Nasıl Okumalı?

Risâle-i nûrları tekrar tekrar okumak lâzım; sathî değil. Bütün duygular ve latîfelerle teveccüh ederek okumalı ki, her duygu, her latîfe hissesini alsın.

(254)- Beden İlmi-Din İlmi:

İmâm Şâfiî, ilmi ikiye ayırmış: (el-ilmü ilmân): İlmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. Önceliği beden ilmine vermiş. Çünkü sıhhat çok mühimdir. Mîzaç bozulursa, kafa da bozulur, akîde de bozulur.

(271)- Dört Türlü Sır:

Alâ merâtibin dört türlü sır vardır: Esrâr-ı kader, esrâr-ı risâlet, esrâr-ı ulemâ, esrâr-ı ümerâ.

Esrâr-ı kader inkişâf etse, enbiyânın risâletinin bir anlamı kalmaz.

Esrâr-ı risâlet inkişâf etse, ulemânın bir kıymeti kalmaz.

Esrâr-ı ulemâ inkişâf etse, ümerânın bir kıymeti kalmaz.

Ümerânın esrârı inkişâf etse, kanûn-nizâm kalmaz; nizâm-ı âlem bozulur.

Şimdi, ümerânın bileceğini, kahveci çırakları bile biliyor! Bunlar, kıyâmet alâmetlerindendir.

(370)- Bu Zamanda Fıkıh İlminin Luzûmu:

Bu zamanda hadîs ve tefsîrden ziyâde, Fıkıh ilmini[8] öğrenmek lâzımdır.

(372)- Zemzemin ve Kâbe Toprağının Yeryüzüne Dağılması:

Nûh tûfânında, Kâbe toprağı ve zemzem yeryüzünün değişik bölgelerine dağıldı.

(377)- Ahz-i Mîsak Anında İnsan Zerreleri:

Ahz-i mîsak anında Âdem (a.s.)’dan çıkan zerreler, küre-i arzı tamamen doldurmuştu. Birinci safta enbiyâ; ikinci safta evliyâ ve müminler; üçüncü safta ise münâfık ve kâfirlerin ruhları bulunuyordu. Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya ve müminlere Cemâl tecellîsinde bulundu. Onun için elestü bi Rabbiküm hitâbına tav’an belâ dediler.[9]

(381)- İlmin Bereketi:

İlmin bereketi ve fâidesi, üstâda olan bağlılık, hürmet ve hizmet iledir.

(388)- Âhirette Şefaat Edenler ve Edilenler:

Hesaptan sonra Cenâb-ı Hak; enbiyâya, evliyâya, şühedâya ve âlimlere şefaat hakkı verir. Fâsık Müslümanlara, ameli kifâyet etmeyen müminlere şefaat ederler.

(400)- Hangi Kitaba ve Hangi Zâta Yapışalım?

Okunan kitaplar, kendisiyle sohbet edilen zâtlar, insana yakîn-i îmâniyye ve muhabbetullah veriyorsa, ne âlâ! Aksi takdirde, o kitapları kapatmak, o zâtlardan uzaklaşmak lâzımdır.

(423)- Müminlerin Sanatı Takvâdır:

Müminin dârü’l-fünûnu takvâdır. Takvâ, emirlere uymak; nehiylerden sakınmaktadır. Bunun erbâbına müttakî derler. Takvâ, müminlerin sanatıdır.

(424)- Hz. Âişe’nin İlmi:

Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz, hücresinden, Mescid-i Saâdet’e bir pencere açtırdı. Onun için hem sahâbeye söylenen hadîsleri, hem de kendisine söylenenleri zaptederdi. Hz. Âişe (r.anhâ), hem hâfıza, hem müçtehide, hem edîbe…her bakımdan mükemmeldi. Her sene hacceder; Arafat’da iken, çadırının etrafı kendisine soru soranlarla dolardı. O da onlara, çadırın içinden doğru cevaplar verirdi.

(432)- Âlimlerin Nurları:

Ulemâ, nurlarını mişkât-ı nübüvvetten alıyor. Bütün akıllar, onun aklından; bütün nurlar onun nurundan taksim olunmuştur.

(437)- Fetvâ Şartlara Göre Değişir:

Şartlar değişince, fetvâ da değişir. Doktor dindar olacak, mâhir olacak. Müftî de âlim olacak.

(750)- Kitaplar Eczâne Gibidir:

Her kitapta, her gördüğümüzü piyasaya çıkartmak olmaz. Kitaplar eczâne gibidir.Nasıl, ilaçlar derde devadır diye rasgele verilmez; doktor reçetesi ile veriliyorsa, kitaplardaki bilgiler de öyledir. Mîzânla verilmeli, ölçülü olmalıdır.

(758)- Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri:

Ebû Tâlib-i Mekkî Hazretleri, helâlden ekletmek için, ot yiye yiye vücûdu yemyeşil çıktı! Kûtu’l-Kulûb adlı eserini bundan sonra kaleme aldı.[10]

(783)- Usûl ve Fıkıh İlmi:

Üstâd: “Fıkıhta Şâfiî fıkhı üstündür; usûlde ise Hanefî usûlü üstündür” derdi.

(784)- İlmin Ortadan Kalkması:

İlmin ref olması demek, ulemânın kalplerinden ilmin alınması demek değildir. Ulemânın inkırâzı ve terzîli sebebiyle ilim ortadan kalkacak. İlmin ref olması, cehlin zuhûru, kadınların çoğalması kıyâmet alâmetlerindendir.

(796)- İlmin Yeniden İnkişâfı İçin:

Çoktan beri ehl-i ilim tezlîl edilmiş, ilim ehline hürmetsizlik edilmiş. Şimdi bizim vazifemiz, ulemâyı ve talebe-i ulûmu i’zâz etmektir. Bu sayede ilim yeniden inkişâf eder.

(802)- Âlemin Kıdemine Kâil Olanlar:

Eski hukemâ, âlemin kıdemine kâil oldular.[11] Ulemâ-i İslâm ise, Cenâb-ı Hakk’ın âlemi,cüz-i lâ yetecezzâ[12] olan cevher-i ferdden halkettiğini ve hâdis olduğunu isbât ettiler. Hukemâ, semâvâtın hark ve iltiyâmını[13] da kabul etmezlerdi. Halbuki şimdi aya gittiler. Yoğun, kaba-saba adamların aya gittiğini kabul ediyorlar da; bütün vucûd-ı şerîfleri nûrâniyyet kesbetmiş olan Peygamberimiz’in Mirâcı’nı neden kabul etmiyorlar?!

(803)- Atom Parçalanmaz!

Cüz-i lâ yetecezzâ adı altında atomu ilk keşfeden, İslâm ulemâsıdır. Atomun parçalandığını söylüyorlar! Hayır! Yanılıyorlar; atom parçalanmaz. Tekessür[14]ve tevessü[15] ediyor.

(816)- Yazarak Öğrenmek En Sağlam Yoldur:

Yazarak öğrenmek en sağlam ve en iyi yoldur. Bu husus, İkra’ ve Rabbüke’l-Ekram ellezî alleme bi’l-kalem âyetiyle[16] tebeyyün etmiş oluyor.

[1] Yûnus, 10/26.

[2] bkz. Beyzâvî, III, 11.

[3] Şu durumda bu bina, vâlilik binasının yanında yer almakta ve Kültür Sarayı olarak tekmil ve ıslah edilmiş durumdadır.

[4] Bu sayı o zamana göredir. Şu halde bu sayı en az yüz cilt daha artmıştır.

[5] Hatalı görmek ve suçlandırmak.

[6] Hocasıdır. Yani, ilgilenme, bilgilenmeyi gerektirir.

[7] “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme! Katından bize rahmet bağışla! Şüphesiz Sen, sonsuz bağışta bulunansın.” (Âl-i İmrân, 3/8).

[8] Özellikle ilmihal bilgisi. Zira bu ilim herkesin üzerine farz-ı ayndır. Tefsîr ve hadîs ilmi ise farz-ı kifâyedir.

[9] A’râf, 7/172.

[10] İhyâu Ulûmiddînin temelini oluşturan bu kitap, tasavvufta çok önemli bir kaynak eserdir. Efendi Hazretleri bu kitaba çok değer verirlerdi.

[11] Eski felsefeciler ve tabiatçılar, evrenin ebedîliğini ve sonsuzluğunu iddia etmişlerdir.

[12] Parçalanma ve taksimi kâbil olmayan, cisimlerin en küçük parçası atomlar.[13] Hark ve iltiyâm: Yırtılma ve kapanma.[14] Tekessür: Çoğalmak. Efendi Hazretleri, önceki beyânında atomun eneji neşrettiğini belirtmişti.[15] Tevessü: Genişlemek. feyizler.org

Mehmed Feyzi Efendi’nin ilimler ve ulemâ hakkındaki sözleri

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir